Search

Background and aim: One of the most important steps in the models to be established in order to define the relationships between the measured characteristics in health field research is to define the effects in the model correctly. One of these effects is the interaction effect, which is rarely used in practice, but on the contrary, should be required frequently used. The aim of this study, the concept of interaction between numerical independent variables, which is rarely used because it is little known in regression-like models, is to be presented with an easily interpretable graphical result. Materials and methods: The data used to emphasize the interpretation and importance of the interaction in the regression model were produced by simulation based on the descriptive statistics and distribution patterns of the data in a real study. The data set includes the systolic blood pressures (SBP) of 167 people aged between 40 and 76 and a body mass index between 21 and 52. Age and body mass index were defined as independent variables and SBP as dependent variables. Results: In the model without interaction, it was observed that an increase in body mass index increased SBP when age was kept constant, and an increase in age increased SBP when body mass index was kept constant. Although this result is sufficient, appropriate, and meaningful for the practitioner, it will not make sense without knowing the importance and meaning of the interaction between body mass index and age. When the interaction term was added to the model, it was seen that the above described result could lead to an invalid and erroneous interpretation. It was seen that the effect of a 1-unit change observed in body mass index on SBP differs at various ages and the effect of a 1-year increase in age on SBP differs according to body mass index values. In this case, it has emerged that a physician who will make a clinical decision should also consider age when deciding on SBP according to body mass index (or vice versa). In addition, the contour graphic method, which will facilitate the work of the practitioners in the interpretation of the interaction, will make a significant contribution to the evaluation of this term in models. Conclusion: Using an incorrect or incomplete model in data analysis results in, erroneous or incomplete results. The modeling process in healthcare research involving complex relationships requires substantial knowledge, domain knowledge, modeling knowledge, and accurate interpretation of results. Examining the interaction terms is of great importance in the modeling process. If this effect is significant, the actual effects of the interacting effects are meaningless and their interpretation will yield erroneous results. Bangladesh Journal of Medical Science Vol. 22 No. 01 January’23 Page : 189-194

Objective: In this study, it was aimed to describe rates, etiological agents of the secondary infections and its effect on clinical outcomes among hospitalized patients with COVID-19. Materials and Methods: A retrospective comparative analysis of the characteristics of patients with and without secondary infection was carried out among 150 hospitalized adult patients with a confirmed diagnosis of COVID-19 via RT-PCR. Results: Among included patients, 20 (13.3%) had at least one secondary infection. Secondary infection rate in ICU patients (72%) was significantly higher than patients in the general ward (1.6%) (p

Amaç: Bu çalışmada İstanbul’da sağlık alanında (tıp, diş hekimliği, eczacılık, hemşirelik, ebelik, fizik tedavi ve rehabilitasyon, diyetisyenlik, odyoloji, sağlık yönetimi) yükseköğrenim görmekte olan öğrencilerin aşı tereddüdü düzeyini, dağılımını ve öğrenim yılına göre değişimini ortaya koymak amaçlanmıştır.Yöntem: Çalışmamız bir anket çalışmasıydı ve belirlenen fakülte ve bölümlerde kayıtlı (T.C. Ölçme, Seçme ve Yerleştirme Merkezi 2019 verilerine göre) 17.488 üniversite öğrencisinin %10’una ulaşmak hedeflendi. Anket Google Formlar® platformunda çevrimiçi olarak gerçekleştirildi.Bulgular: Çalışma toplam 1559 öğrenci içerdi. Öğrencilerin %15,1’i “Gerekli durumlarda (riskli maruziyet, rutin korunma) kendinize tereddüt etmeden aşı yaptırabiliyor musunuz?” sorusuna “Hayır” yanıtını verdi. Bu oranın öğrenim yılı arttıkça azaldığı görüldü (χ2=21,523; p

Amaç: Onkolojik çalışmalarda çok sayıda sağkalım analiz yöntemi kullanılmaktadır. Farklı veri yapıları için farklı modeller tercih edilir. İzotonik orantılı tehlike modeli bu yöntemlerden birisidir. Olayın gerçekleştiği zamana kadar geçen süre ile monotonik olarak artan ortak değişken arasındaki ilişkiyi değerlendirmek için izotonik modellerin kullanılması önerilmektedir. Bu çalışmanın amacı, izotonik modellerin teorik özelliklerini ve kullanım alanlarını açıklamak ve uygun bir veri seti üzerinde uygulamasını göstermektir. Yöntemler: İzotonik modellerin uygulanması için Seul Ulusal Üniversite Hastanesinde tedavi edilen meme kanseri hastalarına ait veriler kullanıldı. Tekrarlama riskinin modellenmesinde ER, PR, HER2 ve Ki-67 değişkenleri bağımsız risk faktörleri olarak kabul edildi. Tümör boyutu, modele ortak değişken olarak dahil edildi. Modellemede izotonik orantılı tehlike modeli kullanıldı. Model katsayılarının tahmini kısmi olabilirlik yöntemi ile yapıldı. Bulgular: Nüksetme üzerinde tümör boyutunun monoton artırıcı etkisi olduğu gözlendi. Ki-67 değeri arttıkça tekrarlama riskinin 1.008 kat arttığı belirlendi. ER ve PR negatifliğinin riski artırdığı, HER2 pozitifliğinin ise riski artırdığı gözlemlendi. Sonuç: Ortak değişkenin hastalık sürecini monoton artırıcı etkisinin olduğu durumlarda, ortak değişken ve olay arasındaki ilişkiler dikkate alınarak izotonik regresyon modeli kullanılabilir. Böylece, ortak değişken ile olay arasındaki monoton ilişkiyi hesaba katan fonksiyon, hayatta kalma analizine dahil edilecektir.

Amaç: Bu çalışmada, multipl skleroz (MS) tanılı kadınların ve sağlıklı gönüllülerin alt üriner sistem semptomlarını karşılaştırmak amaçlanmıştır. Yöntem: Çalışmaya MS’li 48 kadın (ortalama yaş 41,13±10,93 yıl) ile sağlıklı 51 kadın (38,88±10,26 yıl) dahil edildi. Sosyodemografik özellikler kaydedildikten sonra alt üriner sistem semptomları Bristol Kadın Alt Üriner Sistem Semptomları İndeksi (BKAÜSSİ) ile, pelvik taban prob¬lemleri Pelvik Taban Distres Envanteri-20 (PTDE-20) ve Global Pelvik Taban Rahatsızlık Anketi (GPTRA) ile, aşırı aktif mesane semptomları Aşırı Aktif Mesane Anketi-V8 (AAM-V8) ile, yaşam kali¬tesi Multipl Skleroz Yaşam Kalitesi Anketi-54 (MSYKA-54) ile değerlendirildi. Bulgular: İki grubun BKAÜSSİ depolama, inkontinans ve yaşam kalitesi alt boyut ve toplam puan¬ları arasında anlamlı fark saptandı (p≤0,05). Üriner inkontinans şikayetleri, mikst üriner inkontinans sıklığı, pelvik taban problemleri ve aşırı aktif mesane semptomları MS’li kadınlarda sağlıklı kadınlara kıyasla daha yaygındı (p≤0,05). MS’li kadınların ortalama MSYKA-54 bileşik fiziksel ve mental sağ¬lık puanları sırasıyla 58,65±19,08 ve 63,68±20,48 idi, ortalama MSYKA-54 total sağlık puanları ise 122,33±36,2 olarak tespit edildi. Sonuç: MS’li kadınlarda alt üriner sistem semptomları daha yaygındır ve yaşam kalitesi olumsuz etkilenmektedir. Klinik değerlendirmelerde üriner inkontinans problemleri göz ardı edilme¬meli, alt üriner sistem semptomları da incelenmelidir

Objective: The coronavirus, which originated in Wuhan, causing the disease called COVID-19, spread more than 200 countries and continents end of the March. In this study, it was aimed to model the outbreak with different time series models and also predict the indicators. Materials and Methods: The data was collected from 25 countries which have different process at least 20 days. ARIMA(p,d,q), Simple Exponential Smoothing, Holt’s Two Parameter, Brown’s Double Exponential Smoothing Models were used. The prediction and forecasting values were obtained for the countries. Trends and seasonal effects were also evaluated. Results and Discussion: China has almost under control according to forecasting. The cumulative death prevalence in Italy and Spain will be the highest, followed by the Netherlands, France, England, China, Denmark, Belgium, Brazil and Sweden respectively as of the first week of April. The highest daily case prevalence was observed in Belgium, America, Canada, Poland, Ireland, Netherlands, France and Israel between 10% and 12%.The lowest rate was observed in China and South Korea. Turkey was one of the leading countries in terms of ranking these criteria. The prevalence of the new case and the recovered were higher in Spain than Italy. Conclusion: More accurate predictions for the future can be obtained using time series models with a wide range of data from different countries by modelling real time and retrospective data. Bangladesh Journal of Medical Science Vol.19(0) 2020 p.06-20

Purpose The aim of this study is to investigate the effects of Pilates exercise program on health-related quality of life, pain, functional level, and depression status in university students. Design and methods The exercise programs were carried out for 12 weeks. The scales of Nottingham Health Profile, Visual Analog Scale, Oswestry Disability Index, and Beck Depression Inventory were used at the baseline and after training. Findings Exercise should be encouraged to reduce pain and depression and improve the quality of life in healthy university students. Both Pilates and therapeutic exercises approach can be preferred. Practice implications The results of this study show the inability to identify clear different effects from therapeutic exercises on university students for Pilates exercises.

