99 results on '"Özdel, Osman"'
Search Results
52. Travma sonrası stres bozukluğu
- Author
-
Ateşci, Feride Figen and Özdel, Osman İsmail
- Published
- 2006
53. Bir üniversite hastanesi psikiyatri polikliniği hastalarında psikiyatrik tanı ve tedavi: Bir yıllık geriye dönük araştırma
- Author
-
Tümkaya, Selim, Özdel, Osman, Değirmenci, Taner, and Oğuzhanoğlu, Kalkan Nalan
- Subjects
Psikiyatri ,Farmakoloji ve Eczacılık ,Psikoloji - Abstract
Amaç: Pamukkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Polikliniği'ne 1 yıllık süre içinde başvuran hastaların tanı dağılımlarının yaş ve cinsiyetle ilişkisinin araştırılması amaçlanmıştır. Yöntem: Ocak-Aralik 2002 tarihleri arasında polikliniğe başvuran hastaların kayıtlarının incelenmesi ile elde edilen veriler değerlendirildi. Bulgular: Hastaların %68.1'i kadın, %31.9'u erkekti. Yaş ortalaması 37:13±4.98 yıl olarak bulundu. Başvuruların %55i 37 yaş altındaydı. DSM-IV ölçütlerine göre, duygudurum bozuklukları %40.9, anksiyete bozuklukları %38.5, somatoform bozukluklar %11.4 ve psikotik bozukluklar %5.1 oranında izlenmiştir. Cinsiyet açısından, psikotik bozukluklar ve somatoform bozukluklar anlamlı olarak kadınlarda fazlaydı. Anksiyete bozuklukları, duygudurum bozuklukları ve somatoform bozuklukları 37 yaş üstü grupta daha sık izlenirken, psikoz 37 yaş altı grupta daha sıktı. Hastalara reçete edilen antidepresan ilaçlar arasında serotonin geri alım inhibitörleri ilk sırayı almaktaydı. Tartışma: Çalışmamızda başvuranların çoğu kadındı. Kadınların yüksek başvuru oranları, daha çok psikiyatrik yardım arama davranışıyla açıklanabilir. En sık konulan tanılar duygudurum ve anksiyete bozukluklarıydı. Bu hastalık gruplarının yaygın olduğu birçok araştırmada gösterilmiş olup, bulgularımız bu çalışmalarla uyumludur. Çalışmamızda, SSRI'ların ve a tipik antipsikotiklerin sık reçete edilmesi, diğer çalışmalarla benzer olarak kullanım kolaylıkları ve yan etkilerinin azlığı nedeniyle olabilir. Sonuç olarak, polikliniğimizde psikiyatri hizmetini kadın ve gençlerin daha fazla kullandıkları izlenmiş olup, duygudurum ve anksiyete bozukluğu olan hastalar daha yüksek oranda yardım arayışında bulunmuşlardır.
- Published
- 2005
54. Denge bozukluğu ve psikiyatri
- Author
-
Ateşci, Feride Figen, Özdel, Osman İsmail, Kapkın, E., and Oğuzhanoğlu, Nalan Kalkan
- Published
- 2005
55. The relationship between depression and anxiety levels and sexual satisfaction for natural and surgical menopause
- Author
-
Varma, Gülfizar Sözeri, Oğuzhanoğlu, Nalan Kalkan, Karadağ, Rukiye Filiz, Özdel, Osman, and Amuk, Tarkan
- Subjects
Kadın Hastalıkları ve Doğum ,Psikiyatri ,Psikoloji ,Kadın Araştırmaları - Abstract
Amaç: Bu çalışmada, doğal ve cerrahi menopozlu kadınların; depresyon ve anksiyete düzeyleri ile cinsel doyum açısından karşılaştırılması amaçlanmıştır. Yöntem: Pamukkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum polikliniğine başvuran 36 doğal, 35 cerrahi menopoz olmak üzere toplam 71 kadın çalışmaya alınmıştır. Doğal menopoz için en az bir yıldır adet görmeme, cerrahi menopoz için en az 3 ay önce bilateral ooferektomi yapılma koşulu aranmıştır. Değerlendirmede sosyodemografik veri formu, Hamilton Depresyon (HAM-D) ve Hamilton Anksiyete (HAM-A), Golombok Rust Cinsel Doyum Ölçeği (GRCDÖ) kullanılmıştır. Bulgular: Her iki grupta hafif düzeyde depresyon (doğal ve cerrahi menopoz sırasıyla 7.91 5.83, 8.11 6.88) ve anksiyete (doğal ve cerrahi menopoz sırasıyla 14.93 10.36, 13.49 10.58) tespit edilmiştir. Doğal ve cerrahi menopoz grupları arasında depresyon, anksiyete düzeyleri ile cinsel doyum puanları açısından farklılık olmadığı saptanmıştır (p>0.05). Korelasyon analizinde cerrahi menopoz grubunda cinsel doyumun depresyon ve anksiyete düzeylerinin olumsuz olarak etkilendiği belirlenmiştir (p
- Published
- 2005
56. Depressive symptomatology among university students in Denizli, Turkey: Prevalence and sociodemographic correlates
- Author
-
Bostanci, Mehmet, Özdel, Osman, Oguzhanoglu, Nalan Kalkan, Özdel, Lale, Ergin, Ahmet, Ergin, Nesrin, and Atesçi, Figen
- Subjects
Adult ,Male ,demography ,student ,Turkey ,data analysis ,prevalence ,Turkey (republic) ,regression analysis ,social behavior ,college student ,socioeconomics ,Risk Factors ,cross-sectional study ,Humans ,human ,Students ,Beck depression inventory ,risk ,psychological rating scale ,Psychiatric Status Rating Scales ,education ,psychological aspect ,Depression ,questionnaire ,article ,scoring system ,major clinical study ,counseling ,female ,Cross-Sectional Studies ,risk factor ,Socioeconomic Factors ,linear regression analysis - Abstract
Aim: To determine overall and subgroup prevalence of depressive symptomatology among university students in Denizli, Turkey during the 1999-2000 academic year, and to investigate whether sociodemographic factors were associated with depressive symptoms in university students. Methods: A stratified probability sample of 504 Turkish university students (296 male, 208 female) was used in a cross-sectional study. Data were obtained by self-administered questionnaire, including questions on sociodemographic characteristics and problem areas. The revised Beck Depression Inventory (BDI) was used to determine depressive symptoms of the participants. BDI scores 17 or higher were categorized as depressive for logistic regression analysis. Student t-test and linear regression were used for continuous data analysis. Results: Out of all participants, 26.2% had a BDI score 17 or higher. The prevalence of depressive symptoms increased to 32.1% among older students, 34.7% among students with low socioeconomic status, 31.2% among seniors, and 62.9% among students with poor school performance. The odds ratio of depressive symptoms was 1.84 (95% confidence interval [CI], 1.03-3.28) in students with low socioeconomic status and 7.34 (95% CI, 3.36-16.1) in students with poor school performance in the multivariate logistic model. The participants identified several problem areas: lack of social activities and shortage of facilities on the campus (69.0%), poor quality of the educational system (54.8%), economic problems (49.3%), disappointment with the university (43.2%), and friendship problems (25.9%). Conclusions: Considering the high frequency of depressive symptoms among Turkish university students, a student counseling service offering mental health assistance is necessary. This service should especially find the way to reach out to poor students and students with poor school performance.
- Published
- 2005
57. The relationship between depression and anxiety levels and sexual satisfaction for natural and surgical menopause
- Author
-
KARADAĞ, RUKİYE FİLİZ, VARMA, GÜLFİZAR, KALKAN OĞUZHANOĞLU, NALAN, ÖZDEL, OSMAN İSMAİL, and tarkan, amuk
- Published
- 2005
58. The efficacy of fluoxetine and a stop-start technique in the treatment of premature ejaculation and anxiety [6]
- Author
-
Oguzhanoglu, Nalan Kalkan., Özdel, Osman., and Aybek, Zafer.
- Subjects
Adult ,Male ,sildenafil ,letter ,Anxiety ,physical examination ,sexual behavior ,statistical analysis ,peripheral nervous system ,Fluoxetine ,anxiety disorder ,follow up ,Humans ,Ejaculation ,human ,Sexual Dysfunctions, Psychological ,clomipramine ,sertraline ,sexual intercourse ,beta adrenergic receptor blocking agent ,clinical trial ,heterosexuality ,sexual arousal ,Middle Aged ,premature ejaculation ,drug efficacy ,priority journal ,sex therapy ,sexual dysfunction ,laboratory test ,serotonin uptake inhibitor ,gastrointestinal disease ,paroxetine - Published
- 2005
59. A follow-up study of male sexual disorders: The neurophysiological assessments, anxiety-depression levels, and response to fluoxetine treatment [10]
- Author
-
Özdel, Osman., Oǧuzhanoǧlu, Atilla., Oǧuzhanoǧlu, Nalan Kalkan., Karadaǧ, Filiz., Ateşcí, Figen Çulha., and Aybek, Zafer.
- Subjects
Adult ,Male ,electromyography ,erectile dysfunction ,letter ,Anxiety ,psychopharmacotherapy ,mental disease ,Statistics, Nonparametric ,male sexual dysfunction ,Fluoxetine ,neurologic examination ,anxiety disorder ,follow up ,Humans ,human ,Beck depression inventory ,state trait anxiety inventory ,Aged ,clinical article ,Depression ,scoring system ,clinical trial ,Middle Aged ,premature ejaculation ,Sexual Dysfunction, Physiological ,priority journal ,diabetes mellitus ,serotonin uptake inhibitor ,treatment outcome ,polyneuropathy ,neurophysiology ,Follow-Up Studies - Published
- 2004
60. Bel ağrısında psikolojik yaklaşım ve tedavi
- Author
-
Coşkun, E. and Özdel, Osman İsmail
- Published
- 2004
61. Obezitede psikolojik belirtilerin yaşam kalitesi, benlik saygısı ve yeme tutumu ile ilişkisi
- Author
-
Değirmenci, Taner, primary, Kalkan-Oğuzhanoğlu, Nalan, additional, Sözeri-Varma, Gülfizar, additional, Özdel, Osman, additional, and Fenkçi, Semin, additional
- Published
- 2014
- Full Text
- View/download PDF
62. Psychiatric disorders in cancer patients and associated factors]
- Author
-
KARADAĞ, RUKİYE FİLİZ, ATEŞCİ, FERİDE FİGEN, BALTALARLI, PAPATYA BAHAR, KALKAN OĞUZHANOĞLU, NALAN, and ÖZDEL, OSMAN İSMAİL
- Published
- 2003
63. Kanser hastalarında psikiyatrik bozukluklar ve ilişkili etmenler
- Author
-
Ateşci, Figen Ç., Oğuzhanoğlu, Nalan K., Baltalarlı, Bahar, Karadağ, Rukiye Filiz, Özdel, Osman, and Karagöz, Nursel
- Subjects
Psikiyatri ,Psikoloji - Abstract
Kanserli hastalarda özellikle depresyon ve anksiyete gibi psikiyatrik bozukluklar yüksek oranlardadır. Bu bozukluklar tedavi edilmediği zaman tedavi uyumunda bozulma, hastanede kalış sürelerinde artış ve yaşam kalitesinde bozulma olabilir. Bu prospektif çalışmada kanserli hastalarda psikiyatrik bozuklukların sıklığı ve bu sıklığa etkili olabilecek etmenlerin belirlenmesi amaçlanmıştır. Yöntem: Onkoloji, dahiliye, kadın doğum ve genel cerrahi bölümlerinde tedavi gören 150 kanser hastası çalışmaya alındı. Psikiyatrik tanılar DSM-IV için yapılandırılmış klinik görüşme (SCID- l) ile kondu. Ayrıca tüm hastalar Genel Sağlık Anketi (GSA) ve Hastane Anksiyete Depresyon ölçeği (HAD) ile değerlendirildi. Bulgular: Kanser hastalarının %28.7'si bir DSM-IV Eksen l tanısı almıştır. Depresif duygudurum ile giden uyum bozukluğu (%14) ve majör depresif bozukluk (%11.3) en sık karşılaşılan tanılar olarak belirlendi. Psikiyatrik bozukluklar, kadınlarda, hastalığını bilenlerde, geçirilmiş psikiyatrik bozuklukluğu ve stres etmeni olanlarda fazlaydı. Sonuç: Bu çalışmada kanser hastalarında en fazla depresif duygudurum ile giden uyum bozukluğu ve majör depresif bozukluğun bulunduğu, özkıyım düşüncelerine de sık rastlandığı saptanmıştır. Hastanede yatma, kadın cinsiyeti, hastalığın bilinmesi, geçirilmiş psikiyatrik bozukluk ve stres etmenleri psikiyatrik bozukluklar için önemli risk etmenleridir. Bu sonuçlar, kanser hastalarında tıbbi tedavinin yanı sıra, psikiyatrik sorunların tanınması ve uygun yaklaşımların sağlanmasının önemini ortaya koymaktadır. Ayrıca çalışmamızda kanser hastalarında psikiyatrik bozuklukları tarayabilecek GSA ve HAD'nin etkinliği de belirlenmiştir.
