1,247 results on '"Göğüs Hastalıkları"'
Search Results
2. PS-010 Ailesel Parrot Hastalığı Salgını
- Author
-
Karaaslan, Tahsin, Karatoprak, Cumali, Karaaslan, Esra, Bezmialem Üniversitesi Tıp, Fakültesi Hastanesi, Kliniği, Genel Dahiliye, Medipol Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Sefaköy Araştırma, Uygulama Merkezi, and Göğüs Hastalıkları Kliniği
- Published
- 2018
- Full Text
- View/download PDF
3. KOAH olgularındaki polisomnografik bulgular ve tedavi etkinliklerinin araştırılması = The Investigation of Polysomnographic Result and Treatment Efficiency in Chronic Obstructive Pulmonary Disease (COPD) Patients
- Author
-
Khayri, Ulugh Bik. 29359 author, 15485 Akkaya, Ahmet, 1961- thesis advisor, and Süleyman Demirel Üniversitesi. Tıp Fakültesi. Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı. issuing body 15480
- Subjects
Süleyman Demirel Üniversitesi - Abstract
Amaç: Kronik obstrüktif akciğer hastalığı (KOAH) ve obstrüktif uyku apne sendromu (OUAS) arasındaki ilişkiyi ve noktürnal non invaziv ventilasyon (veya BPAP) tedavisinin etkinliği araştırılmak istendi.Gereç ve Yöntemler: Ocak 2007 ile Aralık 2010 tarihleri arasında KOAH tanısı ile hastanemizde yatan 2485 hasta ve Uyku Bozuklukları Merkezimize başvuran 407 hastanın dosyaları Overlap sendromlu hastaları bulabilmek için retrospektif olarak araştırıldı. Çalışma popülasyonu (99 hasta) üç gruba bölündü ;Grup 1: OUAS’lı hasta (n=40) (AHI≥5 olay/saat), Grup 2: KOAH ile birlikte OUAS’lı hastalar (Overlap sendromu) (n=40) ve Grup 3: AHI0.05) yaşam süresini kısalmaktaydı.Sonuç: KOAH’lı hastalarda OUAS birlikteliği noktürnal desatürasyonları derinleştirmekte ve gündüz hipoksemisi ve hiperkapniyi etkilemektedir. Hipoksemi sonucu oluşan pulmoner hipertansiyon prognozu olumsuz etkilemektedir.Çalışmamızda BPAP tedavisinin pulmoner hipertansiyonu düzeltmesi ve alevlenme sayılarını azaltması prognozu olumlu etkilediğini düşünmekteyiz. Çalışmamız Overlap sendromlu hastalardaki uyku mimarisindeki değişiklikler literatürle benzerlik göstermesine karşın, BPAP tedavisinin etkinliğini göstermesi bakımından ilk çalışmalardan biridir. KOAH’lı hastalarda prognozu olumlu etkilediği düşünülen yüksek VKİ’nin ise Overlap sendromlu olgularda ayrıntılı araştırılması gerekmektedir. Anahtar Kelimeler: KOAH, polisomnografi, prognoz, Aim: We want to investigate the relationship between chronic obstructive pulmonary disease (COPD) and obstructive sleep apnea syndrome and the effectiveness of nocturnal noninvasive ventilation (or BPAP).Material and Methods: A total of 48 patients (40 men/8 women) among 2485 patients hospitalized with COPD diagnosis and 407 patients applied to our Sleep Disorders Center between January 2007 and December 2010 were investigated retrospectively to identify Overlap Syndrome patients. We divided the study population (99 men) into three groups. Group 1:OUAS patients (n=40) (AHI≥5events/hour), Group 2:COPD patients with OUAS (Overlap Syndome) (n=40) and Group 3: control group(n=19) with AHI0.05).Conclusion: Coexistance of OUAS in patients with COPD deepens the nocturnal desaturations and affects the daytime hypoxemia and hypercapnia. The pulmonary hypertension caused by hypoxemia affects the prognosis negatively. We think that the BPAP therapy which reduced the number of exacerbations and pulmonary hypertension has positive effect on prognosis. Although the changes in sleep architecture of patients with Overlap syndrome were similiar with literatures, the present study is the first one to our knowledge to show the positive effect of BPAP. If it is thought that high BMI has a positive effects on the prognosis of COPD patients, the patients with Overlap syndrome should be investigated in detail. Keywords: Chronic obstructive pulmonary disease (COPD), polysomnographi, prognosis, Tez, (Uzmanlık Tezi) Süleyman Demirel Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, 2012., Kaynakça var.
4. Malign ve tüberküloz plörezi ayırıcı tanısında T helper 1 ve T helper 2 sitokinlerden IFN-y,IL-12,IL-18 ve IL-10'un tanısal değeri
- Author
-
Özgönen, Özlem. 18579 aut, Şahin, Ünal. 15479 ths, and Süleyman Demirel Üniversitesi. Tıp Fakültesi. Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı. 15480
- Subjects
Süleyman Demirel Üniversitesi - Abstract
Tez (Tıpta Uzmanlık) - Süleyman Demirel Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, 2006., Kaynakça var.
5. Ağır obstruktif uyku apne sendromlu ve REM ilişkili obstruktif uyku apne sendromlu hastalarda diabetes mellitus ilişkisi = Diabetes correlation in patients with severe obstructive sleep apnea syndrome and REM related obstructive sleep apnea syndrome
- Author
-
Seven Yalçın, Gönül. 191081 author, 15485 Akkaya, Ahmet, 1961- thesis advisor, and Süleyman Demirel Üniversitesi. Tıp Fakültesi. Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı. 15480 issuing body
- Subjects
Süleyman Demirel Üniversitesi - Abstract
Ağır Obstruktif Uyku Apne Sendorumlu ve REM ilişkili Obstruktif Uyku Apne Sendromlu Hastalarda Diyabet İlişkisi Bu çalışmada ağır OSAS ve REM ilişkili OSAS' lı hastalar ile diyabet ilişkisini araştırmayı amaçladık. Çalışmamızda, Ocak 2018 ile Mayıs 2018 tarihleri arasında Süleyman Demirel Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı Uyku Bozuklukları Merkezi ve Isparta Şehir Hastanesi Uyku Merkezine başvuran ve tek gece polisomnografi (PSG) tetkiki yapılan hasta verileri prospektif olarak incelendi. AHI> 30 olay/saat olan, ağır OSAS tanılı 26 hasta, AHI>5 olay/saat olan, ve REM AHI değerinin NREM AHI değerinden 2 kat ve üzeri olan REM ilişkili OSAS tanılı 10 hasta ve diyabet polikliniğine başvuran 287 kişiden STOP BANG testi 2 ve üzeri olan 12 hastadan çalışmayı kabul eden 8 diyabetli hasta çalışmaya dahil edildi. Çalışmada yaş, cinsiyet VKİ gibi demografik özellikler, açlık kan şekeri, en az 2 saat arayla alınan 2. kan şekeri değeri ve HbA1c değerleri, toplam uyku süresi, uyku latansı, REM latansı, uyku mimarisi ( Evre 1, Evre 2, Evre 3 ve REM) , apnehipopne indeksi (AHİ) oksijen desatürasyon indeksi (ODI) gibi polisomnografi parametreleri incelendi. Çalışmaya alınan gruplar 3 grup halinde incelendi. Grup1; ağır OSAS tanılı hastalar, Grup 2; REM ilişkili OSAS tanılı hastalar, Grup 3; diyabet tanılı olup PSG ile OSAS tanısı alan hastalardan oluşturuldu. Çalışmaya alınan hastalar; 26 ağır OSAS (%59.1) 10 REM ilişkili OSAS (%22,7) ve diyabet polikliniğine başvuran 287 hastadan STOP-Bang testi sonucu >2 üzeri olan 12 hastanın 8'ine tek gece PSG yapılarak OSAS tanısı (%18.2) aldı. Cinsiyet açısından gruplar arasından anlamlı fark yoktu. Vücut ağırlığı olarak bakıldığında kadınlar erkeklere göre daha kiloluydu. REM ilişkili OSAS tanısı alan hastaların çalışma popülasyonu ile kıyaslandığında daha yaşlı, VKİ daha yüksek ve kadın cinsiyette oldukları saptandı. Ağır OSAS'lı kadın hastalarda REM/NREM AHI, REM AHI incelendiğinde anlamlı olarak fark saptandı. REM ilişkili OSAS ve ağır OSAS'ın diyabet ile ilişkili olduğu, ağır OSAS hastalarındaki glukoz ve HbA1c değerlerinin REM ilişkili OSAS hastalarına göre daha yüksek olduğu saptandı. REM ilişkili OSAS tanılı hastalarda Evre 1 ve Evre 2 süreleri kısalmış, Evre 3 değeri ise artmış olarak bulundu. Sonuç olarak REM ilişkili OSAS ve ağır OSAS'ın diyabet ile ilişkili olduğu, diyabet tanısı almış olan hastaların OSAS açısından değerlendirilmesi gerektiği, OSAS'ın tedavi edilmediği takdirde diyabet gibi komplikasyonlara yol açabileceği düşünülmelidir.. Diyabet tanısı almış olan hastaların polisomnografik incelenmesinde REM ilişkili OSAS sıklığının daha yüksek olması diyabetin REM ilişkili OSAS'lı hastalarda daha sık olduğunu düşündürmektedir, Diabetes Correlation in Patients with Severe Obstructive Sleep Apnea Syndrome and REM related Obstructive Sleep Apnea Syndrome We aimed to examine the diabetes correlation in patients with severe OSAS and REM related OSAS in this study. In our study, data of the patients who applied to Suleyman Demirel University Medical Faculty Department of Chest Diseases Somnipathy Center between the dates of January 2018 and May 2018 and were administered over-night polysomnography (PSG) were prospectively examined. 26 patients, diagnosed with severe OSAS, at which AHI> 30 instance/hour, 10 patients, diagnosed with REM related OSAS, at which AHI> 5 instance/hour and REM AHI values are more than twice the NREM AHI values and 8 of 12 diabetes patient who agreed be a part of the study, whose STOP BANG test results were 2 or higher, out of the 287 people who applied to diabetes polyclinic were included in the study. In this study, demographic features such as age, sex, BMI. Blood test such as pre-prandial blood glucose, 2nd blood glucose taken at least 2 hours after and HbA1c values, polysomnographic parameters such as entire sleep period, sleep latency, REM latency, sleep architecture (Stage 1, Stage 2, Stage 3 and REM), apnea- hypopnea index (AHI), oxygen desaturation index (ODI) were examined. Groups taking part in the study were examined in 3 groups. Group1; consists of patients diagnosed with severe OSAS, Group2; consists of patients diagnosed with REM related OSAS, Group3; consists of patients who are already diagnosed with diabetes and were also diagnosed with OSAS via PSG. Patients who took part in the study were diagnosed as follows; 26 patients with severe OSAS (59.1%), 10 patients with REM related OSAS (22.7%) and 8 of 12 diabetes patient, whose STOP BANG test results were 2 or higher, out of the 287 people who applied to diabetes polyclinic (18.2%). In relation to sex, there were no significant difference among the groups. When body mass was considered, females were heavier compared to males Compared to the study population, it was observed that patients diagnosed with REM related OSAS were older, had higher BMI and were female. When REM/NREM AHI and REM AHI were examined in female patients with severe OSAS, a significant difference was observed. It was determined that REM related OSAS and severe OSAS were correlated with diabetes and glucose and HbA1c values of patients with severe OSAS were higher compared to patients with REM related OSAS. In patients diagnosed with REM related OSAS, it was observed that Stage 1 and Stage 2 periods were shortened and Stage 3 values were increased. In conclusion, it is determined that REM related OSAS and severe OSAS are correlated with diabetes and patients diagnosed with diabetes should be evaluated in terms of OSAS and unless treated, OSAS can lead up to complications such as diabetes. High frequency of REM related OSAS in patients diagnosed with diabetes, revealed by the polysomnographic examination, leads to the conclusion of; diabetes occurring more frequently in patients with REM related OSAS., Tez (Uzmanlık) - Süleyman Demirel Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, 2018., Kaynakça var.
6. Kronik obstrüktif akciğer hastalığı tanılı hastalarda bronşiektazi varlığı ile ilişkili klinik ve radyolojik faktörlerin ve inflamatuar belirteçlerin alevlenmeler üzerine etkisinin araştırılması = Clinical and radiological factors associated with bronchiectasis and the effect of inflammatory markers on exacerbations in patients with chronic obstructive pulmonary disease
- Author
-
Kula, Zekiye. 195758 author, Bircan, Hacı Ahmet. thesis advisor 191590, and Süleyman Demirel Üniversitesi. Tıp Fakültesi. Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı. 15480 issuing body
- Subjects
Süleyman Demirel Üniversitesi - Abstract
KOAH hastalarında bronşiektazi sık görülmektedir ve KOAH'ın spirometrik şiddeti arttıkça görülme sıklığı da artmaktadır. Bronşiektazi varlığının alevlenmeler ile ilişkili olduğu ve bu hastalarda mortaliteyi belirlediği gösterilmiştir. Ancak bu iki hastalığın birlikte bulunduğu bireyler ile bronşiektazi olmayan KOAH hastalarında alevlenmeleri belirleyecek inflamatuar belirteçler yeterince çalışılmamıştır. Çalışmaya GOLD tanımına uygun olarak toplam 87 KOAH hastası alındı. Hastaların demografik özellikleri, rutin tetkikleri, solunum fonksiyon testi, CAT skoru ve mMRC dispne skalası, GOLD evrelemesi kaydedildi. Hastalar gelecekteki alevlenmeler yönünden 9,6±3,3 (6-12) ay prospektif olarak telefon ve klinik vizitleri ile takip edildi. Stabil dönemde yüksek çözünürlüklü toraks BT görüntüleri alınarak bronşiektazi varlığı ve bronşiektazinin şiddeti yönünden iki radyolog tarafından Smith ve Modifiye Reiff skorları kullanılarak değerlendirildi. Hastalar bronşiektazi olan ve olmayan olarak iki gruba ayrıldı. Hastaların alevlenme ve stabil dönemlerinde alınan venöz kan örneklerinde fibrinojen, C-Reaktif protein (CRP), Soluble ürokinaz-tip plazminojen aktivatör reseptörü (suPAR) ve Plazminojen aktivatör inhibitörü-1 (PAI-1) düzeyleri çalışıldı. Hastaların (85E, 2K) ortalama yaşları 68,1±9 (46-87) idi. Hastaların 38'inde (%43,7) bronşiektazi saptandı. Bronşiektazi en sık tübüler formda idi (%89,4) ve alt loblarda daha fazlaydı. Bronşiektazi olan grupta vücut kitle indeksinin daha düşük (p=0.036), GOLD'a göre KOAH evresinin daha ileri evre (p=0.004), alevlenmelerin daha sık (p=0.01), alevlenme döneminde fibrinojen ve CRP değerlerinin daha yüksek olduğu görüldü (sırasıyla p=0.01, p=0.013). Radyolojik olarak bronşiektazi şiddeti arttıkça alevlenme sıklığının arttığı (r=0,356, p, Clinical and Radiological Factors Associated with Bronchiectasis and The Effect of Inflammatory Markers on Exacerbations in Patients with Chronic Obstructive Pulmonary Disease Bronchiectasis is common in patients with COPD, and as the spirometric severity increases, the frequency of bronchiectasis would increase as well. The presence of bronchiectasis is correlated with exacerbations and determines mortality of COPD patients. However, the inflammatory biomarkers that determine the exacerbations have not been studied adequately in COPD patients with or without bronchiectasis. A total of 87 patients with COPD were included in the study according to the description of GOLD. The demographic characteristics, routine medical records, pulmonary function tests, CAT score, mMRC dyspnea scale and GOLD stage were recorded. The patients were prospectively followed up by phone calls and clinical visits with an average of 9,6±3,3 (6-12) months for future exacerbations. High resolution thorax CT images were taken during the stable period and the presence and severity of bronchiectasis were evaluated by two radiologists using Smith and Modified Reiff scores. Patients were divided into two groups as with or without bronchiectasis. Fibrinogen, C-reactive protein (CRP), Soluble Urokinase Plasminogen Activating Receptor (suPAR) and Plasminogen Activator Inhibitor-1 (PAI-1) levels were determined in venous blood samples taken during the exacerbation and stable periods of the patients. The mean age of the patients (85M, 2F) was 68,1±9 (46-87). Bronchiectasis was detected in 38 patients (43.7%). The most common form was tubular bronchiectasis (89.4%) which was located predominantly in the lower lobes. Patients with bronchiectasis had lower body mass indexes (p=0.036), more advanced COPD (p=0.004), more frequent exacerbations (p=0.01), and much higher serum fibrinogen and CRP levels in exacerbation period (p=0.01, p=0.013, respectively). As the severity of bronchiectasis increased, the frequency of exacerbations (r=0,356, p, Tez (Uzmanlık Tezi) - Süleyman Demirel Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, 2019., Kaynakça var.
7. Rem ilişkili obstrüktif apne sendromlu hastaların fenotipik ve polisomnografik özellikleri = The phenotypic and polysomnographic features of rem related obstructive sleep apnea syndrome patients
- Author
-
Çelik, Oğuz. 82227 author, Süleyman Demirel Üniversitesi. Tıp Fakültesi. Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı. 15480 issuing body, and Öztürk, Önder, 1971- thesis advisor 62323
- Subjects
Süleyman Demirel Üniversitesi - Abstract
Amaç: Bu çalışmada REM ilişkili OUAS‟lu hastalarla OUAS tanısı konulan hastalar arasındaki fenotipik ve polismonografik farklılıkları araştırmak istedik Materyal ve metod: 2005-2013 yılları arasında uyku laboratuvarımıza yatan 680 hastanın dosyaları retrospektif tarandı. AHI>5 olay/saat olan ve OUAS tanısı alan olgularla, OUAS tanısı konulan ve NonREM-AHİ‟nin normal sınırlarda olması (, Aim: In this study we aimed to investigate the phenotypic and polysomnographic differences between REM related OSAS patients and OSAS patients. Materials and Methods: In this study we examined the data of 680 inpatients of our sleep laboratory between 2005-2013 years retrospectively. The patients diagnosed as OSAS with apnea-hypopnea index (AHI) >5 events/hour, and the ratio of AHI during REM sleep to the AHI during NREM sleep, in which NREM AHI, Tez (Tıpta Uzmanlık) - Süleyman Demirel Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, 2014., Kaynakça var.
8. Pozisyonel obsrüktif uyku apne sendromlu hastaların fenotipik ve polisomnografik özellikleri = Phenotypic and polisomnographic features of positional obstructive sleep apnea syndrome patients
- Author
-
Karakuş, Seher. 72694 author, Süleyman Demirel Üniversitesi. Sağlık Bilimleri Enstitüsü. Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı. 60842 issuing body, and Öztürk, Önder, 1971- thesis advisor 62323
- Subjects
Süleyman Demirel Üniversitesi - Abstract
Amaç: Çalışmada, pozisyonel OUAS‟lı hastalarla pozisyonel olmayan OUAS‟lı hastaları karşılaştırarak, fenotipik ve polisomnografik farklılıkları göstermek amaçlandı.Materyal ve metod: 2005-2012 yılları arasında uyku laboratuvarımıza yatan hastalar incelendi. Pozisyonel OUAS, total apne- hipopne indeksinin (AHİ) >5 ve supin ve nonsupin postürler arasında AHİ‟de >%50 azalma olması olarak tanımlandı. Toplam uyku süresi, uykuya dalma süresi, uyku mimarisi (Evre 1, Evre 2, Evre 3, REM), oksijen desatürasyon indeksi (ODİ), en düşük oksijen satürasyon değeri, apne-hipopne indeksi (AHİ), arousal indeksi gibi polisomnografi bulguları kaydedildi. Bel çevresi, boyun çevresi ve vücut kitle indeksi değerlerine bakıldı. Pozisyonel OUAS, pozisyonel olmayan OUAS ve kontrol grubu karşılaştırıldı.Bulgular: Çalışmaya 476 tane OUAS tanılı ve 54 tane kontrol grubu olmak üzere toplam 530 kişi katıldı. Çalışmaya alınan kişiler, pozisyonel OUAS (n= 246, yaş ortalaması 47,56±0,69 yıl), pozisyonel olmayan OUAS (n=230, yaş ortalaması 49,77±0,71 yıl) ve kontrol grubu (n=54, yaş ortalaması 46,90±0,49 yıl) olarak 3 gruba bölündü. 476 hastada saptanan OUAS‟ın, %51,7‟si pozisyonel OUAS, %48,3‟ü pozisyonel olmayan OUAS olarak tespit edildi. Pozisyonel OUAS hastalarının pozisyonel olmayan OUAS‟lı hastalarla karşılaştırıldığında daha genç, daha uzun boylu, daha zayıf, bel ve boyun çevresinin daha ince olduğu bulundu. Pozisyonel OUAS‟lı hastalar ile pozisyonel olmayan OUAS‟lı hastaların REM özelliği bakımından aralarında istatistiksel olarak anlamlı fark olduğu saptandı. Hafif ve orta şiddetli OUAS‟lı hastalarda pozisyonel OUAS‟ın daha fazla olduğu tespit edildi. Sonuç: Bu çalışmanın sonucuna göre pozisyonel OUAS‟lı hastaların daha genç, daha uzun boylu, daha zayıf olduğu, bel ve boyun çevrelerinin ise daha ince olduğu saptandı. Pozisyonel OUAS tanısı konduğunda hafif-orta şiddette olan obstrüktif apne bulguları, pozisyonla birlikte artış göstermekte ve hastalığın şiddeti değişmektedir. Bu durum ek hastalıkların görülme sıklığını arttırmaktadır. Bu nedenle pozisyonel OAUS farklı bir klinik tip olarak değerlendirilmeli ve uygun tedavi başlanmalıdır. Anahtar kelimeler: Uyku, pozisyonel OUAS, pozisyonel olmayan OUAS, polisomnografi., Aim: In this study we aimed to show phenotypic and polisomnographic differences between positional OSAS patients and non-positional OSAS patients. Materials and Methods: In this study we examined inpatients of our sleep laboratory between 2005-2012 years. Positional sleep apnea was defined as a total apnea-hypopnea index (AHI) > 5 with a > 50% reduction in the AHI between the supine and nonsupine postures in OSAS patients. Polisomnographic findings as total sleep time, sleep latency, sleep architecture (Stage 1, Stage 2, Stage 3, REM), oxygen desaturation index (ODI), the lowest oxygen saturation value, apnea-hypopnea index (AHI), arousal index were recorded. Waist circumference, neck circumference and body mass index were measured. Positional OSA, non-positional OSA and control groups were compared.Results: Total 530 persons, 476 of them were diagnosed with OSAS and 54 of them was control group, were enrolled to this study. In the study, persons were divided into 3 groups as positional sleep apnea (n=246, mean age 47.56 ± 0.69 years), non-positional sleep apnea (n= 230, mean age 49.77 ± 0.71 years) and control group (n=54, mean age 46,90±0,49 years). There were 476 OSAS patients and 51,7 % of them were detected positional OSAS and 48.3% of them were detected nonpositional OSAS. When patients with positional sleep apnea and nonpositional sleep apnea, were compored, patients with positional sleep apnea were younger, taller, thinner and had a thinner waist and neck circumference. There were significant differences in relation to REM features between positional OSAS patients and non-positional OSAS patients. Positional OSAS were found to be more often in patients with mild to moderate OSAS. Conclusion: According to the study results, patients with positional sleep apnea were younger, taller, thinner and had a thinner waist and neck circumference. The obstructive apnea symptoms were in with mild- moderete severity during the diagnosis of positional OSAS and the severity of the disease increased and changed with position. This increases the incidence of comorbidities. For this reason positional OSAS should be evaluated as a different clinical entity and treatment plan should be made accordingly. Keywords: Sleep, positional OSAS, non-positional OSAS, polisomnography, Tez (Uzmanlık Tezi)- Süleyman Demirel Üniversitesi,Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, 2013., Kaynakça var.