Giriş ve Amaç: COVID-19 salgın sürecinde, Türkiye’ de vaka sayısının hızlı artış periyoduna girdiği bu günlerde, sunulan sağlık hizmetlerindeki ihtiyaçların ve özellikle hayati önem taşıyan hasta ihtiyaçlarının kanıta dayalı öngörüsü büyük önem taşımaktadır. Bu çalışmada, karşılaştırmalı olarak iki farklı model yardımıyla yoğun bakım yatak ve solunum cihazı sayılarının öngörülmesi amaçlandı. Gereç ve Yöntemler: Veriler, Gompertz ve Zaman serileri modelleri ile incelendi. Bulgular: Çalışmada kullanılan modellerin öngörü başarıları benzer bulundu. Ancak modellemede kullanılan veri sayısının az olması nedeniyle (13 gün) sadece 1 haftalık öngörüler verildi. Gompertz modeline göre 6 Nisan’ da öngörülen toplam yoğun bakım yatak sayısı 1474 iken zaman serisi modelinde 1485 bulundu. Aynı tarihte ihtiyaç duyulacak solunum cihazı sayısı Gompertz modeline göre 1000, zaman serisi modeline göre 1004 olarak hesaplandı.Sonuç: Veri sayısı (gün sayısı) 30’ un üzerine çıktığı zaman kullanılan matematiksel modeller, eğilimi daha iyi yakalayacağı için ileriye dönük uzun süreli tahminlerdeki başarıları artacaktır., Introduction and Aim: Because the number of coronavirus cases has increased day by day in Turkey, , evidence-based prediction of the needs in the provision of health services and particularly critical/seriously patient needs is of paramount importance. In this study, it was aimed to predict the number of intensive care beds and breathing apparatus with the help of two different models.Materials and Methods: Data were analyzed with Gompertz and Time series models.Results: The forecasting of the models used in the study were found similar. Since a few data are used in model development (13 days), only 1 week forecasts were given. While the total number of intensive care beds according to the Gompertz model on April 6 was 1474, this number was forecast as 1485 in the time series model. The number of ventilators that will be needed on the same date was 1000 according to the Gompertz model and 1004 according to the time series model.Conclusion: When the number of data (days) exceeds 30, the mathematical models used will increase the success in the future long-term forecasts as they will better catch the trend.

As of March 19, 2020, the worldwide spread of positive cases and news of death as a result of COVID-19 infection, which covers more than 170 countries, is followed with concern. There has been a lot of information accumulation in social media and internet. The aim of this study is to present statistical information summarizing the general structure about the effects and process of infection in all countries of the world in the light of the data obtained and to model the daily change of infection criteria. When the obtained results are evaluated, the cumulative (cumulative) number of positive cases, cumulative number of deaths and some other criteria are not the same of course depending on the country, the process is one of the most well-control countries, Germany and South Korea came from, Turkey 'of the process, the first 10-day period as It was observed that it was similar to the countries with fast spread. In addition to Turkey, 20 to 29 March 2020 the number of positive cases that may arise between and when the cumulative number of deaths is estimated the maximum number of positive cases as of March 20 around 550, while the cumulative death toll of 11 would be ,current measurement 4, is provided.

The positive relationship between aerobic capacity and cognitive performance is well known, but there is little information regarding young adults. Therefore, we aimed to test the hypothesis that aerobic capacity (VO2max) correlates with cognitive and academic performance in medical students who have higher academic achievement with academic performance. We included 65 volunteer medical students who were in term 2/6 in this descriptive, cross-sectional study. Body composition and the International Physical Activity Questionnaire and cardiopulmonary exercise test results of all participants were analyzed. Lumosity application with 6 categories of cognitive tests was applied to evaluate cognitive performance. The university entrance exam scores of the students were taken into consideration to assess their academic performance. We observed a significant "positive" relationship between aerobic capacity and some domains of cognitive performance, especially problem solving (p0.05), but we did not find a significant relationship between aerobic capacity and academic performance. Consequently, although we confirmed the existence of a positive effect of high aerobic capacity on cognitive performance stated in the literature, we couldn't confirm this for all cognitive domains or academic performance. These results suggest that more comprehensive studies on this subject are needed.

Introduction:Although vaccines are the safest and most effective means to prevent and control infectious diseases, the increasing rate of vaccine hesitancy and refusal (VHR) has become a worldwide concern. We aimed to find opinions of parents on vaccinating their children and contribute to available literature in order to support the fight against vaccine refusal by investigating the reasons for VHR on a global scale.Methodology:In this international cross-sectional multicenter study conducted by the Infectious Diseases International Research Initiative (ID-IRI), a questionnaire consisting of 20 questions was used to determine parents' attitudes towards vaccination of their children.Results:Four thousand and twenty-nine (4,029) parents were included in the study and 2,863 (78.1%) were females. The overall VHR rate of the parents was found to be 13.7%. Nineteen-point three percent (19.3%) of the parents did not fully comply with the vaccination programs. The VHR rate was higher in high-income (HI) countries. Our study has shown that parents with disabled children and immunocompromised children, with low education levels, and those who use social media networks as sources of information for childhood immunizations had higher VHR rates (p < 0.05 for all).Conclusions:Seemingly all factors leading to VHR are related to training of the community and the sources of training. Thus, it is necessary to develop strategies at a global level and provide reliable knowledge to combat VHR.Keywords:Vaccine hesitancy; parents; vaccine refusal.Copyright (c) 2022 Yakup Cag, Mohammad Emad al Madadha, Handan Ankarali, Yasemin Cag, Kubra Demir Onder, Aysegul Seremet-Keskin, Filiz Kizilates, Rok Civljak, Ghaydaa Shehata, Handan Alay, Sevil Alkan-Ceviker, Fatma Yilmaz-Karadag, Meliha Cagla-Sonmezer, Manar Ezzelarab Ramadan, Dumitru Irina Magdelena, Ljiljana Betica Radic, Jurica Arapovic, Fatma Kesmez-Can, Nagwa Mostafa El-Sayed, Oladapo Babatunde Campbell, Gulden Eser-Karlidag, Reham Khedr, Mehmet Emirhan Isik, Michael Mihailov Petrov, Roxana Cernat, Umran Erturk, Yesim Uygun-Kizmaz, Eva Huljev, Fatma Amer, Mehmet Resat Ceylan, Andrea Marino, Gulnur Kul, Tuba Damar-Cakirca, Yara Mohsen Khalaf, Arzu Cennet Isik, Olumuyiwa Elijah Ariyo, Ismail Necati Hakyemez, Rezaul Karim Ripon, Abdorrahim Afkhamzadeh, Emine Kubra Dindar-Demiray, Osasona Oluwadamilola Gideon, Maya Belitova, Mustafa Altindis, Rehab El-Sokkary, Recep Tekin, Mohammed Ahmed Garout, Joanna Zajkowska, Farhan Fazal, Muhammed Bekcibasi, Mirsada Hukic, Summiya Nizamuddin, Serkan Surme, Ricardo Fernandez, Amani El-Kholy, Nasim Akhtar, Saadia Ijaz, Andrea Cortegiani, Meliha Meric-Koc, Hakan Hasman, Agah Victor Maduka, Jehan Ali ElKholy, Sema Sari, Mumtaz Ali Khan, Yasemin Akin, Sukran Kose, Hakan Erdem.

To investigate the effects of different doses of esculetin on epileptiform activity, behavioral seizures, memory impairment, and cortical and hippocampal NF-κB, as a mediator of pro-inflammatory gene induction, and pro-inflammatory cytokines in penicillin- and pentylenetetrazole(PTZ)-induced seizure models in rats.Different doses of esculetin (5, 10, and 20 mg/kg), and diazepam (5 mg/kg) as a positive control, were tested in penicillin- and pentylenetetrazole(PTZ)-induced seizure models. In the PTZ model, cognitive function, behavioral seizures, and cortical and hippocampal pro-inflammatory biomarkers and survival factor was evaluated. In the penicillin model, the frequency and amplitude of electrophysiological epileptiform activity were assessed.In the PTZ model, the 10 mg/kg esculetin displayed anticonvulsant effects by extending onset-times of myoclonic-jerk and generalized tonic-clonic seizure, and by diminishing seizure severity and duration of generalized tonic-clonic seizure. It also ameliorated PTZ-induced cognitive impairment, and cortical and hippocampal activin-A, IL-1β, IL-6 and NF-κB levels. In the penicillin model, the 10 mg/kg esculetin decreased the frequency of spikes without changing the amplitude of spikes. As a positive-control, diazepam reversed all changes induced by both PTZ and penicillin.Esculetin exhibits anticonvulsant and memory-improving effects by alleviating the behavioral and electrophysiological characteristics of epileptic seizures. Additionally, esculetin exerts anti-neuroinflammatory actions in the PTZ-induced seizures model. Thus, esculetin may be a multi-targeted promising agent with anticonvulsant and anti-neuroinflammatory effects in the treatment of epilepsy.

Amaç: Bu çalışmanın amacı psikiyatrik hasta grubu ile psikiyatrik hastalığı olmayan sağlıklı kontrol grubunun yaşadıkları travma şiddetini karşılaştırarak, travmanın benlik saygısı üzerine olan etkisini ve benlik saygısının psikiyatrik semptomlarla ilişkisini araştırmaktır.Gereç ve Yöntemler: Çalışmaya Düzce Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı’na başvuran psikotik hastalığı olmayan, depresyon, anksiyete bozuklukları, somatoform bozuklukları, obsesif kompulsif bozuklukları, travma sonrası stres bozukluğu olan 100 hasta ile 100 sağlıklı kontrol grubu alındı. Hasta ve kontrol gruplarının sosyodemografik özellikleri kaydedildi. Travma algısının şiddeti Görsel Anolog Skala (VAS) ile değerlendirildi. Yaşanılan travmayı tespit etmek için Travmatik Yaşantılar Ölçeği (TYÖ), bilişsel durumu belirlemek için Travma Sonrası Bilişler Envanteri (TSBE), benlik saygısı için Rosenberg Benlik Saygısı Ölçeği (RBSÖ) ve psikolojik semptomları belirlemek için Belirti Tarama Listesi (SCL-90R) kullanıldı.Bulgular: Hasta grubunun hem kendilerinin hem de ebeveynlerinin eğitim seviyesi kontrol grubundan düşükken, VAS ise yüksek bulundu. RBSÖ açısından benlik saygısı, anne-baba ilgisi ve babayla ilişki hasta grubunda kontrol grubuna göre daha düşük iken, eleştiriye duyarlılık, depresif duygulanım, hayalperestlik, psikosomatik belirtiler, kişilerarası ilişkilerde tehdit hissetme ve psikolojik izolasyon yüksek saptandı. Hasta grubunda TYÖ ve TSBE değerleri ve SCL-90R’deki tüm semptomlar hasta grubunda daha fazla idi.Sonuç: Hasta grubunda kontrol grubuna göre travma puanları yüksek benlik saygısı ise düşük bulunmuştur. Hem travmanın kendisi hem de benlik saygısının düşüklüğü psikiyatrik belirtilerin hasta grubunda daha fazla olmasına sebep olmuştur.