- Published
- 2003
64. Panik bozukluğunda özkıyım düşünceleri
- Author
-
Ateşçi, Çulha Figen, Karadağ, Filiz, Amuk, Tarkan, Özdel, Osman, and Oğuzhanoğlu, Nalan K.
- Subjects
Psikiyatri ,Psikoloji - Abstract
Amaç: Panik bozukluğu, sıklıkla yeti yitimine neden olan ve özkıyım düşünceleri riskini artıran yaygın bir bozukluktur. Çalışmamızda panik bozukluğu olan hastalarda özkıyım düşünceleri ve depresif belirtiler araştırılmıştır, yöntem: Pamukkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Polikliniği'ne başvuran ve DSM-IV tanı kriterlerine göre panik bozukluk tanısı alan 85 hasta çalışma grubunu oluşturdu. Özkıyım düşüncelerinin varlığı ile sosyodemografik değişkenlerin, depresif belirtilerin, agorafobinin ve stres etmenlerinin ilişkisi incelendi. Bulgular: Panik bozukluğu olan hastaların çoğunluğunun kadın (%62.4), evli (%80) ve ilkokul mezunu (%36.5) olduğu saptandı. Hastaların %16.5'nde agorafobi ile birlikte panik bozukluk, %17.6'sında özkıyım düşünceleri mevcuttu, %24.7'sine depresif belirtiler eşlik etmekteydi. Özkıyım düşünceleri ile depre-sif belirtiler ve agorafobili panik bozukluğu ilişkili bulundu. Uepresif belirtileri olan hastalarda stres etmenleri anlamlı oranda daha fazlaydı. Tartışma: Çalışmamızda panik bozukluğunda özkıyım düşüncelerinin sık görüldüğü ve bu hastaların önemli kısmında depresif belirtilerin bulunduğu saptandı. Panik bozukluğu hastalarında eşlik eden depresif belirtiler ve agorafobi özkıyım riskini yükselten bir etken olarak dikkati çekmektedir.
- Published
- 2003
65. Bir anoreksiya nervosa olgusu ve bu olguya farmakoterapi ile birlikte psikodrama teknikleri ile yaklaşım
- Author
-
Özdel, Osman, Ateşci, Feride Figen, and Oğuzhanoğlu, Nalan K.
- Subjects
Psikiyatri - Abstract
Anoreksiya nervoza temel olarak genç kızları etkileyen bir yeme bozukluğudur ve daha yaygın olarak batılılaşmış ülkelerde görülür. Bu bozukluk sosyokültürel olarak ileri toplumların bir sorunu olmasına karşın, ülkemizin de içinde bulunduğu gelişmekte olan toplumlarda da sıklığı hızla artmaktadır. Anoreksiya nervozanın sağaltımında yaşanılan güçlükler klinisyenleri hastalığı daha iyi anlamaya yöneltmektedir. Anoreksiya nervozanın oluşumunda birçok farklı etmenin rol oynadığı iyi bilinmektedir, psikodinamik etkenler de oldukça önemlidir. Sonuçta toplumsal ve ailesel etkileşimler de anoreksiya nervoza gelişiminde rol oynamaktadır. Bu gerçeklerin ışığında ilaç sağaltımı ile birlikte psikoterapi, bozukluğun sağaltımında kullanılabilir. Bu makalede, bir olgu temelinde, anoreksiya nervoza'nın psikodinamiği ile birlikte süreci ve tanımlayıcı özellikleri tartışıldı. Bu olgunun sağaltımında ilaçlarla birlikte psikodrama tekniklerinin yararlı olacağı düşünüldü. Bu yöntemle hasta, bozuk olan kişilerarası ilişkilerini fark etmiş ve düzeltmiştir. Böylece duygusal ve bilişsel içgörü kazanmıştır.
- Published
- 2003
66. An anorexia nervosa case and an approach to this case with pharmacotherapy and psychodrama techniques
- Author
-
Özdel, Osman, Ateşci, Figen, and Oğuzhanoğlu NK
- Subjects
digestive, oral, and skin physiology ,mental disorders ,Adolescent ,Anorexia Nervosa/*therapy ,Anti-Anxiety Agents/therapeutic use ,Behavior Therapy ,Family Relations ,Female ,Humans ,behavioral disciplines and activities - Abstract
Anorexia nervosa in an eating disorder that primarily affects female adolescents and is more commonly seen in westernized countries. Although it is a sociocultural problem of developed societies, nowadays it is also increasing rapidly in developing cultures such as Turkey. Difficulties in the treatment of anorexia nervosa have directed clinicians to understand the disorder better. Although it is well known that various factors play a role in the etiology of anorexia nervosa, psychodynamic factors also have considerable importance. In addition, social and familial interactions contribute to the development of anorexia nervosa. In the light of these facts, treatment with psychotherapy and pharmacotherapy might be used to cure this disorder. In this article, the definitive features and process of anorexia nervosa along with its psychodynamics were discussed on the basis of a case. In the treatment of the patient, psychodrama techniques with drugs were thought to be useful. The patient became aware of the unfavourable relationship and improved by the use of this method. Thus she gained emotional-cognitive insight.
- Published
- 2003
67. Üniversite öğrencilerinde depresif belirtiler ve sosyodemografik özelliklerle ilişkisi
- Author
-
Özdel, Lale, Bostancı, Mehmet, Özdel, Osman, and Oğuzhanoğlu, Nalan K.
- Abstract
Amaç: Üniversite öğrencilerinde depresyon sık rastlanan bir bozukluk olup üretime ve yaşam kalitesine olumsuz etkileri nedeniyle toplumsal sağlık sorunu olarak görülmektedir. Çalışmada öğrencilerin sosyodemografik durumları ve sorun alanlarıyla depresif belirtilerin ilişkisi araştırılmıştır. Yöntem: Araştırma grubu tabakalı rastgele örneklem yoluyla fakültelere ve sınıflara göre orantılı olarak alınmışlardır. Çalışmaya katılan 504 öğrencinin 296'sı erkek, 208'i kadındır. Veriler anket yöntemiyle toplanmış, depresyon düzeyini saptamak için Beck Depresyon Ölçeği kullanılmıştır. Sonuçlar: Depresif belirtiler ile ailelerin üniversite masraflarını karşılama gücü, ders başarısı, fakülte ve sınıf düzeyi arasında anlamlı ilişki bulunmuştur. Öğrenciler, sosyal yaşam ve tesis eksikliğini, eğitim sisteminin ve kalitesinin yetersizliğini, ekonomik sıkıntılarını sorun alanları olarak belirtmişlerdir. Ekonomik ve arkadaşlar arası problemlerle depresif belirtiler arasındaki ilişki istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur.
- Published
- 2002
68. An overall evaluation of psychiatric consultation requests in Pamukkale University Hospital
- Author
-
Oğuzhanoğlu, Kalkan Nalan, Özdel, Osman, Karadağ, Filiz, and Çakır, Ülkü
- Subjects
Acil Tıp ,Tıbbi İnformatik ,Psikiyatri ,Psikoloji - Abstract
Pamukkale Üniversitesi Tıp Fakültesi (PAÜTF) Hastanesinde bir yıllık süre içinde psikiyatri bölümünce verilen konsültasyon hizmetlerinin değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Çalışma döneminde hastanenin acil, poliklinik ve yatan hastaları için psikiyatri bölümünden istenen konsültasyon istekleri ayrıntılı olarak kaydedildi. Daha sonra hasta dosyalarından, önerilen sağaltımın uygulanıp uygulanmadığı ve çıkış özetinde psikiyatrik tanının belirtilip belirtilmediği araştırıldı. Diğer bölüm hekimlerine, psikiyatri ile ilgili düşünceleri ve işbirliğine yönelik önerilerini araştıran bir anket formu verildi. Çalışma süresi içinde 106 hasta konsültasyon hizmeti aldı. Konsültasyon istenme oranı % 0.18 bulundu. Konsültasyon istenen hastaların yatış süresi (14.8 gün), hastanedeki ortalama yatış süresinden (7,5 gün) uzun olarak saptandı. Konsültasyonların, yatan hastalar için daha çok "tıbbi soruna eşlik eden ruhsal sorunların değerlendirilmesi", acile başvuranlar için ise "hastanın temel sorununun değerlendirilmesi" amacıyla istendiği belirlendi. Yatan hastalarda tıbbi duruma bağlı mental bozukluk tanısı diğer birimlerden daha fazlaydı. Hekimlerin çoğunluğu, psikiyatri kliniği ile işbirliğine olumlu yanıt vermişlerdir. Sonuçlar bize etkinliklerimizin gözden geçirilerek yeni programların oluşturulması ile ilgili ipuçları vermektedir.
- Published
- 1999
69. Psychiatric evaluation in patients with obstructive sleep apnea syndrome
- Author
-
ÖZKURT, Sibel, primary, ÖZTÜRK, Esma, additional, YILDIZ, Ali İhsan, additional, DURSUNOĞLU, Neşe, additional, ÖZDEL, Osman, additional, AKDAĞ, Beyza, additional, and ÇULHA ATEŞCİ, Figan, additional
- Published
- 2013
- Full Text
- View/download PDF
70. Rehber öğretmenlerin mesleksel tükenmişliğini azaltmada psikodramanın etkinliği.
- Author
-
GÖKKAYA, Füsun and ÖZDEL, Osman
- Abstract
Objective: Aim of this study is to investigate the effectiveness of psychodrama therapy in reducing school counselors' occupational burnout. In addition, the increase in satisfaction with life and the reduction of depressed mood and level of the hopelessness are expected when the occupational burn out is decreased. Methods: Psychodrama therapy was conducted with school counselors, 16 sessions, and four hours in a week. Study was finalized with 14 school counselors who have either psychology or psychological counseling. School counselors are administered to fill the Maslach Burnout Inventory (MBI), The Satisfaction with Life Scale (SLS), Beck Depression Inventory (BDI) and Hopelessness Scale (HS) before and after the study. Additionally a 'Result Evaluation Form' containing open ended questions was used. After the study changes in the counseling teachers were evaluated by the comparison of the score of the scales and with the results of the evaluation forms. Results: A statistical significant difference was found between the pretest and posttest scores after the therapy in MBI and SLS. There was no significant difference in, BDI scores and also in HS scores. The SLS's pretest-post test scores were not significant however; there was a remarkable reduction in the scores. Conclusions: Current findings are discussed with reference to the literature. It was found that psychodrama is an useful technique in reducing occupational burnout. Similar studies in which will include the comparison of counseling group and control group with a larger sample will be beneficial. [ABSTRACT FROM AUTHOR]
- Published
- 2016
- Full Text
- View/download PDF
71. İki Uçlu Bozuklukta Silik Nörolojik Belirtiler: Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu Eştanısının Etkisi
- Author
-
Tüysüzoğlu, Halide, primary, Ateşçi, Figen Ç., additional, Oğuzhanoğlu, Nalan Kalkan, additional, and Özdel, Osman, additional
- Published
- 2011
- Full Text
- View/download PDF
72. Şizofreni ve şizoaffektif bozuklukta bilişsel işlevlerin karşılaştırılması / The comparison of cognitive functions in schizophrenia and schizoaffective disorder
- Author
-
Varma, Gülfizar Sözeri, primary, Özdel, Osman, additional, Karadağ, Filiz, additional, Tümkaya, Selim, additional, Kalaycı, Demet, additional, and Kaya, Simge, additional
- Published
- 2011
- Full Text
- View/download PDF
73. Erişkinlerde Bipolar I Bozukluk ve Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu Eştanısı: Bir Ön Çalışma
- Author
-
Ateşci, Figen, primary, Tüysüzoğulları, Halide D., additional, Özdel, Osman, additional, and Oğuzhanoğlu, Nalan K., additional
- Published
- 2010
- Full Text
- View/download PDF
74. A Follow-up Study of Male Sexual Disorders
- Author
-
Özdel, Osman, primary, Oğuzhanoğlu, Atilla, additional, Oğuzhanoğlu, Nalan Kalkan, additional, Karadağ, Filiz, additional, Çulha Atecí, Figen, additional, and Aybek, Zafer, additional
- Published
- 2004
- Full Text
- View/download PDF
75. QUANTITATIVE EEG ANALYSIS IN OBSESSIVE COMPULSIVE DISORDER
- Author
-
KARADAG, FILIZ, primary, OGUZHANOGLU, NALAN KALKAN, additional, KURT, TÜLAY, additional, OGUZHANOGLU, ATILLA, additional, ATESCI, FIGEN, additional, and ÖZDEL, OSMAN, additional
- Published
- 2003
- Full Text
- View/download PDF
76. Bilişsel davranışçı yöntemlere dayalı cinsel terapinin vajinismuslu kadınlar ve eşlerinin cinsel sorunları üzerindeki etkileri.