9. Sigaranın kemik mineral yoğunluğu ve kolesterol üzerindeki etkilerinin solunum yolları obstrüksiyonu ile korele olarak incelenmesi
- Author
-
Çobanoğlu, Hafize. 15478 aut, Şahin, Ünal. 15479 ths, and Süleyman Demirel Üniversitesi. Tıp Fakültesi. Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı. 15480
- Subjects
Süleyman Demirel Üniversitesi - Abstract
Tez (Tıpta Uzmanlık) - Süleyman Demirel Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, 2005., Kaynakça var.
10. Ağır ouas hastalarında CPAP tedavisi ile ağız içi araç tedavisinin karşılaştırılması = Comparison of CPAP treatment and oral appliance therapy in patients with severe osas
- Author
-
Yılmazer, İlkay. 23992 author, 15485 Akkaya, Ahmet, 1961- thesis advisor, and Süleyman Demirel Üniversitesi. Tıp Fakültesi. Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı. issuing body 15480
- Subjects
Süleyman Demirel Üniversitesi - Abstract
Amaç: Ağır OUAS tanılı hastalarda antropometrik ölçümlerin ve KBB muayenelerinin AİA ve CPAP tedavi seçiminde ve uyumundaki etkisini araştırmak istedik. Materyal ve metod: Uyku polikliniğine başvuran ve ağır OUAS tanısı konulan 23 hasta çalışmaya alındı. Hastaların VKİ, bel çevresi, boyun çevresi ölçümleri, KBB muayeneleri ve Nasofarenks BT çekimleri yapıldı, ESS anketi dolduruldu. Hastalar rasgele zarf yöntemi AİA (11 hasta) ve CPAP (12 hasta) olmak üzere önce iki gruba ayrıldı. AİA için uygun bulunmayan hastaların tedavisi CPAP olarak belirlendiğinden, üçüncü bir grup oluşturuldu. Hastaların 1. ayda PSG ile, 3. ve 6. ayda tedavi kontrolleri yapıldı. Birinci ay kontrolünde, AHİ değerinde beklenilen düzelme sağlanamayan ya da tedaviyi tolere edemeyen hastaların tedavileri diğer tedaviye değiştirildi. Bulgular: Çalışmaya alınan 23 hastanın yaş ortalaması 53,83 ł10,09 yıl olup VKİ ortalaması: 30,07 ł2,86 m2/kg bulundu. Hastalar tedavi yöntemlerine göre AİA(4 hasta), CPAP (12 hasta) ve AİA-CPAP (7 hasta) tedavisi alanlar olmak üzere üç grupta değerlendirildi. Tedavi grupları arasında hastaların demografik özellikleri, nasofarenks BT, KBB muayene bulguları açısından fark saptanmadı. Tedavi grupları arasında farklı olmamakla birlikte PSG bulgularından AHİ ve uykunun Evre 2 safhasının tedavinin birinci ayında tedavi öncesine göre azaldığı, REM safhasının ise arttığı bulundu. Tüm tedavi gruplarında oksijen saturasyonunda düzelme saptanırken sadece CPAP grubunda istatistiksel açıdan anlamlıydi (p, Aim: The aim of this study was to investigate the effects of anthropometric measurements and otorhinolrayngological examinations on the appropriateness of and the choice between OAT (oral appliance therapy) and CPAP treatment in patients diagnosed with severe OSAS (obstructive sleep apnea syndrome). Materials and Methods: 23 patients who were referred to our sleep clinic and diagnosed with severe OSAS were enrolled in the present study. BMI (body mass index), waist circumference and neck circumference were measured; all subjects underwent otorhinolayngological examinations and craniofacial CT (computerize tomography) scanning and were asked to fill in the ESS questionnaire. The patients were divided into two groups as OAT (n=11) and CPAP (n=12) by the random envelope method. The patients who were ineligible for OAT were assigned to CPAP treatment, thus constituting a third group. The patients were examined by PSG at one month and underwent controls at 3 and 6 months. At the first month control, the patients who showed no improvement of AHI or those who could not tolerate the treatment were shifted to the other treatment. Results: The mean age of 23 patients enrolled in this study was 53,83ł10,09 years and the mean BMI was 30,07ł2,86 m2/kg. The patients were divided into three groups as OAT (n=4), CPAP (n=12) and OAT-CPAP (n=7). There were no significant differences between the treatment groups in terms of demographic characteristics, results of otorhinolaryngological examination and nasopharynx CT. Despite the lack of a significant difference between the treatment groups, it was found that, of PSG findings, REM was increased and AHI and stage 2 sleep were decreased during the first month of treatment compared to the pretreatment values. All treatment groups showed improvement in oxygen saturation, which reached statistical significance only in the CPAP group (p, Tez (Doktora)- Süleyman Demirel Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, 2011., Kaynakça var.
11. KOAH ve toplum kökenli pnömoni olgularında serum neopterin ve IL-8 düzeyleri ve hastalık ağırlığı ile ilişkisi
- Author
-
Özyurt, Songül. 18581 aut, 15485 Akkaya, Ahmet, 1961- ths, and Süleyman Demirel Üniversitesi. Tıp Fakültesi. Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı. 15480
- Subjects
Süleyman Demirel Üniversitesi - Abstract
Tez (Tıpta Uzmanlık) - Süleyman Demirel Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, 2006., Kaynakça var.
12. Isparta merkez ilçe halkının sigara içme sıklığı ve özellikleri
- Author
-
Ünlü, Abdullah. 15481 aut, Demiralay, Rezan, 1963- 15482 ths, and Süleyman Demirel Üniversitesi. Tıp Fakültesi. Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı. 15480
- Subjects
Süleyman Demirel Üniversitesi - Abstract
Tez (Tıpta Uzmanlık) - Süleyman Demirel Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, 2005., Kaynakça var.
13. Üst hava yolu patolojilerinin bronşial astım ve kronik obstrüktif akciğer hastalarındaki birlikteliğinin karşılaştırılması
- Author
-
Kılıç, Özkan. 18692 author, 15485 Akkaya, Ahmet, 1961- thesis advisor, and Süleyman Demirel Üniversitesi. Tıp Fakültesi. Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı. issuing body 15480
- Subjects
Süleyman Demirel Üniversitesi - Abstract
Tez (Tıpta Uzmanlık) - Süleyman Demirel Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, 2008., Kaynakça var.
14. KOAH tanılı hastalarda akciğer kanseri gelişiminde TGF- β'nın rolü = The Role of TGF- β in lung cancer development in COPD patients
- Author
-
Çelik Tuğlu, Hatice. 202185 author, Öztürk, Önder, 1971- thesis advisor 62323, and Süleyman Demirel Üniversitesi. Tıp Fakültesi. Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı. 15480 issuing body
- Subjects
Süleyman Demirel Üniversitesi - Abstract
Tez (Uzmanlık) - Süleyman Demirel Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, 2019., Kaynakça var.
15. İleri evre akciğer kanserinde tedavi öncesi doku ve serum mmp-2, mmp-9 ve timp-1 düzeylerinin klinikopatolojik faktörler ile ilişkisi ve prognostik önemi = Pretreatment serum levels of mmp- 2, mmp-9, timp-1 and tissue mmp-2, -9, and timp-1 expressions in patients with advanced lung cancer: relation to clinicopathologic factors and prognosis
- Author
-
Çınar, Zeynep. 18240 author, Songür, Necla, 1966- 18241 thesis advisor, and Süleyman Demirel Üniversitesi. Tıp Fakültesi. Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı. issuing body 15480
- Subjects
Süleyman Demirel Üniversitesi - Abstract
MMP-2 ve MMP-9, matriks metalloproteinaz ailesinden olup, tümör gelişimi, invazyonu ve metastazında önemli rol oynarlar. Doku inhibitör metalloproteinaz (TIMP)-1, matriks metalloproteinazların çinko bağlayan aktif bölgesine bağlanır ve tüm MMP.ları inhibe eder. Çalışmamızda ileri evre akciğer kanserli olgularda, tedavi öncesi serum MMP-2,-9, TIMP-1 düzeylerinin ve biyopsi örneklerinde MMP-2, -9 ve TIMP-1 ekspresyonlarının çeşitli klinikopatolojik faktörlerle ilişkisi ve sağ kalıma etkilerinin araştırılması amaçlanmıştır. İleri evre akciğer kanser (28 KHDAK ve 8 KHAK) tanısı almış 36 hastanın biopsi materyalleri ve serumları ile 16 sağlıklı kontrol grubunun serum örnekleri çalışmaya alındı. Dolaşımdaki antijenler ELISA yöntemi ve tümör dokularındaki protein ekspresyonları ise streptovidin biotin immünohistokimyasal boyama yöntemi ile analiz edildi. Hastaların klinikopatolojik faktörleri değerlendirildi. Akciğer kanserli hastaların serum MMP-9 düzeylerindeki artış sağlıklı kontrol grubu ile karşılaştırıldığında istatistiksel olarak anlamlı idi (p= 0,025). Serum MMP-9 düzeyleri açısından epidermoid tip akciğer kanserleri ile adenokanserler arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık vardı (p= 0,013). Serum MMP-9 düzeylerindeki artış, serum albümin (r= -0,317 p= 0,05) ve VKİ (r= -0,394 p= 0,017) ile korele idi. Akciğer kanserli olguların 22 (%69).si MMP-2, 35 (%97) .i MMP-9 ve 21(%58).i TIMP-1 ile immün pozitif olarak boyandı. Doku MMP-2 ekspresyonu ile serum LDH (r= 0,37, p= 0,02) ve albümin düzeyleri (r= -0,38, p= 0,02) arasında ve doku MMP-9 ekspresyonu ile serum LDH (r= 0,45, p= 0,005) ve yaş (r= 0,43, p= 0,009) arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki vardı. Cox regression analizinde, tedavi öncesi serum MMP-2, doku MMP-9 ve TIMP-1 ekspresyonu ileri evre akciğer kanserli hastalarda sağ kalımı etkileyen bağımsız prognostik faktörlerdi. Tedavi öncesi serum MMP-2 düzeyi, doku MMP-9 ve TIMP-1 ekspresyonu ileri evre akciğer kanserli hastalarda sağ kalım için prognostik önemi önemi olan faktörlerdir. Serum MMP-9 düzeyi ve doku MMP-2 ekspresyonu ileri evre akciğer kanserli hastalarda görülen malnütrisyonun patofizyolojisinde önemli bir rol oynayabilir. Anahtar kelimeler: Matriks metalloproteinaz, doku inhibitör matriks metalloproteinaz, akciğer kanseri, sağ kalım., Matrix metalloproteinase (MMPs) -2, -9 are the members of the MMP family, and it has been reported that they had important roles in tumorigenesis, invasion and metastasis. Tissue inhibitors of metalloproteinases (TIMP-1) bind to active zinc-binding site of the MMPs and therefore inhibit the activation of all MMPs. We performed a prospective study to investigate serum levels of MMP-9,-2, TIMP-1 and tissue expressions of MMP-2, -9 and TIMP-1; and their relations to clinicopathologic factors and prognosis in patients with advanced lung cancer. Thirthy-six newly diagnosed advanced lung cancer patients. (28 non-small cell lung cancer and 8 small-cell lung cancer) biopsy materials and serum samples were enrolled in this study also including 16 serum samples of healthy control subjects. Circulating antigens were measured by ELISA assay and the protein expression in the tumors was analyzed by streptovidin-biotin immünohistochemical staining using spesific monoclonal antibodies. Clinicopathological factors of the patients were reviewed. The serum concentration of MMP 9 in lung cancer patients was significantly elevated compared to that of healthy control subjects (p= 0,025). This elevation correlated with body mass index (r= -0,394, p= 0,017) and serum albumin (r= -0,317, p=0,05). There were statistically significant differences between the mean of MMP-9 concentration of the squamous cell carcinoma and that of the adenocarcinoma (p= 0,013). The positive MMP-2, -9 and TIMP-1 staining in tumour cells were observed in 22 (69%), 35 ( 97%) and 21 ( 58%) cases respectively. The MMP-2 expression was significantly correlated with serum LDH (r= 0,37, p= 0,02) and albumin levels (r= -0,38, p= 0,02), in addition to that, the MMP-9 expression was significantly correlated with serum LDH level (r= 0,45, p= 0,005) and age (r= 0,43, p= 0,009). Pretreatment serum level of MMP-2, and tissue expressions of MMP-9 and TIMP-1 were independent prognostic factors in patients with advanced lung cancer in a multivariate Cox regression analysis. We concluded that pretreatment serum level of MMP-2, and tissue expressions of MMP-9 and TIMP-1 had prognostic values in advanced lung cancer. MMP-9 level of serum and tissue MMP-2 expression may play roles in the pathophysiology of malnutrition in advanced lung cancer patients. Keywords: Matrix metalloproteinase, tissue inhibitors of metalloproteinase, lung., Tez (Tıpta Uzmanlık) - Süleyman Demirel Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, 2010., Kaynakça var.
16. Astım ve alerjik riniti olan astım hastalarında polisomnografi bulgularının araştırılması = Investigation of polysomnographic parametres of asthmatic patients and with asthma and allergic rhinitis
- Author
-
Gonca, Taner. 23845 author, 15485 Akkaya, Ahmet, 1961- thesis advisor, and Süleyman Demirel Üniversitesi. Tıp Fakültesi. Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı. issuing body 15480
- Subjects
Süleyman Demirel Üniversitesi - Abstract
Tez (Uzmanlık)- Süleyman Demirel Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, 2012., Kaynakça var.
17. Obstruktif Uyku Apne Sendromlu hastalardaki Metabolik Sendrom ve Cpap tedavisi etkinliklerinin araştırılması = The investigation of Metabolic Syndrome in patients with Obstructive Sleep Apnea Syndrome and the Efficacy of Cpap treatment
- Author
-
Has, Mehmet. 23895 author, 15485 Akkaya, Ahmet, 1961- thesis advisor, and Süleyman Demirel Üniversitesi. Tıp Fakültesi. Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı. issuing body 15480
- Subjects
Süleyman Demirel Üniversitesi - Abstract
Amaç: Bu çalışmada, metabolik sendrom tanısı konulan OUAS'lu hastalardaki CPAP tedavisi ile oluşan metabolik sendrom parametrelerinde gözlenen değişiklikleri araştırmayı amaçladık. Materyal ve metod: CPAP tedavisialan MS.lu 22 hastaların arşiv dosyalarından yapılmış olan kontrollerinde metabolik sendromla ilişkili laboratuvar değerlerinde (tansiyon arteriyel, açlık kan şekeri, HDL, trigliserid, bel çevresi ölçümü) tedavi öncesi rutin ölçümlere göre tedavi sonrası ne kadar değişme olduğu retrospektif olarak karşılaştırıldı ve istatistiksel olarak anlamlı olup-olmadığı araştırıldı. Bulgular: 2010-2011 yılları arasında uyku laboratuvarınayatan 300 hastanın dosyaları incelendiğinde, IDF-2005 kriterlerine göre 88 hastada metabolik sendrom tesbit edildi.(%29.3).63.ü erkek (%71.6), 25.i kadındı. (%28.4).66 hasta (%75) hiçbir tedavi uygulamazken, 22 hasta (%25) CPAP tedavisi uygulamıştır. CPAP tedavisi sonrası 22 hastanın 11.inde (%50) metabolik sendrom ortadan kalkmıştır. Çalışmaya alınan 88 hastanın yaş ortalaması; 49.61ł 9.72 yıl olup VKİ otalaması ise; 33,06ł5.73 m2/kg bulundu. Hastalar tedavi yöntemlerine göre CPAP tedavisi alan (22 hasta) ve CPAP tedavisi almayan (66 hasta) olmak üzereönce iki gruba ayrıldı. AKŞ tedavi alan erkeklerde azalma eğiliminde iken(p>0.05), kadınlarda hafif artmış olarak bulundu. Trigliserid ortalamaları CPAP tedavisi alan erkeklerde ve kadınlarda azalmış olarak bulundu.(p>0.05).HDL seviyesi ise CPAP tedavisi alan erkeklerde ve kadınlarda artmış olarak bulundu.(p, Aim: The aim of this study was to investigate the metabolic syndrome (MS) in patients with obstructive sleep apnea syndrome (OSAS) and the efficacy of continous positive airway pressure (CPAP) treatments on the parameters of metabolic syndrome. Materials and Methods: The 300 patients diagnosed as OSAS between 2009 and 2010 were included to the study and their data were investigated to fınd out MS retrospectively. The demographic properties, polysomnografic data and laboratory results which were used to diagnose MS were recorded. The patients were diveded into two groups; Group 1: treated with CPAP at least six months and Group 2: had no treatments. We investigated the efficacy of CPAP treatment on the parameters of MS (blood glucose, blood pressure, HDL and triglyceride) with the improvements of polysomnographic parameters. Results: Eighty-eight (63 men/ 25 women) of 300 OSAS patients were diagnosed as metabolic syndrome due to the criteria of IDF-2005. The mean age of them were 49.61 ł 9.72 years, and the mean BMI was 33,06ł5.73 m2/kg. Only 22 of them (25%) were using the treatment of CPAP. At the end of the six month, it was found that 11 of them (50%) had been free of MS. The level of blood glocouse was decreased in men at Group 1 (p>0.05), however it was slightly increased in women. Tyriglycerides were decreased at both women and men .(p>0.05). However, HDL levels were increased at both women and men (p, Tez (Uzmanlık)- Süleyman Demirel Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, 2011., Kaynakça var.
18. Atak ile yatırılan koah hastalarının hastanede yatış süresini etkileyen parametreler = Parameters affecting the length of hospital stay in patients with acute exacerbation of chronic obstructive pulmonary disease
- Author
-
Pınar, Merve Acun. 191588 author, Öztürk, Önder, 1971- thesis advisor 62323, Bircan, Hacı Ahmet. thesis advisor 191590, and Süleyman Demirel Üniversitesi. Tıp Fakültesi. Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı. 15480 issuing body
- Subjects
Süleyman Demirel Üniversitesi - Abstract
Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalığı (KOAH); kalıcı hava akımı kısıtlanması ve solunumsal semptomlarla karakterize, yaygın, önlenebilir ve tedavi edilebilir bir hastalıktır. Ataklar KOAH olgularında FEV1 kaybını artırarak hastalığın gidişatını kötüleştirmekte ve yüksek oranda morbidite ve mortaliteye neden olmaktadır. Bu çalışmada; KOAH atak nedeniyle yatırılan hastaların demografik özelliklerinin, evrelerinin, solunum fonksiyon düzeylerinin, klinik, radyolojik,laboratuvar, mikrobiyolojik etkilerin ve tedavilerin retrospektif incelenmesi ile hastanede yatış süresini etkileyen parametrelerin araştırılması amaçlanmıştır. Çalışmaya atak nedeniyle hastaneye yatan 56 KOAH hastası ve kontrol grubu olarak 17 stabil KOAH hastası toplam 73 (69E/4K) hasta alındı. Hastaların yaş ortalaması 64,9 yıl ve ortalama sigara tüketimi 40,8 paket/yıl idi. Hastaların ortalama FEV1, FVC ve FEV1/FVC değerleri sırasıyla %46,2±21,6, %67,6±26,4 ve %53,7±14,1 idi. GOLD 2018 evreleme sistemine göre hastaların 50'si (%68,5) D grubu, 4'ü (%5,5) C grubu, 6'sı (%8,2) B grubu ve 13'ü (%17,8) A grubunda idi. Atak nedeniyle yatırılan KOAH hastalarının %85,7'si D grubunda yer aldığı, 21'inde şiddetli, 19'unda orta ve 16'sında hafif atak olduğu saptandı. . Atak ile hastanede yatan KOAH hastalarında; C-reaktif protein (CRP) düzeyi,lökosit sayısı, nötrofil yüzdesi, eritrosit dağılım genişliği (RDW), nötrofil/lenfosit oranı (NLO), semptom skorları, akciğer grafisinde pnömoni ve havalanma artışı ile Toraks BT'de amfizem saptanma oranının stabil KOAH hastalarına göre istatistiksel olarak daha yüksek; lenfosit yüzdesi, eozinofil sayısı, FEV1 ve FVC düzeylerinin ise daha düşük olduğu saptandı. MPV, serum albümin düzeyi ve platelet sayısının iki grup arasında farklılık göstermediği bulundu. Hastanede ortalama yatış süresi 10,68±4,67 gün olarak bulundu. Atak şiddeti,NLO, RDW, balgam kültüründe üreme olması, Glasgow prognostik skor (GPS),pnömonik infiltrasyon varlığı ve antibiyotik kullanılması ile yatış süresi arasında istatistiksel olarak anlamlı ilişki olduğu gösterildi. Sonuç olarak; şiddetli atak geçiren, yüksek NLO ve RDW düzeyine sahip,pnömonisi bulunan ve GPS'si yüksek olan hastaların hastanede yatış sürelerinin daha uzun olduğu saptandı. NLO seviyesinin stabil ve atak hastalarını ayırmada bir belirteç olarak kullanılabileceği gibi atak nedeniyle tedavi alan hastalarda alevlenme şiddetini ve yatış süresini de öngörebileceği gösterilmiştir. Anahtar kelimeler: Alevlenme, atak, CRP, Glosgow prognostik skor, hastanede yatış süresi,hematolojik parametreler, kronik obsrüktif akciğer hastalığı, nötrofil lenfosit oranı., Chronic Obstructive Pulmonary Disease (COPD); is a common, preventable and treatable disease characterized by permanent airflow limitation and respiratory symptoms. The exacerbations increase the FEV1 loss in COPD patients, worsen the course of the disease and cause a high rate of morbidity and mortality. The aim of this study was to investigate the parameters affecting the length of hospital study with searching the demographic characteristics, stages, pulmonary function levels, clinical, adiological, laboratory, microbiological effects and treatment modalities of patients admitted to hospital with COPD exacerbations retrospectively. Hospitalized 56 patient with acute exacerbation of COPD and 17 stable COPD patients as the control group, totally 73 (56M/4W) patients were included in the study. The mean age of the patients was 64.9 years, and the mean smoking consumption was 40.8 packs/year. Mean FEV1, FVC and FEV1/FVC values were 46.2±21.6% 67.6 ± 26.4% and 53.7 ± 14.1%. According to the GOLD 2018 staging system, 50 (68.5%) of the patients were in group D, 4 (5.5%) were in group C, 6 (8.2%) were in group B and 13 (17.8%) were in group A. 85.7% of hospitalized COPD patients admitted to hospital due to attack were in group D and where 21 had severe, 19 had moderate and 16 had mild attacks. C-reactive protein (CRP) level, leukocyte count, neutrophil percentage, erythrocyte distribution width (RDW), neutrophil/lymphocyte ratio (NLR), symptom scores, pneumonia and hyperlucent in chest films and the rate of emphysema detection in thorax CT were found to be higher in COPD patients hospitalized with attack than stable COPD patients, however lymphocyte percentage, eosinophil count, FEV1 and FVC levels were lower and MPV, serum albumin levels and platelet count were not different between the two groups. The mean length of hospital stay was 10.68 ± 4.67 days. Statistically significant relationships were detected between the length of stay and exacerbation severity, NLR, RDW, growth in sputum culture, Glasgow prognostic score (GPS), the presence of pneumonic infiltration and antibiotic use. In conclusion; it was found that the patients who were suffered from severe exacerbations with higher NLR, RDW, GPS levels stayed longer at hospitals. It was determined that NLR levels could be used as an indicator to differentiate the COPD attack patients and stable patients, and may predict the exacerbation degree and hospitalization period. Keywords: Chronic obstructive lung diseases, CRP, exacerbation, Glasgow prognostic score, hematological parameters, neutrophile–lymphocyte ratio, length of hospital stay, Tez (Uzmanlık Tezi) - Süleyman Demirel Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, 2018., Kaynakça var.
