Search

WOS: 000388593800006, The excavations conducted at Van Castle Mound, East Anatolia, between 1987 and 2010 uncovered a total of 328 human skeletons dating back to the Medieval period. Thirty trauma cases were identified within the collection, constituting 9.14% of the entire population. Typology and distribution of the trauma among different sexes indicated that depression fractures, oblique fractures, comminuted fractures, and head deformation were more frequently observed in male skeletons, while a post-fractural infection appeared only in a female skeleton. Trauma cases were more common on post-cranial bones. In addition, a trepanned cranial specimen belonging to a mature individual is identified in which grooving technique was performed. Most of the observed trauma cases were related to heavy labor, unsafe working conditions, and challenges of everyday agrarian life. Previous paleopathological studies from the Medieval Van Castle Mound also indicates an insufficient nutritation and high physical stress.

WOS: 000366686700021, In this study, 21 skeletons, obtained from rescue excavations conducted in Diyarbakir/Salat Tepe (Salat Hill) flooded by a lake formed by the Ilisu Dam, were examined in terms of paleopathology, paleodemography, morphology and non-metric features. The analysis of archaeological and anthropological findings reveal that the Salat Tepe people dated back to the Middle Bronze Age. Their small socio-economic structure based on agriculture, and the inhabitants lived a modest life in harsh conditions. The evidence of small and local agriculture, rather than being an advanced agricultural society, shows that Diyarbakir/Salat Tepe people share the general characteristics of ancient Anatolian societies of the period.

Gelişen dünyada petrole dayalı enerji ihtiyacının her geçen gün artmasına rağmen bu artan ihtiyaca karşılık petrol kaynakları hızla azalmaktadır. Bunun yanında, petrol kökenli yakıtların maliyetleri ciddi olarak artış göstermektedir.Petrol ve petrol kökenli yakıtların atmosfere saldığı gazlar neticesinde atmosferdeki oksijen miktarını azaltması, sera etkisine bağlı küresel ısınma ve çevre kirliliğine neden olması enerjiye yoğun olarak ihtiyaç duyan sektörlerin çalışmalarını alternatif enerji kaynakları üzerinde yoğunlaştırmalarına neden olmuştur.Alternatif enerji kaynaklarının en başında bitkisel yağlardan elde edilen ve dizel araçlarda hiçbir değişiklik yapılmadan direkt olarak kullanılabilen yakıtlar gelmektedir. Bitkisel yağlardan yakıt üretmek için harcanan enerji, petrol kökenli yakıt üretmek için kullanılan enerjinin yaklaşık olarak 3/1'i kadardır.Kanola; çevre dostu, kolay temin edilebilen, maliyeti çok düşük, ekim alanının genişliği, kışlık ve yazlık kanola tarımının yapılması kanolayı alternatif yakıt olarak cazip hale getirmiştir. Bu çalışmada dizel yakıtı olarak kullanılan kanola yağı metil esterinin tek silindirli bir dizel motorda, çeşitli oranlarda dizel yakıtı ile kanola yağı metil esterinin karıştırılarak emisyon karakteristiklerine ve motor performansına olan etkileri deneysel olarak incelenmiştir.Sonuç olarak; kanola yağı metil esteri kullanımı ile motor performans ve egzoz emisyonları bakımından dizel yakıtına yakın değerler elde edilmesi ve değişen motor devir sayısına bağlı olarak dizel yakıtına benzer özellikler göstermesi, kanola yağı metil esterinin dizel motorlarda alternatif dizel yakıtı olarak kullanılabileceğini göstermiştir. In spite of the increasing demand for the energy based on petrol in the developing worldsources of petrol has been decreasing quickly.The gases released from petrol and its derivatives has decreased oxygen amount in the atmosphere and the global warming depending on the greenhouse effect and causing the environmental pollution led the companies which need energy more to concentrating on alternative energy sources.The first of all the alternative energy sources is the fuel that is obtained from vegetable oil and that can be used directly without any change.The energy exerted to produce energy from vegetable oil is about 3/1 compared to the energy used to produce fuel from petrol.Canola is an attractive alternative fuel as it is ecofriendly, obtainable easily, cost-effective, and easy for winter and summer agriculture. In this study, canola oil methyl ester used as diesel fuel in one cylinder engine was studied experimentally with the effects on the engine performance and the emission characteristics by mixing canola oil methyl ester with diesel fuel in various amounts.As a conclusion,with the usage of canola oil methyl ester in terms of the engine performance and exhaust emission; gaining approximate values to the diesel fuel and showing familiar features with diesel fuel related to the variable engine speed have shown that canola oil methyl ester can be used as an alternative diesel fuel in diesel engines. 116