- Author
-
ÖZDEL, Osman, TÜMKAYA, Selim, LEVENT, Neslihan, ATESCİ, Figen Ç., OĞUZHANOĞLU, Nalan K., and VARMA, Gülfizar
- Abstract
Objective: It has long been suggested that sexual problems are common in women with vaginismus and their partners or spouses. In the current study, it was determined whether or not there was a change in sexual problems of women with vaginismus and their spouses after a successful sex therapy based on cognitive behavioral methods of vaginismus. Methods: The Golombok Rust Inventory of Sexual Satisfaction was administered to twenty-eight married couples, who could not achieve vaginal penetration due to primary vaginismus, before and after sex therapy based on cognitive behavioral methods. Results: The results of our study have shown that sexual problems in women with vaginismus improve after the treatment. Furthermore, their spouses do not show a higher rate of sexual problems than the general population, and these problems generally do not decrease by sex therapy used to treat vaginismus. [ABSTRACT FROM AUTHOR]
- Published
- 2013
- Full Text
- View/download PDF
77. Obez Kadınlarda Psikiyatrik Tanı Sıklığı.
- Author
-
Özdel, Osman, Sözeri-Varma, Gülfizar, Fenkçi, Semin, Değirmenci, Taner, Karadağ, Filiz, Kalkan-Oğuzhanoğlu, Nalan, and Ateşçi, Figen
- Subjects
- *
PSYCHIATRIC diagnosis , *OVERWEIGHT women , *PSYCHOLOGICAL distress , *MENTAL depression , *OUTPATIENT medical care , *BODY mass index , *CONTROL groups , *INTERVIEWING in psychiatry - Abstract
Objectives: The aim of the present study was to investigate frequency of psychiatric disorders and severity of depression in obese women. Method: The sample was consisted of 55 obese women consecutively admitted to the endocrinology outpatient clinic, Body Mass Index (BMI) 30 and over and without chronic physical disease. Control group was formed of 55 women that same age group, BMI 25 and under and without chronic physical disease. Structured psychiatric interview (SCID-I) according to the DSM-IV diagnostic criteria were performed all individuals participating in the study. The severity of depression were assessed by the Hamilton Rating of Depression Scale (HAM-D17). Results: It was determined that mean age 41.07±10.00 years in obese group, 43.38± 7.38 years in control group. There was no difference between the two groups. BMI was higher in obese women than the control group (respectively 37.38±6.75, 22.26±1.91). The prevalence of psychiatric disorders was higher in the obese subjects than the control group (respectively 60% n=33, 9.1% n=5). Mood disorders and anxiety disorders were the most found diagnosed in obese group in present and lifetime. HAMD17 scores of obese subjects were significantly higher than the control group. Conclusion: In our study, women who seek treatment for obesity, the prevalence of psychiatric disorders are higher than normal-weight women. Our results support the existence of the relationship between obesity and psychopathology. Psychiatric evaluation is necessary obese women who seek treatment for obesity. [ABSTRACT FROM AUTHOR]
- Published
- 2011
78. The comparison of cognitive functions in schizophrenia and schizoaffective disorder.
- Author
-
Varma, Gülfizar Sözeri, Özdel, Osman, Karadag, Filiz, Tümkaya, Selim, Kalayci, Demet, and Kaya, Simge
- Published
- 2011
79. Çok Yüksek Doz Lorazepam Baǧımlılıǧı ve Yoksunluk Semptomları.
- Author
-
Özdel, Osman, Tümkaya, Selim, Karadağ, Filiz, and Cura, Çiğdem
- Subjects
- *
DRUG addiction , *LORAZEPAM , *BENZODIAZEPINES , *HEALTH policy , *PATHOLOGICAL psychology ,DEVELOPING countries - Abstract
The fact that health policies in developing countries make easy to get drugs, which should only be used under control, might result in dependence problems despite initial treatment purposes for drug intake. Benzodiazepines are drugs that have been widely prescribed and have been classified as controlled drugs. In this work, a case is described who began to use lorazepam, developed tolerance and dependence to mega-dose of drug because of easy access to drug. The patient has used lorazepam approximately for six months as he gradually increased dose to 220 mg/day. His efforts to drop the drug was unsuccessful and subsequently he applied to emergency service because of disturbing withdrawal symptoms. He showed initial withdrawal symptoms of severe restlessness, hyperpnoea, sweating, headache, anxiety, irritability which were succesfully controlled in the second day. Seizure or any other life threatening adverse effect were not observed during treatment. The health policies in developing countries should be arranged strictly to control access to controlled drugs even by prescribed patients in order to avoid development of addiction in such cases. [ABSTRACT FROM AUTHOR]
- Published
- 2008
80. Memory function in patients with obsessive compulsive disorder and the problem of confidence in their memories: A clinical study
- Author
-
Karadağ, Filiz., Oğuzhanoğlu, Nalan Kalkan., Özdel, Osman., Ateşçi, Figen Çulha., and Amuk, Tarkan.
- Subjects
Adult ,Male ,Questionnaires ,Obsessive-Compulsive Disorder ,Yale Brown Obsessive Compulsive scale ,correlation analysis ,Anxiety ,Recognition (Psychology) ,memory ,Anxiety/psychology ,Case-Control Studies ,Female ,Humans ,Memory Disorders/*physiopathology ,Obsessive-Compulsive Disorder/*physiopathology ,Psychological Theory ,Recognition, Psychology ,Self-Assessment ,Surveys and Questionnaires ,obsessive compulsive disorder ,human ,maudsley obsessive compulsive questionnaire ,state trait anxiety inventory ,clinical article ,Memory Disorders ,accuracy ,questionnaire ,article ,Self Assessment (Psychology) ,task performance ,female ,attitude ,Hamilton scale ,recognition ,rating scale - Abstract
Aim: To examine obsessive-compulsive patients for memory of obsessive-compulsive relevant material and confidence in their memory. Methods: Memory function was examined by a recognition task using neutral and obsessive-compulsive relevant sentences in 32 patients with obsessive-compulsive disorder and 31 control subjects. We also investigated the participants' confidence in the accuracy of their recognition. The severity of obsessive-compulsive disorder was evaluated by using the Yale-Brown Obsessive Compulsive Scale. The Maudsley Obsessive Compulsive Questionnaire, the Hamilton Depression Rating Scale, and the State-Trait Anxiety Inventory were also administered to the two groups. Results: Whereas obsessive-compulsive disorder patients were not significantly different from control subjects on measures of recognition memory for both obsessive-compulsive relevant and neutral material, they were significantly less confident in the memory for obsessive-compulsive relevant and neutral sentences. Also, the State-Trait Anxiety Inventory (STAI) scores were negatively correlated with the recognition performance of obsessive-compulsive disorder relevant sentences and the levels of confidence in memory in the obsessive-compulsive disorder group. The obsessive-compulsive patients with checking compulsions were not different from non-checking obsessive-compulsive patients. Conclusion: Our results suggest that obsessive-compulsive patients experience difficulties in confidence in their memory, possibly related to anxiety rather than primary memory deficits.
81. Çoklu antipsikotik kullanımı: Psikotik bozukluk izlem polikliniğinde takip edilen olguların geriye dönük değerlendirilmesi.
- Author
-
Çetin, Şahabettin, Şengül, Melike Ceyhan Balcı, and Özdel, Osman
- Abstract
Objective: In this study, it was aimed to investigate the sociodemographic and clinical features that may be related to antipsychotic polypharmacy and to discuss the causes and effects of this condition. Method: The records of the cases followed up at the psychotic disorders outpatient clinic were analyzed retrospectively. Sociodemographic and disease related clinical features, Clinical Global Impression Scale (CGI) Severity of Illness and Advers Events in their last applications were evaluated. Results: The most common diagnosis is schizophrenia with a rate of 63.6% (n = 150). It was determined that 76.7% (n = 181) of 236 patients included in the study were using at least two antipsychotic drugs, %64.8 (n = 153) were using long acting parenteral antipsychotics. When comparing antipsychotic polypharmacy and monotherapy patients;statistically significant difference was found in terms of age, gender, onset age of disease, history of electroconvulsive therapy (ECT), long term parenteral antipsychotic use, number of hospitalizations and duration of their last hospitalization, Clinical Global Impression Scale severity of illness and advers events scores. Discussion: Although there is insufficient data on the efficacy and safety of antipsychotic polypharmacy, it appears that it is preferred in practice far above the recommendations of treatment guidelines. It seems important to understand the causes of this situation, and to make adjustments in the practices and guidelines of clinicians. Medical, social and economic consequences caused by antipsychotic polypharma-cyshould be considered. [ABSTRACT FROM AUTHOR]
- Published
- 2021
- Full Text
- View/download PDF
82. Bipolar bozukluk hastaları ve birinci derece yakınlarında zihin kuramı ve yürütücü işlevler.
- Author
-
Duman, Taçlan, Ateşçi, Figen, Topak, Osman Zülkif, Şendur, İbrahim, Tümkaya, Selim, and Özdel, Osman
- Abstract
Objective: In this study it is aimed to compare the theory of mind skills and executive functions in bipolar disorder patients and their first degree relatives with controls, and to demonstrate the relationship between executive functions and theory of mind. Method: 30 patients with euthymic bipolar I disorder, their first degree relatives, and 30 healthy controls were included in the study. Sociodemographic data form, Hamilton Depression Rating Scale, Young Mania Rating Scale, Wechsler Adults Intelligence Test were applied to all participants; Wisconsin Card Sorting Test, Stroop Test, Trail Making Test A and B, and Digit Span Test were applied to evaluate the executive functions; Reading the Mind in the Eyes Test, Hinting Task and Faux Pas Test were applied to evaluate the theory of mind skills. Results: There was not any significant difference between the groups in terms of theory of mind, although total scores were seen from bad to good in bipolar patients, first degree relatives and controls respectively. Patient group had significantly lower performance in Trail Making Test A, and DigitSpan Test inverse number scores. As the severity of disease increased, cognitive functions and the theory of mind were seen to be worsened. The theory of mind was related to executive functions. Discussion: In conclusion, we did not find significant losses in terms of theory of mind in bipolar patients and their first degree relatives. But bipolar patients had a deficiency in attention, psychomotor speed and verbal working memory; and theory of mind was related to executive functions. [ABSTRACT FROM AUTHOR]