19. İleri evre akciğer kanseri tanısı alan hastalarda tedavi öncesi nutrisyonel durumun mini nutrisyonel değerlendirme (MND) tesi ile değerlendirilmesi ve malnutrisyonun klinikopatalojik faktörler ile ilişkisinin araştırılması = Evaluation of nutritional status of advanced lung cancer patients with mini nutritional assessment and investigation of the relationship between malnutrition and clinicopathological factors
- Author
-
Sağır, Gülcan Koparan. 60727 author, Songür, Necla, 1966- 18241 thesis advisor, and Süleyman Demirel Üniversitesi. Sağlık Bilimleri Enstitüsü. Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı. 60842 issuing body
- Subjects
Süleyman Demirel Üniversitesi - Abstract
Amaç: Akciğer kanseri günümüzde önemli bir sağlık sorunu olup tüm dünyada ve ülkemizde kansere bağlı ölümlerde birinci sırada yer almakta ve hastalığın ileri evrelerinde malnutrisyon sıklıkla görülmektedir. Bu çalışmada, yeni tanı almış ileri evre akciğer kanseri hastalarda tedavi öncesi nutrisyonel durumun MND testi ile değerlendirilmesi ve malnutrisyonun klinikopatolojik faktörlerle ilişkisinin araştırılması amaçlanmıştır. Hastalar ve metod : 2011,2012 tarihlerinde hastanemize başvuran yeni tanı almış ileri evre akciğer kanseri hastalar çalışmaya alındı. Hastaların demografik bilgileri kaydedildi, antropometrik ölçümler yapılıp, biyokimyasal parametreler (hemoglobin, albümin gibi) bakıldı. MND testi ile nutrisyonel durum, Hastane Anksiyete Depresyon (HAD) ölçeği ile psikolojik değerlendirme yapıldı.Bulgular: Toplam 99 hasta değerlendirmeye alındı, hastaların 16’sında (%16,2) malnutrisyon yoktu. 36 hasta’da (%36,4) malnutrisyon riski saptanırken, 47 hasta’da (%47,5) malnutrisyon mevcuttu. MND puanı, beden kitle indeksi, performans durumu, triceps ortalama deri kıvrım kalınlığı, baldır ortalama çevre ölçümü, ortalama üst kol kas çevresi ile pozitif yönde korelasyon gösterirken, hastane anksiyete skoru ve depresyon skoru ile negatif yönde korelasyon göstermekteydi (Pearson korelasyon testi, p, Purpose: Lung cancer as being the first reason of cancer-related deaths in the world and also in our country, is a major health problem today and malnutrition is often seen at the advanced stages of this disease. The aim of this study is to evaluate the nutritional status of the patients, diagnosed as advanced lung cancer, with MND test before the treatment and to investigate the relationship between of malnutrition and clinicopathological factors Patients and methods: The patients diagnosed as advenced lung cancer 2011 and 2012, at our hospital were included to the study. Patients’demographic data has taken, anthropometric measurements were performed, biochemical parameters were measured (hemoglobin, albümine...). Psychological evaluation was performed with hospital anxiety and depression scala.Results: 99 patients were included in this study. 16 (16,2%) patients had not have malnutrition. 36 (36,4%) of them who had malnutrition have malnutrition risk and 47 (47,5%) of them have malnutrition. MND score; body mass index, performance status, average triceps skinfold thickness, average calf circumference, mid arm muscle circumference, mid upper arm circumference had showed positive correlation whereas hospital anxiety and depression scala had showed negative correlation(Pearson’s correlation test, p, Tez (Tıpta Uzmanlık)- Süleyman Demirel Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, 2013., Kaynakça var.
20. Pamuk iplik fabrikası çalışanlarında solunum sistemi belirtileri, cilt testi serbest radikal, antioksidan ve serum prolidaz aktivite düzeylerinin araştırılması
- Author
-
Örnek, Zafer. 18457 aut, 15485 Akkaya, Ahmet, 1961- ths, and Süleyman Demirel Üniversitesi. Tıp Fakültesi. Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı. 15480
- Subjects
Süleyman Demirel Üniversitesi - Abstract
Tez (Tıpta Uzmanlık) - Süleyman Demirel Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, 2004., Kaynakça var.
21. Obstrüktif uyku apne sendromu tanısı olan hastalarda altı dakika yürüme testinin hastalık riski, şiddeti ve tedaviye yanıtı belirlemedeki yeri = Obstructive sleep apnea syndrome diseases of six minutes walking test in patients risk, violence and treatment location of response
- Author
-
Akcan, Bilim Kehya. author 195759, Çakır, Münire, 1966- thesis advisor 23915, and Süleyman Demirel Üniversitesi. Tıp Fakültesi. Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı. 15480 issuing body
- Subjects
Süleyman Demirel Üniversitesi - Abstract
AmaAmaç: Obstrüktif Uyku Apne Sendromunun (OUAS) egzersiz kapasitesi üzerine olan etkisini incelemeye yönelik olarak literatürde oldukça az sayıda çalışma mevcuttur. Çalışmamızda OUAS'ın egzersiz kapasitsi üzerine olan etkisini ve CPAP tedavisi kullanımının egzersiz kapasitesine etkisini değerlendirmeyi amaçladık. Materyal ve Metod: Çalışmaya 84 gönüllü katıldı. Gönüllüler, 54 OUAS olgusu (AHİ 5 ve üzerinde olan) ve 30 sağlıklı kontrol grubundan oluşmaktaydı. OUAS'lı olgular PSG sonucuna göre hafif (n=14), orta (n=13) ve ağır (n=27) OUAS'lı olgular şeklinde gruplandırıldı. OUAS olgularına ve kontrol grubuna Altı Dakika Yürüme Testi yapıldı. Her iki grup 6 Dakika Yürüme Mesafesi (6 DYM), 6 DYM/Beklenen Oranları ve bazı hemodinamik ve solunumsal parametreler açısından karşılaştırıldı. Yine Ağır OUAS olguları ile kontrol grubu da aynı parametreler yönünden karşılaştırıldı. Ayrıca OUAS şiddetinin 6 DYM ve 6 DYM/Beklenen Oranlarına etkisini incelemek üzere hafif, orta ve ağır OUAS'lı hastaların ortalama değerleri karşılaştırıldı. Bulgular: OUAS olgularının yaş ve VKİ (48 yıl, 34 kg/m2) değerleri kontrol grubundan (43 yıl, 27 kg/m2) fazla bulundu. Altı DYM OUAS olgularında (540 m) kontrol grubuna (605 m) göre daha kısa bulundu (p=0,004). Altı DYM/Beklenen Oranları için OUAS olguları (%95) ve kontrol grubu (%97) arasında fark bulunmadı (p=0,58). Altı DYM, yaş ve VKİ'deki artış ile azaldığı için, bu fark OUAS olgularının VKİ ve yaşının daha fazla olmasına bağlandı. Altı DYT öncesindeki ve sonrasındaki nabız değerleri ve testin sonundaki dispne şiddeti, OUAS olgularında kontrol grubuna göre fazla bulunurken, testin başındaki ve sonundaki SaO2 değerleri daha düşük bulundu. Ağır OUAS olguları için olan karşılaştırma sonuçları, tüm OUAS olguları için de benzer şekilde gözlendi. Hafif, orta ve ağır OUAS olguları arasında 6 DYM ve Altı DYM/Beklenen Oranları açısından fark bulunmadı. CPAP endikasyonu olan hastalara tedavi başlandıktan 3 ay sonra 6 DYT yapıldı ve egzersiz kapasitesinde değişme gözlenmedi. Sonuç: Çalışmamızda, OUAS olguları ve kontrol grubu arasında, egzersiz kapasitesi açısından fark olmadığı, hastalık şiddeti ile egzersiz kapasitesi arasında da ilişki olmadığı bulundu. OUAS olgularında kontrol grubuna göre, egzersiz sırasında gerçekleşen hemodinamik ve solunumsal parametrelerdeki bozulmanın daha fazla olduğu saptandı. CPAP tedavisi ile egzersiz kapasitesinde değişiklik olmadığı gözlendi. Çalışmamıza katılan olgu sayısının az olması nedeniyle, daha fazla sayıda olgunun dahil edildiği çalışmalara ihtiyaç olduğu düşünüldü., Objective: There are few studies in the literature about the effect of obstructive sleep apnea syndrome (OSAS) on exercise capacity. In our study, we aimed to evaluate the effect of OSAS on exercise capacity and the effect of CPAP therapy on exercise capacity. Material and method: Eighty four volunteers participated in our study. The volunteers consisted of 54 OSAS cases (with AHI 5 and above) and 30 healthy controls. OSAS cases were divided into 3 groups as mild (n = 14), moderate (n = 13) and severe (n = 27) according to their PSG results. Six- Minutes Walk Test was performed to OSAS cases as well as controls. Both groups were compared in terms of 6 Minutes Walking Distance (6 DWD), 6 DWD Predicted Rates, and some haemodynamic and respiratory parameters. Also, severe OSAS cases and control group were compared according to the same parameters. The average values of mild, moderate and severe OSAS patients were compared for understanding the effect of OSAS severity on 6 MWD and 6 MWD/Predicted Rate. Results: Age and BMI values of OSAS cases (48 years, 34 kg/m2) were higher than the control group (43 years, 27 kg/m2). Six MWD of OSAS patients (540 m) was found to be shorter than the control group (540m vs 605 m) (p = 0.004). No difference was found between the OSAS cases (95%) and the control group (97%) for actual 6MWD / Predicted 6MWD rates (p = 0.58). Six MWDs were found toı be decreased with age and BMI and this difference was attributed to the greater BMI value and elder age of OSAS cases. Pulse rates variety before and after 6 MWT and the degree of dyspnea at the end of the 6 MWT were higher in OSAS patients than in control group, whereas SaO2 values at the beginning and end of the 6MWT were lower than control group. Comparison results for severe OSAS cases were similar for all OSAS cases. There was no significant difference between the mild, moderate and severe OSAS cases in terms of actual 6MWD/Predicted 6MWD rates. The patients who had indication for CPAP therapy were treated by CPAP for 3 months. After initiation of treatment no change in exercise capacity was observed. Conclusion: In our study, there was no difference between the OSAS cases and the control group in terms of exercise capacity. Also there was no relationship between disease severity and exercise capacity. The change in hemodynamic and respiratory parameters during exercise was more frequently seen in OSAS group There was no change in exercise capacity after CPAP treatment. Due to the low number of cases in our study, studies with more participants are needed to be performed on this subject., Tez (Uzmanlık Tezi) - Süleyman Demirel Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, 2019., Kaynakça var.
22. KOAH akut atakta enfeksiyon etkenleri ve antibiyotik duyarlılıklarının retrospektif araştırılması
- Author
-
Şimşek, Şener. 18524 author, 15485 Akkaya, Ahmet, 1961- thesis advisor, and Süleyman Demirel Üniversitesi. Tıp Fakültesi. Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı. 15480 issuing body
- Subjects
Süleyman Demirel Üniversitesi - Abstract
Tez (Tıpta Uzmanlık) - Süleyman Demirel Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, 2005., Kaynakça var.
23. KOAH akut atağında farklı steroid dozlarının solunum fonksiyonları, arter kan gazı, dispne skalası, efor kapasitesi ve yaşam kalitesi üzerine etkileri
- Author
-
Özaydın, Nurcan. 18568 author, Gökırmak, Münire. 18569 thesis advisor, and Süleyman Demirel Üniversitesi. Tıp Fakültesi. Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı. 15480 issuing body
- Subjects
Süleyman Demirel Üniversitesi - Abstract
Amaç: Bu çalışmada kronik obstrüktif akciğer hastalığı (KOAH) akut atağında 1 mg/kg/gün ve 2 mg/kg/gün prednizolon tedavilerinin arter kan gazına, solunum fonksiyonlarına, dispne skoruna ve uzun dönemde yaşam kalitesine olan etkileri karşılaştırıldı. Gereç ve Yöntem: Ağır veya çok ağır KOAH atağı ile başvuran 32 hastaya, kombine kısa etkili P2 agonist-ipratropiyum bromür nebül tedavisi, teofilin, mukolitik, antibiyotik ve oksijen tedavilerine ek olarak rastgele 1 mg/kg/gün, (n=16) veya 2 mg/kg/gün, n=(16) metilprednizolon tedavisi başlandı. Steroid dozları her iki grupta da kademeli olarak azaltılıp 10 günde kesildi. Her iki tedavi grubunda 0, 12, 24, 36, 48. saatler, 3, 5 ve 10. günde arter kan gazları alındı. Başlangıçta, tedavi süresince 3. ve 10. günde ve 3. ayda solunum fonksiyon testleri yapıldı. Başlangıçta, tedavi süresince 3. ve 10. günde Borg dispne skorları kaydedildi. Başlangıçta ve 3. ayda SGRQ skorları kaydedildi; taburcu anında ve 3. ayda ise 6 dakika yürüyüş testi yapıldı. Bulgular: Her iki grupta 0, 12, 24, 36, 48. saatler, 3, 5 ve 10. günde alınan oksijensiz kan gazlarında tedavi süresi uzadıkça PaO2'de ve pH'da artış, PaCO2'de düşüş olduğu görüldü. Ancak, her iki grupta aynı saatte alınan kan gazı değerlerinin hiçbir parametresinde istatistiksel olarak anlamlı bir fark saptanmadı (p>0.05). Tedavi sonunda Borg dispne skoru iki grupta da azalmıştı, ancak iki grup arasında anlamlı bir fark saptanmadı (p>0.05). Yine tedavi sonunda her iki grupta da FEV1 ve FVC düzeylerinde ml. ve yüzde olarak artış görüldü, ancak istatistiksel olarak anlamlı bir fark saptanmadı (p>0.05). Üçüncü ayda yapılan SGRQ anketi ile yatış sırasında yapılan anketler karşılaştırıldığında semptom, aktivite, etkilenme ve total skorlar arasında istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık yoktu (p>0.05). Taburcu anında 6 dakika yürüyüş mesafesi açısından gruplar arasında anlamlı bir fark saptanmadı (p>0.05). Yüksek doz steroid alan 2 hastada açlık kan şekeri, 1 hastada da tokluk kan şekeri yüksek saptandı. Sonuç: Çalışmamızda akut KOAH atağının tedavisinde yüksek doz steroidin düşük düz steroide göre avantaj sağlamadığı ve yan etkisinin daha fazla olduğu gösterilmiştir. 1 mg/kg/gün ve 2 mg/kg/gün dozunda uygulanan steroidin solunum fonksiyonları, dispne skoru, yaşam kalitesi ve arter kan gazları üzerine etki açısından farklı olmadığı gösterilmekle birlikte, GOLD rehberinin önerdiği 30-40 mg prednizon dozunun da değerlendirildiği daha geniş katılımlı çalışmalara ihtiyaç vardır., Aims: İn this study, effects of 1 mg/kg/day versus 2 mg/kg/day prednisolone on blood gas analysis respiratory functions, dyspnea score and long-term quality of life has been compared in patients with acute attack of chronic obstructive pulmonary disease (COPD). Material- methotds: A total of 32 patients presenting with acute severe or very-severe COPD attack were included. Patients were randomized to receive 1 mg/kg/day (n=16) or 2 mg/kg/day (n=16) prednisolone, in addition to combined short acting p2-agonist, ipratropiumbromide nebulised therapy, heophilline, mucolityc, antibiotic and oxygen treatment. The dosage of steroid has been decreased gradually and weaned of at day 10. Blood was drawn at the baseline, at 12-, 24-, 36-, 48-hour, at 3-, 5- and at 10-day of the treatment for blood gas analysis. Baseline, 3- and 10-day and 3-month respiratory functions were performed. Baseline, 3- and 10-day Borg dyspnea scores were recorded. Baseline and 3- month SGRQ scores were recorded. A 6-minute walk test was performed at discharge and at 3-month. Results: In the both groups, an increase in PaO2 and pH, and a decrease in PaCO2 was observed as the duration of the treatment increased. However, no statistical differences were found between the two-groups with regard to any parameters of the blood gas analysis in the blood drawn at the same time frame (all p>0.05). At the end of the treatment, Borg dyspnea score were decreased in the both groups. However, no significant difference was observed between the groups (p>0.05). When we compared the 3-month SGRQ with the baseline questionnaire, no statistically significant differences were observed with respect to symptom, activity, impact or total scores (all p>0.05). At the end of the treatment, FEV1 and FVC were also increased compared to baseline, however no statistical difference was observed between the groups (both p>0.05). No difference was found between the groups with respect to 6-minute walk test performed at discharge (p>0.05). High-dose steroid increased fasting blood glucose in 2 patients and postprandial 2-hour blood glucose in 1 patient. Conclusion: Our results indicate that, high dose steroid shows no advantage over low dose steroid and it might increase side effect rates. Although we have shown that 1 mg/kg/day versus 2 mg/kg/day steroid had no different effects on respiratory functions, dyspnea score, quality of life or blood gas analysis. However, large-scale studies evaluating also 30-40 mg prednisolone suggested by GOLD guide-line are required., Tez (Tıpta Uzmanlık) - Süleyman Demirel Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, 2006., Kaynakça var.