Exact localization of the bifurcation of the common carotid artery using skin surface landmarks is important for various diagnostic and therapeutic purposes, including emergency cases. Traditional methods have confirmed their accuracy in only a certain percentage of cases and there are inconsistencies among various publications. The cervical computed tomography-angiographic examinations for any diagnostic purpose between June 2017 and December, 2017 in the authors' hospital were examined. Measurements were performed for (MT-CB) and (MT-SE) distances and the results were recorded [MT = The tip of the mastoid process; CB = common carotid artery bifurcation; SE = sternal extremity of the clavicle]. Cervical computed tomography angiography was found in the records of 91 patients in the 6-month period between June 2017 and December 2017. After exclusion criteria were applied, a total of 116 carotid bifurcation levels on the right and left sides were measured in 58 patients. The mean MT-CB distance was 6.29 ± 0.9 cm (range: 2.9-8.4 cm). The mean distance between MT and SE was 15.3 ± 1.7 cm (range: 9.9-19.0 cm). The (MT-CB): (MT-SE) ratios ranged from 29% to 51% with a mean of 41 ± 4.2% (95% CI: 39.88%-42.10%) and a median of 41.1% (P < 0.05) (Kolmogorov-Smirnov test). The distance ratio values did not change significantly according to age and gender (respectively P = 0.341, P = 0.093). These results show that the CB is usually located at two-fifths of the distance from the mastoid tip to the sternal extremity of the clavicle and closer to the mastoid tip.

The aim of this study is to examine the factors affecting seizure recurrence in pediatric patients diagnosed with epilepsy. Three hundred patients presenting to the pediatric neurology clinic between 2015 and 2018 and diagnosed with epilepsy and treated with single antiseizure drug were included in the study. Medical histories and clinical and laboratory findings were retrieved retrospectively from the hospital data system. The combined and adjusted effects of risk factors on seizure recurrence were evaluated using multivariate binary logistic regression analysis. Boys had a higher rate of seizure recurrence than girls. Seizure recurrence was also higher in patients with abnormal neurological examinations at the time of diagnosis compared to those with normal neurological examinations. Seizure recurrence was significantly higher in patients with global growth retardation. Epilepsy patients with abnormal MRI findings also had a higher rate of seizure recurrence than patients with normal neuroimaging findings. In addition, seizure recurrence was significantly higher in epilepsy patients with comorbidities such as cerebral palsy and autism spectrum disorders compared to patients without comorbidities. No significant association was observed between seizure recurrence and the first drug, perinatal asphyxia history, localization of epileptiform discharges on EEG, family history of epilepsy, family history of febrile seizures, history of stay in the neonatal intensive care unit during the perinatal period, or preterm delivery. Abnormal neurological examination, abnormal neuroimaging and accompanying comorbidities, and global growth retardation at the time of diagnosis are important factors affecting seizure recurrence in pediatric patients with epilepsy.

Bartonella henselae is the causative agent of cat scratch disease (CSD). In this study, we aimed to investigate the clinical data of patients with suspicion of CSD and delineate current epidemiological features.A total of 785 patients with suspected CSD were included in the study. B. henselae IgM antibody was determined by indirect fluorescent antibody (IFA) test using a commercial kit (Euroimmun, Germany). Sex, age, clinical pre-diagnosis and animal contact information of the patients were obtained from hospital electronic database records.Seventy-eight (9.9%) of 785 samples were seropositive. Out of 78 patients, 46 with animal contact data were further analyzed. Of these patients, 56% were male, and 41% were under 18 years of age. Seropositivity was more commonly observed in fall and winter. The most common finding was lymphadenitis (63%). Thirty-five patients (76%) had a previous history of animal contact (cat/dog). Of the 46 seropositive patients, 78.3, 15.2, 4.4, and 2.1% had titers of 1:80, 1:160, 1:320, and 1:640, respectively.Our study confirms that CSD is not rare in Turkey. Thus, it should always be considered in the differential diagnosis of patients presenting with lymphadenopathy in all age groups, particularly children. Questioning of cat exposure should never be neglected, especially in areas with intense population of stray cats, such as Istanbul.

Mortality due to K. pneumoniae bacteremia is on rise, particularly in regions with high rates of carbapenem and colistin resistance. We aimed to define risk factors for colistin resistance and its impact on mortality. Patients diagnosed with "carbapenem-resistant K. pneumoniae (CRKp)" bacteremia between 2014 and 2018 were divided into two groups as "colistin susceptible (ColS)" and "colistin resistant (ColR)" based on broth microdilution method. Retrospective case-control study was conducted to compare characteristics and outcomes. Multiple logistic regression model was used to define independent risk factors for acquired colistin resistance and Cox proportional hazard model for 28-day mortality. A total of 82 patients (39 ColS and 43 ColR) were included. Mean age was 61.5 years, and 50 (61%) were male. Colistin resistance was significantly increased with duration of hospital stay (p = 0.007) and prior colistin use (p = 0.007). Overall, the 28-day mortality rate was 66%. Age (p = 0.014) and colistin resistance significantly increased 28-day (p = 0.009) mortality. Microbiological response to treatment within 7 days favors survival. PFGE analysis revealed an outbreak with K. pneumoniae ST78 and ST45 clones. Patients treated with combined antimicrobials had significantly lower 28-day mortality (p = 0.045) in comparison to monotherapy. However, types of combinations did not show significant superiority on each other. Colistin resistance increases 28-day mortality in CRKp bacteremia. Although combined regimens are more effective than monotherapy, existing antibacterial combinations have no apparent superiority to each other. New treatment options are pivotal.

WOS:000585282300007 PubMed ID: 32373916 Objectives: To investigate the effects of risk factors on recurrence and death in breast cancer patients, taking into account the dependence between recurrence and death as well as the heterogeneity among individuals. The other aim of this study was to make predictions of death risks with a dynamic model that includes patient's history and different horizons. Methods: The data of 465 patients who had undergone surgery at the Istanbul University Oncology Institute, Istanbul, Turkey, between 2009 and 2016 were used. For data analysis in this retrospective study, the authors applied the joint frailty model, and the predictions were obtained using dynamic prediction methods that consider the patient's history. The Brier score was used to evaluate the accuracy of the estimations. Results: A positive relationship was found between recurrence and death, and heterogeneity was found among patients (p

Amaç: Bu çalışmada, hastanemiz erişkin ve çocuk endokrin polikliniklerinde diabetes mellitus (DM) ve obezite tanısı almış hastalarda, üriner sistem enfeksiyon etkeni olarak izole edilen patojenlerin dağılımı, bu patojenlerin antimikrobiyallere direnç oranları, glukozüri ve piyüri varlığının araştırılması amaçlanmıştır.Gereç ve Yöntemler: Ocak 2012-Şubat 2014 tarihleri arasında Düzce Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Erişkin ve Çocuk Endokrin polikliniklerinde DM ve obezite tanısı almış 107 hastaya ait kayıtlar geriye dönük olarak incelenmiştir. Bu hastalardan alınan idrar örneklerinin biyokimyasal/mikrobiyolojik laboratuvar sonuçları değerlendirilmiştir. Verilerin istatistiksel değerlendirmesinde SPSS 22.0 programı ile Fisher Exact ve Pearson Chi-Square testleri kullanılmıştır.Bulgular: Hastaların 75 (%70)’i çocuk, 32 (%30)’si erişkin; 84 (%78,5)’ü kadın, 23 (%21,5)’ü erkek, yaş ortalaması 25,1±23 idi. Diabetes mellitus ve obezite tanısı olan hasta sayısı sırasıyla 76 (%71,0) ve 31 (%29,0) idi. İdrar kültürlerinin 28 (%26)’inde (DM tanılı hastaların %30,2’si ve obezite tanılı hastaların %16,1’inde) bakteri üremesi olmuştur. Etken olarak en sık E. coli saptanmıştır. Piyüri ve glikozüri olan hastalarda daha fazla bakteri üremesi saptanmış olup, piyüri-bakteri üremesi arasında istatistiksel olarak anlamlı ilişki bulunmuşken, glikozüri ile anlamlı ilişki tespit edilmemiştir.Sonuç: Glukozürinin, her ne kadar enfeksiyon riskini artırsa da tek başına belirleyici bir parametre olamayacağı ancak hastaların mevcut risk göz önünde tutularak değerlendirilmeleri gerektiği; ayrıca piyüri varlığı ile idrar yolu enfeksiyonu arasında kuvvetli bir ilişki olduğu görülmüştür. Ancak tam idrar tetkiki sonucuna göre ampirik tedaviye başlamak yerine idrar kültüründe izole edilen etkene ve duyarlılık profiline göre antibiyotik tedavisinin başlanmasının uygun olacağı düşünülmüştür.

Objective: Rose oil (from Rosa damascene) has several effects which are analgesic, antispasmodic, antioxidant and neuroprotective role. Its antiepileptic effect has not been yet studied enough. In the present study, it was aimed to investigate acute effects of rose oil on the epileptiform activity in penicillin-induced epilepsy model in rats. Methods: Forty-two male Wistar rats weighing 230 to 260 g were divided into six groups with seven rats in each group. Control (+Penicillin), RO alone, Diazepam, and different doses of Rose oil including 100, 500 and 1000 mg/kg. Rats were pretreated with different doses of RO 30 min prior to penicillin treatment. Electrocorticogram recordings were taken from each animal for 2 hours after penicillin treatment. Results: Only the dose of 100 mg/kg of rose oil reduced significantly epileptic spikewave frequency of epileptiform activity. However, comparing in terms of latency and spike-wave amplitude of epileptiform activity, there were no significant difference between the groups. Conclusions: In conclusion, acute administration of rose oil reduces spike-wave frequency of penicillin-induced epileptiform activity in rats. Therefore, these findings indicate that rose oil has antiepileptic effects. Amaç: Gül yağı analjezik, antispazmodik, antioksidan ve nöroprotektif etkilere sahiptir. Anti-epileptik etki üzerine yapılan çalışmalar ise yetersizdir. Sunulan çalışmada, gül yağının sıçanlarda penisilin ile tetiklenen epilepsi modelinde epileptiform aktivite üzerine akut etkilerinin araştırılması amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem: 230-260 gr ağırlığında kırk iki erkek wistar sıçan her grupta yedi olmak üzere altı gruba ayrıldı. Gruplar kontrol (penisilin), yalnız gül yağı, diazepam ve gül yağının 100, 500 ve 1000 mg/kg olmak üzere farklı dozlarından oluşmaktadır. Sıçanlara penisilin uygulamasından 30 dakika önce gül yağının farklı dozları uygulandı. Penisilin uygulamasından sonra 2 saat boyunca her bir hayvandan elektrokortikogram kayıtları alındı. Bulgular: Gül yağının sadece 100 mg/kg dozu epileptiform aktivitenin epileptik diken-dalga frekansını önemli derecede azalttı. Bununla birlikte epileptiform aktivite latens ve diken-dalga amplitüdü açısından karşılaştırıldığında gruplar arasında anlamlı bir fark yoktu. Sonuç: Gül yağının akut olarak uygulanması sıçanlarda, penisilin ile tetiklenen epileptiform aktivitenin diken-dalga frekansını azaltmaktadır. Böylece bulgularımız gül yağının anti-epileptik etkilere sahip olduğunu göstermektedir.