- Published
- 2019
- Full Text
- View/download PDF
83. Anoreksiya Nervoza Tanılı Bir Ergenin Tedavisinde Yaşanan Güçlükler.
- Author
-
Terzioğlu, Merve Aktaş, Varma, Gülfizar Sözeri, Uğurlu, Tuğçe Toker, and Özdel, Osman
- Subjects
- *
ETIOLOGY of diseases , *THERAPEUTICS , *ANOREXIA nervosa , *MENTAL illness , *FAMILIES - Abstract
Anorexia Nervosa (AN) is a mental illness having high mortality rate and characterized with serious impairment in eating behavior. AN leads to severe biological consequences and serious psychosocial dysfunction. Self-assessments of the patients are overly and excessively affected by their body shape and weight. Genetic, neurobiological and psychosocial factors play a role in etiology. Due to the presence of specific symptoms and evidences, generally it is not too hard to diagnose AN. However, the lack of insight of the patient, the existence of life-threatening medical consequences of the disorder and the presence of strong psychosocial factors in the etiology make medical treatment difficult. In AN, comorbidity is most often seen with depression and anxiety disorders. Concomitant mental disorders and the severity of these mental disorders are among the factors that make treatment difficult. A multifaceted approach to medical treatment is essential. Treatment requires the association of psychopharmacology and specific psychotherapeutic practices. Since family relationships play an important role in the etiology of the disease, participation of the family in the treatment process is required. Building strong and effective cooperation has a positive effect on the prognosis of the disease. This article presents a case diagnosed with AN, and it aims to summarize the difficulties encountered in treatment process and coping methods. [ABSTRACT FROM AUTHOR]
- Published
- 2018
- Full Text
- View/download PDF
84. Depresyon tedavisinde grup psikoterapisi ve psikodramanın yeri.
- Author
-
Varma, Gülfizar Sözeri, Karadağ, Filiz, Oğuzhanoğlu, Nalan Kalkan, and Özdel, Osman
- Abstract
Object: Psychodrama enables a formulation related with the factors causing depression while contributing to the patients to acquire insight and get well. With psychodrama group psychotherapy applications, the patients can benefit from the treating factors of group study as well as the specific technique and interventions of psychodrama. The objective in this study was to summarize the psychodrama psychotherapy application process on depression patients with antidepressant use and to discuss the points which are thought to contribute to recuperation. Methods: A total of 15 patients with mild-moderate level of depression participated in the study and 9 patients completed the group process. In addition to medications, a total of 16 sessions of group psychotherapy and psychodrama studies were applied on the patients with 3 hours of each per week. The severity of depression was assessed via Hamilton Depression Rating Scale (HAM-D17). Expectations of the patients from group therapy were asked during the first session and a common list was prepared using the recorded responses. It was evaluated in the final session whether these expectations have been met or not. Results: The initial HAM-D17 score average of the patients was determined as 13.33 (±2.39), whereas it was determined as 5.88 (±4.01) at the end of the treatment. A statistically significant decrease was determined in the severity of depressive symptoms after treatment (z=2.677, p=0.007, Wilcoxon test). The expectations of the patients from group psychotherapy and psychodrama were revised. It was determined at the end of the treatment that anger control of the patients increased, fears and irritability decreased, that they received support from the group and that they understood themselves better. Discussion: Our results lead us to think that psychodrama group psychotherapy contributes to recovery in depression treatment. Psychodrama has contributed to understanding which factors have played a role in the formation of depression and the changing of these factors realized by the patient as well. [ABSTRACT FROM AUTHOR]
- Published
- 2017
- Full Text
- View/download PDF
85. Bir Grup Tıp Fakültesi Öğrencisinde Öğrenim Sürecinde Tükenmişlik Düzeylerinin Karşılaştırılması: Tıp Eğitim Süreci Tükenmişlik Düzeylerini Değiştiriyor mu?
- Author
-
Topak, Osman Zülkif, Karan, Cevriye Beyza, Toktaş, Selma Nur, Gündoğmuş, Safiye Zuhal, and Özdel, Osman
- Abstract
Amaç: Bu araştırmanın amacı, Tıp fakültesi birinci sınıf öğrencileri ile altıncı sınıf öğrencilerini tükenmişlik riski açısından karşılaştırmak, uzun ve zorlu bir süreç olan tıp eğitiminin ve ilk kez hasta-hekim ilişkisinin yaşandığı son sınıf yıllarının tükenmişlik gelişimine olan etkisinive bunun kişilik özellikleriyle bağlantısı olup olmadığını ortaya koymaktır. Yöntem: Tıp Fakültesi Dönem 1 öğrencilerinden 30 ve Dönem 6 öğrencilerinden 30 olmak üzere onam veren toplam 60 öğrenci çalışmaya dâhil edildi.Tüm katılımcıların sosyodemografik bilgileri alınarak, her birine Maslach Tükenmişlik Envanteriile A Tipi Davranış Testi uygulandı. Bulgular: Dönem 6 öğrencilerinin Maslach Tükenmişlik Envanteri duygusal tükenmişlik alt ölçeği ortalaması Dönem 1 öğrencilerinden yüksekti. Kişilik davranışı açısından iki grup karşılaştırıldığında; A ve B tipi kişilik davranışı dağılımının iki g r u p t a da benzer olduğu belirlendi. Sonuç: Bu çalışmada, yapılan diğer çalışmalarla benzer olarak son sınıf öğrencilerinde tükenmişlik düzeyi artmaktadır. Bizim çalışmamızda, son sınıf intörn öğrencilerinde A tipi kişilik sayıca fazla bulunsa da bu fazlalık istatiksel olarak anlamlı düzeye ulaşmamıştır. Ayrıca kişilik tipi ile tükenmişlik düzeyi ve kişisel başarı duygusu arasında herhangi biristatistiksel ilişki d e izlenmemiştir. Objectives: The aim of this study was to investigate the differences of the risk of burnout in medical students between the first year and last year which students first experience both physician-patient relationship and so long, so challenging medical course process. Method: A cross-sectional study was carried out in a sample of 60 medical students which were randomly selected and gave informed consent. Thirty students (50%) were in the first year and 30 were (50%) in the sixth year of training using sociodemographic data form, Maslach Burn out Inventory and A type personality test. Results: Maslach Burnout Ýnventory emotional exhaustion subscale was higher at last year medical students than the first year students. About personality behaviour; when two groups compared, no significant differenceswere found in each groups. Conclusion:In this study, burnout levels was higher at the last year medical students as previous studies had done before. In our study, although type A characteristics were numerously higher, it was not significant statically. Further more we did not find any relationship between personality characteristics in terms of type A and type B and burnout levels or sense of personel accomplishment. [ABSTRACT FROM AUTHOR]
- Published
- 2015
86. The regulating role of the differentiation of self between daughter in law – mother in law relationship and marriage adjustment
- Author
-
Kahraman, Banu and Özdel, Osman İsmail
- Subjects
evlilik ,Daughter in law – mother in law relationships ,differentiation of self ,Gelin-kayınvalide ilişkileri ,marriage adjustment ,evlilik uyumu ,benliğin ayrımlaşması ,marriage - Abstract
Bu çalışmada gelin-kayınvalide ilişkileri ve çift uyumu arasında benliğin ayrımlaşmasının düzenleyici rolü incelenmiştir. Araştırmanın katılımcıları on sekiz yaşından büyük, en az bir yıldır evli olan ve kayınvalidesi hayatta olan 1660 kadından oluşmaktadır. Araştırmanın verileri Gelin-Kayınvalide İlişkileri Ölçeği, Yenilenmiş Çift Uyum Ölçeği, Benliğin Ayrımlaşması Ölçeği ve Kişisel Bilgi Formu aracılığı ile elde edilmiştir. Araştırmada gelin-kayınvalide ilişkileri ve benliğin ayrımlaşmasının evlilik uyumunu yordama gücünü belirlemek amacıyla çoklu regresyon analizi kullanılmıştır. Araştırmadan elde edilen bulgular, gelin-kayınvalide ilişkileri ve benliğin ayrımlaşmasının evlilik uyumunu olumlu yönde yordadığını ve benliğin ayrımlaşmasının evlilik uyumu üzerindeki etkisinin, gelin-kayınvalide ilişkilerinin evlilik uyumu üzerindeki etkisinden daha güçlü olduğunu göstermektedir. Benliğin ayrımlaşmasının alt boyutlarından duygusal tepkisellik, ben pozisyonu alma ve duygusal kopma evlilik uyumunu pozitif yönde anlamlı olarak yordarken; başkalarına bağımlılık evlilik uyumunu anlamlı düzeyde yordamamaktadır. Gelin-kayınvalide ilişkilerinin alt boyutlarından kocanın rolü, kocanın tarafsızlığı ve olumlu etkileşim evlilik uyumunu pozitif yönde anlamlı olarak yordarken; psikolojik saldırganlık, olumsuz etkileşim ve müdahale evlilik uyumunu anlamlı düzeyde yordamamaktadır. Bulgular ilgili kuramsal çerçeve ve literatür ışığında tartışılmış, uygulayıcı ve araştırmacılara öneriler sunulmuştur. In this study, the regulating role of the differentiation of self between daughter in law - mother in law relationships and marriage adjustment was examined. Participants of the study consist of 1660 women that over eighteen years old, married at least one year and their mother in law alive. The data of the study were obtained with the daughter in law - mother in law relationships scale, the revised form of dyadic adjustment scale, the differentiation of self scale and personal information form. In this study, multiple regression analysis was used to determine for the purpose of predictive power of daughter in law - mother in law relationships and differentiation of self on marriage adjustment. The findings of the study show that daughter in law - mother in law relationships and differentiation of self predict positively marriage adjustment. The effect of differentiation of self on marriage adjustment is stronger than the effect of daughter in law - mother in law relationships on marriage adjustment. Emotional reactivity, I-position and emotional cutting from the subdimensions of differentiation of self predict positively marriage adjustment. But fusion with others doesn’t predict significantly marriage adjustment. Role of the husband, objectivity of the husband and positive interaction from the subdimensions of daughter in law - mother in law relationships predict positively marriage adjustment. But pscyhological aggression, negative interaction and intervention don’t predict significantly marriage adjustment. The findings were discussed around the theoretical framework and literature. Suggestion were presented to researchers and practitioners.