24. Eksudatif plevral efüzyonlarda adenozin deaminaz, C-reaktif protein ve alfa-1- asit glikoprotein düzeyleri ve tanıya katkıları = The levels of adenosine deaminase, c-reactive protein and alpha-1 acid glycoprotein in exudative pleural effusions and value of them in the diagnosis of exudates
- Author
-
Karadeniz, Nuriye. 24162 author, 23915 Çakır, Münire, 1966- thesis advisor, and Süleyman Demirel Üniversitesi. Tıp Fakültesi. Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı. issuing body 15480
- Subjects
Süleyman Demirel Üniversitesi - Abstract
Amaç: Çalışmanın amacı; eksudatif plevra sıvılarının ayrımında, serum ve plevral sıvı adenozin deaminaz (ADA), yüksek duyarlıklı C-reaktif protein (Hs-CRP) ve alfa-1- asit glikoprotein (AAG) düzeyleri ölçümünün tanısal verimliliğini araştırmaktı. Materyal ve metod: Çalışmaya tanıları PPE, TBP ve MPE olan hastalar dahil edildi. Serum ve plevral sıvı örneklerinde ADA, CRP ve AAG düzeyleri ölçüldü. Tüm hasta gruplarında serum ve plevral sıvı CRP, ADA ve AAG düzeylerinin ortalamałSS.ları hesaplandı; her bir parametre için ölçülen serum ve plevral sıvı düzeyleri arasında korelasyon olup olmadığı araştırıldı. Eksudatif plevral efüzyonların ayrımında biyomarkırların duyarlılık ve özgüllüğü, ROC eğrisi ve AUC (area under the curve) analizleri ile değerlendirildi. Tüm parametrelerin aynı anda değerlendirilmesinin tanıya katkısı ise multinominal logit regresyon analizi ile incelendi. Bulgular: Çalışmaya 37 PPE, 40 MPE ve 16 TBP.li hasta hasta dahil edildi. PPE grubu, tipik PPE (TPPE) (n=18) ve komplike PPE (KPPE) (n=19) grubu olarak ayrıldı. İstatistiksel değerlendirmeler önce tüm PPE olguları dahil edilerek, daha sonra KPPE olguları dışarıda bırakılarak yapıldı.Serum - plevral sıvı CRP ve ADA düzeyleri arasında pozitif anlamlı bir korelasyon saptanırken, serum - plevral sıvı AAG düzeyleri arasında korelasyon olmadığı görüldü. ROC analizi ile ölçümler değerlendirildiğinde, serum CRP (>60,3 mg/l) ve plevral sıvı CRP düzeylerinin (>20,1 mg/l) yüksek ve plevral sıvı ADA düzeyinin düşük (82,9 U/l) TBP tanısına katkı sağlayacağı, AAG serum ve plevra sıvısı düzeyi ölçümlerinin ise MPE tanısına katkı sağlamadığı görüldü. Plevral sıvı CRP düzeyi için 20,1 mg/l değeri eşik-değer olarak alındığında, PPE olgularını diğer olgulardan ayırmada duyarlılık ve özgüllük sırasıyla %72,7 ve %60,7; plevra sıvısı ADA düzeyi için eşik-değer 82,9 U/l olarak alındığında ise TBP grubunu diğer olgulardan ayırmada duyarlılık ve özgüllük sırasıyla %75 ve %84,5 olarak saptandı. Bakılan tüm parametrelerin multinominal logit regresyon analizi ile aynı anda değerlendirilmesi sonucunda ise, olguları doğru tanıya sınıflandırma başarısı %73 olarak belirlendi. Sonuç: Eksudatif plevral efüzyonlu olguların ayırıcı tanısında, plevral sıvı ADA ve CRP ölçümü, TBP ve PPE olgularını ayırmada kullanışlı parametrelerdir. Ancak, ne serum ne de plevral sıvı AAG ölçümünü MPE olgularını diğer gruplardan ayırmada yararlı değildir. Tanı güçlüğü çekilen TBP olgularında halen en sık kullanılan biyokimyasal tanı yöntemi, plevral sıvıda ADA düzeyinin ölçümü olmakla birlikte, bu çalışmada plevral sıvıda CRP düzeyi ölçümünün bu olguların en azından PPE grubundan ayrılmasına yardımcı olabileceği saptanmıştır. Anahtar Kelimeler: Adenozin deaminaz, alfa-1-asit glikoprotein, C reaktif protein, eksuda, plevral efüzyon., Aim: The aim of the study was to evaluate the diagnostic efficacy of measuring serum and pleural effusion adenosine deaminase (ADA), high-sensitive C-reactive protein (Hs-CRP) and alpha-1 acid glycoprotein (AAG) levels in the differentiation of the patients with exudative pleural effusions. Materials and method: The patients with diagnoses of PPE, TBP and MPE were included in the study. ADA, CRP and AAG levels were measured in the serum and pleural effusion samples. Mean ł SD of serum and pleural fluid CRP, ADA and AAG levels were calculated in all three patient groups; correlations were investigated for all parameters between measured serum and pleural fluid levels. The sensitivity and specificity of the biomarkers for the differentiation of exudative pleural effusions were assessed by the analyses of ROC curves and AUC (area under the curve) measurements. The diagnostic value of concomitantly assessing all the parameters was investigated by the multinominal logit regression analysis. Results: 37 PPEs, 40 MPEs and 16 TBPs were included in the study. The PPE group were divided as typical PPEs (n=18) and complicated PPEs (n=19). Statistical analyses were performed first including the whole PPE cases and later excluding the cases with complicated PPEs. There was a statistically significant correlation between serum and pleural fluid CRP and ADA levels, whereas no significant correlation was observed between serum and pleural fluid AAG levels. The assessment of measurements by the ROC curve analyses revealed that a high serum CRP (>60.3 mg/L), pleural fluid CRP (>20.1 mg/L) and a low pleural fluid ADA level (82.9 U/L) might help in diagnosing TBP. However, neither serum nor pleural fluid AAG measurements were useful in diagnosing MPEs. When a cut-off value of 20.1 mg/L was chosen for pleural fluid CRP level, the sensitivity and spesificity of the test in differentiating PPE cases from other patients was found as 72.7% and 60.7%, respectively; while a cut-off value of 82.9 U/L for the pleural fluid ADA level revealed a sensitivity and specificity of 75% and 84,5%, respectively, in differentiating TBP group from other cases. With concomitant evaluation of all parameters by multinominal logit regression analysis, the patients were accurately classified according to their diagnoses, with a ratio of 73%. Conclusion: Pleural fluid ADA and CRP measurements are useful parameters in differentiating TBP and PPE cases among patients with exudative pleural effusions. Neither serum nor pelural fluid AAG level measurements provide help in differentiating MPE cases from other patient groups. Although, the most commonly used diagnostic biochemical method for diagnosing the TBP cases is the measurement of pleural fluid ADA level, measuring the pleural fluid CRP level was found to be helpful in differentiating at least cases with TBP and PPE, in the current study. Keywords: Adenosine deaminase, alpha-1-acid glycoprotein, C reactive protein, exudate, pleural effusion., Tez (Tıpta Uzmanlık) - Süleyman Demirel Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, 2010., Kaynakça var.
25. Akciğer malignitelerinde bronş lavajı sitolojisinin tanısal duyarlılığı
- Author
-
Dursun, Elif, Yılmaz, Süreyya, Dicle Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Dursun, Elif, and Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı
- Subjects
Bronchoalveolar lavage ,Bronchial lavage ,Cytological examination ,Göğüs Hastalıkları ,Chest Diseases ,Bronkoskopi ,Sitolojik inceleme ,Bronş lavajı ,Lung neoplasms ,Bronchoscopy ,Akciğer kanseri ,Lung cancer ,Cytology ,Lung diseases - Abstract
ÖZETAmaç: Bu araştırmada; akciğer kanseri tanısında kullanılan bronkoskopik yöntemlerden olan bronş lavajı sitolojisinin tanı duyarlılığı araştırılmıştır.Gereç ve Yöntem: Araştırma kapsamında 2015 ve 2016 yıllarında Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Servisinde akciğer kanseri ön tanısı ile bronkoskopi yapılan ve nihai tanıları malignite olan 242 erkek ve 44 kadından oluşan 286 olgunun bronkoskopi raporu ile endobronşial biyopsi ve bronş lavajı sitoloji raporları retrospektif olarak incelenmiştir. Çalışma, retrospektif olarak yürütülmüştür. Araştırmada betimleyici istatistikler kullanılarak değişkenlerin frekans değerleri hesaplanmış ve ardından bu değerlere ait grafikler sunulmuştur. Cinsiyet ile tanı arasındaki ilişki Ki-Kare testi kullanılarak incelenmiştir. Kanser tanısı konulan kadın-erkek olguların yaş ortalamaları arasındaki farkın anlamlılığı ilişkisiz örneklem t-testi ile değerlendirilmiştir. Farklı histolojik tipteki olguların yaş ortalamaları arasında anlamlı bir farlılık olup olmadığını test etmek amacıyla ise tek yönlü varyans analizinden (ANOVA) yararlanılmıştır.Bulgular ve Sonuçlar: Araştırmada elde edilen bulgulara göre bronş lavajı sitolojisinin duyarlılığı % 16,6 gibi nispeten düşük bir oranda saptanmıştır. Bronkoskopik olarak uygulanan diğer bir yöntem olan endobonşial biyopsinin patolojik incelemesi ile %81,1 oranında tanı konulmuştur. Aynı işlemde hem bronş lavajı hem de biyopsi alınan 76 hastadan 1'inde ve bazı kısıtlamalar nedeni ile biyopsi alınamayan 8 hastadan 5'inde bronş lavajı sitolojisi malignite pozitif bulunmuştr. Endobronşial lezyonu olmayan, biyopsi alınmasını kabul etmeyen ya da lezyonu frajil ve kanama riski yüksek olup biyopsi alınmasından çekinilen hastalarda tanı duyarlılığı düşük olsa da bronş sitoloji incelemesi bronkoskopik olarak alınabilecek tek örnek olması nedeni ile önem arz etmektedir.Anahtar Sözcükler: Akciğer kanseri, bronkoskopi, bronş lavajı, sitolojik inceleme ABSTRACTAim: This study aimed to investigate the diagnostic sensitivity of bronchial lavage, which is a bronchoscopic method used in diagnosing lung cancer.Material and Method: Reports of bronchoscopy, endobronchial biopsy, and bronchial lavage cytology of 286 patients, who underwent bronchoscopy with a preliminary diagnosis of lung cancer and an ultimate diagnosis of malignancy in the year 2015, in the Department for Pulmonology, Dicle University Medical Faculty, Turkey, were analyzed. The study was conducted according to the screening model. The frequency values of variables were calculated using descriptive statistics, and then graphs of these values were presented. The relationship between gender and diagnosis was examined using the chi-square test. The significance of the difference between the mean age of male and female patients diagnosed with cancer was assessed using the unrelated-sample t test. One-way analysis of variance was used to detect whether a significant difference existed between mean age and different histologic types.Results and Conclusions: Of the 286 patients whose malignancy was confirmed, 44 were females and 242 were males; the mean age was 55.75 and 62.18, respectively. The sensitivity of bronchial lavage was found at a relatively low level of 16.6%. The sensitivity of pathological examination of endobronchial biopsy, another bronchoscopic method, was 81.1%. One patients bronchial lavage was pozitive in 76 patients who received both bronchial lavage and biopsy in the same procedure. Also 5 patients bronchial lavage were positive in 8 patients who could not be biopsied due to some restrictions. Although the diagnostic sensitivity of cytology specimens is found to be low, it is the only way to gain bronchoscopic samples from patients without endobronchial lesions, patients who do not accept biopsy, and patients with a high risk of bleeding and fragile lesions and who are not suitable for biopsy.Key Words: Bronchial lavage, bronchoscopy, cytological examination, lung cancer 81
- Published
- 2018
26. Obstrüktif uyku apne sendromu (OSAS) ve kronik obstrüktif akciğer hastalığı(KoAH) olan hastalarda evde noninvaziv mekanik ventilasyon uyumunu etkileyen faktörler
- Author
-
Türe, Zeynep, Taylan, Mahşuk, Dicle Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları ve Tüberküloz Anabilim Dalı, Türe, Zeynep, and Göğüs Hastalıkları ve Tüberküloz Anabilim Dalı
- Subjects
Göğüs Hastalıkları ,Chronic obstructive pulmonary disease ,Chest Diseases ,Patient compliance ,Sleep disorders ,Lung diseases-obstructive ,Obstrüktif uyku apne sendromu ,Obstructive sleep apnea syndrome ,Factors affecting compliance ,Kronik obstrüktif akciğer hastalığı ,Ventilators-mechanical ,Positive pressure respiration ,Noninvasive mechanical ventilation ,Noninvaziv mekanik ventilasyon ,Uyumu etkileyen faktörler ,Sleep apnea syndromes - Abstract
Amaç: Noninvaziv mekanik ventilasyon (NIMV), endotrakeal tüpkullanılmaksızın bir maske aracılığıyla basınçlı solunum desteği sağlayan biryöntemdir. Evde uzun süreli noninvaziv mekanik ventilasyon hasta uyumugerektiren, maliyetli bir tedavi olup hasta uyumu iyi olduğu takdirde NIMV'den dahafazla yarar sağlanabilir. Ayrıca kronik obstrüktif akciğer hastalığı (KOAH),obstrüktif uyku apne sendromu (OSAS) ve diğer solunumsal bozukluğu olanhastaların tedavi maliyeti de oldukça azaltılabilir. Bu çalışmada NIMV'den daha iyisonuçlar alınabilmesi için hasta uyumunu etkileyen faktörlerin araştırılmasıamaçlandı.Gereç ve Yöntemler: Ocak 2014 ve Aralık 2016 tarihleri arasında, DicleÜniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Kliniğince tedavi edilen ve uzun süreli`Noninvaziv mekanik ventilasyon (NIMV)` cihazı kullanması uygun görülen toplam111 hastanın retrospektif olarak kayıtlarına ulaşıldı, hastalarla görüşüldü vehazırlanmış olan anket verileri de eklenerek değerlendirme yapıldı.Bulgular: Hastaların 37'si KOAH, 74'ü OSAS hastası idi. OSAS hastalarıGrup I ve KOAH hastaları Grup II olarak kabul edildi. İstatistiksel analizler SPSSversiyon 14.0 (Statistical Package for Social Sciences, for Windows, USA) yazılımıkullanılarak yapıldı. İstatistiksel analizde %95 güven aralığında p< 0.05 değerianlamlı kabul edildi.Uyum değerlendirmesi için hastaların NIMV kullanım süresi (saat/gün),NIMV kullanım durumu (kullanıyor, bırakmış) ve memnuniyet dereceleri esas alındı.Sonuç: Çalışmamızda NIMV kullanımı öncesi pH ve PCO 2 değeri, acilebaşvuru sayısı, hastaneye yatış sayısı, NIMV'nin ne kadar zamandır kullanıldığı,günlük uzun süreli oksijen tedavisi (USOT) kullanım süresi, eğitim durumu, sağlıkgüvencesi, BMI ve EPAP değerlerinin NIMV uyumunu etkileyen faktörler olduğunubelirledik.Anahtar Sözcükler: Noninvaziv mekanik ventilasyon, Uyumu etkileyenfaktörler, Kronik obstrüktif akciğer hastalığı, Obstrüktif uyku apne sendromu Objective: Noninvasive mechanical ventilation (NIMV) is a method ofproviding pressurized respiratory support through a mask without the use of anendotracheal tube. Long-term home non-invasive mechanical ventilation is anexpensive treatment which requires patient compliance, and if patient compliance isimproved, NIMV may be more useful and treatment costs for patients with COPD,OSAS and other respiratory disorders may be significantly reduced. In this study, weaimed to investigate the factors affecting patient compliance in order to obtain betterresults for NIMV.Material and Methods: Between January 2014 and December 2016,retrospective records of 111 patients who were treated at the Dicle UniversityMedical Faculty Chest Diseases Clinic and eligible for long-term use of 'NonInvasive Mechanical Ventilation (NIMV)' were obtained, patients were interviewedand evaluation was made by the questionnaire form.Results: Of the patients, 37 were COPD patients and 74 were OSAS patients.OSAS patients were accepted as Group I and COPD patients as Group II.Statisticalanalyzes was performed by using SPSS version 14.0 (Statistical Package for SocialSciences, USA) software. Statistical analysis was accepted as significiant at 95%confidence interval, a p
- Published
- 2018
27. Obstrüktif uyku apne sendromlu hastalarda kalp tipi yağ asidi bağlayan protein düzeyleri ile karotis intima-media kalınlığı ve epikardiyal yağ kalınlığı ilişkisi
- Author
-
Azar, Cebrail, Abakay, Özlem, Dicle Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Azar, Cebrail, and Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı
- Subjects
İntima media kalınlığı ,Carrier proteins ,Göğüs Hastalıkları ,Intima-media thickness ,Chest Diseases ,Carotid intima media ,Heart type fatty acid binding protein ,Kalp tipi yağ asidi bağlayan protein ,Sleep disorders ,Epicardial fat tissue ,Obstrüktif uyku apnesi sendromu ,Epicardial fat thickness ,Carotid arteries ,Obstructive sleep apnea syndrome ,Epikardiyal yağ kalınlığı ,Fatty acids ,Sleep apnea syndromes - Abstract
AMAÇ Bu çalışmada obstrüktif uyku apne sendromlu (OUAS) hastalarda karotid arterlerin intima media kalınlıkları ile epikardiyal yağ kalınlığı ölçümlerinin Kalp tipi yağ asidi bağlayıcı protein (Heart type fatty acid binding protein - hFABP) düzeyleri ile ilişkisini araştırmayı amaçladık. YÖNTEM Çalışmaya 99 OUAS ve 50 kontrol vakası dahil edildi. Hasta ve kontrol grubunda serum hFABP düzeyleri ölçüldü. Olguların demografik verileri kaydedildi ve karotis arter intima media kalınlığı (CMIT) ve epikardiyal yağ kalınlıklarının (EFT) ölçümü yapıldı. BULGULAR OUAS grubunun %67'si erkek, %33'ü kadın cinsiyet olarak saptanmıştır. Kontrol grubunun yaş ortalaması 43,3 yıl, OUAS grubunun 47,9 yıl idi (p=0,026). OUAS olan grupta 38 hastada hafif (%38,38), 23 hastada orta (%23,23), 38 hastada (%38,38) ağır OUAS tespit edildi. OUAS grubunun AHİ ortalaması 29,83 adet/saat idi. Vücut kitle İndeksi ile EFT ve CMIT arasında pozitif korelasyon izlendi (p0,05). Epikardiyal yağ kalınlığı (EFT) OUAS grubunda ortalama 5,3±2,04 mm iken kontrol grubunda ortalama 4,3±1,79 mm idi (p=0,019). CMIT ve EFT arasında korelasyon izlendi (p0.05). EFT, in the control group average was 5.3±2.04 mm, while the average was 4.3 ±1.79 mm in the OSAS group (p=0.019). The correlation was observed between the CMIT and EFT (p
- Published
- 2016
28. Pulmoner Tromboemboli tanısında kullanılan klinik olasılık skorlama yöntemlerinin karşılaştırılması
- Author
-
Boğatekin, Gülhan, Dicle Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları ve Tüberküloz Anabilim Dalı, TR180653, Boğatekin, Gülhan, Topçu, Füsun, and Göğüs Hastalıkları ve Tüberküloz Anabilim Dalı
- Subjects
Pulmonary Thromboembolism ,Pulmoner emboli ,Teşhis ,Diagnostic tests ,Göğüs Hastalıkları ,Pulmonary embolism ,Tanı testleri ,Diagnosis ,Chest Diseases ,Comparison ,Pulmoner Tromboemboli - Abstract
Giriş: PTE; mortalite ve morbiditesi yüksek, tekrarlayabilen, bazen tanısı güç olan ve önlenebilir bir hastalıktır (42).Amaç: Bizim bu çalışmamızda; pulmoner tromboembolizm tanısında kullanılan çeşitli klinik olasılık skorlama yöntemlerinin değerini, hem yatan hastalarda ve hem de acil servise başvuranlarda belirlemek ve bunları birbirleriyle kıyaslamayı amaçladık.Materyal ve Metod: Bu çalışmada Şubat 2007- Ocak 2010 tarihleri arasında Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Acil servisine veya göğüs hastalıkları polikliniğine ayaktan başvuran ve çeşitli kliniklerde yatan pulmoner tromboemboli şüphesi olan 207 hastanın PTE kayıt formları retrospektif olarak incelendi. Hastalar, yatan ve ayaktan hastalar şeklinde gruplandırıldı. Hastaların dosya verilerine dayanılarak Wells, Geneva ve Modifiye Geneva klinik olasılık skorlama yöntemleri ile puanlamaları yapıldı. Bu klinik olasılık skorlama yöntemleri arasında karşılaştırma yapıldı. Skorlama sistemlerinin ayırıcı eşik puanlarını bulmak için receiver operating characteristic (ROC) eğrileri kullanıldı. İstatistiksel analizler SPSS 15.0 programı ile yapıldı.Bulgular: PTE (+) 145 hastanın 62'si (%43) bayan, 83'ü(%57) erkek; PTE (?) 62 hastanın 27'si (%43) bayan, 35'i (%56) erkekti. PTE (+) ve PTE (?) hastalarda en sık saptanan semptomlar nefes darlığı ve göğüs ağrısıydı. Nefes darlığı PTE (-) hastalarda, göğüs ağrısı PTE (+) hastalarda yüksek oranda saptandı (p
- Published
- 2015
29. Soliter pulmoner nodüllerin benign/malign ayırımında PET/BT'nin tanısal değeri
- Author
-
Dalli, Ayşe, Dicle Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları ve Tüberküloz Anabilim Dalı, TR205375, Dallı, Ayşe, Coşkunsel, Mehmet, and Göğüs Hastalıkları ve Tüberküloz Anabilim Dalı
- Subjects
Soliter Pulmoner Nodül ,Malignant ,Solitary pulmonary nodule ,Göğüs Hastalıkları ,SUVmax value ,Chest Diseases ,Malign ,SUVmax değeri ,F18-FDG-PET/CT ,Diagnosis-differential ,Benign ,Neoplasms ,Solitary Pulmonary Nodules ,Positron-emission tomography - Abstract