Purpose: To compare the results obtained from three non-cycloplegic handheld photorefractometers with cycloplegic autorefractometry (Topcon KR-8100; Topcon Corporation, Tokyo, Japan) measurement in children. Methods: The refractive status of 238 eyes in 119 healthy children was assessed. The values acquired using photorefraction with the non-cycloplegic PlusoptiX A12 (Plusoptix GmbH, Nuremberg, Germany), Retinomax K-plus 3 (Righton, Tokyo, Japan), and Spot Vision Screener (Welch Allyn, Skaneateles Falls, NY) devices were compared with those obtained from the cycloplegic Topcon KR-8100. The agreement between the measurements was assessed using the intraclass correlation coefficient. Results: The mean age was 10.1 ± 3.2 years (range: 6 to 17 years). The mean spherical value for the right eyes was 0.38 diopters (D) (range: −4.50 to 6.25 D) for the Plusoptix A12; 0.45 D (range: −4.50 to 6.25 D) for the Spot Vision Screener; −1.15 D (range: −8.75 to 6.50 D) for the Retinomax K-plus 3; and 0.62 (range: −4.50 to 6.00) for the Topcon KR-8100. The mean spherical equivalent value for the right eyes was 0.41 D (range: −4.50 to 7.90 D) for the Plusoptix A12; 0.18 D (range: −4.75 to 6.13 D) for the Spot Vision Screener; −1.30 D (range: −10.50 to 6.38 D) for the Retinomax K-plus 3; and 0.67 D (range: −4.00 to 6.00 D) for the Topcon KR-8100 (for the right eyes). Conclusions: The photorefractometer method was beneficial in the measurement of refractive errors of school-aged children. The PlusoptiX A12 photorefractometer method may eliminate the need for cycloplegia in the detection of refractive errors in children. [ J Pediatr Ophthalmol Strabismus . 2018;55(5):306-311.]

Amaç: Kompleks ve çok boyutlu bir klinik sendrom olan Fibromiyalji sendromunda (FMS),birçok somatik ve psikolojik yakınmalar olduğu için, hastanın yaşadığı travmatik olayları; romatolojik ve psikiyatrik hastalarla karşılaştırarak, travmanın hastalığa ne kadar etkisi olduğunu araştırmak istedik.Gereç ve Yöntem: Çalışmaya 111 FMS hastası ile kontrol grubu olarak 209 osteoartrit (OA), 60 romatoid artrit (RA) ve 59 depresyonlu hasta alınmıştır. Çalışmada veri toplamak için sosyodemografik bilgi formu, Çocukluk Çağı Travma Ölçeği (ÇÇTÖ), Disosiyatif Yaşantılar Ölçeği (DYÖ), Stresle Başa Çıkma Tarzları Ölçeği (SBÇTÖ), Travmatik Yaşantılar Ölçeği (TYÖ) ve Beck Anksiyete Ölçeği (BAÖ) kullanılmıştır.Bulgular: FMS, OA, RA hastalarının ÇÇTÖ ve DYÖ puanları, depresyonlu hastalardan anlamlı derecede düşük bulunmuştur. FMS, OA, RA hastaları arasında ise anlamlı fark saptanmamıştır. FMS, OA ve RA hastalarının benzer şekilde stresle başa çıkma yollarını yoğun kullandıkları, buna karşın depresyonlu hastaların ise stresle başa çıkma yollarının tamamını daha az kullandıkları görülmüştür. TYÖ puanları açısından gruplar arasında anlamlı fark bulunmamıştır. Ancak ölçeğin her bir sorusuna verilen ‘evet’ cevapları karşılaştırıldığında;‘duygusal ihmal, vücutça istismar ve cinsel tacize uğrama’sıklığı depresyonlu hastalarda daha fazla saptanmıştır. FMS ve depresyonlu hastalarda anksiyete oranı yüksek ve benzer görülmüştür. Sonuç: Travma hem fonksiyonel hem de organik kökenli ağrılara yol açabilir. Fonksiyonel ağrıları olan FMS hastalarının travma durumları, dissosiyatif yaşantı özellikleri depresyonlu hastalardan farklı ancak organik etkenli ağrıları olan OA ve RA hastaları ile benzerdir. Travmaya bağlı stresle başa çıkma yolarını FMS, OA ve RA hastalarının sık kullandıkları, depresyonlu hastaların ise daha az kullandığı görülmektedir

Amac: Parametrik kovaryans analizi (ANCOVA) varsayimlarinin saglanamamasi ve/veya bagimli degiskenin iki degerli/siralayici olcekli olmasi durumunda, parametrik olmayan ANCOVA yaklasimlarindan yararlanilmaktadir. Parametrik olmayan ANCOVA metodolojisinde Quade, Puri & Sen ve McSweeney & Porter metotlari, Rankli ANCOVA yontemleri olarak bilinmektedir. Ancak yaygin kullanilan programlarda, bu metotlarin uygulanmasina yonelik modul(ler) bulunmamaktadir. Bu calismanin amaci Rankli ANCOVA yaklasimlarini tanitmak, yazarlar tarafindan gelistirilen web tabanli bir programda uygulamasini yapmak ve bu yaklasimlarin avantajlarindan bahsetmektedir. Gerec ve Yontemler: Rankli ANCOVA yaklasimlarinin teorik ozellikleri ve uygulama adimlari tanimlanmis ve her bir yaklasimin uygulanmasina yonelik web tabanli bir program olusturulmustur. Sigara kullanma durumunun biyokimyasal tetkik sonuclari uzerindeki etkisinin incelendigi saglik alanindaki bir calismadan simule edilen veriler yardimiyla web tabanli bir program uzerinde her bir yaklasimin uygulamasina da yer verilmistir. Bulgular: Her ne kadar, bu calismada aciklanan yaklasimlar icin yaygin kullanilan istatistik programlarinda ozel bir modul olmasa da, bu yaklasimlarin kolaylikla uygulanabilecegi simule verilerle olusturulmus klinik bir calisma uzerinde gosterilmis, yaklasimlarin sonuclari verilmistir. Sonuc: Bircok arastirmada orneklem genisliginin kisitli olmasi ve/veya bagimli degiskenin normal dagilim gostermemesi durumunda, faktoriyel modeller icin parametrik yontemlerin kullanilmasi, Tip I hata oraninin artmasina ve testin gucunun azalmasina neden olmaktadir. Bu hatayi azaltmak icin calismada onerilen yaklasimlarin kullanilmasi tavsiye edilmektedir. Bu yaklasimlarin, web tabanli program sayesinde de yaygin kullanima ulasacagi dusunulmektedir.

Amaç: Masthücrelerinin (MCs) rolleri birçok tümörde çeşitli biyolojik süreçlerdegösterilmiştir. MCs, artan anjiyogenez yoluyla tümör progresyonunda rol oynar.Triptaz ve kimaz, mast hücre granüllerinde depolanır. Bu çalışmanın amacı,prostat adenokarsinomalarında (PA) triptaz ve kimaz arasındaki ilişkiyiaraştırmaktır. Gereçve Yöntem: Bu çalışma, 2012-2014 yılları arasında TıpFakültesi Hastanesi Patoloji Bölümü'nde histopatolojik olarak PA tanısı alan134 hastanın parafine gömülü numunesinde yürütülmüştür. Parafine gömülü PAnumuneleri 3 μm kalınlığında kesilmiştir. Kesitler triptaz ve kimaz ile boyanmıştır.Bulgular:MastHücre Kimazının (MCC), intratümöral bölgelerde peritümöral bölgelere göre daha çokbiriktiği gözlenmiştir (sırasıyla ortalama: 14,28 ± 14,06, ortalama: 12,12 ±12,56). Mast Hücre Triptazı (MCT), intratümöral ve peritümöral bölgelerde MCC'dendaha fazla birikmiştir (P, Objective: Theroles of mast cells (MCs) have beendemonstrated in various biologic processes in the many tumors. MCs play someroles in tumor progression via increasing angiogenesis. Tryptase and chymaseare stored in the mast cell granules. The aim of this study was to investigate therelationship of tryptase and chymase inprostatic adenocarcinomas (PA).Materials and Methods: This study was conducted on atotal of 134 paraffin-embedded PAsamples, which were histopathologically diagnosed at the Department ofPathology of medicine Hospital between 2012 and 2014. Paraffin-embedded PA samples 3 μmin thickness, were then cut. The slides were stained with tryptase and chymase.Result: MastCell Chymase (MCC) was observed that intratumoral areas more acumulate thanperitumoral areas (respectively; mean: 14,28 ± 14,06, mean: 12,12 ± 12,56).Mast Cell Tryptase (MCT) was more acumulated than MCC in intratumoral andperitumoral areas (P

Ankarali, Handan Camdeviren/0000-0002-3613-0523; ankarali, seyit/0000-0003-3752-0846 WOS: 000437476300004 Objectives: The aim of this study to develop a new scale to evaluate pain threshold, sensory effects of pain and pain severity in patients with Fibromyalgia Syndrome (FMS). Material and Methods: This is a cross-sectional survey study and a questionnaire was administered to 52 voluntary patients diagnosed with FMS. In the proposed scale, thereare six questions about severe and less severe pain experience,two questions about the pain severity and sensory effect of FMS. In statistical analysis we used reliability analysis, factor analysis for construct validity, and other statistical tests to compare differences. Results: Exploratory factor analysis showed construct validity of the scale, and detected three factors. The internal consistency of the items of the scale was statistically significant. The agreement between the scores was good. Based on the answers, the patients were divided into two groups as low and high pain thresholds. There was no significant difference between these two groups in terms of severity of pain and sensory change due to fibromyalgia. In addition, the severity of pain in patients is lower than headache and at the level of stomachache and toothache. Discussion and Conclusion: The proposed scale allows the assessment of pain severity to be more detailed and paying attention to visually, it allows determining the pain threshold. It is suggested to compare the pain threshold determined by this scale with the pain threshold determined by different methods.