- Published
- 2021
87. BAŞ DÖNMESİ OLAN HASTALARDA SCL-90R VE KISA FORMLARIN KULLANIMININ DEĞERLENDİRİLMESİ.
- Author
-
Ardıç, Fazıl Necdet, Tümkaya, Funda, Tümkaya, Selim, Özdel, Osman, and Ankaralı, Handan
- Abstract
Objective: Psychiatric symptom screening tests for patients who suffer from imbalance and dizziness are generally used in majority of clinics. Symptom checklist-90 Revised (SCL-90R) is one of these tests. The aims of this study are to analyze the Turkish version of SCL-90R, compare to its short version and investigate whether if it is possible to create a short version or not. Material and Method: The sample of this study consisted of 2100 patients who admitted to tertiary care neurotology department for imbalance and dizziness. Three different SCL-90R versions as the original, Brief Symptom Inventory (BSI) and Brief Symptom checklist-18 (BSI-18) were retrospectively studied. These three tests were evaluated with regards to global severity index, totalpositive symptoms and positive symptom index. The correlation between results were compared by Pearson correlation test. Structural integrity studies were also conducted with using raw data of SCL-90R. Results: There were strong correlations among the three questionnaires. While the structural distribution of questions are consisted of 10 factors in the standard form (SCL-90), the short form (containing 49 questions) which was created from our results was found to have different structural distribution. Moreover the distribution of questions were quite different than the actual structure and the questions from different factors were grouped under different factors. The short form, which was created from our results, showed similar properties with the BSI. The internal consistency reliability test showed significance for 9 of them. Eventually, we created a short form consisting of 9 factors and 49 questions. In this state, it shows similar features with BSI and contains a similar number of questions. Conclusion: Due to the difference in structural analysis, the results obtained by the sub-scales of the questionnaires should be evaluated very carefully. We think the short form we created can be used easily since the general values resulted from it are comparable to the the original questionnaire. [ABSTRACT FROM AUTHOR]
- Published
- 2014
88. Tek atak ve tekrarlayan unipolar depresif bozuklukta hasta lenfositlerinde dna hasar ve tamir etkinliğindeki farklılıkların karşılaştırılması ve bilişsel fonksiyonlara etkisinin değerlendirilmesi
- Author
-
Yildirim, Mustafa Metehan, Özdel, Osman İsmail, and Psikiyatri Anabilim Dalı
- Subjects
Psychiatry ,Psikiyatri - Abstract
Major depresif bozukluk en yaygın görülen duygudurum bozukluğudur, tek atak ya da tekrarlayan ataklarla seyredebilir. Major depresif bozukluk yaygın olarak görülmesine rağmen, patogenezi halen belirsizliğini korumaktadır. MDB patogenezinde DNA hasarı ve DNA hasar onarım mekanizmaları ile ilişkili çeşitli araştırmalar yapılmaktadır. Depresyonda bellek bozukluklarına da sık rastlanmaktadır ve bellek bozuklukları depresyonun gündelik işlevsellik ve iş performansı üzerindeki engelleyici etkilerinde önemli bir paya sahiptir, ancak nedenleri üzerine çok az sayıda çalışma mevcuttur. Bu çalışmada tek atak ve tekrarlayan depresif bozuklukta DNA hasar ve tamir etkinliğindeki farklılıkların karşılaştırılması ve bilişsel fonksiyonlara etkisinin olup olmadığı değerlendirilmiştir. Çalışmamıza DSM-5'e göre tanı konmuş 18-60 yaş arası, fiziksel ve nörolojik hastalığı olmayan, mental kapasitesi olağan, okuma yazma bilen 40 tek atak depresyon, 38 tekrarlayan depresyon ve 40 sağlıklı gönüllü katılmıştır. Katılımcılara sosyodemografik veri formu ölçeği uygulanmış, hasta gruplarına hastalığın şiddetini ölçmek amacıyla HAM-D (Hamilton Depresyon Derecelendirme Ölçeği) ve KGİÖ (Klinik Global İzlem Ölçeği) ölçekleri uygulanmıştır. Katılımcılara bellek fonksiyonlarını değerlendirmek amacıyla SBST (Sözel Bellek Süreçleri Testi) uygulanmıştır. Tüm katılımcılardan 6 ml kan alınarak lenfositlerde comet assay yöntemiyle DNA hasarı, gerçek zamanlı PCR ile OGG1, NEİL1, XRCC1, APEX1 ve Beta Aktin gen ekspresyonları ölçülmüştür. Çalışmamızda tek atak ve tekrarlayan depresyon gruplarında DNA hasarı açısından farklılık saptanmamış, ancak tekrarlayan depresyon grubunda atak sayısı arttıkça DNA hasarının arttığı ve DNA hasarındaki artışın bellek fonksiyonlarının bozulması ile ilişkili olduğu gözlenmiştir. DNA onarım genlerinden APEX1 ve OGG1 seviyelerindeki artışın DNA hasarını azalttığı saptanmıştır. Ayrıca tekrarlayan depresyon grubunda DNA onarım enzimlerinden APEX 1 seviyesinin azaldığı gözlenmiştir. Çalışmamız depresif atakların sayısı arttıkça DNA hasarının arttığını, DNA tamir etkinliğinin bozulduğunu ve tekrarlayan depresyonda görülen bellek fonksiyonlarının DNA hasarındaki artışla ilişkili olabileceğini göstermektedir. Major depressive disorder is the most common mood disorder and may occur with single or recurrent episodes. Although major depressive disorder is common, its pathogenesis remains unclear. There are several studies on DNA damage and DNA damage repair mechanisms related to MDD pathogenesis. Memory deficits are also common in depression and memory deficits have an important role in the inhibitory effects of depression on daily functionality and work performance, however there are very few studies on its causes. The aim of this study was to compare the differences in DNA damage and repair efficacy in first episode and recurrent depressive disorder and to determine whether it had any effect on cognitive functions. The study included 40 first-episode depression, 38 recurrent depression and 40 healthy volunteers aged between 18-60 years who were diagnosed according to DSM-5, without physical and neurological diseases, normal mental capacity, and literate. Sociodemographic data form scale was applied to the participants and HAM-D (Hamilton Depression Rating Scale) and CGI (Clinical Global Impression) scales were applied to the patient groups to measure the severity of the disease. RAVLT (Rey Auditory Verbal Learning Test ) was applied to the participants to evaluate the memory functions. DNA damage was measured on lymphocytes by comet assay by taking 6 ml of blood from all participants and OGG1, NEIL1, XRCC1, APEX1 and Beta Actin gene expressions were measured by real-time PCR. In our study, no difference was found in first episode and recurrent depression groups in terms of DNA damage, however, as the number of attacks increased in the recurrent depression group, DNA damage increased and the increase in DNA damage was associated with impairment of memory functions. It was determined that the increase in APEX1 and OGG1 levels of DNA repair genes decreased DNA damage. In addition, it was observed that the level of APEX 1, one of the DNA repair enzymes, decreased in the recurrent depression group. Our study shows that as the number of depressive episodes increases, DNA damage increases, DNA repair efficiency deteriorates and memory functions seen in recurrent depression may be associated with increased DNA damage. 168
- Published
- 2020
89. Tek atak ve tekrarlayan depresyon tanılı hastalarda total antioksidan seviyesi (TAS), total oksidan seviyesi (TOS) ve sitokin düzeylerinin karşılaştırılması ile ilaç etkisinin değerlendirilmesi
- Author
-
Aslan, Şerife, Özdel, Osman İsmail, and Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı
- Subjects
Psychiatry ,Enzyme-linked immunosorbent assay ,Depression ,Drug utilization ,Cytokines ,Tumor necrosis factor-alpha ,Interleukin 6 ,Drug utilization review ,Oxidants ,Depressive disorder-major ,Psikiyatri ,Antioxidants - Abstract
Major depresyon yinelemelerle giden yüksek yeti yitimine neden olan ve sık görülen bir hastalıktır. Son dönemde birçok kronik hastalık gibi depresyonun patofizyolojisinde de sitokinlerin aracılık ettiği inflamatuar süreçler ve oksidatif stresin rol oynadığı gösterilmiş ve bu konuyla ilgili çalışmalar hız kazanmıştır. Çalışmamızın amacı, tek atak ve tekrarlayan major depresyon tanılı hastalarda oksidatif ve inflamatuar sistemlerin rolü ve bu iki sistem arasındaki ilişkinin araştırılması aynı zamanda antidepresan tedavinin oksidatif ve inflamatuar parametreler üzerindeki etkisinin değerlendirilmesidir. Çalışmamıza DSM 5'e göre tanı konmuş, 18-60 yaş aralığında, okuma yazma bilen, nörolojik, enfeksiyöz ve inflamatuar bir hastalığının bulunmayan, mental kapasitesi olağan 31 major depresif bozukluk ilk atak, 38 major depresif bozukluk tekrarlayan atak tanılı hasta ve 30 sağlıklı gönüllü katılmıştır. Hastalara gruplarına göre hastalığın seyrini ve şiddetini değerlendirme amacıyla ölçekler uygulanmıştır. Tüm katılımcılardan 9 ml kan alınarak ELİSA ile inflamasyon parametreleri (TNF-α, IL-6) ve oksidatif metabolizma değerleri (TAS, TOS) ölçülmüştür. Ayrıca kullanılan tedavinin parametreler üzerindeki etkisinin değerlendirilmesi amacıyla major depresif bozukluk ilk atak tanılı hasta grubunun ölçümleri 8 haftalık tedavi sonrasında tekrarlanmıştır. Çalışmamızda depresyon tanılı hastalarda TNF-α, IL-6 ve TOS düzeylerinin sağlıklı kontrol grubundan yüksek olduğu saptanmıştır. Tekrarlayan depresyon tanılı hastalarda bu değerler ilk atak depresyon tanılı hastalara göre yüksek bulunmuştur. İlk atak depresyon tanılı hasta grubunda ise tedavi sonrasında TNF-α ve TOS düzeylerinin düştüğü gözlenmiştir. Ayrıca TNF-α ile IL-6 ve TOS parametreleri arasında pozitif bir korelasyon izlenmiştir. Sonuç olarak depresyonun oksidatif ve inflamatuar sistemlerdeki düzensizlikle seyreden bir hastalık olduğu, hastalık tekrarladıkça bu sistemlere ait parametrelerin düzeylerinin arttığı, depresyon tedavisinin bu sistemler üzerinde etkisinin bulunduğu; ayrıca bu iki sistem arasında bir ilişki olduğu görülmektedir. Buna göre; oksidatif ve inflamatuar sistemler ve bu iki sistem arasındaki ilişkinin kontrolünden sorumlu mekanizmalar ile ilgili yapılacak çalışmaların depresyonun patofizyolojisini aydınlatabileceği ve bu sistemler üzerinden etki edebilecek yeni tedavi hedefleri önerebileceği düşünülmüştür. Ayrıca depresyonda oksidasyon ve inflamasyon arasında gözlenen korelasyonun aynı zamanda tıbbi komorbiditelerin riskini açıklamaya yardımcı olabileceği ve tedaviye katkı sağlayabileceği düşünülmektedir. Major depression is a common disorder that causes high disability with recurrences. Recently, many chronic diseases such as inflammatory processes mediated by cytokines and oxidative stress have been shown to play a role in the pathophysiology of depression and studies on this subject have gained momentum. The aim of our study was to investigate the role of oxidative and inflammatory systems in patients with major single attack and recurrent major depression and to investigate the relationship between these two systems and to evaluate the effect of antidepressant therapy on oxidative and inflammatory parameters. Inclusion criteria in our study; Diagnosis according to DSM 5, aged 18-60, illiterate, with no neurological, infectious or inflammatory disease, mental capacity as usual, 31 major depressive disorder first episode, 38 major depressive disorder, recurrent episode, healthy volunteers. Scales were used to evaluate the course and severity of the disease according to the groups. 9 ml blood samples were taken from all participants and inflammation parameters (TNF-α, IL-6) and oxidative metabolism values (TAS, TOS) were measured by ELISA. In addition, measurements of the first episode patients with major depressive disorder were evaluated after 8 weeks of treatment in order to evaluate the effect of the treatment on the parameters. In our study, it was found that TNF-α, IL-6 and TOS levels were higher in patients with depression than healthy control group. These values were higher in patients with recurrent depression compared to patients with first episode depression. TNF-α and TOS levels were lower in the first episode group. A positive correlation was also observed between TNF-α and IL-6 and TOS parameters. As a result, it is seen that depression is a disease with irregularity in oxidative and inflammatory systems, the levels of parameters of these systems increase as the disease recurs, antidepressant treatment has an effect on these systems and there is a relationship between these two systems. Accordingly, it is thought that the studies about the oxidative and inflammatory systems and the mechanisms responsible for the control of the relationship between these two systems will be able to elucidate the pathophysiology of depression and suggest new treatment targets that may affect these systems. It is also thought that the correlation between depression and inflammation in depression can also help explain the risk of medical comorbidities and may contribute to treatment. 177
- Published
- 2018
90. Şizofrenili ve şizoaffektif bozukluklu hasta lenfositlerinde dna hasarı ve tamir etkinliğindeki farklılıkların değerlendirilmesi
- Author
-
Topak, Osman Zülkif, Özdel, Osman İsmail, and Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı
- Subjects
Psychiatry ,Psychotic disorders ,Schizophrenia ,DNA damage ,DNA repair ,Lymphocytes ,DNA ,Psikiyatri ,Affective disorders - Abstract