GİRİŞ VE AMAÇ: Soliter pulmoner nodül (SPN), akciğer grafilerinde sıkça rastlanılan, toplumda yaygın görülen radyolojik bir bulgudur. Geniş etyolojik sebepleri olup, klinik olarak saptanan nodüllerin %40-50’si malign, %50-60’ı benign lezyonlardan oluşmaktadır. SPN’ lerin malign-benign ayırıcı tanısı amacıyla non-invaziv yöntem olarak F18-FDG PET/CT kullanılmaktadır. Bu çalışmanın amacı, konvansiyonel yöntemlerle soliter pulmoner nodül saptanan hastalarda lezyonun malignite potansiyelinin değerlendirilmesinde F18-FDG-PET/CT’ nin tanısal değerini belirlemekti. GEREÇ ve YÖNTEM : Çalışmaya, bilgisayarlı toraks tomografisi ile SPN saptanan ve F18-FDG-PET/CT çekilip FDG tutulumu gösteren ve göstermeyen 84’ü kadın, 125’i erkek toplam 209 hasta dahil edildi. SUVmax değeri 2,5 ve üzeri olan lezyonlar malignite olasılığı yüksek olarak değerlendirildi. BULGULAR :209 hastanın 125’i benign, 84’i malign olarak saptandı. Malignite açısından negatif kabul edilen hastaların SUVmax değeri 2,06 ± 3,29, malign hastaların SUVmax değeri 4,10 ± 5,07 idi. SUVmax için eşik değer 2,5 olarak alındığında tüm vücut görüntüleme için sensitivite: %67,4, spesifite: %86,2, Pozitif prediktif değer : %88,7, Negatif prediktif değer : %62,1, Doğruluk: %74,6 saptandı. SUVmax eşik değeri 4 olarak alındığında ise sensitivite: %83,0, spesifite %70,0, Pozitif prediktif değer: % 81,8, Negatif prediktif değer: % 72,0, doğruluk: % 78,4 olarak bulundu. SONUÇ: Yüksek derecede FDG tutulumu gösteren lezyonlar büyük olasılıkla malign özelliktedir. Ancak yanlış pozitiflik yapan durumlar akılda tutulmalıdır. Bilinen bir başka organ malignitesi olup SPN saptanan hastalarda lezyon boyutu küçük olup, FDG tutulumu düşük veya olmayan nodülerin de malign olma ihtimallerinin yüksek olduğu saptandı. ANAHTAR KELİMELER: Soliter Pulmoner Nodül, F18-FDG-PET/CT, Malign, Benign, SUVmax değeri AIM (OBJECTIVE): Solitary pulmonary nodule is a common seen and usually met radiological finding in population. They have widespread etiologic reasons, 40-50% of clinically determined nodules are malignant and 50-60% of them are benign lesions. For malignant/benign diagnostic differentiation of solitary pulmonary nodules F18-FDG PET/CT is used as a non-invasive method. The aim of this study was to determine diagnostic value of F18-FDG-PET/CT in assessment of malignancy of lesion in patients that solitary pulmonary nodules were determined by conventional methods. MATERIALS AND METHODS: In this study, 209 patients that solitary pulmonary nodules were determined by computed thorax tomography and then F18-FDG-PET/CT were taken, showed or not showed FDG uptake 125 male, 84 female were included. SUVmax value 2,5 and higher lesions were assessed as high probablity of malignity. RESULTS: 125 of 209 patients were determined as benign and 84 were malignant. In terms of malignancy, SUVmax value of negative approved was 2,06±3,29, and SUVmax of malignant patients was 4,10±5,07. When cut-off value for SUVmax was 2,5; sensitivity for total body imaging was 67,4%, specifity was 86,2%, positive predictive value was 88,7%, negative predictive value was 62,1%, and accuracy was determined 74,6%. When SUVmax cut-off value was 4; sensitivity was 83,0%, specifity was 70,0%, positive predictive value was 81,8%, negative predictive value was 72,0%, and accuracy was determined 78,4%. CONCLUSION: High FDG uptake demonstrating lesions are malignant with high probability. But wrong positivity acting situations should be remembered. In patients with another organ malignancy that have determined SPN; lesion dimension was determined small and FDG uptake lower or not nodules were determined as malignant with high probability. KEY WORDS: Solitary Pulmonary Nodules, F18-FDG-PET/CT, Malignant, Benign, SUVmax value
- Published
- 2015
30. Asthma phenotypes in our region and their properties
- Author
-
Çil, Barış, Topçu, Ayşe Füsun, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Dicle Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, TR192904, and Çil, Barış
- Subjects
Fenotip ,Phenotype ,Diyarbakır ,Göğüs Hastalıkları ,Chest Diseases ,Solunum sistemi ,Astım ,Respiratory system ,Asthma - Abstract
AMAÇ Bir organizmanın fenotipi; o organizmanın genetik altyapısının çevresel faktörlerle etkileşimi sonucu oluşan özelliğidir. Astım hava yollarının inflamatuvar bir hastalığıdır ve sürekli var olan inflamasyon çevresel etkenlerin etkisiyle aktif hale geçerek astım krizine neden olabilir. Bu tetikleyici faktörlerin bilinmesi hastalığın kontrolü açısından önemlidir. Bu önemli konuyla ilgili Türkiye'de ulaşılabilecek ulusal veriler mevcut değildir. Biz bu çalışmada bölgemizdeki astım hastalarında tetikleyici faktörleri, bunların yanında çeşitli astım fenotiplerini belirlemeyi ve bunları birbirleriyle karşılaştırarak astımla ilgili daha ayrıntılı bilgi sahibi olmayı amaçladık. Ayrıca bu çalışmada astımlı hastalarda astım kontrolünü ve hastaların ilaç kullanmaya gösterdiği uyumu araştırdık. GEREÇ ve YÖNTEM Kliniğimizde yatarak tedavi gören veya polikliniğimize ayaktan başvuran akut ataktan en az 1 ay geçmesi koşuluyla atak dışı dönemdeki en az 18 yaş üstü 169 hasta çalışmaya alındı. Yapılan cluster analizlerinde astım fenotipleri; atopik astım, non-atopik astım, eozonofilik astım, nötrofilik astım, aspirinle tetiklenen astım, menstural astım, mesleksel astım, obez astım, geç başlangıçlı astım, erken başlangıçlı astım olarak sınıflandırılmıştır. Biz çalışmamızda olguları atopik astım, non-atopik astım, sigara içen astımlı hastalar, sigara içmeyen astımlı hastalar, normal kilolu ve zayıf astımlı hastalar, fazla kilolu ve obez astımlı hastalar olarak gruplandırıldı. Ayrıca hastların hangi ilacı kullandığı, ilacı doğru kullanıp kullanmadığı, astım kontrol testi, eşlik eden komorbiditeler, tetkleyici faktörler araştırıldı. BULGULAR 169 Hastanın 127’si kadın, 42’si erkekti ve ortalama yaş 39.82 idi..Hastaların en sık astım başlama yaşı 18-39 yaş aralığıydı (%55). 102 (%60.4 ) hasta sigara içmemiş iken 67 (%39.6) hasta sigara içmiş veya exsmokerdı. 115 (%68.1) hastanın BKİ ≥25 iken 54(%31.9) hastanın BKİ
- Published
- 2014
31. Uludağ İç Hastalıkları kitabı, cilt 1: Tanıda temel bilgi
- Author
-
Bursa Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/İç Hastalıkları Anabilim Dalı., Bursa Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı., Bursa Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Biyokimya Anabilim Dalı., Bursa Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Tıbbi Genetik Anabilim Dalı., Bursa Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Radyoloji Anabilim Dalı., Bursa Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Nükleer Tıp Anabilim Dalı., Ersoy, Alparslan, Özkalemkaş, Fahir, Evrensel, Türkkan, Ersoy, Canan Özyardımcı, Özkocaman, Vildan, Kıyıcı, Murat, Dalkılıç, Ediz, Gül, Özen Öz, Cander, Soner, Pehlivan, Yavuz, Çubukçu, Erdem, Yıldız, Abdülmecit, Deligönül, Adem, Coşkun, Belkıs Nihan, Çelikçi, Sedat, Şahin, Ahmet Bilgehan, Ünsal, Yasemin Aydoğan, Aydın, Mehmet Fethullah, Coşkun, Nurettin, Orhan, Sibel Oyucu, Pınar, İbrahim Ethem, Aydemir, Ensar, Bozkurt, Zeynep Yılmaz, Yalçın, Cumali, Orhan, Bedrettin, Lermi, Nihal, Candar, Ömer, Ateş, Coşkun, Sali, Seda, Teker, Tufan, Sezen, Mehmet, Ocak, Tuğba, Sakar, Orkun, Güçlü, Özge Aydın, Karadağ, Mehmet, Sarandöl, Emre, Sağ, Şebnem Özemri, Parlak, Müfit, Hakyemez, Bahattin, Topal, Naile Bolca, Nas, Ömer Fatih, Gürsel, Başak Erdemli, İnecikli, Mehmet Fatih, Kaya, Hasan Emin, Özpar, Rifat, Öngen, Gökhan, and Akpınar, Ali Tayyar
- Subjects
Klinik laboratuvar ,Tıbbi öykü ,Fiziksel muayene ,Görüntüleme ,Radyoloji ,Anamnez alma - Abstract
İç Hastalıkları, hekim adayının kliniğe ilk adım attığı ve hastayla karşılaştığı bölümlerden birisidir ve tıp eğitiminin temel taşlarından birisidir. İyi bir iç hastalıkları bilgisine sahip olan bir hekim, gerek aile hekimi gerekse uzman hekim olarak herhangi bir branşta çalışırken hastalarına daha fazla yardımcı olacaktır. Tıpta, hastalıklara doğru bir teşhis koymak için hekim öncelikle iyi bir anamnez almalıdır. Hasta ile iyi bir iletişim kurulmalıdır. Anamnez teşhisin yarısı olarak kabul edilir. Tıbbi öyküde sadece hastanın yakınmaları ve kronolojik olarak hikayesi değerlendirilmez aynı zamanda ayırt edici tanı yapılmaya çalışılır. Sistem sorgulaması hastanın söyleyemediği ya da unuttuğu şikayetleri saptamamızı sağlar. Sonra sistemik bir fizik muayene yapılarak değerlendirme aşamasına geçilir. İyi bir hekim, daima hastanın klinik yakınma ve bulgularını bir hastalık ile açıklayabilmelidir. Böylece hastaya doğru bir tanı koyarak tedaviye başlayabilir, bazen de tanı için ileri incelemelere ihtiyaç duyar. Laboratuvar ve/veya görüntüleme yöntemlerine başvurur. Bu kitapta iyi bir hekimlik sanatı uygulayabilmeniz için yukarıdaki konularda yeterli düzeyde bilgiye sahip olmanız ve hastalara sistematik olarak yaklaşmanız hedeflenmiştir.
- Published
- 2022
32. Smoking cessation treatment after MPV value changes
- Author
-
Hocanli, İclal, Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları ABD, Hocanlı, İclal, Abakay, Abdurrahman, Tanrıkulu, Abdullah Çetin, Abakay, Özlem, and Göğüs Hastalıkları ve Tüberküloz Anabilim Dalı
- Subjects
Treatment ,Hematologic tests ,Blood platelets ,Göğüs Hastalıkları ,Smoking ,Kişisel Sağlık ,Chest Diseases ,Sigara ,Hematology ,Smoking cessation - Abstract
Amaç:Sigara; ateroskleroz,KOAH,Akciğer kanseri gibi ciddi sağlık sorunlarının nedenidir.Ortalama trombosit hacmi (OTH) trombosit aktivasyonunun bir göstergesidir.Sigara içiminin trombosit fonksiyonları üzerine olan etkisini gösteren az sayıda çalışma bulunmaktadır.Çalışmamızın amacı farklı yaş grubundaki kişilerde sigaranın OTH üzerine olan etkilerini araştırmaktır. Materyal ve metod: Çalışmaya Ocak–2011 ile Ocak–2012 tarihleri arasında Dicle Üniversitesi Araştırma Hastanesi Göğüs hastalıkları Sigara Bırakma Polikliniğine başvuran 105'i erkek 45'i kadın olmak üzere toplam 150 hasta alındı. Demografik verileri, sigara kullanma süresi(paket/yıl),BKİ (beden kitle indexi), tedavi rejimi, farmakolojik tedavide kullanılan ilaç ve yan etkileri, komorbidite durumu, Fagerström nikotin bağımlılık testi (FNBT) puanı, aynı evde başka sigara içicisi varlığı, tedavi öncesi ve sonrası laboratuar verileri kaydedildi. Hastalar tedavi sonrası sigarayı bırakan grup (n=72) ve bırakmayan grup (n=78) olarak iki gruba ayrıldı. Bulgular: 105 erkek hastanın (n=53) %50,4'ü, 45 kadın hastanın (n=19) %42,2 'si sigarayı bırakmış. Olguların %48'i (n=72) sigarayı bırakan grupta, %52'si (n=78) sigarayı bırakmayan gruptaydı. Sigarayı bırakanların %73,6 (n=53) erkek olgu iken %26,4 (n=19) kadın idi.Yaş ortalaması 'sigarayı bırakmayan grup'ta 34.9±10,1 ,'sigarayı bırakan grup'ta 35,8±10,1 idi. Ortalama sigara tüketim miktarı 'sigara bırakmayan grup'ta 18 paket/yıl, 'sigara bırakan grup'ta 17 paket/yıl idi.Tedavi öncesi OTH sigarayı bırakmayan grup'ta 7,2 ±1,0 , sigarayı bırakan grup'ta 7.5±1,0 iken tedavi sonrası OTH sigarayı bırakmayan grup'ta 7,3±1,2 , sigarayı bırakan grup'ta ise 7,2±1,0 idi. Sonuç:Çalışmamızın sonucunda sigara bırakma oranı erkek cinsiyette daha fazlaydı.Sigara tüketim miktarının sigarayı bırakmada anlamlı bir etken olmadığı ve sigara bırakma tedavisi sonrası OTH düzeyinde sigarayı bırakan grupta anlamlı olarak düşüş saptandı. Objective: Smoking; atherosclerosis, COPD, lung cancer as the cause ofserious health problems . Mean platelet volume (MPV) is an index of platelet activation. Only limited numbers of studies showing the effect of smoking on platelet function are published. The aim of this study was to investigate the different age groups, effects of smoking on the MPV. Materials and Methods: The study between January 2011 and January-2012 at Dicle University Hospital Chest Diseases Smoking Cessation Clinic and a total of 150 patients were enrolled, including 105 men and 45 women. Demographic data, duration of agreements using cigarettes (pack / years), BMI (body mass index), the treatment regimen and side effects of medications used in the pharmacological treatment, comorbidity status, the Fagerstrom Test for Nicotine Dependence (FTND) score, presence of smokers in the same household to another, treatment laboratory data were recorded before and after. Patients who have stopped smoking after the treatment group (n = 72), and leaving group (n = 78) were divided into two groups. Results: Of 105 male patients (n = 53), 50.4%, 45 female patients (n = 19), 42.2% had stopped smoking. 48% of the patients (n = 72) and smoking cessation group, 52% (n = 78) the treatment was quit smoking.Smokıng cessation group in the %73.6 (n = 53) male patients of while, %26,4 (n = 19) were female. The mean age of 'smoking-free group compared 34.9 ± 10.1,' smoking cessation group was compared 35.8 ± 10.1. Average consumption of cigarettes 'smoke-free group compared 18 packs / year,' smoking cessation group was compared 17 pack / years. Pre-treatment smoking-free group compared OTH 7.2 ± 1.0 f/l, smoking cessation group compared 7.5 ± 1.0 . After the treatment smoking cessation group compared OTH 7.3 ± 1.2 and smoking cessation group was compared 7.2 ± 1.0. Conclusion: Our study smoking cessation rate was higher in males. Not a significant factor in the amout of cigarettes smoking stop and OTH- levels, after treatment at the smoking cessation group significantly had decreased. 61
- Published
- 2013
33. Dahili yoğun bakım ünitesinde sepsis ve septik şok hastalarında mortaliteyi etkileyen faktörlerin belirlenmesi
- Author
-
Balcan, Mehmet Baran, Karakurt, Sait, Göğüs Hastalıkları ve Yoğun Bakım Anabilim Dalı, and Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı
- Subjects
Intensive care units ,C reactive protein ,Göğüs Hastalıkları ,Sepsis ,Chest Diseases ,Natriuretic agents ,Bacteremia ,Mortality ,Shock-septic ,Tıp - Abstract
ÖZETGİRİŞ: Sepsis ve septik şok Yoğun Bakım Ünitesinde (YBÜ) sık rastlanılan ve yüksek mortalitesi olan klinik tablolardır. Çalışmamızda sepsis ve septik şokta mortaliteyi etkileyen faktörleri araştırılmıştır.YÖNTEM VE GEREÇLER: Çalışma Aralık 2010 ile Haziran 2012 tarihleri arasında Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Dahili YBÜ'ine sepsis ve septik şok tanısıyla yatmış toplam 141 hastanın dosyalarının retrospektif olarak incelenmesiyle yapılmıştır. Hastalarda pro-BNP, CRP, trombosit, APACHE ll skoru, SOFA skoru, yoğun bakım yatış süreleri, dirençli enfeksiyon varlığı ile mortalite arasında ilişki araştırılmıştır.BULGULAR: Çalışmaya ortalama yaşları 66.8±17.9 yıl olan, 74 (%52.5) erkek, 67 (%47.5) kadın olmak üzere 141 hasta alınmıştır. 69 (%48.9) hasta YBÜ'den taburcu olabilmişken, 72 (%51.1) hasta ex olmuştur. 34 (%24.1) hastada dirençli enfeksiyon saptanmıştır. Hastaların SOFA skoru ortalama 9.16±3.16, APACHE-ll skoru ortalama 24.9±7.83, ortalama yoğun bakım yatış süreleri 8.44±11.61 gün olarak tespit edilmiştir. APACHE ll skoru 24.5 ve üzerinde olan, SOFA skoru 8.5 ve üzerinde olan, pro BNP değeri 7241 ng/L ve üzerinde olan, CRP değeri 96.5 mg/dL ve üzerinde olan hastalarda mortalitenin anlamlı ölçüde arttığı gösterilmiştir. İnvaziv mekanik ventilasyon (IMV) uygulanan hastalarda mortalite non-invaziv mekanik ventilasyon (NIMV) uygulananlara kıyasla daha fazla olarak saptanmıştır (OR:8.44). Septik şok hastalarında da mortalite sepsis hastalarına göre daha olarak bulunmuştur (OR:7.46).SONUÇ: YBÜ'de yatan sepsis ve/yada septik şoklu hastalarda APACHE II skorunda artış, SOFA skorunda artış, pro BNP artışı, CRP artışı, septik şok, dirençli enfeksiyon ve düşük trombosit sayısının mortaliteyi arttırdığı saptanmıştır. Yoğun bakım yatış süresiyle mortalite arasında ilişki ise gösterilememiştir. IntroductionSepsis and septic shock frequently seen clinical conditions in ICU (Intensive Care Unit), with high mortality. In our study, we investigated factors associated with mortality in sepsis and septic shock.Material and Methods:This study designed as retrospective analysis of 141 patients with the diagnosis of sepsis and septic shock in ICU between December 2010 and June 2012 .Sepsis and septic shock patients were divided into two groups,then we investigated the relationship between mortality and pro-BNP, CRP, platelets, APACHE-II score, SOFA score, length of stay in intensive care unit , and the presence of resistant infectionsResults:In the study included 141 patients 74 (52.5%) of them were male and 67 (47.5%) of them were women. The mean age was 66.8 (± 17.9). 69 (48.9%) patients were discharged from the intensive care unit, 72 (51.1%) patients accepted as exitus.The number of patients who developed resistant infections in the intensive care unit was 34 (24.1%) . The patients mean SOFA score 9.16 (± 3.16), mean APACHE II score 24,9 (± 7.83) were found. The average length of stay in intensive care unit was 8.44 (± 11.61) days.According to the ROC curve analysis, patients with APACHE II score 24.5 and above, and pro BNP over 7241, CRP and SOFA scores were above 96.5 and 8.5, significantly increased mortality was found .Mortality rates among patients undergoing invasive mechanical ventilation was higher than to non-invasive mechanical ventilation (odds ratio: 8.44) like the prognosis of patients with septic shock compared with sepsis patients .(odds ratio: 7:46).Conclusion:The factors that affect mortality in patients hospitalized in intensive care unit are increase in pro BNP and APACHE 2 score, SOFA score, CRP , being in septic shock and a having resistant infection . Our study dıd not demonstrate an association between platelet count and hospital admittance 81
- Published
- 2012
34. The results of screening for lung health in different aspects in a village with environmental asbestos exposure
- Author
-
Polat, Mehmet Reşit, Abakay, Abdurrahman, Göğüs Hastalıkları ve Tüberküloz Anabilim Dalı, Dicle Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları ve Tüberküloz Anabilim Dalı, and Polat, Mehmet Reşit
- Subjects
Spirometri ,Göğüs Hastalıkları ,Chest Diseases ,Asbestos ,Mikrofilm ,Lung neoplasms ,Spirometry ,Neoplasms ,Asbestosis ,Spirometre ,Çevresel asbest maruziyeti ,Lung ,Microfilm ,Lung diseases ,Environmental asbestos exposure - Abstract
Amaç: Bölgemizde uzun yıllardır asbest kullanıldığı bilinen bir köyde erişkin yaş popülasyonunda asbest maruziyetinin akciğer sağlığı üzerindeki uzun süreli etkilerini incelemek, akciğer grafisi ve solunum fonksiyon testleri üzerindeki etkilerini araştırmak, bu köyde yaşayanların asbest hakkındaki bilgi düzeylerini belirlemek amaçlanmıştır. Materyal ve metod: Armutova köyüne tarama ekibi ile gidilerek 18 yaş üstü bireyler çalışmaya alındı. Katılımcıların mikrofilmleri çekildi ve spirometrik ölçümleri yapıldı. Asbest, sigara içme ve biyomas maruziyet durumlarına göre çalışma grupları oluşturuldu. Bulgular: Toplam 100 kişi değerlendirildi. Hastaların 40’ı erkek, 60’ı kadındı. Hastaların yaş ortalaması 44,67±15,69 yıl, ortalama asbest maruziyeti 36,85±17,70 yıl, sigara içme miktarı 29,70±30,10 paket/yıl, biyomas maruziyeti süresi 33,61±60,29 saat-yıl idi. 30 kişide sigara öyküsü, 40 kişide biyomas maruziyeti vardı. Katılımcıların %79’u asbestin zararlı olduğunu, %69’u sigaranın zararlı olduğunu biliyordu. Mikrofilmde %27 plevral plak, %5 asbestozis, %2 plevral sıvı tespit edildi. Spirometride %53 normal, %31 restriktif, %16 obstrüktif patern tespit edildi. Sadece asbest maruziyeti olanlarda %53,3 normal, %33,3 restriktif ve %13,3 obstrüktif patern tespit edildi. Sonuç: Asbest yasaklandığı halde köyde asbest kullanımı devam etmekteydi ve köylülerin asbest bilgi düzeyi düşüktü. Mikrofilmde en sık plevral plak tespit edildi. Asbest maruziyetinin süresi arttıkça FEV1 ve FVC değerlerinin azaldığı görüldü. Sadece asbest maruziyeti olanlarda bile spirometride %13,3 obstrüksiyon tespit edildi. Biyomas ve sigaranın obstrüksiyona katkı sağladığı görüldü. Anahtar kelimeler: Çevresel asbest maruziyeti, spirometri, mikrofilm Aim: The use of asbestos in our region is known for many years in a village population of adult age to examine long-term effects on lung health of exposure to asbestos , and pulmonary function tests, chest X-ray study on the effects of, the inhabitants of this village was to determine the level of knowledge about asbestos. Material and method: Screening team by going to the village of Armotuva with individuals 18 years and older were included to study. Microfilms of the participants were recorded and spirometric measurements were taken. Asbestos, smoking and according to their exposure to biomass working groups were formed Results: Evaluated a total of 100 people. Patients were 40 male and 60 female. The mean age of patients, 44,67±15,69 years, the mean of asbestos exposure 36,85±17,70 years, , the amount of smoking, 29,70±30,10 packs / year, duration of exposure to biomass 33,61±60,29 hours years. There were smoking history of 30 people, 40 people exposed to biomass. 79% of participants knew that asbestos is harmful, 69% smoking is harmful. İn microfilm was found 27% of pleural plaques, 5%, asbestosis and 2% in pleural fluid. İn spirometry was found 53% normal, 31% restrictive, 16% obstructive pattern. Only in those with asbestos exposure was found 53.3% normal, 33.3% restrictive and 13.3% obstructive pattern. Conclusion: Even though asbestos is banned in the village the use of asbestos continued and the villagers’s level of knowledge of asbestos lowed. On microfilm were found most frequently pleural plaques. FEV1 and FVC values were decreased as the duration of exposure to asbestos. Only even those with exposure to asbestos in spirometry 13.3% obstruction was found. Biomass and cigarettes shown to contribute to obstruction. Keywords: Environmental asbestos exposure, spirometre, microfilm