Ankarali, Handan Camdeviren/0000-0002-3613-0523; Tascilar, Nida/0000-0003-0780-0783 WOS: 000427844400006 PubMed: 28456888 It is known that quality of life in myasthenia gravis is positively correlated with subjective sleep quality, still no data is available regarding the relationship between QOL and polysomnographically detected sleep parameters and disorders. In this study, we tried to highlighten this relationship, by performing polysomnography. Sleep-related complaints were evaluated in face-to-face interviews with 19 clinically stable MG patients and 26 healthy controls. During the interviews questionnaires assessing sleep quality, excessive daytime sleepiness, fatigue, depression, anxiety, and Turkish version of the MG-QOL 15-item scale [(MG-QOL15(T)] were administered and then an overnight polysomnography was performed. Sleep disorders, especially obstructive sleep apnea and fatigue were higher, whereas subjective sleep duration was significantly lower, in patients than controls. Excessive daytime sleepiness and poor sleep quality were not different between patients and controls. Other than percentage of sleep stage III, which was negatively correlated with MG-QOL15(T) scores, neither other sleep parameters nor sleep disorders were correlated with MG-QOL15(T) scores. MG composite, subjective sleep duration, fatigue severity and Hamilton depression rating scale scores were found to be positively correlated with MG-QOL15(T) scores. It was shown that decreasing disease severity and enhancing psychological well-being will improve patients' quality of life. We recommend that our findings should be repeated in a large prospective cohort of MG patients.

Amaç: Bu çalışmanın amacı düşük frekanslı kesikli manyetik alan (KEMA) tedavisinin kronik venöz yetmezliği olan hastalarda ödem, yaşam kalitesi, depresyon ve eklem hareket açıklığı üzerine etkisini incelemektir.Gereç ve Yöntemler: Bu çalışmaya kronik venöz yetmezlik tanısı almış, CEAP (Klinik, Etyolojik, Anatomik, Patofizyolojik) sınıflamasına göre C3-C6 olan 44 hasta dahil edildi. Hastaların demografik bilgileri çalışma öncesinde toplandı ve analiz edildi. Klinik değerlendirmelerde ise Venöz Yetmezlikte Epidemiyolojik ve Ekonomik Çalışma-Yaşam Kalitesi Anketi (VEINES-QOL), Beck Depresyon Ölçeği (BDÖ), eklem hareket açıklığı ve çevre ölçümleri kullanıldı. Hastalar tedavi (n=21) ve kontrol grubu (n=24) olarak rastgele sayı oluşturucu kullanılarak iki gruba ayrıldı. Tüm testler çalışmanın başlangıcında ve bitişinde olmak üzere iki kez uygulandı. İlk değerlendirmenin ardından düşük frekanslı elektromanyetik alan terapisi haftanın 5 günü 6 hafta boyunca uygulama grubuna uygulandı. Bireylere aynı zamanda kompresyon çorabı verilerek 6 hafta kullanmaları istendi. Kontrol grubu ise 6 hafta boyunca sadece kompresyon çorabı kullandı.Bulgular: Her bir grubun ilk ölçüm, son ölçüm değerleri karşılaştırıldığında, tedavi grubunda etkilenen ekstremitede ayak bileği dorsi fleksiyon ve plantar felksiyon hareketlerinde ve depresyon ölçümlerinde anlamlı fark bulundu (p=0.000, p=0.007, p=0.000). Çevre ölçümleri, depresyon ve yaşam kaliteleri bakımından gruplar karşılaştırıldığında depresyon değerlendirmesi ve ayak bileği (CB) ve ayak bileği üstündeki bölgenin (CB1) çevre ölçümlerinde anlamlı fark olduğu saptandı (p

Amaç: Stres üriner inkontinanslı kadınlarda pelvik taban kas eğitimine ek olarak uygulanan elektromyografik biofeedback eğitiminin yaşam kalitesi, idrar kaçırma miktarı ve pelvik taban kas kuvveti üzerine etkisinin araştırılması amaçlandı. Gereç ve Yöntemler: Çalışmaya stres üriner inkontinanslı 52 kadın hasta dâhil edildi. Hastalar pelvik taban kas eğitimi (n=27) ve pelvik taban kas eğitimiyle birlikte elektromyografik biofeedback eğitimi (n=25) alanlar olarak iki gruba ayrıldı. Hastaların algılanan yaşam kalitesi ve algılanan kuruluk hissi için bir vizüel analog skala kullanıldı. Pelvik taban kas kuvveti, vajinal basınç manometresi ile; idrar kaçırma miktarı ise 1 saatlik ped testi ile değerlendirildi. Değerlendirmeler, tedavi öncesi ve 8 haftalık tedavi sonrasında yapıldı. Bulgular: Pelvik taban kas eğitimi ve pelvik taban kas eğitimine ek olarak uygulanan elektromyografik biofeedback eğitimleri grup içi analizlerinde, tedavi öncesi ve sonrası algılanan kuruluk hissi, algılanan yaşam kalitesi, pelvik taban kas kuvveti ve idrar kaçırma miktarında iyileşme olduğu saptandı (p0.05). Tartışma ve Sonuç: Stres üriner inkontinanslı kadınların tedavisinde pelvik taban kas eğitimine ek olarak uygulanan elektromyografik biofeedback eğitiminin ilave bir iyileştirici etkisi olmadığı saptandı.nce.

Amaç: Kompleks ve çok boyutlu bir klinik sendrom olan Fibromiyaljisendromu (FMS), birçok somatik ve psikolojik yakınmalara neden olduğu içinyaşam kalitesini bozmaktadır. Çalışmanın amacı, FMS tanısı almış kişilerin,yaşam kalitesini en kısa sürede ve en verimli şekilde ölçen ölçeğibelirlemektir. Ayrıca SF12, SF8 ve SF6D formlarının güvenilirliği vegeçerliliği de incelenmiş olacaktır.Gereç ve Yöntemler:DüzceÜniversitesi Tıp Fakültesi Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon AD’ da tanısıkonulan, çalışmaya katılmayı kabul eden ve soruları tam dolduran 59 FMS hastasıdeğerlendirildi. SF36, WHOQoLBreef, QuickDush, SF12, SF8 ve SF6D ölçekleri ileFMS hastalarının yaşam kalitesi sorgulandı. Bulgular: Elde edilen veriler doğrultusunda ölçeklerin iç tutarlılığı veölçek puanlarının tekrarlama derecesi yüksek bulundu. SF36 ölçek puanları ileSF ölçeklerinin diğer 3 kısa formundan elde edilen puanlar arasındaki ilişkilerincelendiğinde, SF12 ve SF6D ölçeklerinin geçerliliği SF8’ den daha iyibulundu. Tartışma ve Sonuç: Geçerlilik için yapılan bütün hesaplamalar değerlendirildiğinde,FMS’de SF12 ve SF6D ölçekleri yaşam kalitesini ölçmede SF36 yerinekullanabilir. SF8’in ise bütün alt boyutlarda SF12 ve SF6D kadar etkiliolmaması ve mental sağlık alt boyutunun bulunmaması nedenleriyle FMS’de yaşamkalitesini ölçmek amacıyla kullanımı önerilmemektedir., Aim: Fibromyalgia syndrome (FMS), a complex and multidimensional clinicalsyndrome, disrupts quality of life because it causes many somatic andpsychological complaints. The aim ofthe study is to determine the scale that measures the quality of life of theFMS patients in the shortest and most efficient way. The reliability andvalidity of SF12, SF8 and SF6D forms will also be examined.Materialsand Methods: Fifty-nine FMS patients who were diagnosed at Physical Medicine andRehabilitation Department of Medical Faculty in Düzce University, who acceptedto participate in the study and filled the questions were evaluated. Thequality of life of FMS patients was questioned with SF36, WHOQoLBreef,QuickDush, SF12, SF8 and SF6D scales.Results: The internal consistency and repeatebilityof the scales were found to be high by using of the obtained data. When the relationshipsbetween SF36 scale scores and the scores obtained from the other 3 short formsof SF scales were examined, the validity of SF12 and SF6D scales was found tobe better than SF8.Discussion andConclusion: As a result, when all calculations for validity and reliability areevaluated, scales SF12 and SF6D in FMS can be used instead of SF36 in measuringquality of life. In allsub-dimensions, SF8 was not as effective as SF12 and SF6D, and due to lack ofsub-dimension of mental health was not suitable for use in FMS.