Şizofreni ve şizoaffektif bozukluk, kronik, ciddi yeti yitimine neden olan psikiyatrik bozukluklardır. Son dönemde çalışmalar şizofreni ve şizoaffektif bozukluğun oluş mekanizması, semptomatolojileri ve tedavilerindeki farklılıklara odaklanmıştır. Çalışmamızın amacı şizofreni ve şizoaffektif bozukluğun patofizyolojisinde oksidatif hasarın, onarım mekanizmalarının ve kullanılan ilaçların DNA hasarına katkılarının rolünü ortaya koymaktır. Çalışmamıza DSM 5'e göre tanı konmuş 18-60 yaş arası, fiziksel ve nörolojik hastalığı olmayan, mental kapasitesi olağan, okuma yazma bilen ve en az 5 yıldır tanı konmuş 30 şizofreni, 30 şizoaffektif bozukluklu hasta ve 30 sağlıklı gönüllü katılmıştır. Hastalara gruplarına göre hastalığın seyrini ve şiddetini değerlendirme amacıyla ölçekler uygulanmıştır. Tüm katılımcılardan 5ml kan alınarak lenfositlerde commet assay yöntemiyle DNA hasarı; ELİSA ile TAS, TOS ve OSİ değerleri; gerçek zamanlı PCR ile OGG1 ve NEIL1 gen ekspresyonları ölçülmüştür. Ayrıca in vitro assay yöntemi ile ilaçların DNA hasarına etkisine bakılmıştr. Çalışmamızda Şizofreni hastalarında Şizoaffektif ve kontrol grubuna oranla DNA hasarı yüksek çıkmıştır. Şizoaffektif hastalarda şizofrenlere göre oksidatif stres oranı düşük çıkmış, OGG1 gen expresyonu da yüksek bulunmuştur. Paliperidon, klozapin ve valproik asit kullanan hastalarda DNA hasarının düşük olduğu bulunmuş, yapılan in vitro analizlerde de ilaçların DNA hasarına neden olmadığı görülmüştür. Sonuç olarak Şizofrenili hastalarda Şizoaffektiflere oranla DNA hasarının yüksek olduğu, bu durumun hem şizoaffektif hastaların daha az oksidatif hasara maruz kalmasından hem de onarım süreçlerinin daha çok çalışmasından kaynaklandığı görülmüştür. Aynı zamanda ilaçların DNA hasarına yol açmadığı, bazılarının DNA hasarını azalttığı görülmüştür. Çalışmamız bu hastalıkların hastalığın seyri, hastaların tedavi ihtiyaçları ve takip sıklıklarının planlanabilmesi açısından ayrı ayrı değerlendirilmesi gerektiğini göstermektedir. Schizophrenia and schizoaffective disorder are chronic psychiatric disorders that cause severe disability. Recent studies have focused on the pathophysiology, symptomatology and differences in treatments of schizophrenia and schizoaffective disorder. The aim of the study is to demonstrate the role of oxidative damage and repair mechanisms in pathophysiology of schizophrenia and schizoaffective disorder, and the contribution of drugs to DNA damage. 30 schizophrenic and 30 schizoaffective patients diagnosed according to DSM V and having at least 5 years of disease history, aged between 18 and 60, with no physical and neurological disease, normal mental capacity and literate and 30 healthy volunteers having similar features were participated in the study. Scales were applied to assess the course and severity of the disease ındividually by groups. 5ml blood was taken from all participants and DNA damage was measured in lymphocytes using the commet assay method; TAS, TOS, OSI were by ELISA and OGG1, NEIL1 gene expressions by real-time PCR and the effect of drugs on DNA damage by in vitro assay. The results showed that DNA damage was higher in Schizophrenia patients than in Schizoaffective and control group. The rate of oxidative stress was lower in schizoaffective patients than schizophrenic patients, and the OGG1 gene expression was also found to be high in schizoaffective patients. DNA damage was found lower in patients using paliperidone, clozapine, and valproic acid. In-vitro analysis also showed that the drugs did not cause DNA damage. As a result, DNA damage was higher in schizophrenic patients compared to schizoaffective disorders, and this had been attributed to the both less exposure of oxidative damage and to the more work of the repair processes in schizoaffective patients. Therewithal, drugs did not cause DNA damage, and some of them seemed to reduce DNA damage. As a result, these diseases should be evaluated separately in order to anticipate disease progression, and to plan treatment strategies of patients and frequency of control examination. 136
- Published
- 2017
91. Antipsikotiklerle farmakoterapide cinsel işlev bozukluklarının gen varyansı prolaktin düzeyi ve hastalıkla ilişkisi
- Author
-
Öztürk Atkaya, Neşe, Özdel, Osman İsmail, and Psikiyatri Anabilim Dalı
- Subjects
Psychiatry ,Genes ,Sex disorders ,Bipolar disorder ,Schizophrenia ,Nitric oxide ,Drug therapy ,Sexuality ,Tranquilizing agents ,Psikiyatri ,Receptors-dopamine ,Prolactin - Abstract
Şizofreni ve bipolar bozukluk toplumda %1 yaşam boyu yaygınlık oranları ile gidiş ve sonlanışı hastadan hastaya ve süreç içinde değişen önemli derecede yeti yitimine yol açan psikiyatrik bozukluklardır. Şizofreninin temel tedavi aracı olan antipsikotikler bipolar bozuklukta da yaygın olarak kullanılmaktadır. Antipsikotiklere bağlı cinsel işlev bozukluğunun ise, yaşam kalitesinin bozulması, ilaç uyumunun bozulması, tedavi terklerine neden olması ve altta yatan psikiyatrik hastalığın kötüleşmesine yol açması nedeniyle önemli sonuçları olmaktadır. Bu çalışmada tedavi dozunda antipsikotik kullanımında cinsel işlev bozukluklarının prolaktin düzeyi, hastalık ve dopamin D2 reseptörü (DRD2), endotelyal nitrik oksit sentaz (eNOS), nöronal nitrik oksit sentaz (nNOS), uridin glukronil transferaz 1A1 (UGT1A1) gen polimorfizmleri ile ilişkisinin değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Çalışmaya 18-65 yaş arası remisyon veya kısmi remisyonda olan 74 şizofreni ve 37 bipolar bozukluk hastaları dâhil edilmiştir. Cinsel işlev bozukluğuna yol açabilecek diyabetes mellitus, hipertansiyon, nörolojik ve ürolojik bozukluğu olanlar, klinik olarak mental retardasyonu olanlar, klinik değerlendirmeyi yapamayacak düzeyde aktif bulguları veya yıkımı olanlar, sigara dışında, alkol ve madde kullanım bozukluğu olanlar çalışma dışı bırakılmıştır. Tüm katılımcılar Eksen-I Bozuklukları için Yapılandırılmış Klinik Görüşme (SCID-I) ölçeği kullanılarak psikiyatrik bozukluklar için taranmıştır. Klinik değerlendirme amacıyla şizofreni hastalarında pozitif semptomları değerlendirme ölçeği (SAPS), negatif semptomları değerlendirme ölçeği (SANS), Calgary, bipolar bozukluk hastalarına Hamilton, Young Mani ve her iki grupta da klinik global değerlendirme ölçeği (CGI) ve cinsel işlev bozukluğu değerlendirme aracı olarak da ASEX kullanılmıştır. Şizofreni hastalarında cinsel işlev bozukluğu oranı %45,9, bipolar bozukluk hastalarında %59,5 şeklinde bulgulanmıştır. Cinsel işlev bozukluğu olan şizofreni ve bipolar hastalarında, cinsel işlev bozukluğu olmayan gruba göre eğitim düzeyleri anlamlı oranda düşük, sigara kullanım miktarları ve yaş ortalamaları da anlamlı oranda yüksek bulgulanmıştır. Atipik antipsikotik alan şizofreni hastalarında pozitif semptom şiddeti anlamlı oranda yüksek bulgulanmıştır. Yalnızca tipik antipsikotik veya atipik ve tipik antipsikotik beraber kullanımı olan şizofreni hastalarında ise negatif semptom şiddetinin cinsel işlev bozukluğu olan grupta daha yüksek olduğu bulgulanmıştır. Cinsel işlev bozukluğu olan ve olmayan gruplar arası ortalama prolaktin değerlerinde anlamlı fark saptanmamıştır. Kadın ve erkek şizofreni hastalarında cinsel işlev bozukluğu açısından anlamlı farklılık saptanmamakla beraber, kadın şizofreni hastalarda ortalama prolaktin değerleri erkeklere göre anlamlı oranda yüksek bulgulanmıştır. Hastaların tümü ele alındığında UGT1A1, DRD2 Ins/Del ve Taq1 polimorfizmleri ve allel frekansları açısından cinsel işlev bozukluğu olan ve olmayan gruplar arası anlamlı farklılık saptanmamıştır. eNOSG894T polimorfizmlerinde cinsel işlev bozukluğu olan ve olmayan gruplar arası anlamlı farklılık saptanmamış, ancak cinsel işlev bozukluğu olan grupta T allel frekansı anlamlı oranda yüksek bulgulanmıştır. Cinsel işlev bozukluğu olan şizofreni hastalarında eNOS786C TT polimorfizmi ve eNOS786C T allel frekans oranı anlamlı olarak yüksek saptanmıştır. Sonuç olarak sigara kullanım miktarı, ileri yaş, düşük eğitim düzeyleri, pozitif ve negatif semptom şiddetleri, antipsikotik ve antidepresan beraber kullanımı, eNOS786C TT polimorfizmine veya eNOS786C T alleline sahip olmak, daha fazla cinsel işlev bozukluğuna yol açıyor olabilir. Schizophrenia and bipolar disorders are psychiatric disorders in which lifetime prevelance rates are 1%. Clinical course and outcomes of them differentiate between patients and may cause significant disability. Antipsychotics, the basic treatment agent for schizophrenia, is widely used for bipolar disorder. The sexual dysfunction due to antipsychotic drugs have important outcomes that can lead to impaired quality of life, distruption of drug compliance, worsening of psychiatric disorders, and drop out. We aimed to investigate the association of sexual dysfunction in patients whose receiving antipsychotics with prolactin levels and clinical features of schizophrenia and bipolar disorders and genetic variances (genetic polymorphisms in the D2 dopamine receptor (DRD2), endothelial nitric oxide synthase (eNOS), neuronal nitric oxide synthase (nNOS) uridine glucronyl transferases (UGT)1A1). 111 outpatients were enrolled in this study who are with remission or partial remission, diagnosed with schizophrenia and bipolar disorder according to the criteria of the DSM IV-TR. Patients were 18 to 65 years of age, had received at least 6 months of treatment with an antipsychotics. Exclusion criteria are diabetes mellitus, hypertension, mental retardation, neurological and urological diseases, substance abuse and alcoholics except smoking, mental retardation, inability to give informed consent or answer questions. While SAPS, SANS, Calgary administred to patinets who are schizophrenia, Hamilton, Young Mani admiministred to bipolar patients, and CGI, ASEX administered to all of two patient groups. As a result, the prevelance of sexual dysfunction is %45,9 in patients with schizophrenia, and %59,5 in with bipolar disorder. There were no significant differences between male and female sexual dysfunction prevelance in schizophrenia and bipolar patients. In SD group, education levels were lower, ages and amount of smoking were higher than Non-SD group in overall patients. In the group of patients who were receiving atypical antipsychotics, severity of positive symptoms was significantly higher in SD group than Non-SD group. On the other hand the group of patients who were receiving typical or concomitant typical and atypical antipsychotics, severity of negative symptoms were significantly higher in SD group than Non-SD group. In concomitant use of antipsychotics and antidepressant the prevelance of SD was higher in schizophrenia than single use antipyschotics. When we compare the SD group with the Non-SD group, there was no significant difference in their average prolactine levels. Prolactin levels were higher in female schizophrenia patients than in male but not for SD. The frequences DRD2 Ins/Del, Taq1A polimorpisms and alleles were similar between SD and Non-SD group in overall patients. For schizophrenia patients the frequency rate of eNOS786C TT polymorhysm and eNOS786C T allele were higher in SD group than Non-SD group. As a result of this study, amount of smoking, age, lower education levels, severity of positive and negative symptoms, concomitant use of antipsychotics and antidepressants, having eNOS786C TT polymorhysms and T alle and eNOSG894T T allele may lead to higher SD when receiving antipsychotics. 123
- Published
- 2016
92. Kadın tekstil işçilerinde vardiyalı çalışmanın uyku ve ruhsal durum üzerine etkileri
- Author
-
Toker Uğurlu, Tuğçe, Özdel, Osman İsmail, and Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı
- Subjects
Psychiatry ,Women workers ,Textile ,Shiftwork system ,Polysomnography ,Psychological status ,Psychology ,Women ,Sleep disorders ,Sleep ,Psikiyatri ,Workers - Abstract