- Published
- 2011
35. Küçük hücreli dışı akciğer kanserinde yoğunlaştırılmış ekspirasyon havasında dna tayini
- Author
-
Afşin, Emine, Polatlı, Mehmet, Göğüs Hastalıkları Ana Bilim Dalı, and Adnan Menderes Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı
- Subjects
Göğüs Hastalıkları ,Respiration ,Chest Diseases ,DNA ,Carcinoma-non small cell-lung ,NSCLC ,Exhaled Breath Condensate ,Prognosis ,Biomarkers-tumor ,Yoğunlaştırılmış Ekspirasyon Havası ,Lung neoplasms ,Neoplasms ,Diagnosis ,KHDAK - Abstract
Uzun süreli karsinojenlere maruz kalınması genetik yapıda hasar oluşturarak hücre çoğalmasını kontrol eden genlerde değişikliklere yol açmaktadır. Mutasyonlar onkogenik genler ve/veya tümör baskılayıcı genlerde geliştiğinde tümör gelişimi için adım atılmış olur.Mutasyonların erken dönemde saptanması için kullanılabilecek materyallerden biri olan YEH tamamen noninvaziv ve hasta için herhangi bir risk oluşturmayan bir teknikle toplanır. YEH'ında genetik incelemelerin yapıldığı sınırlı sayıda çalışma vardır. Bu çalışmada, KHDAK olan ve kanser tanısı olmayan hasta gruplarında genetik açıdan YEH örneğinin araştırmaya yetecek düzeyde DNA içerip içermediğinin araştırılması amaçlanmıştır.Çalışmaya küçük hücreli dışı akciğer karsinomu tanısı konulan 26 erkek hasta ve akciğer kanseri olmayan 20 erkek hasta alınması amaçlandı. YEH toplama işlemi yaklaşık 10-15 dakika süreyle, tidal volümde nefes alıp verirken Eco Screen- Jaeger cihazı ile yapıldı. Toplanan YEH'da invitek doku spin-colum DNA izolasyon kiti ile DNA izole edildi.KHDAK grubunda sürenin kısa olmasına rağmen DNA miktarı kanser olmayan gruba göre 2 kat daha fazla bulundu (p>0,05). Kanserli olan olgularda ise, endobronşiyal lezyon olan ve olmayan gruplar karşılaştırıldığında, endobronşiyal lezyonu olanlarda DNA miktarı daha az olarak bulunmuştur (p>0.05). Kanser grubunda DNA miktarı ile YEH toplama süresi, toplanan örnek miktarı ve ekspirasyon havası hacmi arasında da ilişki saptanmamasına karşın; kanser olmayan grupta DNA miktarı ile YEH toplama süresi arasında pozitif ilişki bulunmuştur.Bu durum kanser gelişme sürecinde akciğerlerde hücresel düzeyde meydana gelen patolojik değişikliklerle açıklanabilir. Bununla birlikte, kanser olmayan grupta YEH hacminin daha fazla olmasından kaynaklanan göreceli bir azalmadan da kaynaklanabilir. YEH'daki DNA kaynağının temel olarak akciğerlerde lokalize lezyonlardan ziyade, yaygın inflamatuar yanıta bağlı patolojik değişiklikler sonucu olduğu düşünülebilir. YEH örnekleri genetik incelemeleri yapabilecek düzeyde DNA materyali içermesi nedeniyle, risk gruplarında tarama amaçlı ve/veya tanı konulmuş olguların izleminde ve prognozunu değerlendirmede katkı sağlayabilecek yararlı, noninvaziv bir yöntem olarak düşünülmüştür.Anahtar kelimeler: KHDAK, yoğunlaştırılmış ekspirasyon havası, DNA Long-term exposure to carcinogens may lead to changes in the genes which control cell proliferation by the way of impairment in the genetic structure. When mutations develop on the oncogenic and/or tumor suppressor genes, it would be an initial step in the tumor development.EBC, one of the materials which is used to detect mutations in the early period, is collected by completely non-invasive a technique which has no risk for the patient. There are limited study which investigated the genetic examinations in the EBC. We aimed to investigate whether EBC samples are suitable for the detection of DNA or not in NSCLC and control patients.26 NSCLC patients and 20 male patients who had no lung cancer were included in the study. EBC procedure was performed by the help of Eco Screen- Jaeger device in 10-15 minutes during breathing at the tidal volume. DNA was isolated invitek tissue spin-column DNA isolation kit in the collected EBC.DNA amount was two fold high in the NSCLC group than non-cancer patients in spite of short time (p>0,05). However, in cancer group, when comparing the groups which had endobronchial lesion or hadn?t, DNA amount was found lower in patients who had endobronchial lesions than hadn?t (p>0.05). Although, there was no relationship between DNA amount and EBC collection time, collected sample amount and volume of expiration air volume in the cancer group, there was a positive relationship between DNA amount and EBC collection time in the non-cancer group.This may be explained by the pathological changes which occur at the cellular level in the lungs during cancer development process. However, it may also result from relative decrease which develops from redundancy of EBC volume in the non-cancer group. It may be considered that DNA source in EBC is the pathological changes of the systemic inflammatory response other than localized lesion in the lungs. Since detectable level of DNA is found to be in EBC samples, EBC may be considered as a non-invasive method in screening the risk groups and/or the follow-up prognosis in diagnosed patients.Key words: NSCLC, Exhaled Breath Condensate, DNA 44
- Published
- 2010
36. The evaluation of patients diagnosed with tuberculosis in our hospital in the years 2008-2009
- Author
-
Polat, Serdar, Işık, Recep, Göğüs Hastalıkları ve Tüberküloz Anabilim Dalı, Dicle Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları ve Tüberküloz Anabilim Dalı, TR155782, and Polat, Serdar
- Subjects
Tüberküloz ,Demografik ve klinik özellikler ,Dicle Üniversitesi Hastanesi ,Diyarbakır ,Göğüs Hastalıkları ,Chest Diseases ,Dicle University Medical Faculty ,Tuberculosis ,Demographic and clinical characteristics ,Hospitals-university ,Demography - Abstract
Bu çalışmada, tüm bölgeye hitap eden Dicle üniversitesi Araştırma Hastanesinde 2008-2009 yıllarında TB tanısı alan olguların retrospektif bir çalışmayla demografik ve klinik özelliklerinin değerlendirilmesi amaçlanmıştır.Belirtilen yıllar arasında hastanemizde TB tanısı alan toplam 413 olgu çalışmaya alındı. Olguların %53,5'inin kadın olduğu ve %53,3'ünün akciğer dışı tüberküloz (ADTB) tanısı aldığı saptandı. Kadınlarda ADTB'u görülme oranı erkeklerle karşılaştırıldığında istatistiksel olarak yüksek bulundu (p< 0,005). Toplam 220 ADTB olgusunun %50'sinin plevra ve lenf nodu tüberkülozu olduğu görüldü. Çalışmamızda akciğer tüberkülozu (ACTB) tanısı alan olgularda yayma (+)'lik oranı %69,5 saptandı. Tüm olguların %37'sine mikrobiyolojik,%32,2'sine histopatolojik, %30,8'ine de klinik-radyolojik olarak tanı konulduğunu tespit ettik.TB tanısı alan olgular yaş gruplarına göre değerlendirildiğinde, %52,3'ünün genç-yetişkin grupta oldukları (15-44 yaş) ve ekonomik olarak üretken çağda bulundukları saptandı. Olguların %51,6'sına hastanemiz Göğüs Hastalıkları Kliniğinde tanı konulduğu görüldü. İlk başvuru semtomları olarak sıklık sırasına göre %46'sında öksürük, %29,8'inde ateş, %23,5'inde de nefes darlığı saptandı. TB tanılı tüm olguların %17,7'sinde tüberküloza eşlik eden ek hastalıklar olduğu ve diyabetin en yüksek (%25) oranda olduğu görüldü. Olguların %53,3'ünün Diyarbakır dışındaki illerden geldikleri ve ortalama 15 gün yatırılarak tedavi edildikleri saptandı.Tüm iyi niyet, işbirliği yapma gayreti ve resmi başvurulara rağmen, bildirim oranının sadece sözlü olarak %25,7 olduğu saptandı.Sonuç olarak; ulusal TB kontrol programının başarılı olabilmesi için, kurumlar arası koordinasyonun ve işbirliğinin arttırılması, toplumda TB ile ilgili duyarlılığın oluşturulması için eğitim programları ve bilgilendirme toplantılarının yaygınlaştırılması gerekmektedir.Anahtar kelimeler: Tüberküloz, demografik ve klinik özellikler, üniversite hastanesi In this study, it was aimed to retrospectively evaluate demographic and clinical characteristics of the patients diagnosed with TB in the Research Hospital of Dicle University during the years 2008-2009.A total of 413 cases diagnosed with TB in our hospital during the period mentioned above were included into the study. It was established that 53,5% of the cases were females, and that 53,3% had Extrapulmonary Tuberculosis (EPTB). The prevalence of EPTB was observed to be statistically higher in females with respect to males (p
- Published
- 2010
37. Solunumsal yoğun bakım ünitesinde izole edilen mikroorganizmalar ve antibiyotik direnç durumları
- Author
-
Beyazit, Hüseyin, Ateş, Güngör, Dicle Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları ve Tüberküloz Anabilim Dalı, Beyazıt, Hüseyin, and Göğüs Hastalıkları ve Tüberküloz Anabilim Dalı
- Subjects
Respiratory intensive care unit ,Yoğun bakım enfeksiyonları ,Antibiotic susceptibility ,Antibiotic resistance ,Göğüs Hastalıkları ,Antibiyotik direnci ,Intensive care-acquired infections ,Chest Diseases ,Antibiyotik duyarlılığı ,Solunumsal yoğun bakım ünitesi - Abstract
Yoğun bakımda gelişen enfeksiyonlar hem önemli düzeyde kaynak kullanımını gerektirmekte hem de artmış morbidite ve mortaliteye neden olmaktadır. Kullanılacak antibiyoterapi seçimini etkileyecek önemli faktörlerden biride, o birimde saptanan etken mikroorganizmalar ve antibiyotik direnç durumlarıdır. Bu çalışma ile solunumsal yoğun bakım ünitemizde yatan hastalarda enfeksiyon etkeni olan patojenleri ve antibiyotik direnç paternlerini ortaya koymayı amaçladık. Çalışmamızda 2008 yılı boyunca gönderilen kültür materyallerinde üreme olan tüm hastaların, kültür antibiyogram sonuçları ve klinik verileri retrospektif olarak incelendi. 78 hasta ve bunlara ait 200 kültür sonucu çalışmaya dahil edildi. Kültür örneklerinin 133 (%66.5)'ü kan, 36 (%18)'sı derin trakeal aspirat, 23 (%11.5)'ü idrar, 4 (%2)'ü yara akıntısı, 3 (%1.5)'ü balgam ve 1 (%0.5)'i santral venöz kateter (CVP)'den oluşmaktaydı. Çalışmamızda tüm kültür sonuçlarında en sık saptanan mikroorganizmalar sırasıyla; Koagülaz negatif stafilokoklar (KNS) (%29.5), Acinetobacter (%17.5), E. coli (%15), S. aureus (%8.5), Enterococcus (%8), Klebsiella (%5), Streptococcus (%5), Candida (%3.5) idi. Kan yoluyla gelişen enfeksiyonlarda en sık saptanan etken koagülaz negatif stafilokoklardı (%41). En fazla duyarlı olduğu (%100) antibiyotikler sefazolin, sefoksitin, meropenem ve linezolid idi. Alt solunum yolu örneklerinde en sık saptadığımız etken Acinetobacter (%33) olup, en fazla duyarlı olduğu antibiyotikler sefoperazon/sulbaktam (%100), meropenem (%31), imipenem (%26) ve amikasin (%26) di. İdrar kültürlerinde ise en sık saptanan patojen E. coli (%48) olup, en fazla duyarlı olduğu antibiyotikler sefoperazon/sulbaktam (%100), meropenem (%97), imipenem (%93) ve amikasin (%83) idi. Hastalara başlanan antibiyoterapi rejimlerinin %69'unun tedavi boyunca değiştirildiği ya da genişletildiği saptandı. Sonuç olarak yoğun bakımların çoğunda olduğu gibi solunumsal yoğun bakım ünitemizde de yüksek oranlarda antibiyotik direnci saptandı. Ampirik antibiyoterapi uygulamalarında her hastane hatta her birim kendi lokal verilerini dikkate alarak antibiyotik seçimini yapmalıdır. Anahtar kelimeler: Solunumsal yoğun bakım ünitesi, yoğun bakım enfeksiyonları, antibiyotik direnci, antibiyotik duyarlılığı . The infections acquired in intensive care units both require using a significant amount of financial resources and lead to increased morbidity and mortality. One of the major factors that would affect antibiotherapy choice to be used is the pathogenes identified in the unit and antibiotic resistance patterns. Through this study, we aimed to establish pathogenes leading to infections and their antibiotic resistance patterns in patients admitted in our respiratory intensive care unit. In the study, culture antibiogram results of all the patients, in whose culture results were positive, during the year 2008, as well as clinical data were reviewed retrospectively. A total of 78 patients and their 200 culture specimen results were included into the study. Of the culture specimens 133 (66.5%) were related to blood, 36 (18%) to deep tracheal aspirat, 23 (11.5%) to urinary, 4 (2%) to wound leakage, 3 (1.5%) to sputum, and 1 (0.5%) to central venous catheter (CVP). The most commonly encountered microorganisms in all of the culture specimen tests were in turn coagulase negative stafilococcus (KNS) (29.5%), Acinetobacter (17.5%), E. coli (15%), S. aureus (8.5%), Enterococcus (8%), Klebsiella (5%), Streptococcus (5%) and Candida (%3.5). The most commonly encountered agent in bloodstream infections was coagulase negative stafilococcus (%41). The antibiotics to which it was sensitive most were cefazolin, cefoxitin, meropenem and linezolid. The agent we detected most commonly in lower respiratory tract was Acinetobacter (33%), which was sensitive most to cefoperazone/sulbactam (100%), meropenem (31%), imipenem (26%) and amikacin (26%). In urinary culture specimens, however, the most commonly seen pathogen was E. coli (48%), and it was sensitive most to cefoperazone/sulbactam (100%), meropenem (97%), imipenem (93%) and amikacin (83%). Of the antibiotherapy regimens applied to patients, 69% was determined to have been changed or broadened during the treatment. In conclusion, in our respiratory intensive care unit, as in most intensive cares, high level of antibiotic resistance was determined. In ampirical antibiotherapy medication, each hospital, even each unit should decide on it?s own antibiotic choice taking local data into account. Key words: Respiratory intensive care unit, intensive care-acquired infections, antibiotic resistance, antibiotic susceptibility
- Published
- 2009
38. Akciğer kanserinde kemik metastazlarının saptanmasında kemik metabolik belirleyicilerinin klinik önemi
- Author
-
Bilgin Bayrak, Suna, Ceylan, Emel, Adnan Menderes Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, and Göğüs Hastalıkları Ana Bilim Dalı
- Subjects
Bone and bones ,Kemik Neoplazmları ,Lung neoplasms ,Göğüs Hastalıkları ,Neoplasms ,Neoplasm metastasis ,Chest Diseases ,Bone neoplasms ,Renal Cell Carcinoma ,Akciğer Hastalıkları ,Prognosis ,NF-KappaB ,Lung diseases - Abstract
Adnan Menderes Üniversite Hastanesi Göğüs Hastalıkları Ana Bilim Dalı tarafından 2007-2008 yılları arasında takip edilen 65 akciğer kanserli olgunun yer aldığı bu araştırmada akciğer kanserinin kemik metastazlarının saptanmasında kemik metabolik belirleyicilerinin klinik kullanımdaki yerinin değerlendirilmesi amaçlandı. Tüm olgular erkekti ve yaş ortalaması 64,07 ±8,7 (43-80) yıl idi. Çalışmamızda kemik metastazı varlığı, esas olarak Tc-99m ile tüm vücut kemik sintigrafisi (%80) ile değerlendirilmiş olsa da bazı olgularda evreleme amaçlı olarak yapılan tüm vücut PET/CT kullanılmıştır. Olguların %76,9'u ile büyük bir kısmını küçük hücreli dışı akciğer kanser vakaları oluşturmakta iken, %20'si küçük hücreli akciğer karsinomu idi. Olgu grubumuzda kemik en sık metastaz yeri olarak saptanmıştı ve kemik metastazı görülen 23 olgunun 3'ünde ( %13,04 ) tek kemik metastazı; 20'sinde ise ( %86,96 ) birden fazla lokalizasyonda kemik metastazı vardı. Kemik metastazı olan ve olmayanlar olarak iki gruba ayrılan çalışmamızda kemik yapım belirleyicisi olarak kemik spesifik alkalen fosfataz (BALP) ve osteokalsin (OC) ile kemik yıkım belirleyicisi olarak N terminal telopeptid (NTX) ve C terminal telopeptidin ß formu (ß-CTX) parametrelerine serum örneklerinde bakıldı. Elde edilen sonuçlar istatistiksel olarak SPSS 10.0 programında değerlendirildi. Kemik metastazı olan olgularda, metastaz olmayan olgulara göre serumda bakılan, total alkalen fosfataz, kemiğe spesifik alkalen fosfataz ve N terminal telopeptid değerleri istatistiksel olarak anlamlı oranda yüksek saptandı (p
- Published
- 2009
39. Incidence of malign pleural mesothelioma in last ten years in Southeast Region of Anatolia
- Author
-
Çarkanat, Ali İhsan, Şenyiğit, Abdurrahman, Göğüs Hastalıkları ve Tüberküloz Anabilim Dalı, Dicle Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları ve Tüberküloz Anabilim Dalı, and Çarkanat, Ali İhsan
- Subjects
Malign pleural mesothelioma ,Incidence ,Göğüs Hastalıkları ,Chest Diseases ,Malign plevral mezotelyoma ,İnsidans ,Çevresel ,Asbestos contact ,Asbest teması ,Environmental - Abstract
Malign Plevral mezotelyoma (MPM), genellkle plevra ve peritonun tutulduğu nadir birmalignitedir. Etiyolojisinde bilinen iki önemli neden asbest veya erionite ile temastır.Bölgesel insidans değisimlerini izlemek amacıyla Ocak-2000 ve Eylül-2009 tarihleriarasında Dicle Üniversitesi Hastanesi Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi kliniklerindetanısı konulan 158 hastanın dosyaları retrospektif olarak incelendi.Hastaların 62'si kadın, 96'sı erkekti. Yas ortalaması kadınlarda 54,4, erkeklerde 55,5olarak belirlendi. Hastalardan 125'inin (%79) asbest teması mevcuttu ve bu temas çevreseldi.120 (%76) hasta kapalı plevral biopsi, 30 (%19) hasta video yardımlı torakoskopi, 5 (%3,1)hasta plevral sıvı sitolojisi ve 3 (%1,9) hasta da ise torakotomi ile tanı konmustu.Hastaların geldikleri yerlesim yerleri; önceden asbestle temasın tespit edildiği veönceden asbestle temasın tespit edilmediği iki bölge halinde ele alındı. Son 10 yılda her ikibölgeden gelen MPM'li hastaların, bes yıllık [2000-20004 ve 2005-2009 (Eylül ayına kadar)]insidansları (100.000 kiside) ayrı ayrı hesaplanıp karsılastırıldı. Genellikle yakın dönemdeyapılan çalısmalara kıyasla bes yıllık insidans değerleri artmıs olarak saptandı (özellikle ikincibes yıllık insidanslar).Vakaların toplamına bakıldığında; % 67,8'nin önceden asbest ile temasın saptandığıbölgelerden, %32,2'sinin ise önceden asbest ile temasın saptanmadığı bölgelerden geldikleritespit edilmistir.Bölgemizde yapılan yakın dönemdeki çalısma verilerine göre asbest temasının öncedenbilindiği bölgelerden gelen hasta oranının artmıs olduğu saptadık. Bu bölgelerde yaygındurumda olan asbest kullanımının azaltılması için basta eğitim olmak çesitli çalısmalaryapılmasının faydalı olacağı düsünülmektedir. Asbestle temasın daha önce bilinmediğibölgelerden gelen vaka sayısında azalma mevcuttur.Anahtar kelimeler: Malign plevral mezotelyoma, insidans, asbest teması, çevresel Malignant pleural mesothelioma (MPM), generally holding a rare malignancy of thepleura and peritoneum.Known in the etiology of two main reasons are in contact withasbestos or erionite.Regional incidence in order to monitor changes in January-September-2009, between2000 and Dicle University Hospital of Chest Diseases and Thoracic Surgery clinic with thediagnosis retrospectively 158 patients' files were examined.Patients, 62 women, 96 were male. The mean age was 54.4 for women, men and wereidentified as 55.5. 125'inin patients (79%) had peripheral contact with asbestos, and thistheme was present. 120 (76%) patients, closed pleural biopsy, 30 (19%) patients, videoassistedThoracoscopy, five (3.1%) patients, pleural fluid cytology and three (1.9%) patientswere also diagnosed with the thoracotomySettlements of the patients as they arrive, get prior contact with asbestos have beenidentified and pre-determined not get contact with asbestos in the two regions was discussed.In the last 10 years, coming from both regions MPM'li patients, five years [2000-20004 and2005-2009 (until September)] incidence (100,000 person) been calculated separately andcompared. Often compared to recent studies conducted in the five-year incidence wasdetermined as the values increased (especially the second five-year incidence).An examination of the total cases, 67.8% of the areas previously identified contact withasbestos,% 32.2 'si is the pre-determined contact with asbestos came from areas not beenidentified.According to data from recent studies in our region made of asbestos already knowntheme of the increased proportion of patients coming from the regions that we found. Whichare common in this region to reduce the use of asbestos training to be particularly useful isbelieved consolidated at various studies. Get contact with asbestos from previously unknownregions decrease in the number of cases is availableKey words: Malignant pleural mesothelioma, incidence, asbestos contact, environmental 67