Objective: The objective of this study is to introduce theoretical characteristics of Heckman sample selection regression model,to clarify when it is required to be used and to show its usage in health area. Material and Methods: Heckman selection model, which is an appropriate tool for addressing the sample selection bias, was used for determining the risk factors of Gleason score for three datasets which have 2000 observations obtained from simulation study. The data was about the prostate cancer patients. In the data, there were benign tumor structures or stage 1 tumors in the study besides malign tumors but Gleason score was not calculated when tumor is benign. So sample selection bias is a matter for nonresponse Gleason score answers in our data. Also the model was performed for the datasets that have 0.30; 0.50 and 0.70 of censored proportion (nonresponse Gleason score) individual number by considering actual structures between variables with the help of simulation. Results: There was no significant relationship between Gleason score and smoking, family history. But we found that age, PSA(prostate specific antigen) and weight variables have significant relationship with Gleason score (p

Aim: Tobacco and alcohol use among adolescents is an important issue that hasbeen frequently addressed in recent years. In this study we aimed to determinethe prevalence of tobacco and alcohol use among high school students and thefactors affecting the use of these substances.Materials and Methods: This cross-sectional study was carried out with 1997students from three different high schools in the 2015–2016 academic year. Allof the students who volunteered were included in the study that was designed bycluster sampling method. The data were analyzed by mean, standard deviation,number and frequencies, chi-square and multiple polytomous logistic regression analyses.Results: The rate of the students who have smoked at least once in their liveswas found to be 35%, and the rate of those who were smoking almost every day20.1%. These rates for alcohol use were 18.7% and 1.8%, respectively. It was foundthat the rates of tobacco and alcohol use were statistically significantlyhigher in students from industrial vocational high schools, male students, 12thgrade students, students who perceived their academic success to be low, studentswho had received a disciplinary punishment, and those who were frequentlyabsent from school, had gotten into trouble with the police, had friends using tobacco,alcohol or another substance, or had undergone psychological treatment (p, Amaç: Ergenlerdesigara ve alkol kullanımı son yıllarda sıklıkla ele alınan önemli bir konudur.Bu çalışmanın amacı, lise öğrencileri arasında sigara ve alkol kullanmasıklığını ve bu maddeleri kullanmalarını etkileyen faktörleri belirlemektir.Gereç ve Yöntemler:Kesitseltipteki bu çalışma 2015–2016 öğretim yılında üç lisede öğrenim gören 1997 öğrenciile gerçekleştirilmiştir. Küme örnekleme yöntemi ile tasarlanan çalışmadagönüllü olan öğrencilerin tamamı çalışma kapsamına alındı. Verilere ortalama,standart sapma, sayı ve frekanslar, ki-kare, çoklu lojistik regresyon analizleriuygulandı. Bulgular: Yaşamboyu en az bir kez sigara kullanan öğrencilerin oranı %35, hemen her gün sigarakullananların oranı %20,1 olarak bulunmuştur. Alkol kullanımı için ise bu oranlarsırasıyla %18,7 ve %1,8’dir. Endüstri meslek lisesindeokuyan öğrencilerde, erkek öğrencilerde, 12. sınıftaki öğrencilerde, akademikbaşarısını düşük algılayanlarda, disiplin cezası alan, devamsızlık yapan,polisle başı derde giren, arkadaşı sigara, alkol ya da başka bir maddekullanan, ya da psikolojik tedavi almış olan öğrencilerde sigara ve alkolkullanma oranlarının istatistiksel olarak anlamı düzeyde daha yüksek olduğubelirlenmiştir (p

Background Cases with abnormal category, determined by thyroid fine-needle aspiration (FNA), frequently undergo surgical resection, despite the majority of cases being identified as benign after resection. Additional diagnostic markers are needed to guide the management of patients with abnormal thyroid nodules. Materials and methods The retrospective study enrolled 150 cases diagnosed abnormal by FNA cytology that had undergone molecular testing with three markers (BRAF V600E, NRAS, and KRAS) on the cell block. Seventy-one cases had a surgical follow-up. Results When NIFTP is not considered as malignant, positive predictive values (PPVs) of cytology and combined cytology and molecular testing (CC-MT) were 67.6% (95% CI: 0.555-0.782) and 89.2% (95% CI: 0.746-0.970) (P = .004), respectively. The sensitivity of the CC-MT was 68.8%, specificity was 82.5%, and the false-positive rate was 17.4%. When NIFTP is considered as malignant, PPVs of cytology and CC-MT were 83.1% (95% CI: 0.743-0.918) and 94.6% (95% CI: 0.873-1.018) (P = .047), respectively. The sensitivity of the CC-MT was 59.3%, specificity was 83.3%, and the false-positive rate was 16.7%. Conclusion The addition of molecular testing with a small panel to FNA cytology may increase the PPV of cytology in abnormal categories. Small panel (BRAF V600E, KRAS, and NRAS) with high specificity and high PPVs may be used particularly for the detection of thyroid malignancy. Cell blocks can be an especially useful and straightforward method for molecular diagnostic studies.

Birçoksoruna çözüm getirmek amacıyla hayvanlar üzerinde yürütülen deneyselaraştırmalar, bilimin en temel aşamasıdır. Ancak bu tip denemeler, insansağlığı ile ilgili bilimsel araştırmalarda hayati önem arz etmektedir. Çünkü insanlarve hayvanlar arasındaki, özellikle memeliler arasındaki anatomik ve fizyolojikbenzerlikler, araştırmacıları, keşiflerini insanlara uygulamadan önce hayvanmodellerinde yeni tedavileri değerlendirmeye ve çok çeşitli mekanizmalarıaraştırmaya yönlendirmiştir. Buna karşın yanlış uygulamalar veya planlamanıneksik yapılması gibi durumlarda hayvanların gereksiz yere telef edilmesişiddetle karşı çıkılan bir durumdur. Deneysel araştırmalardan etkin bir şekildeyararlanabilmek ve etik ihlallerin önüne geçebilmek için planlama aşamasındadikkat edilmesi gereken birçok konu mevcuttur. Bu çalışmada, hayvandeneylerinin planlama aşamasında dikkate alınması gereken konular ana hatlarıile incelendi ve uygun denek sayısına karar vermede araştırıcılara yolgösterecek metodolojilerden bahsedildi. Ayrıca hayvan deneylerinde yaygınkullanılmayan ancak kullanıldığında denek sayısını ve maliyeti en azaindirgeyen, deneylerin iç ve dış geçerliliğini artıran deney tasarımlarınagenel olarak değinildi. Son olarak, hayvan deneylerinin aynı materyal iletekrarlanmasının ve meta analizlerle değerlendirilmesinin önemi vurgulandı., Animal experiments in laboratory for scientificpurposes is the most fundamental stage of science. However, such trials are ofvital importance in scientific research on human health, because the anatomicaland physiological similarities between humans and animals have led researchersto evaluate new treatments in animal models and to explore a wide range ofmechanisms before applying them to humans. On the other hand, it should bestrongly opposed to waste of animals in cases such as wrong practices or lackof planning. There are many issues to be considered during the planning phasein order to make effective use of experimental research and to prevent ethicalviolations. In this study, the issues that should be taken into considerationin the planning phase of the animal experiments were examined, and themethodologies in deciding the appropriate number of animal were discussed. Inaddition, the experimental designs, which are not commonly used in animal experiments,but when used which reduce the number of animal and the costs of experiment,and which increase the internal and external validity of the experiments, weregenerally explained. And lastly the importance of repeating the animalexperiments with the same material and evaluating with meta analyses wereemphasized.

WOS: 000455788400006 PubMed: 30652764 Purpose: To compare effects of 5% topical povidone iodine with prophylactic topical azithromycin and moxifloxacin on bacterial flora in patients undergoing intravitreal injection. Methods: A total of 132 patients were randomly assigned to receive treatment with azithromycin or moxifloxacin, or no treatment (control group). In total, 528 specimens were obtained at the time of admission, 4 days before intravitreal injection, 4 days after intravitreal injection, and 8 days after intravitreal injection. Samples were immediately sent to the microbiology laboratory for incubation. Results: The microorganism observed most frequently was coagulase-negative Staphylococcus (23.8%). When the results of samples obtained on Day 4 before injection were assessed, growth of coagulase-negative Staphylococcus was significantly lower in the moxifloxacin group, compared with controls (p=0.049). Acinetobacter baumannii continued to grow after administration of azithromycin (p=0.033). When the results of four days after intravitreal injection were evaluated, growth of coagulase-negative Staphylococcus was higher in controls, compared with patients who received azithromycin or moxifloxacin (p=0.004). Eradication rate was significantly higher in the moxifloxacin group than in the control group (p=0.001). Samples obtained on Day 8 after intravitreal injection showed similar levels of bacterial growth in all groups (p=0.217). Conclusion: Moxifloxacin was more effective than 5% povidone iodine in controlling the growth of conjunctival bacterial flora. Use of moxifloxacin in combination with 5% povidone iodine resulted in a synergistic effect.

Ankarali, Handan/0000-0002-3613-0523; CALISKAN, Emel/0000-0002-9451-7865; Kilincel, Ozge/0000-0003-1872-6670 WOS: 000465264700006 PubMed: 30862151 Background/aim: Hantavirus and Borrelia burgdorferi are two zoonotic agents that pose a great risk especially for people living in forest areas. This study aimed to investigate the seroprevalence of hantavirus and B. burgdorferi in forest villages of Duzce and its relationship with sociodemographic features. Materials and methods: The presence of immunoglobulin M (IgM) and immunoglobulin G (IgG) antibodies against hantavirus and B. burgdorferi in serum samples was investigated via enzyme-linked immunosorbent assay (ELISA). Hantavirus IgG and B. burgdorferi IgM and IgG positivity was then validated by western blot (WB) method. Results: During the analyses, 193 serum samples were tested. Eleven (6%) cases of hantavirus 1gM was found positive by ELISA. Six (3%) cases of hantavirus IgG, 3 (2%) cases of B. burgdorferi 1gM, and 12 (6%) cases of B. burgdorferi IgG were found positive by WB. Borrelia burgdorferi IgG positivity was found to be higher in the 46-70 age group and it was seen that the positivity was the highest among those who lived in mud-brick houses. Conclusion: This study was the first to determine the frequency of hantavirus in the study region and it includes current data for B. burgdorferi. Consequently, it is recommended that similar studies be carried out on rodents in all the regions at risk. Duzce UniversityDuzce University [2016.04.01.424] We would like to thank Professor Mehmet Ali Oktem from the Dokuz Eylul University Faculty of Medicine, Department of Medical Virology under the Department of Medical Microbiology, for his invaluable help for the validation and evaluation of the results. This study was supported by Duzce University Scientific Research Projects numbered 2016.04.01.424 and was prepared from the first author's thesis study, of which the second author was the thesis advisor.