95 ÖZET Türkiye Pleistosen dönem çökelleri az sayıda fosil yatağı içermektedir. Bu fosil yataklarından Durusnlu Pleistosen çökelleri oldukça zengin memeli palefaunasına sahip olması açısından önemli bir fosil bulgu yeridir. Duruniu Equus faunası örnekleri tepe (surface:dump), san çakıllı toprak (yellow gravels) ve üst kömür olmak üzere 3 ayn tabakadan açığa çıkarılmıştır. Bu tabakalardan ele geçen 300 Equidae örnekleri üzerinde sistematik, odontolojik ve osteolojik çalışma yapılmıştır. Yapılan incelemelerde Equidae ailesinin Equus caballus mosbachensis ve Equus cf. altidens örnekleri kendi aralarında karşılaştırmıştır. Bunun sonucunda bu türlerin özellikle diş ve etraf kemiklerinin morfolojik yapısı ortaya konmuş ve ilk olarak bu buluntu yerinden çıkarılmış geniş bir seri üzerinde daha detaylı odontolojik yapı da tanımlamaya çalışılmıştır. Bu çalışmalar doğrultusunda Equus türlerinin kendi aralarında ilişkiler açığa çıkarılmıştır. Türler üzerinde yapılan incelemeler sonucunda elde edilen odontolojik ve osteolojik veriler türlerin birbirleriyle olan karşılaştırmasında ve ilişkilendirilmesinde kullanılmıştır. Detaylı bir arazi çalışması sonucunda elde edilen iitostratigrafik ve sedimatolojik çalışmalar biyostratigrafik çalışmalara temel olmuştur. Bütün araştırmalar ışığında yöre biyostratigrafisi, paleoekolojisi belirlenmiş ve bölge kronolojisinde faklı görüşlere ulaşılmıştır. 96 SUMMARY The Pleistocene sedimentary deposits within the Turkey contain several fossiliferous beds. Pleistocene deposits of the Dursunlu area is regarded as one of the most important sites in Anatolia since its rich and diversifed mammalian fauna bearing sediments. The specimens of the Dursunlu Equidae fauna were collected from different three layers (Surface: Dump, Yellow gravels, Upper coal). The 300 Equidae samples collected from this layers, sistematical, odontological and osteological studies have been carried out As a results of the laboratory examination of these fossils two species, namely Equuus caballus mosbachensis and Equus cf. altktens belonging of the Equidae family have been identified. The Dursunlu Equidae fossils have been correlated with each other. Attems have also been made to establish the evolutionary trends and zoogeographical relationships between the species. The odontological and osteological data obtained from the studies of these species have provided a firm basis for evaluating the correlations and the relations among the species. Lithostratigraphical and sedimenthological data based on the detailed field studies provided further background information for the biostratigraphical studies. In the light of available information derived from all these studies, the biostratigraphy and paleoecology of this region have been established and different views concerning the cronostratigraphy of the region have been advanced. 130

ÖZET Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi Araştırma Hasta - nesine Haziran 1986 - Haziran 198? tarihler arasında infek- te yara ile başvuran, yine aynı tarihlerde tedavi ünitele - rinde infekte yara ve yanık tanısı ile yatan ve cerrahi ya raları infekte olduğu sanılan 565 hasta seçilerek, bu hasta ların yara ve yanıklarından örnekler alınıp mikrobiyolojik olarak incelendi. Olguların yüzde 72, 7' si erkeklerden, yüzde 27, 3' ü de kadınlardan oluşuyordu, üne bu 565 örneğin yüsde 98,6 'sı çeşitli yaraları, yüzde 1,4 'ü de yanıkları kapsıyor du. Söz konusu örneklerin yüzde 67, 8' inde çeşitli mikro - organizmalar üretildi, yüzde 32,2'sinde ise üreme olmadı. Üre me olan bu örneklerden, 319'u patojen ve geri kalan 107' sı flora bakterileri olmak üzere toplam 426 adet mikroorganiz ma izole edildi. Bu mikroorganizmalar sırasıyle; E.Coli,S.Coa (.*.), S.Coa (-), E.aerogenes, P. aeruginosa, Beta hemolitik Streptococcus,Difteroid basiller, Proteus, C.freundi i, Candi da, Neisseria, Hon hemolitic Streptococcus, Alfa hemolitic Streptococcus ve Haemophlus basillerinden oluşuyordu. Patojen bakteri ' lerin çoğunluğu gram negatiflerdi, îzole edilen bu altı cins patojenin çeşitli antimikrobiklere karşı davranışları her cins için ayrı ayrı incelenerek tablo larda gösterildi. E.Golilerin en çok duyarlı olduğu antimikrobik madde Arnikasın sülfat, en az duyarlı oldufiu ise penisilin G, S.Coa-48- (+)lerin en çok duyarlı olduğu antimikrobik madde Amoksisi - lin/Klavulanik asit, ikinci sırada Arnikasın en az duyarlı olduğu antimikrobik ise penisilin G. dir. E.aerogeneslerin en çok duyarlı olduğu antimikrobik madde Amikasin sülfat, en az duyarlı olduğu ise Penisilin G, P. aeruginosa 'larm en çok duyarlı olduğu antimikrobik madde Arnikasın sülfat, en az duyarlı olduğu ise Penisilin G. olarak bulundu. Prote us' larm en çok duyarlı olduğu antimikrobik madde Amikasin sülfat, en az duyarlı olduğu ise penisilin G.öte yandan G. Freundiilerin de en çok duyarlı olduğu antimikrobik madde yine Amikasin sülfat, tamamen duyarsız olduğu antimikrobik maddeler ise penisilin, Piperasilin, Sefazolin ve SMZ/TîiP'e karşı olduğu gözlendi. Bu bakterilerden özellikle Gram negatif olanların bir çok antimikrobik maddeye karşı direnç düzeylerinin yüksek olduğu ve bu dirençliliğin yıllar geçtikçe arttığı, Öteki ül kelerde bizim ülkemize göre dirençlilik düzeyinin daha dü - şük olduğu, bölgeler arasında' da farklılıklar bulunduğu gö rüldü. Söz konusu bu direnç artışının; oral kullanımı olup, daha yaygınca kullanma olasılığı bulunan antimikrobiklere karşı, ötekilere oranla daha fasla olduğu saptandı. 55