ÖZETKadın tekstil işçilerinde vardiyalı çalışmanın uyku ve ruhsal durum üzerine etkileri Dr. Tuğçe TOKER UĞURLUEkonomik ve sosyal şartlar, gündüz çalışmanın yanı sıra, gece saatlerini de içeren vardiyalı sistemde çalışmayı gerektirebilmektedir. Vardiyalı çalışanlar, uyku-uyanıklık döngüsündeki bozulma ve alışılmış çalışma ve sosyal yaşamın dışına çıkılmasından ötürü pek çok fiziksel ve ruhsal sorunlarla karşı karşıyadırlar. Uyku bozuklukları, iş kazaları, gastrointestinal sistem bozuklukları, kardiyovasküler hastalıklar, serebrovasküler hastalıklar, hipertansiyon, diyabet gibi fiziksel durumlar yanında yaygın olarak depresyon ve anksiyete bozukluklarına da yol açmaktadır. Bu çalışmada vardiyalı ve sürekli gündüz çalışan bir grup kadın işçinin uyku bozuklukları, iş yükü stresi ve ruhsal durum açısından değerlendirilmesi ve vardiyalı çalışma biçiminin uyku ve ruhsal durum üzerine olumsuz etkilerinin gösterilmesi amaçlanmaktadır. Çalışmanın evrenini 661 vardiyalı, 138 sürekli gündüz çalışan toplam 799 kadın işçi oluşturmaktadır. Gündüz uykululuğu Epworth Uykululuk Ölçeği ve uyku kalitesi Pittsburg Uyku Kalitesi İndeksi ile değerlendirilmiştir. Gündüz uykululuğu saptananlar arasından 7 vardiyalı, 11 sürekli gündüz çalışana polisomnografi testi uygulanmış ve yapılandırılmış psikiyatrik görüşme yapılmıştır. Sonuçta; kadın tekstil işçilerinde gündüz uykululuğu sıklığı %16,2, kötü uyku kalitesi ise %78,8 bulundu ve vardiyalı çalışmanın kötü uyku kalitesi riskini 4,92 kat artırdığı saptandı. Ayrıca evde bakmakla sorumlu olunan fiziksel/zeka geriliği olan kişi olmasının gündüz uykululuğu riskini 3,41 kat, herhangi bir ek iş yapmanın 3,36 kat, öyküde veya halen herhangi bir psikiyatrik hastalık olmasının 3,15 kat, ev işlerine hafta içi ayrılan sürenin çok oluşunun ise 1,17 kat artırmakta olduğu bulundu. Sosyal destek (iş yerindeki sosyal destek) puanının yüksek olmasının da kötü uyku kalitesi riskini 0,83 kat azalttığı bulundu.Anahtar kelimeler: Uyku, vardiya, polisomnografi, ruhsal durum SUMMARYInfluence of shift work on the mental status and sleep in female textile workersDr. Tuğçe TOKER UĞURLUModern economic and social conditions lead to constitution of work shifts all day long, both day and night. People who work in shifts suffer many physical and mental problems due to disturbance of sleep-wake cycle and being deprived of usual working and social life. As well as predisposing to workplace accidents, gastrointestinal disorders, cardiovascular disorders, cerebrovascular disorders, hypertension, diabetes mellitus; sleep disturbances also cause anxiety disorders and depression. In this study, our aim is to evaluate and compare sleep disturbances, work-related stress and mental status between 2 female worker groups working constantly in day shift or rotation shifts and to demonstrate negative effects of rotation shifts on sleep and mental status of the workers. A total of 799 workers are enrolled in the study consisting of which 661 are working in rotation shifts and 138 are working constantly in day shift. Daytime sleepiness and quality of sleep are evaluated with Epworth Sleepiness Scale and Pittsburgh Sleep Quality İndex, respectively. Polysomnographic examination and structured psychiatric interview was conducted 7 patients of rotation shift group and 11 patients of constant day shift group who determined daytime sleepiness. In conclusion, we found that the prevalence of daytime sleepiness was 16.2%, poor quality of sleep was 78.8% among female textile workers and working in rotation shifts is related with a 4.92 fold risk of poor sleep quality. Besides, risk of daytime sleepiness is 3.41 fold higher if there is a mentally/physically disabled person in the family, 3.36 fold higher if the person has an extra job, 3.15 fold higher if the person had previous or current psychiatric disorder and 1.17 times higher if the persons' daily house work load is high. Higher social support score is related to 0.83 fold decrease in sleep quality derangement. In conclusion, working in rotation shifts deranges sleep quality independent of many factors which are known to interact normal sleep patern. Future studies on males and females working in shifts with wider sample sizes, utilizing objective methods like polysomnography and actigraphy and structured psychiatric interview are required to evaluate the relation between type of the working shift and sleep and mental disorders. The results of such studies may also contribute to worker and workplace safety and provide public benefit.Key words: Sleep, shift work, polysomnography, mental status 105
- Published
- 2014
93. Denizli kent merkezinde erişkin dikkat eksikliği hiperativite bozukluğunun yaygınlığı
- Author
-
Şimşek, Deniz, Özdel, Osman İsmail, and Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı
- Subjects
Psychiatry ,Denizli ,Diagnosis ,Prevalence ,Adults ,Psikiyatri ,Attention deficit disorder with hyperactivity - Abstract
Klinik takip çalışmalarında dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu (DEHB) olan çocuklardaki semptomların sıklıkla erişkinlikte de devam ettiği bu semptomlardan özellikle dikkat eksikliğinin dürtüsellik ve hiperaktiviteye gore daha baskın olabileceği uzun süredir bilinmektedir. Bu çalışmada Denizli kent merkezindeki DEHB yaygınlığını araştırılmış olup, bölgemiz ve ülkemizde bu konuda yapılmış ilk çalışmalardan biri olma özelliğini de göstermektedir. Wender Utah ve Turgay ölçekleri kullanılarak %4,5 olarak tespit edilen prevelans, yapılandırılmış klinik görüşmeler sonrası %3,4' e düşmüştür. DEHB tanısı konan bireylerin, DEHB'li olmayan bireylere gore, daha fazla iş değişikliği yaptıkları, yasal sorunlarla daha çok uğraştıkları, daha çok psikiyatrik yardım arayışı içinde oldukları ve yardım aldıkları tespit edilmiştir. DEHB tanılı bireylerin %78,9'unda eksen I eş tanısının olduğu bulunmuştur. En sık gözlenen eştanılar, major depresif bozukluk (%18,4), yaygın anksiyete bozukluğu (%15,8), panik bozukluk (%10,5), post travmatik stress bozukluğu (%10.5), alkol kötüye kullanım bozukluğu (%10,5) olarak saptanmıştır. Hastaların %57,9'unda eksen II tanısı saptanmıştır. En sık görülen eksen II tanıları çekingen kilişik bozukluğu (%13,2), borderline kişilik bozukluğu (%10,5), pasif agresif kişilik bozukluğu (%10,5) olarak bulunmuştur.Sonuç olarak, çalışmamızdaki erişkin DEHB prevelans değerleri, ulusal prevelans çalışması (%3.4) ve Amerika Birleşik Devletleri prevelans çalışması (%4.4) ile benzer olarak bulgulanmıştır. Erişkin DEHB'nin yaygınlığı ve çok sayıda başka psikiyatrik bozuklukla birlikteliği, klinikte görülen özellikle tedaviye cevap vermeyen psikiyatrik bozukluklar için eş tanı olarak düşünülmelidir.Anahtar Sözcükler: Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu, yaygınlık, eş tanı It has long been known from clinical follow-up studies that children with attention-deficit hyperactivity disorder (ADHD) often continue to have symptoms in adulthood , that symptoms of inattention are more likely to persist into adulthood than symptoms of hyperactivity or impulsivity We aim to determine prevalence of adult ADHD in Denizli city center and this survey has been one of the first researches for our country and our region the prevelance search of adult ADHD is important for literature. Screening with Wender Utah and Turgay scale revealed a prevalence rate of 4,5% which dropped to 3,4% with the structured clinical interview. Subjects with ADHD had more frequent job changing, more legal problems, more psychiatric applications and psychiatric help searching in their families too when compared to subjects without ADHD. 78,9% of the subjects with ADHD (N=30) had comorbid axis I diagnoses. Most common comorbid diagnoses were major depression disorder (%18,4), generalized anxiety disorder (%15,8), panic disorder (%10,5), post traumatic stress disorder (%10,5), alcohol abuse disorder (%10,5). %57,9 of patients have axis II diagnoses. Most common axis II diagnoses were avoidant personality disorder (%13,2), borderline personality disorder (%10,5), passive aggressive personality disorder (%10,5)Our result with ADHD prevalence is similar to cross national prevalence (%3,4) and United States prevalence (%4,4) study results (3,4). Childhood ADHD often persists into adulthood, either as a categorical diagnosis or as persistence of symptoms which contribute to personality problems and psychiatric comorbidity. ADHD should be considered as a possible comorbid diagnosis for many patients in adult psychiatry clinics, especially for those who show continued impairment despite appropriate treatment for the primary disorder.Key words: attention deficit hyperactivity disorder, prevalence, comorbidity 83
- Published
- 2011
94. Manyetik rezonans spektroskopi ve bilişsel işlevler açısından şizoaffektif bozukluğun şizofreni ve bipolar bozuklukla ilişkisi
- Author
-
Kalayci, Demet, Özdel, Osman İsmail, and Psikiyatri Anabilim Dalı
- Subjects
Psychiatry ,Radyoloji ve Nükleer Tıp ,Radiology and Nuclear Medicine ,Psikiyatri - Abstract
Bu çalışmada şizoaffektif bozuklukla, bipolar bozukluk, şizofreni ve kontrolgrubu, MRS metabolit değerleri ve bilişsel yetiler açısından karşılaştırılmış,şizoaffektif bozukluğun, bipolar ve şizofreni spektrumu arasındaki yeriaraştırılmıştır.Çalışmamız Pamukkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı,duygudurum bozukluğu ve psikoz polikliniğinden takip edilen DSM- IV tanıölçütlerine göre ötimik bipolar I bozukluk tanısı konulan 15 hasta, kısmi veya tamremisyonda şizofreni tanısı konulan 15 hasta, kısmi ya da tam remisyondaşizoaffektif bozukluk tanısı konulan 15 hasta ve 15 sağlıklı kontrol grubu ilegerçekleştirildi. Katılımcılara Sosyodemografik veri formu, DSM-IV YapılandırılmışKlinik Görüşme Formu (SCID- I); bipolar hastalara Hamilton DepresyonDerecelendirme Ölçeği ve Young Mani Derecelendirme Ölçeği; Şizoaffektikhastalara Duygulanım Bozuklukları ve Şizofreni Görüşme Çizelgesi (Schedule forAffective Disorders and Schizophrenia / SADS); şizofreni hastalarına NegatifBelirtileri Değerlendirme Ölçeği (SANS) ve Pozitif Belirtileri Değerlendirme Ölçeği(SAPS) uygulandı. Hastalara ve kontrol grubuna bilateral dorsalateral prefrontalkorteks (DLPFK) ve bilateral medial frontal korteks bölgelerinden 1H MRS(Magnetik Rezonans Spektroskopi) çekildi. Wisconsin Kart Eşleme Testi (WKET),Stroop Testi, Bender Gestalt Görsel Motor Algı Testi II (Bender Visual-MotorGestalt Test, BGT-II), Kaufman Kısa Zekâ Testi (K-BIT) yapıldı.Sağ ve sol dorsolateral prefrontal NAA, tüm gruplarda kontrol grubuna göreanlamlı düşük ve şizoaffektif grupta NAA düzeyleri bipolar grup ile benzer bulundu.Sağ ve sol DLPFK, sağ medial frontal kolin düzeyi bipolar ve şizoaffektif gruptahem şizofreni hem de kontrol grubuna göre anlamlı düzeyde düşük, sol medialfrontal kolin ise tüm gruplarda kontrole göre anlamlı düzeyde düşük saptandı. Sağ2DLPFK kreatinin düzeyi ve sol-sağ medial frontal kreatinin düzeyi, bipolar veşizoaffektif grupta kontrole göre, sol DLPFK kreatinin düzeyi de tüm gruplardakontrole göre anlamlı düşük saptandı. Sol dorsolateral ve medialfrontal prefrontalkortekste NAA/Cho oranının artmasıyla bilişsel fonksiyonlardan WKET'de başarılıperformans izlenmiştir.Şizofrenlerde hem sağ hem de sol DLPFK ve medial frontal Glx artışıWKET'de farklı fonksiyonlarda negatif bağıntılı bulunmuştur. Tüm gruplarda yaş ilebilişsel fonksiyonlar arasında bağıntı izlendi.Bu çalışmadan elde edilen bulgularla şizoaffektif grubun MR spektroskopibulgularına göre bipolar gruba, bilişsel testlere göre ise şizofrenik gruba yakınolduğu izlenmiştir. Ayrıca beklendiği gibi spektroskopik değişikliklerle bilişselfonksiyonlar da bağıntılı bulunmuştur. İn this study, we compared schizoaffective disorder, bipolar disorder,schizophrenia and control groups according to MRS metabolite values and cognitiveabilities, also we researched the position of schizoaffective disorder among bipolarand sschizophrenia spectrum.We performed the study with 15 patients who are diagnosed as eutimic bipolarI disorder, 15 patients who are diagnosed as schizophrenia in partial or totalremission, 15 patients who are diagnosed as schizoaffective disorder in partial ortotal remission according to DSM IV diagnosis criteria and 15 healthy controlsubjects. All the individuals were followed in Pamukkale University School ofMedicine Psychiatry Department emotional disorders and psychosis clinic foroutpatients. Participitants fulfilled sociodemographic data sheet, Structured ClinicalInterview for DSM-IV (SCID-I); bipolar disordered patients fulfilled HamiltonDepression Rating Scale and Young Mania Rating Scale; schizoaffective patientsfulfilled Schedule for Affective Disorders and Schizophrenia; schizophrenia patientsfulfilled Scale for Assessment of Negative Symptoms (SANS) and Scale forAssessment of Positive Symptoms (SAPS). We performed 1H MRS (MagneticResonance Spectroscopy) of dorsolateral and medial prefrontal cortex bilaterallyin patient and control groups. We applied Wisconsin?s Card SortingTest (WCST),Stroop Test, Bender Visual Motor Gestalt Test II (BGT-II) and Kaufman?s Basicİntelligence Test (K-BİT).Right and left dorsolateral prefrontal NAA were found significantly lower inall groups compared with the control group. NAA levels in schizoaffective groupwere found similiar with those of bipolar group. Cholin levels of right and leftdorsolateral prefrontal cortex and right medial frontal area were significantly lower2in bipolar disorder and schizoaffective group compared with both schizophrenia andcontrol groups. Besides this, cholin levels of left medial frontal area weresignificantly lower in all groups compared with the control group. Creatin levels ofright dorsolateral prefrontal cortex and left-right medial frontal area weresignificantly lower in bipolar disorder and schizoaffective groups compared with thecontrol group. Creatin levels of left dorsolateral prefrontal cortex were significantlylower in all groups compared with the control group. When NAA/Cho ratio in leftdorsolateral and mediofrontal prefrontal cortex increased, successful performancewas observed in WCST which is one of the cognitive functions. Both left and rightdorsolateral prefrontal cortex and medial frontal Glx increase in schizophrenia groupwas found negatively correlated with different functions in WCST. Correlationamong age and cognitive functions was observed in all groups.With the findings that we obtained from this study, we observed thatschizoaffective group was closer to bipolar disordered group according to MRSpectroscopy findings, and schizoaffective group was closer to schizophrenia groupaccording to cognitive tests. Also, we found that spectroscopic changes werecorrelated with cognitive functions as expected. 85