Amac : Yeryuzunde yaklasik elli milyon insan epilepsinin pencesindedir ve bu hastalarin buyuk bir bolumu simdiye kadar kesfedilmis antiepileptik ilaclara karsi direnclidir. Bunun yani sira, bu ilaclarin yan etki profilleri de oldukca genistir. Memelideki rapamisin hedefi (mTOR) inhibitoru olan rapamisin; antineoplastik, yaslanmayi geciktirici ve antienflamatuvar etkilere sahiptir. mTOR’un sinir sistemi uzerindeki etkilerine dair calismalarda ise noroprotektif etkisinin oldugu gosterilmistir. Buna ek olarak, tuberoskleroz hastalarinda rapamisin kullaniminin epileptik nobetleri azalttigi bildirilmistir. Bu calismanin amaci mTOR inhibitoru rapamisinin sicanlarda penisilinle olusturulmus deneysel epilepsi uzerindeki akut etkisini arastirmaktir. Gerec ve Yontemler : Bu calismada penisilinle olusturulmus deneysel epilepsili kirk adet eriskin erkek Wistar sican iceren bir model kullanilmistir. Soz konusu kirk sican; salin, cozucu (dimetilsulfoksit),ve de 0,1 mg/kg, 0,4 mg/kg ve 0,8 mg/kg rapamisin gruplari olmak uzere bes grubaayrildi. Tum maddeler intraperitoneal yolla uygulandi. Sicanlara anestezi icin 1,25 g/kg uretan uygulandiktan sonra hayvanlarin sol kafatasi acildi ve beyin uzerine elektrotlar yerlestirildi. Elektrokortikografi kaydi baslatildi. Rapamisin uygulamasindan iki saat sonra intrakortikal olarak penisilin uygulandi. Penisilin uygulandiktan sonra elektrokortikografi verileri iki saat daha kaydedildi. Bulgular: Rapamisinle tedavi edilen sican gruplarinda, 0,4 mg/kg ve 0,8 mg/kg rapamisin uygulamalari epileptiform aktivitenin diken-dalga sikligini ve genligini anlamli olarak azaltmistir. Fakat latensleri karsilastirildiginda gruplar arasinda anlamli bir fark bulunmamistir. Tartisma ve Sonuc : Akut rapamisin uygulamasi sicanlarda penisilinle olusturulmus epileptiform aktivitenin diken-dalga sikligini ve diken-dalga genligini azaltmistir ve bu bulgular rapamisinin antiepileptojenik bir potansiyele sahip oldugunu gostermektedir.

Background The pre-biopsy (bx) prostate-specific antigen (PSA) level, tumor volume/diameter, degree of extraprostatic extension (EPE), and extent of surgical margin positivity have been shown to be significant prognostic parameters of biochemical recurrence (BCR) after radical prostatectomy. The present study assessed the cut-off values of the pre-bx PSA level, maximum tumor diameter, radial and circumferential distances of EPE, and circumferential length of surgical margin (SM) positivity with regard to BCR. Material and methods The study included 445 radical prostatectomy specimens, and the cut-off values of all parameters were determined using receiver operating characteristic curve analysis. Results An ISUP grade group ≥ 3, radial distance of EPE >1 mm, and circumferential length of SM positivity ≥2 mm were identified as independent predictors of BCR after radical prostatectomy. The parameters that showed statistical significance in univariate analysis, such as pre-bx PSA level ≥ 7.20 ng/mL, tumor diameter ≥ 19.5 mm, presence of seminal vesicle invasion, and circumferential distance of EPE >3 mm, did not have independent prognostic values for BCR. Conclusions An ISUP grade group ≥ 3, radial distance of EPE >1 mm, and circumferential length of SM positivity ≥2 mm are predictors of BCR. Our findings might have significance in risk classification and adjuvant therapy consideration among patients with localized prostate cancer.

Amaç: Acil servisler hastanelerin her tür acil hasta ve yaralıyakesintisiz hizmet veren en önemli birimlerindendir. Bu çalışmada Düzce ÜniversitesiTıp Fakültesi Çocuk Acil Servisi’ne belli bir dönemde başvuran hastaların çeşitliözelliklerini ve dağılımlarını ortaya koymak ve elde edilen bulgular doğrultusundaperformansı yüksek, iş gücü kaybı en aza indirilmiş, kaliteli hizmet veren vehasta memnuniyetini önemseyen bir acil servis modeli çizmek amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntemler: 1.01.2012—31.12.2016 döneminde başvuran toplam116.172 hastanın kayıtları elektronik ortamda retrospektif olarak incelendi.Kayıtlarda hastaların yıl içinde kaç kez acil polikliniğine başvurduğuna, başvuruzamanına ve nedenlerine, aldığı tanıya ve hizmet çeşi­dine, ve yaş, cinsiyet vesosyoekonomik özellerine dair bilgiler yer almakta idi. Bulgular: Çocuk Acil Servisi’ne başvuran hasta sayısının 2012–2016 yıllarındasırasıyla 11.336 (%9,75), 15.453 (%13,3), 23.944 (%20,6), 28.695 (%24,7) ve36.744 (%31,6) olduğu ve yıllar içinde başvuran hasta sayısında anlamlı bir artışkaydedildiği görüldü. Tartışma veSonuç: Çocuk acil servislerine gelen hastaların sosyodemografik ve klinik özellikleritespit edilerek bir veri tabanı oluşturulması, bu servisler için yapılacak çalışmave gelecek plan­ları açısından çok önemlidir., Aim: Emergency departments are amongvital units of hospitals, providing non-stop care in all cases of emergency andinjury. This study aimed to present various characteristics and dis­tributionsof the patients visiting the Pediatric Emergency Department of the DüzceUniversity Medical Faculty within a specified period and, based on the dataobtained, define an emergency service model with high performance, minimizedlabor loss, high service quality, and prioritized patient satisfaction. Materials and Methods: Records of a total of 116,172 patients admittedbetween 1.1.2012 and 31.12.2016 were electronically reviewed retrospectively.The records included information as to how many times the patients visited theemergency polyclinic in a single year, admission time and indication, type ofthe diagnosis and medical care received, and patient age, sex and socioeconomiccharacteristics. Results: We found that the number of the patients visiting the PediatricEmergency Department in the years 2012 to 2016 was 11,336 (9.75%), 15,453(13.3%), 23,944 (20.6%), 28,695 (24.7%) and 36,744 (31.6%), respectively, andthat there was a significant increase in the visiting patient number over theyears. Discussion and Conclusion: Creating a database by determining thesociodemographic and clinical characteristics of patients visiting pediatricemergency services is crucial for the work and future planning for theseservices.

WOS:000447903200035 PubMed: 29987984 Objective: This study was conducted to evaluate fractal dimension (FD), mandibular cortical width (MCW), panoramic mandibular index (PMI), and mandibular cortical index (MCI) on panoramic radiographs to determine the mandibular cortical and trabecular bone changes in females with breast cancer undergoing aromatase inhibitors (AIs) treatment. Methods: In this retrospective study, FD analysis, PMI, MCI, and MCW were assessed over panoramic radiographs of 34 females under AI therapy as a patient group and 34 healthy age-gender matched individuals as a control group. Results: Mean FD values and MCW were slightly but not significantly lower in the patient group (1.47 +/- 0.06 and 4.1 +/- 1.2 respectively). FDs measured on the supracortical area above the angulus mandibula (FD2) and anterior to the mental foramen (FD4) were significantly lower in patients (p = 0.037 and p = 0046 respectively). Among the measured regions in patients, FD2 was significantly lower (p = 0.001). PMI was also significantly lower in patients (p = 0.001) and MCI were similar in both groups (p = 0.604). Conclusion: AI use affects bone quality and evaluating FD, PMI, and MCW in panoramic radiography can be used to determine the effect of this drug on the jaw bones in the early period. Advances in knowledge: Aromatase inhibitors are the most commonly used drugs in breast cancer patients. This drug is thought to have osteoporotic effects on the jawbone. This study is the first study to evaluate osteoporotic changes with measurements made on panoramic radiographs and the results of the study are significant. We think this study will shed light on the studies that will investigate the effects of the drug on the jaw bones.

OBJECTIVE: We aimed to investigate the possible risk factors which could effect the mortality of infected patients in Intensive Care Unit ICU like age, concomitant diseases, Procalcitonin PCT , C-reactive protein CRP , vitamin D levels and APACHE II score. These parameters were also investigated for mortality during hospitalization period and thirty and ninety-day mortality after discharge from hospital.METHODS: Fifty-two infected patients who were admitted to ICU of Duzce University School of Medicine, Department of Internal Medicine between 01 September 2011 to 30 August 2012 were evaluated prospectively.RESULTS: Sepsis increased mortality rate in ICU significantly. Concomitant diseases except hypertension were not associated with discharge status, 30 and 90 daily life expectancy. In the first hospitalization day CRP and PCT were found to be high while 25-OH vitamin D was found to be low. 25-0H vitamin D and PCT levels and APACHE II score were not associated with discharge status from ICU. CRP has been associated with increased risk of death, while APACHE II score was associated with thirty and ninety days life expectancy. It was found that life expectancy is higher with longer duration of hospitalization after ICU.CONCLUSION: Sepsis may increase ICU mortality as well as advanced age with septicemia may increase 30th and 90th days mortality after discharge. APACHE II score can be used to predict long-term survival after discharge. PCT, CRP and 25-OH vitamin D were not considered as an ideal method alone for follow up and prognosis of ICU patients., AMAÇ: Yoğun Bakım Ünitesindeki YBÜ enfeksiyöz hastalarda mortalite üzerinde etkili olabilecek risk faktörleri olan yaş, eşlik eden hastalıklar, prokalsitonin PCT , C-reaktif protein CRP , 25-OH vitamin D düzeyi ve APACHE II skoru ile; bu parametrelerin yoğun bakımda ve hastane sonrası otuz ile doksan günlük mortalite arasındaki ilişkisini değerlendirmeyi amaçladık. YÖNTEMLER: Düzce Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıları YBÜ’ye 1 Eylül 2011–30 Ağustos 2012 tarihleri arasında enfeksiyon tanısı ile kabul edilen 52 hasta prospektif olarak değerlendirilmiştir. BULGULAR: Sepsis, YBÜ’de mortaliteyi belirgin artırmıştır. Eşlik eden hastalıklardan; hipertansiyon dışındakilerin taburculuk durumuna, 30 ve 90 günlük yaşam süresine ulaşmayla ilişkisi saptanmadı. Yatış laboratuar değerlerinde; CRP ve PCT yüksek, 25-OH vitamin D ise düşük saptanmıştır. YBÜ’den taburculukta; yaş, 25-OH vitamin D, PCT, APACHE II’nin etkili olmadıkları, CRP artışının ölüm riski ile ilişkili olduğu görüldü. APACHE II skoru, otuz günlük yaşamla; yaş ise, otuz ve doksan günlük yaşamla ilişkili bulunmuştur. YBÜ sonrası devredilen serviste yatış süresi uzun olanlarda, hastane sonrası yaşam süresinin yüksek olduğu saptanmıştırSONUÇ: Sepsis, YBÜ mortalitesini, sepsisle beraber ileri yaş ta taburculuk sonrası 30 ve 90 günlük mortaliteyi artırabilir. APACHE II skoru, taburculuk sonrası uzun dönem sağkalım tahmininde kullanılabilir. PCT, CRP ve 25-OH vitamin D’nin, YBÜ hastalarının takibi ve prognozunu belirlemede tek başlarına ideal yöntemler olarak kullanılmasının uygun olmadığı düşünülmektedir.