- Published
- 2009
40. Astımlı hastalarda ev içi ortam değerlendirmesi ve atopi özellikleri
- Author
-
Demirtaş, Nimet, Ceylan, Emel, Göğüs Hastalıkları ve Tüberküloz Ana Bilim Dalı, TR204967, and Adnan Menderes Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı
- Subjects
House Dust Mites Allergens ,Evtozu Akar Alerjenleri ,Atopi ,Atopy ,Göğüs Hastalıkları ,Chest Diseases ,ELISA ,Astım ,Asthma - Abstract
Astımın tedavisinde ve izleminde atopi önemlidir. Atopinin ve hastalığın ortaya çıkmasında özellikle içortam alerjenleri önemli bir yer tutar. Bu çalışmada astımlı hastalarda atopi sıklığını ve eviçinde ev tozunda akar alerjen yoğunluğunu saptamak ve bunların ev özellikleriyle ilişkisini incelemek amaçlandı.Mart 2007-haziran 2007 tarihlerinde göğüs hastalıkları polikliniğimize başvuran stabil astımlı 98 hasta değerlendirildi. Hastaların eviçi özellikleri ve mevcut semptomları anketle sorgulandı. Alerji varlığı, sık rastlanan aeroalerjene karşı cilt testi uygulanarak saptandı. Evden standart yöntemle toplanan toz örnekleri akar varlığı açısından mikroskopik olarak incelenmiştir. Ayrıca Mite Grup 2 alerjen düzeyleri ELISA yöntemiyle kantitatif olarak değerlendirildi.Atopi varlığı ortaya konulan %54.1 olgunun %69.9'unda Dermatophagoides farinae ve %62.2'sinde Dermatophagoides pteronyssinus duyarlılığı saptandı. Olguların 57'sinde (%58.2) mikroskobik yöntemle ev tozu akarı saptandı. 53'ünde (%54.1) ise ev tozu örneklerinde saptanabilir düzeyde mite grup 2 (Der p 2 ve Der f 2) alerjeni tespit edildi. Çalışmamızda mite grup 2 alerjen düzeyi için en düşük ölçülebilir limit değer 0.125 ng/ml olup yöntemimizin tespit edebildiği en yüksek alerjen düzeyi 35.00 ng/ml'di. Saptanabilir düzeyde mite grup 2 alerjeni olan evlerde yaşayanlarda son bir yılda astım atağı geçirme ve son bir yılda uykudan nefes darlığı atağı ile uyanma semptomu daha fazlaydı (p
- Published
- 2008
41. Correlations between QT dispersion,NT-proBNP level and echocardiography parameters in COPD
- Author
-
Çolakoğlu, Sedat, Kırbaş, Gökhan, Göğüs Hastalıkları ve Tüberküloz Anabilim Dalı, Dicle Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları ve Tüberküloz Anabilim Dalı, and Çolakoğlu, Sedat
- Subjects
Kronik Obstruktif Akciğer Hastalığı (KOAH) ,Göğüs Hastalıkları ,Chest Diseases ,Ani ölüm riski - Abstract
Amaç: KOAH hastalarında artan kardiyak aritmi ve ani ölüm riskinin prediktörü olarak kabul edilen QT dispersiyonun (QTd) da uzama olup olmadığını ve ventriküllerde basınç ve/veya volüm yükü olduğunda yükseldiği bilinen natriüretik peptit olan N-Terminal pro brain natriüretik peptit (NT-proBNP) değerinin kanda artıp artmadığını göstermeyi amaçladık. KOAH'ın sol ventrikül diyastolik fonksiyona etkisini görmek diğer amacımızdıMateryal-metod: Bu çalışmada 35 KOAH hastası ve kontrol grubu olarak 29 sağlıklı birey değerlendirildi. EKG, Ekokardiyografi, Spirometre, Arteryel Kan Gazı (AKG) ve NT-proBNP çalışıldı.Bulgular: Hasta ve kontrol grubunun karşılaştırılmasında kalp hızı, QTc, QTd, RR, LVEF %, E, A, E/A, Dt, IVRT değerleri, interventriküler septum kalınlıkları (IVSd, IVSs), sağ atrium (RA) ve sağ ventrikül (RV)'ün çapları istatistiksel anlamlı farklı bulundu. Hasta grubunda NT-proBNP ile Hız, QTd, FEV1, FVC, PCO2, PO2, SO2, LVEF %, A, E/A, Dt ve PAPmax arasında anlamlı korelasyon bulundu. Hasta grubunda QTd ile AKG ve Spirometre parametreleri arasında ilişki saptanmadı. Evre1?2 KOAH da NT-proBNP normal iken, Evre 3?4'ün %52'sinde artmıştıSonuç: Ağır KOAH'lı hastalarda sağ ventrikül yüklenmesinin değerlendirilmesinde plazma NT-proBNP konsantrasyonunun ölçülmesinin basit, kullanışlı ve non invaziv olarak değerli olabileceğini düşündük. Aim: We aimed to evaluate and show whether there are increasing cardiac arrithmias and extensions on QT dispersion (QTd) which is accepted as predictor of sudden death risk and also to show whether there is increase or not on N-Terminal pro brain natriuretic peptide (NT-proBNP) which is known as it increases when there is pressure and/or volume load on ventriculars. Furthermore, to see the effect of COPD to left ventricul diastolic functionwas one of our aims as well.Material - Method: 35 patients who have COPD and 29 individuals who are taken into control are evaluated in this study. ECG, echocardiography (ECHO), spyrometer, arterial blood gas (ABG) and NT-proBNP are studied.Findings: In comparison of patient and control groups; heart rate, QTc, QTd, RR, LVEF %, E, A, E/A, Dt, IVRT values, interventricular septum diameters (IVSd, IVSs), right atrium (RA) and right ventricul (RV)?s diameters were found statistically significantly different. Significant correlation between NT-proBNP and heart rate, QTd, FEV1, FVC, PCO2, PO2, SO2, LVEF %, A, E/A, Dt, PAPmax is found in the patient?s group. There is no determination found between QTd and ABG, spyrometer in the patient?s group. While NT-proBNP is in normal level in stages 1-2 of COPD patients, it was determined that NT-proBNP was increased by %52 in stages 3-4Conclusion: In evaluation of heavy COPD patients, we think that measurement of plasma NT-proBNP might be valuable as it is an easy, useful and non-invasive measurement. 98
- Published
- 2008
42. Pulmoner tromboemboli tanısında klinik olasılık testlerinin ventilasyon/perfüzyon sintigrafisi ve/veya pulmoner bt anjiografi bulguları ile karşılaştırılması
- Author
-
Tüfek, Yasemin, Çildağ, Orhan, Göğüs Hastalıkları Ana Bilim Dalı, and Adnan Menderes Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı
- Subjects
Göğüs Hastalıkları ,Chest Diseases - Abstract
Pulmoner tromboemboli (PTE) belirti ve bulguların spesifik olmaması nedeniyle antemortem klinik tanısı oldukça güç bir hastalıktır. Tedavisiz bırakıldığı takdirde mortalite oranı %30'a kadar yüksek olabilir, ancak tedaviyle bu oran %3-10'a kadar düşmektedir.Çalışmamızda PTE tanısında klinik belirti ve bulgular , arteryel kan gazı, D-dimer gibi laboratuvar bulguları ile göğüs grafisi, transtorasik ekokardiyografi, alt ekstremite venöz Doppler ultrasonografi, SBTPA, V/Q sintigrafisi gibi görüntüleme yöntemlerinin bulguları değerlendirildi.Çalışmamıza 49 PTE olgusu alındı. PTE olguları risk faktörleri açısından değerlendirildiğinde en fazla saptanan risk faktörü yaştı ve olguların çoğunu yaşlı popülasyon oluşturmaktaydı. Olgularımızın başvuru semptomlarını değerlendirdiğimizde en fazla nefes darlığı( %93,9) ve yan ağrısı( %59,2) şikayetleriyleriyle başvurdukları görüldü. Diğer semptomlardan çarpıntı ve hemoptizi sırasıyla %46,9 ve %12,2 oranında izlendi.Hastalar ilk başvurularında Wells ve Cenevre skorlama sistemleri kullanılarak düşük, orta ve yüksek klinik olasılık grublarına ayrıldılar. PTE olgularının Wells skoruna göre %18,4'ü (n=9) düşük, %53,1'i (n=26) orta, %28,6'sı (n=14) yüksek klinik skorlamaya sahipken, Cenevre skoruna göre %8,2 (n=4) `si düşük, %75,5 (n=37)'i orta, %16,3 (n=8)'ü yüksek klinik skorlamaya sahipti. Olguların her iki klinik skorlama yönteminde de çoğunluğu orta klinik olasılığa sahipti. D-dimer testi olarak lateks agglutinasyon yöntemi kullandığımız için ileri inceleme gerektiren olgulardı. D-dimer'in normal eşik değerinin (500 ng/ml) altındaki düzeylerde olması PTE tanısını dışlamak için faydalı bir test olarak önerilmektedir. PTE açısından klinik olasılık sınıflaması, ELİSA yöntemi ile yapılan D-dimer ölçümünü izleyen SBTPA ve venöz DUS ile %99 oranında PTE tanısı konur veya dışlanır. Olgularımızın AKG' ları incelendiğinde %6.1'inde AKG incelemesi normaldi.Bu nedenle AKG incelemesi normal olan hastalarda PTE tanısı dışlanamaz. PTE hastalarında göğüs grafi bulguları değerlendirildiğinde, olgularımızın %14,2 (n=7) sinde normal göğüs grafi bulguları mevcuttu.Ekokardiyografi yapılan olgularda en sık saptanan bulgu %56,8 oranında PAB yüksekliği (>18 mmHg), ikinci sıklıkta ise triküspit kapak yetmezliği (%52,3) idi. Olgularımızın %40,9' u ise normal EKO bulgularına sahipti.Çalışmamızda derin ven trombozuna ait klinik semptomlar olguların %28,6' sında (n=12) mevcuttu. DVT klinik semptomları olan hastaların da %85,7' sinde venöz doppler USG' de trombüs izlenmişti ve bu istatiksel olarak anlamlıydı (p 18 mmHg) followed by tricuspid regurgitation (52.3%). 40.9% of the patients had normal echocardiography findings.Clinical symptoms of deep vein thrombosis (DVT) were present in 28.6% (n = 12) of the patients in the current study. Thrombus was observed on venous Doppler USG in 85.7% of the patients with clinical symptoms of DVT and this was statistically significant (p < 0.05). Thrombus was present on venous Doppler USG in 20% (n = 7) of the patients without clinical symptoms of DVT.Objective of the second step in the diagnostic algorithm is making diagnosis of PTE using non-invasive diagnostic tests. For this purpose, SBTPA or V/Q scanning may be used. When the results of perfusion scanning in the patients with PTE, majority of the patients was in the groups of either moderate (45%) or high (50%) probability. Diagnoses of the patients with perfusion scanning of moderate probability were confirmed by SBTPA.Findings of PTE on pulmonary computerized tomography (BT) are in the form of vascular changes, and parenchymal and pleural changes. Of the vascular changes, the most reliable one is intraluminal filling defect. In the present study, of the vascular changes the most common one was intraluminal filling defect in 53.8% of the patients (n = 21). The most common parenchymal changes is pleural based, wedge shaped parenchymal consolidation. The most common parenchymal finding in the present was pleural effusion with a rate of 33.33%(n = 13). Of the other parenchymal findings, pleural based, wedge shaped consolidation and atelectasis were seen in 20.5% (n = 8) and 12.8% (n = 5) of the patients, respectively.In conclusion, diagnostic efficiency and importance of Geneva and Wells scoring systems in determining the severity of PTE were investigated in the patients in whom diagnosis of PTE was made using SBTPA and/or V/Q scanning. The final algorithms designed by the diagnostic investigations demonstrated that diagnosis of PTE might be made reliably based on clinical probability, D-dimer and SBTPA results without necessity of invasive methods. 73
- Published
- 2008
43. The evaluated cases at the smoking cessation clinic in Dicle University Faculty of Medicine
- Author
-
Sürmeli, Cemile Dilşah, Akyıldız, Levent, Göğüs Hastalıkları ve Tüberküloz Anabilim Dalı, Dicle Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları ve Tüberküloz Anabilim Dalı, and Sürmeli, Cemile Dilşah
- Subjects
Sigarayı bırakma ,Göğüs Hastalıkları ,Chest Diseases ,Sigara ,Sex ,Cinsiyet ,Smoking cessation ,Cigarette - Abstract
Amaç: Bu çalışmanın amacı, bölgemizde sigara bırakma polikliniğine başvuran hastaların demografik özelliklerini incelemek, sigara kullanımını etkileyen faktörleri, sigara bırakmayı deneyenlerde en sık karşılaşılan zorlukları, nikotin bağımlılık düzeyini, anksiyete ve depresyon skorunu belirlemektir. Gereç ve Yöntem: Aralık 2006-Nisan 2008 tarihleri arasında sigara bırakma polikliniğine başvuran 135 olgu çalışmaya alındı. Sonuç: Çalışmaya katılan 135 olgunun 86’sı (% 63.7) erkekti. Hastaların 54’ü (% 40.0) üniversite mezunuydu. 28 hasta (% 20.8) doktor önerisi ile başvurmuştu. Cinsiyet ile sigarayı ilk içme yaşı arasında anlamlı ilişki bulundu (p=0.021). Sigaraya başlama nedeni en sık (% 52.9) özenti idi. Hastaların % 51.1’i 20 paket/yıl ve üzerinde sigara tüketmişlerdi. Cinsiyet ile günde içilen sigara miktarı (p=0.029) ve sigara tüketimi (p
- Published
- 2008
44. Kliniğimizde 2000-2005 yılları arasında yatırılan pulmoner tromboemboli tanılı hastaların retrospektif değerlendirilmesi
- Author
-
Abakay, Özlem, Topçu, Füsun, Dicle Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları ve Tüberküloz Anabilim Dalı, Abakay, Özlem, and Göğüs Hastalıkları ve Tüberküloz Anabilim Dalı
- Subjects
Tanı ,Göğüs hastalıkları ,Chest diseases ,Pulmoner tromboemboli (PTE) ,Pulmonary thromoembolism - Abstract
G. ÖZETGiriş: Pulmoner tromboemboli (PTE) sık oluşan, ancak tanısında halen güçlükleryaşanmaktadır. Tedaviyle yüksek mortalitesi azaltılabilen bir hastalıktır. PTE tanısında ilkadım klinik olasılığın saptanmasıdır.Amaç: Çalışmamızda kliniğimizde kullanılan tanı algoritmasını değerlendirmek, tanımetodlarının duyarlılığını araştırmak, uygulamalardaki yanlışlıkları tespit etmek ve bunagöre yeni bir tanı algoritması oluşturmayı tasarladık.Materyal ve Metod: Çalışmaya kliniğimizde Ocak 2000 ile Aralık 2005 arasındayatırılarak takip edilen 108 PTE olgusu alındı. Olguların tedavi öncesi klinik velaboratuvar verileri incelendi. Hastaların klinik olasılıkları Hyers klinik skorlamasistemiyle belirlenmişti. Dosya verilerine dayanılarak ayrıca Wicki ve Wells klinik olasılıkskorlama sistemleriyle de klinik olasılıkları belirlendi ve 3 sistem arasında karşılaştırmayapıldı.Bulgular: Vakaların 54(% 50)'ü erkek, 54(% 50)'ü kadın ve ortalama yaş erkeklerde47.9±17.2, kadınlarda 50.5±18.4 yıldı. Klinikte ortalama yatış süresi 14.7 gün, semptomsüresi ortalama 3.5 gün, tanıya kadar geçen süre ortalama 5.59 gün olarak saptandı ve herüç parametre açısından da orta ve yüksek klinik olasılıklı gruplar arasındaki farkanlamlıydı(p0.05). En yüksek uyum katsayısı Wells-Hyers arasında saptandı( rwells-hyers =0.285).Sonuç: Wells klinik skorlama sisteminin kliniğimizde kullanılan Hyers sistemine alternatifolabileceği düşünüldü. Yüksek D-Dimer düzeyleri ile massif PTE arasında bir ilişkiolduğu görüldü ve massif emboliyi vurgulayan markırlar arasında yer alabileceğidüşünüldü .99 H. SUMMARYThe Retrospective Evaluation of Patients With Pulmonary Thromoembolism ThatWere Hospitalised Between The Years of 2000- 2005Introduction: Pulmonary thromboembolism (PTE) is a common disease but there is stilsome difficulties in its diagnosis and it has a high mortality. However this mortality can bereduced by the initiation of treatment. The first step in the diagnosis of PTE is theevaulation of clinical probability.Aim: In this study we aimed to evaluate the diagnostic algorithm of PTE that is used inour clinic and to the determine the sensitivity of diagnostic methods and also the errors inpractice. By these evaluations, we decided to develop a new diagnostic algorithm.Material and Method: 108 patients with PTE were enrolled in this study which weretreated between January 2000 and December 2005. Pretreatment clinical and laboratorycharacteristics of these patients were evaluated. Clinical probabilities were determinedaccording to ?Hyers Clinical Score System?. Clinical probability was also determinedaccording to ?Wicki and Wells Clinical Score Systems?, by using datas obtained frommedical reports.Results: In the study population, there was 54 (50%) males and 54 (50%) females with themean ages of 47.9 ± 17.2 for males, 50.5 ± 18.4 for females. The mean hospitalizationperiod was 14.7 days, the mean symptom period was 3.5 days, the mean diagnostic timewas 5.59 days, statistically significant differences were observed between these threevalues of intermediate and high clinical probability groups (p0.05). Thehighest harmony was determined between Wells and Hyers .Conclusion: It was determined that ?Wells Clinical Score System? may be an alternativeto Hyers system that was used in our clinic. It was also found there was an associationbetween the high D-Dimer levels and massive pulmonary embolism and it may beconsidered among predictive markers of it.100 105
- Published
- 2007
45. Diyarbakır 1 Nolu Verem Savaş Dispanserinde kayıtlı tüberküloz hastalarının ve yakın temaslılarının değerlendirilmesi
- Author
-
Abakay, Abdurrahman, Coşkunsel, Mehmet, Göğüs Hastalıkları ve Tüberküloz Anabilim Dalı, Dicle Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları ve Tüberküloz Anabilim Dalı, TR165973, and Abakay, Abdurrahman
- Subjects
Tanı ,Tüberküloz ,Verem savaşında hedefler ,Göz Hastalıkları ,Eye Diseases ,Tedavi ,Verem savaşının örgütlenmesi ,Tuberculosis ,Halk sağlığı - Abstract
G. ÖZET Yakın temaslılarda tüberküloz hastalığının gelişiminin önlenmesinde ilaçla koruma tedavisi önemlidir.TB hastalarının yakın temaslıları bu açıdan dikkatli şekilde taranmalıdır.Bu çalışmamızda Diyarbakır 1 nolu verem savaş dispanserinde kayıtlı 360 TB hastası ve 1986 yakın temaslısının kayıtlarını retrospektif olarak inceledik. Kaynak vakaların 218(%60.6)'i erkek,142(%39.4)'i kadın ve ortalama yaş 31.5Ü6.1 yıl idi.Kaynak vakaların tanı esnasında yaptıkları ilk başvuru muayenesinin nedenleri incelendiğinde en sık 280 (%77.8) kişi ferdi muayene talebiyle, ikinci sırada temaslı muayenesi amacıyla 74(%20.6) başvurduğu saptandı. Kaynak vakaların BCG ve PPD test kayıtları incelendiğinde 320(%88.9) vakada dosyada herhangi bir kayıt tutulmadığı saptandı.Kayıt oranının çocuklarda %77.2,erişkinlerde ise % 1.9 olarak saptandı. Kaynak vakaların 270(%75)'inin akciğer tüberküloz, 90(%25)'ının akciğer dışı tüberküloz olduğu saptandı Akciğer tüberküloz vakaların 172(% 63.7)'i yayma pozitif, 98(% 36.3)'i yayma negatif olduğu saptandı.VSD tarafından tanı konulan 90 vaka tanı konma yöntemleri açısından incelendiklerinde % 64.4 'üne bakteriyolojik yöntemlerle,%35.6'ına bakteriyolojik olmayan yöntemlerle tanı konduğu saptandı.VSD'ce bakteriyolojik olmayan yöntemlerle tanı alan hastaların (32 vaka ) dosyalan incelendiğinde 15(%46)'inde ayırıcı tanı olanağı olan merkezlerce tüberküloz tanısı dışlanıp tedavinin kesildiği saptandı.Tüm kaynak vakalar verilen tedavi rejimleri veya bu tedavilerin uygulanma sürelerinin tespiti açısından incelendiğinde 56(%15.6) vakada bazı yanlışlar yapıldığı saptandı. Yayma pozitif akciğer tüberküloz vakalarında kür oranı % 40.7 olarak saptandı. Yakın temaslı vakaların 948(%47.8)'i erkek,1038(% 52.2)'i kadın ve ortalama yaş 20.2±16.9 yıldı.Kaynak vaka başına ortalama 5.51 ± 2.96 adet yakın temaslı kaydedildiği saptandı.Kaydedilen yakın temaslıların 596(%30)'ında tarama muayenesi yapılmadığı saptandı. Taraması yapılan 1390 temaslının; 264(%18.9)'üne ilaçlı koruma verildiği, 32(%2.3)'ine tüberküloz tanısı konulduğu, 92(% 6.7)'ine BCG yapıldığı, 14(% l.l)'üne ikinci bir kontrol muayenesi önerildiği saptandı. Ulusal tüberküloz kılavuzunda geçen endikasyonlara göre ilaçlı koruma tedavisi verilmesi gerekirken verilmeyen 631(%45.4) yakın temaslı saptandı. Sonuç: VSD hizmetlerinin bir kısmında (özellikle de ilaçlı koruma konusunda) önemli eksiklikler saptandı.Bunların giderilmesinde ulusal programın tam uygulanması ve eğitim çabalarının artırılmasının gerektiği düşünüldü. 74 H. SUMMARY The preventive chemothreapy is important for preventing of tuberculosis in the close contacts.This regard the close contacts of tuberculosis patients are evaluated carefuly.In this study we investigated retrospectively 1986 close contacts of 360 tuberculosis patients who registered Diyarbakır No. 1 Tuberculosis Control Dispensary. In the tuberculosis patients, the mean age 31.5±16.1 years, 218(%60.6) cases were male and 142(%39.4) cases were female.Examinations reasons of tuberculosis patients were as 280 (%77.8) and 74(%20.6) individual examination and close contact examination,respectively.It was determinated that BCG and PPD results were not recorded in 320(%88.9) tuberculosis patients.Record rate was determinated as %77.2 and %1.9 that children and adults,respectively.It was found that index cases were as %75 of pulmonary tuberculosis and %25 extra pulmonary tuberculosis.Pulmonary tuberculosis cases were as %63.7 of smear positive % 36.3 of smear negative.90 cases diagnosed by Diyarbakır No.l Tuberculosis Control Dispensary were investigated in order to the determination of diagnostic metods.The cases were as %64.4 of bacteriological metods and %35.6 nonbacteriological metods.The false diagnosis was determinated in the 15 cases of patients used nonbacteriological metods.Treatment errors were found in the 56 cases of all tuberculosis patients. In the close contacts, the mean age 20.2±16.9 years, 948(%47.8) cases were male and 1038(% 52.2) cases were female.lt was found that mean 5.51 ± 2.96 close contacts per a tuberculosis patient were recorded. It was found that examination was not made in the 596(%30) cases of close contacts.The number of examinated cases of close contacts was 1390.Examination results in the examinated cases were as fallows respectively: preventive chemothreapy was applied in 264(%18.9) of the cases; active tuberculosis disease were determinated in 32(%2.3) of the cases; BCG was applied in 92(% 6.7) of the cases;second control examination was suggested in 14(% 1.1) of the cases.Preventive chemothreapy should be applied in 631(%45.4) of the examinated close contacts according to National Tuberculosis Guideline.However,it was found that preventive chemothreapy was not applied. Conclusion: Some defects were established in the care of tuberculosis control dispensary. It is thought the defects can be corrected by means of the application National Tuberculosis Guideline and the increasing education activities. 75 82