- Published
- 2009
95. Relationship of Apathy with Depressive Symptom Severity and Cognitive Functions in Geriatric Depression.
- Author
-
Sözeri-Varma G, Bingöl C, Topak OZ, Enli Y, and Özdel O
- Abstract
Introduction: Apathy which is known as loss of primary motivation is observed more frequently in elderly depression in comparison with younger adults. It is put forth that apathy is related with depressive symptom severity and cognitive functions, that the existence of apathy may be a predictor of neurocognitive impairment. The objective of this study was to examine the apathy levels in elderly patients with major depression as well as the relationship between depressive symptom severity and cognitive functions., Methods: The study was carried out with 40 major depressive disorder patients (MDD) aged 60 and above, 40 healthy controls aged 60 and above. Sociodemographic data form, structured psychiatric interview (SCID-I), Hamilton Depression Rating Scale (HAM-D), Hamilton Anxiety Rating Scale (HAM-A), Montgomery-Asberg Depression Rating Scale (MADRS), Standardized Mini Mental State Examination (SMMSE), Montreal Cognitive Assessment Scale (MoCA), Apathy Evaluation Scale (AES) and Sheehan Disability Scale (SDS) were applied to the participants., Results: In our study, HAM-D, HAM-A and MADRS scale scores of MDD group was determined to be higher in comparison with those of the healthy control group. A positive correlation was determined in the MDD groups between the AES scores and depressive symptom severity, whereas a negative correlation was determined between the AES scores and cognitive functions. The SMMSE and MoCA scores of the geriatric MDD group were determined to be lower in comparison with healthy control group. Low performance was observed in the geriatric MDD group especially in the fields of orientation, visual/spatial functions, memory and language. Functionality was found to be lower in MDB group than in the control group, and functionality decreased as the level of apathy increased., Conclusion: Our results indicate that the apathy levels in geriatric depression are higher in comparison with the control group. Cognitive functions are affected adversely in geriatric patients in major depressive disorder, depressive symptom severity, impairment in cognitive functions and functionality are observed to be related with apathy level., Competing Interests: Conflict of Interest: The authors do not have any conflict of interest.
- Published
- 2019
- Full Text
- View/download PDF
96. [Adaptation and Reliability of the Structured Clinical Interview for DSM-5-Disorders - Clinician Version (SCID-5/CV) to the Turkish Language].
- Author
-
Elbir M, Alp Topbaş Ö, Bayad S, Kocabaş T, Topak OZ, Çetin Ş, Özdel O, Ateşçi F, and Aydemir Ö
- Subjects
- Adolescent, Adult, Aged, Diagnostic and Statistical Manual of Mental Disorders, Female, Humans, Male, Middle Aged, Reproducibility of Results, Translations, Turkey, Young Adult, Interview, Psychological, Mental Disorders psychology, Psychiatric Status Rating Scales
- Abstract
Objective: In this study, we aimed to adapt the Structured Clinical Interview for DSM-5-ClinicianVersion into Turkish and to demonstrate its reliability. METHOD: A total of 185 patients, both inpatient and outpatient, from two different university hospitals were included. Training sessions on the features and use of SCID-5/CV were held before the data collection. During the study, in order to test the diagnostic agreement and accuracy, two psychiatrists remained present at the evaluation of each participant; alternatively being interviewer and the observer. Cohen's kappa coefficient for inter-rater reliability was calculated for every diagnostic category. RESULTS: The patient group had a mean age of 37.2 (±13.5) years and 55.7% were female. The education status was as follows: 2.7% were illiterate, 1.7% literate with no primary education, 33% had primary education, 23.8% had secondary education and 38.9% had higher education. The calculated kappa value showed excellent agreement for schizophrenia (κ=0.93), bipolar disorder (κ=0.96), major depressive disorder (κ=0.89), dysthymic disorder (κ=0.82), alcohol use disorder (κ=0.96), panic disorder (κ=0.84), agoraphobia (κ=0.85), social anxiety disorder (κ=0.95), generalized anxiety disorder (κ=0.89), obsessive compulsive disorder (κ=0.87), posttraumatic stress disorder (κ=0.89), adult attention deficit and hyperactivity disorder (κ=1.00), specific phobias (κ=0.82) and very good agreement with adjustment disorder (κ=0.78) and somatic symptom disorder (κ=0.65). CONCLUSION: Similar to the past SCID versions, kappa values were found to be quite high and all were statistically significant. The Turkish version of SCID-5/ CV can be reliably used in both clinical practice and clinical studies.
- Published
- 2019
97. [Is Clinical Insight Associated with Working Memory Components in Schizophrenia and Schizoaffective Disorder?]
- Author
-
Tümkaya S, Hancı Yenigün E, Topak OZ, Şendur İ, Öztürk Atkaya N, and Özdel O
- Subjects
- Adult, Female, Humans, Male, Memory Disorders complications, Middle Aged, Neuropsychological Tests, Schizophrenic Psychology, Young Adult, Memory Disorders psychology, Schizophrenia complications
- Abstract
Objective: Previous studies suggest that the level of clinical insight in schizophrenia patients is related to working memory functions. However, these studies were not specifically concerned with the components of working memory and had not focused in detail on working memory functions. For this reason, the current study investigated the relationship between clinical insight and working memory components in patients with schizophrenia and schizoaffective disorder. METHOD: The patient group was evaluated by using the Scale for Assessment of Negative Symptoms, the Scale for Assessment of Positive Symptoms, and the Scale to Assess Unawareness of Mental Disorder to measure clinical insight. Moreover, all participants underwent a "Situation Awareness" test in order to measure working memory functions. Based on published data, the first stage of this test was accepted to measure the "visual spatial sketchpad" component of working memory, and the second stage was accepted to measure the "episodic buffer" (bound information storage) component. The functions of these components were measured separately as top-down and bottom-up cognitive processes. RESULTS: The episodic buffer function (managed by the bottom-up cognitive process) was related with clinical insight. This relationship also continued after correcting for the effect of positive symptoms on insight. The patients performed worse than the controls in terms of visual spatial sketchpad function, which was managed by both topdown and bottom-up cognitive processes. The patients performed worse than the controls in terms of both top-down and bottom-up cognitive processes and visual spatial sketchpad function. Furthermore, the patients were also worse than the controls in terms of episodic buffer function (managed by top-down cognitive processes). CONCLUSION: Clinical insight may be associated with binding function (associated with episodic buffer function) managed by bottom-up cognitive processes in patients with schizophrenia and schizoaffective disorder. Further studies are necessary to confirm this novel finding.
- Published
- 2019
98. Metacognitive Beliefs and Their Relation with Symptoms in Obsessive-Compulsive Disorder.
- Author
-
Tümkaya S, Karadağ F, Yenigün EH, Özdel O, and Kashyap H
- Abstract
Introduction: Metacognitive constructs have shown promise in explaining the symptoms of Obsessive-Compulsive Disorder (OCD). Few studies have examined the role of metacognitions in symptom dimensions of OCD, despite mounting clinical, neuropsychological and imaging evidence for the distinctiveness of these dimensions., Methods: Metacognitions were assessed using the Metacognitions Questionnaire (MCQ-30) in 51 participants with DSM IV OCD and 46 healthy controls. The Maudsley Obsessional Compulsive Inventory (MOCI) was used to quantify symptom dimensions, along with the Hamilton Anxiety Rating Scale (HAM-A) for anxiety, and Hamilton Depression Rating Scale (HAM-D) for depression., Results: Individuals with OCD differed from healthy controls on beliefs of uncontrollability and danger when depression and anxiety were controlled for. Correlations between metacognitive beliefs and obsessive-compulsive symptom dimensions were largely similar across the OCD and healthy control groups. Hierarchical regression showed that need to control thoughts contributed to checking, cleaning and rumination symptoms; cognitive self-consciousness to symptoms of slowness; uncontrollability and danger to doubt symptoms; positive beliefs to checking symptoms., Conclusions: Specific associations between metacognitive variables and the different symptom dimensions of OCD are evident, however, severity of anxiety and depression also contribute to these associations., Competing Interests: Conflict of Interest: No conflict of interest was declared by the authors.
- Published
- 2018
- Full Text
- View/download PDF
99. Psychological Symptoms in Obesity and Related Factors.
- Author
-
Değirmenci T, Kalkan-Oğuzhanoğlu N, Sözeri-Varma G, Özdel O, and Fenkçi S
- Abstract
Introduction: This study aimed to investigate the relationship between levels of depression and anxiety symptoms and quality of life, self-esteem in obesity., Methods: Fifty-two subjects whose Body Mass Index (BMI) is 30 kg/m
2 and over and 43 control whose BMI is normal were recruited for this study. The socio demographic data form, Hamilton Depression Rating Scale (HAM-D17), Hamilton Anxiety Rating Scale (HAM-A), Quality of Life Scale Short Form (WHOQOL-Brief-TR), Coopersmith Self Esteem Scale (CSES), The Eating Attitudes (EAT), were applied to the participants., Results: In this study most of the patients are women, married, postgraduated and live in urban areas. It was determined to scores of HAM-D17, HAM-A and EAT are higher in obese group than control group; WHOQOL-Brief-TR physical field scores was lower in obese group than control group. CSES scores wasn't difference between obese and control group. In obese group, there was HAM-D17 and HAM-A scores a negative correlation between quality of life physical field score, negative correlation between CSES score, positive correlation between EAT scale score. There is no correlation between scores of HAM-D17 and HAM-A and BMI., Conclusion: Our results suggest that depressive and anxiety levels are high in induvidual with obesity. They have problems in eating attitudes and their quality of life especially physical field is poor. The psychological symptoms have negative effects on the quality of life, self-esteem, and eating attitudes. Our results suggest that psychiatric support to improving positive effects quality of life and self-esteem in individual with obesity., Competing Interests: Conflict of Interest: The authors declared no conflict of interest.- Published
- 2015
- Full Text
- View/download PDF
Catalog
Discovery Service for Jio Institute Digital Library
For full access to our library's resources, please sign in.