- Published
- 2005
46. The comparison of three methods (HRCT, spyrometry, CEP) in the assesment of lungs in malign pleural mesothelioma
- Author
-
Tanrıklulu, Abdullah Çetin, Şenyiğit, Abdurrahman, Göğüs Hastalıkları ve Tüberküloz Anabilim Dalı, Dicle Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları ve Tüberküloz Anabilim Dalı, and Tanrıklulu, Abdullah Çetin
- Subjects
Tanı ,Evreleme ,Göğüs Hastalıkları ,Tedavi ,Chest Diseases ,Solunum fonksiyon testleri ,MPM (Malignant Pleural Mesothelioma) - Abstract
ÖZET MPM nadir görülen bir malignitedir ve plevral yüzeydeki mezotel hücrelerinden kaynaklanır. Asbest teması nedeniyle bölgemizde yaşayanlarda MPM insidansı yüksektir. Bölgemizde asbest dağlık bölgelerden çıkarılmaktadır. Hem satılmakta hem de duvar, çatı badanalarında kullanılmaktadır. Ocak 2001 -Nisan 2004 yılları arasında kliniğimiz ve Göğüs Cerrahi kliniğinde takip edilen 20 MPM hastası ve kronik bir hastalığı olmayan, asbest teması olmayan 20 kontrol vakası çalışmaya alındı. Hastalara tanı konma şekilleri ve plevral mayi sitolojileri incelendi. Ayrıca akciğer grafîsi, solunum fonksiyon testleri, Toraks BT ve YRBT tetkikleri yapıldı. Hasta ve kontrol grubuna nükleer tıp ABD 'da Tc 99m DTPA aerosol sintigrafisi uygulanarak KEP değerleri hesaplandı. Hasta grupta 5 (% 25) kadın, 15 (% 75) erkek varken, kontrol grubunda 14 (% 70) erkek ve 6 (% 30) kadın vardı. Yaş ortalaması hasta grupta 52.5 ± 14.9 (22-82), kontrol grubunda 48,6 ± 9,7 idi. Hastalardan 17'sinin (% 85) asbest teması mevcuttu. Tomografik olarak en sık saptanan bulgular PE 18 (% 90), PK 17 (% 85) ve atelektaziydi 9 (%45). Hasta grupta KEPsol % 0,727 dakika`1, KEPsağ % 1,008 dakika`1 ve ortalama KEP % 0,872 dakika`1, kontrol grubunda KEPsol % 1,272 dakika`1, KEPsağ % 1,227 dakika`1 ve ortalama KEP % 1,250 dakika'1 olarak saptandı. Bu KEP değerleri istatistik! açıdan önemli oranda hasta grupta düşüktü. Toraks BT'de PE, Difüz PK ve Nodüler PK saptanan hastalarla kontrol grubu ortalama KEP değerleri istatistiksel olarak anlamlı şekilde farklıydı. YRBT' de akciğer fıbrozisi saptanan hastalarla kontrol grubu ortalama KEP değerleri arasında önemli bir fark saptanmadı. Hastaların solunum fonksiyon testleriyle KEP değerleri de karşılaştırıldı, bu iki grup arasında da istatistiksel olarak önem taşımayan bir ilişki saptandı. MPM hastalarında meydana gelen difüz PK ve PE sonucu pulmoner epitelyal permeabiltenin önemli derecede azaldığı ve Tc 99m DTPA aerosol sintigrafisinin lezyonların yaygınlığını göstermede faydalı bir parametre olduğu düşünüldü. 58 ABSTRACT MPM (Malignant pleural mesothelioma) is a malign disease and seen rarely. MPM originates from mesothelial cells which are on pleural surface. Incidence of MPM is high in this area due to contacting to asbestos. Asbestos is mined from area of mountains. Asbestos have been sold for wall and roofs whitewash. 20 patients with asbestosis and 20 patients without contacting asbestos and any chronic disease were enrolled in this trial from our clinic and clinic of thorax surgery from January 2001 to april 2004. Methods of diagnosis and pleural liquid cytology were examined. Lung x- ray, respiratory functioning tests, thorax CT, and HRCT (High-resolution computed tomography) were done. Tc 99m DTPA aerosol syntigraphy was performed for calculating CEP' s (Capillary epithelial permeability) results. Patient group consist of 5 (% 25) women, 15 (%75) men and 14 (%70) men, 6 (%30) women were in healthy group. Average age was 52.5 ± 14.9 (22-82) in patient group and 48,6 ± 9,7 in healthy group. Contacting of asbestos was present in 17 (%85) patients. PE (Pleural effusion) inl8 (% 90) patients, PT (Pleural thickening) in 17 (%85) patients, and atelectasis in 9 (%45) patients were the common signs in CT. CEPleft was % 0,727 minute`1, CEPright was % 1,008 minute`1 and average CEP was % 0,872 minute`1 in patient group, CEPleft was % 1,272, minute`1, CEP right % 1,227 minute`1 and average CEP was % 1,250 minute`1 in healthy group. CEP's signs were very lower in patients group than healthy group. Patients with, diffuse PT and nodular PT in CT was differing from healthy patients about average CEP results. Patients with lung fibrosis in HRCT were not differing from healthy patients about average CEP's results. We compare respiratory functioning tests and CEP's results and saw that there was a low relationship between them. It was thought that result of the diffuse PE and PT caused importantly reduced pulmonary permeability in MPM. Tc 99m DTPA aerosol sintigraphy.is a useful tool to show amount of lesions. 59 77
- Published
- 2004
47. Diyarbakır kırsal bölgesinde astım, allerjik rinit, allerjik konjoktivit ve atopik dermatit prevalansı: İki basamaklı epidemiyolojik çalışma
- Author
-
Hizli, Nermin, Bayram, Hasan, Dicle Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları ve Tüberküloz Anabilim Dalı, Hızlı, Nermin, and Göğüs Hastalıkları ve Tüberküloz Anabilim Dalı
- Subjects
Allergy ,Göğüs Hastalıkları ,Smoking ,Chest Diseases ,Pet- ownership ,Prevalans ,Dermatitis ,Conjunctivitis ,Astım ,Evde hayvan besleme ,Asthma ,Dermatit ,Allerji ,Isınma şekli ,Konjoktivit ,Prevalence ,Sigara ,Rinit ,Rhinitis ,Heating system - Abstract
ÖZET Amaç: Diyarbakır kırsalında yaşayan 15 yaş üzeri yetişkinlerde astım ve diğer alerjik hastalıklarının prevalansını ve ev iç ortamındaki risk faktörlerinin etkisinin araştırılması. Metot: Çalışma iki basamaklı olarak yürütüldü. Birinci basamağında Avrupa Solunum Sağlığı Topluluğu tarafından hazırlanan (ECRHS) anketi temel alınarak hazırlanan anketler öğrenciler aracılığıyla iletilerek, ebeveynleri ve yakınları tarafından dolduruldu. Dağıtılan 1300 adet anketten 1155 (%88.8) tanesi geri döndü. İkinci basamakta kliniğimize mektup ve telefonla davet edilen 107 kişiye solunum fonksiyon testleri, cilt prik testi, total IgE ölçümü, solunum sistemi muayenesi, ile gerekli görülen katılımcılara, cildiye, kulak burun boğaz ve göz muayeneleri yapıldı. Bulgular: Son 12 aydaki vizing prevalansı %47,4 ve soğuk algınlığı olmadan vizing oranı %26,4 olarak bulundu. Doktor tanılı astım prevalansı ise %7,5 idi. Son 12 ayda göğüste sıkışma, dispne ve öksürükle uyandığını belirten katılımcıların prevalansı sırasıyla %32,4, %32,8 ve %46,8 olarak gözlendi. Bundan başka, allerjik rinit ve fleksural egzema ile ilgili yakınmaları olan katılımcıların prevalansı sırayla %39,7 ve %24,3 olarak saptandı. İki cins karşılaştırıldığında sonuçlar açısından kadın ve erkekler arasında anlamlı bir fark bulunamadı. Son 12 ayda vizing, evde hayvan besleyenlerde (%56,8), sigara içenlerde (%57.2) ve ısınmak için evde elektrik kullananlarda (%61,7), hayvan beslemeyenlere (%41, p
- Published
- 2004
48. Çevresel asbest temasında kapiller epitelyal permeabilite ile yüksek rezolüsyonlu bilgisayarlı tomografi ve solunum fonksiyon testlerinin korelasyonu
- Author
-
Eren Dağlı, Canan, Işık, Recep, Göğüs Hastalıkları ve Tüberküloz Anabilim Dalı, Dicle Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları ve Tüberküloz Anabilim Dalı, and Eren Dağlı, Canan
- Subjects
Göğüs Hastalıkları ,Chest Diseases ,Çevresel asbest teması ,Fibrosis ,Kapiller epitelyal permeabilite ,Capillary epithelial permeability ,Environmental asbestos exposure - Abstract
ÖZET Asbestli toprağın kullanımına bağlı çevresel asbest teması bölgemizde önemli bir sağlık sorunudur. Çalışmamızdaki amacımız, çevresel asbest temasında oluşabilecek pulmoner epitelyal permeabilite değişikliğini göstermek ve kapiller epitelyal permeabilite (KEP) değeri ile solunum fonksiyon testleri (SFT) ve yüksek rezolüsyonlu bilgisayarlı tomografi (YRBT) bulguları arasındaki korelasyonu incelemektir. Çalışmaya asbestli toprağı kullanma hikayesi olan toplam 47 kişi, kontrol grubuna ise toplam 22 kişi dahil edildi. Çalışma grubuna, YRBT, SFT ve Tc 99-m DTPA ile dinamik aerosol inhalasyon sintigrafisi çekilirken, kontrol grubuna ise SFT ve Tc-99m DTPA aeresol inhalasyon sintigrafisi çekildi. Akciğer membran permeabilitesinin bir indeksi olan dakikalık aktivite azalma yüzdesini ifade eden kapiller epitelyal permeabilite (KEP) değeri hesaplandı, istatistiksel analizler için `Independent t testi`, `Mann Whitney testi`, `Ki-kare testi` kullanıldı ve p< 0.05 olması istatiksel olarak anlamlı kabul edildi. Plevral plak, YRBT'de en sık görülen lezyon olarak saptandı. KEP ortalama değeri, kontrol grubuna göre anlamlı düşük bulundu (p=0.003). YRBT'de lezyon saptanmayan olguların ortalama KEP değeri, kontrol grubuna göre anlamlı düşük saptandı (p=0.012). YRBT'de lezyon saptanmayan olgular ile herhangi bir lezyon saptanan olgular arasında ise KEP değeri istatistiksel olarak anlamlı farklı bulunmadı (p=0.9). Plevral plak ve plevral kalsifikasyonun da KEP değerini kontrol grubuna göre anlamlı olarak düşürdüğü gözlendi. Asbest temas süresi ile KEP değeri arasında korelasyon saptanmazken, temas süresi ile FEV1, FVC, FEF25-75, FEV1% ve FVC% arasında negatif korelasyon saptandı. Interstisyel fibrozisin SFT'de restriktif patern ve küçük hava yollarında disfonksiyon oluşturduğu saptandı. Nefes darlığı semptomu interstisyel fibrozis olanlarda olmayanlara göre anlamlı farklı bulundu (p-0.007). Sonuç olarak; çevresel asbest temasında KEP değerinin önemli derecede azaldığı, radyolojik olarak herhangi bir değişiklik görülmeden önce KEP'in etkilenebileceği ve erken dönemdeki fibrozisi göstermede noninvazif hassas bir parametre olabileceği saptandı. Geniş serili epitelyal permeabilite çalışmalarının, asbeste bağlı fibrozis patogenezi açısından ve fibrozisi göstermede erken bir prediktör olup olamayacağı konusunda yararlı olacağını düşünmekteyiz. Anahtar sözcükler: Kapiller epitelyal permeabilite, çevresel asbest teması, fibrosis 65 SUMMARY Environmental asbestos exposure due to usage of asbestos-containing soil is a serious health problem in our region. The aim of our study is to show alterations of pulmonary epithelial permeability in environmental asbestos exposure and investigate the correlation of Capillary Epithelial Permeability (CEP) with Pulmonary Function Tests (PFT) and High Resolution Computed Tomography (HRCT) findings. Total of 47 cases having a history of usage of asbestos-containing soil and 22 healthy people for control group were included to the study. HRCT, PFT and dynamic Tc-99m DTPA aerosol scintigraphy were performed to all cases. CEP, as the percentage of decreasing activity per minute, which is an index of pulmonary membrane permeability was calculated. Statistical analysis was done by `Independent t test`, `Mann Whitney test` and `chi-square test`, p
- Published
- 2004
49. Aktif ve inaktif akciğer tüberkülozlu erişkin populasyonda atopi ve çevresel faktörler
- Author
-
Durak, Dilek, Işık, Recep, Dicle Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları ve Tüberküloz Anabilim Dalı, Durak, Dilek, and Göğüs Hastalıkları ve Tüberküloz Anabilim Dalı
- Subjects
Göğüs hastalıkları ,Tüberküloz ,Chest Diseases ,Atopic diseases ,Atopik hastalıklar - Abstract
ÖZET Atopik hastalıklar poligenik kalıtımla geçen hastalıklardır ve immünopatogenezindeki baskın hücre yanıtı Th2 hücre yanıtıdır. Bu yanıtın oluşumunda çok sayıda genle birlikte, çevresel faktörlerin etkileşiminin sorumlu olacağı düşünülmektedir. Bu çevresel faktörler, TB ve viral enfeksiyonlar, aşılar, sigara içimi, hava kirliliği, köy yaşamı, hayvan maruziyeti, beslenme, ısınmada kullanılan yakıt gibi faktörlerdir. TB hastalığı sırasında oluşan Thl hücre yanıtı ile; Th2 hücre ve Tip 2 sitokin yanıtı baskılanır. Böylece atopik hastalıkların gelişimi önlenmiş olur. Bizde bu görüş doğrultusunda TB hastalığı olan olgularda atopinin görülme sıklığım araştırdık. Çalışmaya toplam 257 olgu alındı. Bu olgular üç gruba ayrıldı. 81 'i aktif akciğer TB'lu; aktif grup, 89'u inaktif akciğer TB'lu; inaktif grup, 87'i aktif ya da inaktif TB hastalığı olmayan kontrol grubu idi. Olguların isim, yaş, cinsiyet, sigara öyküleri sorgulandı, tam kan, PA-AC grafisi, t-IgE (N Latex Ig E mono kiti, Behring Nephelometer Systems) tetkikleri istendi. Olgulara ECRHS anketinin modifiye şekli ve cilt prick testi uygulandı. Sonuçlan kaydedildi. Aktif olguların t-IgE ortalama değeri; 49.70 IU/ml (4-416 IU/ml), inaktif olguların ortalama değeri; 128.94 IU/ml (12-806 IU/ml), kontrol grubunun ortalama değeri; 117.39 IU/ml (11-847 IU/ml) idi. Aktif olguların 10'unda (%12.3), inaktif olguların 33'ünde (%37.1), kontrol grubunun ise 27'sinde (%31.0) cilt testi (Cilt Prick Test) pozitif saptandı. Aktif olguların 12'sinde (%14.8), inaktif olguların 34'ünde (%38.2), kontrol grubundaki olguların 28'inde (%32.2) atopik öykü mevcuttu. Tüm bu istatistik verileri sonucunda; aktif olgulardaki t-IgE düzeyi, atopik öykü ve cilt testi pozitiflik oranlarını inaktif ve kontrol grubuna göre anlamlı olarak daha düşük bulduk (p0,05). Sonuçta, aktif akciğer TB'lu olgularımızda t-IgE ortalama değeri, atopik öykü ve cilt testi pozitifliği oranının, kontrol ve inaktif gruptaki olgulara göre anlamlı düşük bulunması; aktif TB hastalığının atopik hastalıkları önleyebileceği görüşünü desteklemektedir. 30 SUMMARY Atopic diseases are the diseases which pass with polygenetics and the dominate cell response in immunopathogenesis is Th2 cell response. It is considered that in the reveal of this response a lot of genes and enviromental factors are responsible. This enviromental factors are including tuberculosis and viral infections, vaccinates, cigarette smoking, air pollution, village life, diet, fuel which is used for heating etc. Thl cell response which occurs during tuberculosis disease, which is stimulated by Th2 cell and type 2 cytokine response is inhibited. So, the development of atopic diseases is prevented. According to this view, we searched the frequency of atopy in adult populations who have active and inactive tuberculosis. A total of 257 subjects were included in the study. Patients were divided in three groups. Group 1; 81 subjects with proven active pulmonary tuberculosis, Group 2; 89 subjects with inactive pulmonary tuberculosis, Group 3; 87 of them was a control group who have no active or inactive tuberculosis infections. We asked for all subjects the names, the ages, the cigarette histories and we planed to search total blood cell count, chest X-ray and total IgE (measured by the Behring Nephelometer Systems) level was measured. The modified form of the ECRHS Questionnaire and skin prick test were performed. Results were recorded. Geometric means of t-IgE level were in the active group; 49.70 IU/ml (4-416 IU/ml), in the inactive group; 128.94 IU/ml (12-806 IU/ml), in the control group; 117.39 IU/ml (11-847 nj/ml). Ten patients(12.3%) in the active group, 33 patients (37.1%) in the inactive group and 27 patients (31.0%) in the control group skin prick test was positive. Twelve patients (14.8%) in the active group, 34 patients (38.2%) in the inactive group and 28 patients (32.2%) in the control group had atopic disease history. When the statistical analysis was evaluated it was found out that the geometric means of t-IgE levels, atopic disease history and positive skin pnck test rates were significantly lower in patients with active groups than patients with inactive and control groups.( pO.001) When we searched the enviromental factors with atopy relationships in active, inactive and control groups, no significant difference in cigarette smoking, living in urban or rural areas during childhood and heating with wood, coal or central heating during childhood. As a result; geometric means of t-IgE level, atopic history and positivity skin prick test rate in active groups were significantly less than inactive and control groups. It supports the view that active TB disease may prevent atopic diseases. 31 36
- Published
- 2003
50. Astım Hastalarında Tedavinin Nitrik Oksit ve Asimetrik Dimetil Arginin Düzeylerine Etkisi
- Author
-
Mehtap Erdoğan, Mehmet Akdoğan, Sükeynet Aydin, Asuman Deveci Ozkan, Cahit Bilgin, Ayşe Erdoğan Çakar, Sakarya Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Tıbbi Biyokimya Anabilim Dalı, Sakarya Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Sakarya Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Tıbbi Biyoloji Anabilim Dalı, Yıldız Teknik Üniversitesi, Araştırma Planlama Bölümü, İstanbul, Türkiye, Sakarya Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Tıbbi Biyokimya Anabilim Dalı, and Sakarya Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı
- Subjects
business.industry ,Biochemistry and Molecular Biology ,Biyokimya ve Moleküler Biyoloji ,Medicine ,General Materials Science ,business ,Astım,ADMA,Nitrik Oksit,ELISA,Solunum Fonksiyon Testi - Abstract
Giriş ve Amaç: Asimetrik dimetilarjinin (ADMA) ve nitrik oksit (NO), etkilerini birlikte gösterirler, bu moleküller arasındaki denge hava yolu tonusunun ve fonksiyonunun sıkı düzenlenmesine katkıda bulunmaktadır. Çalışmamızda astım tedavisinin serum ADMA, NO, düzeylerine solunum fonksiyon testlerindeki (SFT) değişimlerine, Total IgE, hemogram düzeylerindeki değişiklikleri belirlemeyi amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntemler: Çalışmamızda astım tanısı konmuş 30 erkek/kadın hasta (40-60 yaş) ve benzer yaş grubunda 24 erkek/kadın kontrol grubu kullanılmıştır. Çalışmada tedavi öncesi ve sonrası hasta ve kontrol gruplarından serum ADMA, NO, Total IgE düzeylerine ELISA yöntemiyle ve hemogram düzeyleri ise otomatik kan sayım cihazında belirlenmiştir. Bulgular: Astımlı hastaların tedavi öncesi ve tedavi sonrası ADMA ve NO düzeyleri kontrol grubu ile arasında anlamlı fark bulunmuştur (p
- Published
- 2020
- Full Text
- View/download PDF
Catalog
Discovery Service for Jio Institute Digital Library
For full access to our library's resources, please sign in.