Amaç: Bu çalışmada gebe kadınlarda fiziksel aktivite ve yaşam kalitesi seviyelerini belirlemek ve bunlar arasındaki ilişkiyi incelemek amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntemler: Bu çalışmaya gebelik nedeniyle başvuran toplam 210 kadın dahil edildi. Çalışmada kadınların sosyodemografik özellikleri demografik bilgi formu ile toplandı. Kadınların fiziksel aktivite seviyeleri Uluslararası Fiziksel Aktivite Anketi--Kısa Formu ile, yaşam kaliteleri ise Nottingham Sağlık Profili ile değerlendirildi. Bulgular: Fiziksel aktivite seviyesi ile Nottingham Sağlık Profili toplam, enerji seviyesi, sosyal izolasyon ve uyku alt parametreleri arasında negatif yönde düşük düzeyde anlamlı bir korelasyon vardı (toplam için r = -0,19; p = 0,007; enerji seviyesi için r = -0,17; p = 0,01; sosyal izolasyon için r = -0,16; p = 0,01 ve uyku için r = -0,14; p = 0,03). Gebelik trimesterlerine göre yaşam kalitesi ve fiziksel aktiviteleri karşılaştırıldığında Nottingham Sağlık Profili toplam, emosyonel reaksiyonlar, sosyal izolasyon, fiziksel aktivite parametreleri ile Uluslararası Fiziksel Aktivite Anketi--Kısa Formu değerlerinde anlamlı fark bulundu (p

Amaç: Araştırmacıların günümüzde istatistiksel paket program kullanma oranı çok yüksektir. Bu çalışmada tek değişkenli modellerde temel düzeydeki istatistiksel analizleri yapmak isteyen araştırmacılara uygun test istatistiğinin seçimi sırasında kılavuzluk edebilecek, mümkün olan en az karmaşıklık düzeyinde web tabanlı bir karar ağacı geliştirmek amaçlanmıştır.Gereç ve Yöntemler: Tek değişkenli basit veya çoklu modellerin istatistiksel analizinde hangi test istatistiğinin uygun olduğunun belirlenişine yönelik bir kılavuz olarak geliştirilen karar ağacı, PHP ve JavaScript dilleri yardımıyla oluşturulmuştur. Kılavuzun kolayca kullanılabilmesi için kavramlar ve testlere ilişkin teknik bilgiler açılır pencereler içinde verilmiştir.Bulgular: Ulaşması ve kullanması oldukça kolay olan karar ağacında araştırmacılara sorulan sorularla çalışmanın amacı, tasarımı ve veri tipi saptanarak uygun yöntemler genelden özele doğru indirgenmekte ve araştırmacının bilgi eksikliğinden ya da yanlış yönlendirmeden kaynaklanan hata yapma olasılığı azaltılmaktadır. Ayrıca, ileri istatistiksel yöntemlerin varlığı ve özellikleri konusunda araştırmacılar bilgilendirilerek uzman yardımı almanın önemi de vurgulanmıştır.Tartışma ve Sonuç: İstatistiksel değerlendirme sonucunda elde edilecek bulguların doğruluğu ve güvenilirliği açısından doğru testin seçilmesi oldukça önemlidir. En önemlisi paket program kullanabilmek ya da bir testi uygulayabilmek değil, istatistiksel analiz için doğru testi seçebilmektir. Geliştirilen karar ağacı, uzman yardımı almanın önemini vurgulamakla birlikte, temel düzeydeki istatistiksel değerlendirmeleri kendi başına yapmak isteyen araştırmacıların en azından yöntem seçimi sırasında hata yapma olasılığının azalmasına katkı sağlayacaktır. Aim: The rate of statistical software use among researchers today is very high. In this study we aimed to develop a web-based decision tree at the least possible confusion level that can provide guidance in choosing the appropriate test statistics for researchers who want to perform the basic statistical analyses in univariate models on their own. Materials and Methods: The decision tree developed as a guide in determining the appropriate test statistics in the statistical analysis of simple or multiple univariate models was created by using PHP and JavaScript languages. Technical information on the concepts and tests was provided in pop-ups for the guide user's convenience. Results: The questions posed within this decision tree that is quite easy to reach and use help reduce possible appropriate methods by fixing the research's aim, design and data type and lower the researcher's possibility to make mistakes due to lack of knowledge or misguidance. In addition, the information provided on the existence and nature of more advanced statistical methods emphasizes for the researcher the importance of consulting with an expert during the statistical analysis of a study's results. Discussion and Conclusion: Choosing the right test is crucial for the accuracy and reliability of findings to be obtained from a statistical analysis. What is essential is the ability to choose the right test for statistical analysis, not the ability to perform a statistical test or use statistical software. In addition to emphasizing the importance of consulting with an expert, a decision tree as developed in this study will contribute to lowering the possibility of making mistakes of researchers who want to perform statistical analyses on their own, at least while their choice of method.

OBJECTIVE In this study, the prevalence of intestinal parasites and its relationship with some hygiene habits and socio-demographic characteristics of students in Yigilca were investigated. METHODS This study was conducted in three parts. Firstly, the prevalence of parasitic diseases was measured, and questionnaires about the level of knowledge of hygiene were administered. Secondly, control and intervention groups were determined. Lastly, some education and training courses were organized and provided to the intervention group, including parents and children, about the prevention of parasitic diseases and habits of cleaning. RESULTS In this study, 540 cellophane tapes and 523 stool samples were studied. Among the samples analyzed, 87 (16.1%) with Enterobius vermicularis, 79 (15.1%) with Giardia intestinalis, 73 (13.9%) with various non-pathogenic parasites, 1 (0.19%) with Ascaris lumbricoides, and 1 (0.19%) with Hymenolepis nana were found. G. intestinalis was highly positive among the children who do not wash their hands after defecation. Also, some intestinal parasites were found to be related to the socio-demographic characteristics of families; parental education, family income, and father's profession were found to be associated with the presence of intestinal parasites. After training, the intervention group showed a significant decrease in the number of giardiasis and enterobiasis cases. CONCLUSION Education on hygiene will prevent parasitic diseases from an early age.

Ankarali, Handan Camdeviren/0000-0002-3613-0523; YILDIRIM SISMAN, Nuriye/0000-0003-3745-3751 WOS: 000435279600004 Objective: This study was determined Turkish nursing undergraduates may affect stress levels and stress they experience during their studies to determine the socio-demographic variables. Methods: This study, which descriptive cross-sectional in design study was completed with 821 students. The data was collected using the, information, forms and Stress in Nurse Education Questionnaire-SINE are collected. Results: Although average total scores of academic stress and practical stress, which are subdimensions of SINE, were close to each other, the score of academic stress was found to be a bit higher. Monitoring a suffering patient with regard to clinical stress was determined as the most stress-inducing situation. Being criticized by an instructor in clinic practice and fear of making a mistake while providing care were among other clinic stressors mostly reported by students. The difference between average subdimension and total scores for SINE according to universities in which students studied, gender, and perceived academic achievement was found to be significant (p

Amaç: Tipik antipsikotikler ve klozapin EEG anormalliklerine ve epileptik nöbetlere neden olabilir. Yeni kuşak antipsikotiklerin EEG üzerindeki etkileri çok fazla bilinmemektedir. Yapılan bu çalış- mada klozapin, ketiapin, risperidon ve olanzapin gibi atipik antipsikotikler, amisülpirid, aripiprazol, paliperidon gibi yeni diğer atipik antipsikotikler ve klorpromazin, haloperidol, zuklopentiksol, pimozid gibi tipik antipsikotiklerin EEG anormallikleri üzerine etkileri araştırılmıştır.Gereç ve Yöntemler: Şizofreni veya şizoaffektif bozukluk tanılı 102 hasta prospektif olarak de- ğerlendirilerek EEG’leri çekildi. Bunların 82’si atipik [klozapin (n:16), risperidon (n:20), ketiapin (n:10), olanzapin (n:14), diğer yeni atipik antipsikotikler (n:10)] ve tipik [haloperidol (n:5), klorpromazin (n:2), zuklopentiksol (n:3), pimozid (n:2)] antipsikotik kullanıyordu, 20’si ise ilaç kullanmıyordu. Bu üç alt grup; cinsiyet ve yaş uyumlu sağlıklı kontrol grubunun (n=29) EEG’leri ile karşılaştırıldı.Bulgular: Gruplar arasında demografik özellikler bakımından istatiksel olarak anlamlı fark saptanmadı. Hem ilaç kullanmayan hastaların hem de sağlıklı kontrollerin EEG’leri normaldi. Klozapin kullanan hastaların % 31,3’ünde (p < 0,05), ketiapin kullananların da %10’unda (p > 0,05) epileptik aktivite gözlendi. Epileptik aktivite dışındaki EEG anormallikleri tipik antipsikotik kullananların %58,3’ünde (p < 0,01), risperidon kullananlarında %35’inde (p < 0,01) saptandı. EEG ketiapin ve yeni atipik antipsikotik kullananların %80’inde normalken, tipik antipsikotik kullananların %33,3’ünde normaldi (p=0,012).Tartışma ve Sonuç: Burada klozapinin en epileptojen antipsikotik olduğunu ve tipik antipsikotiklerin EEG’yi en fazla bozduğunu bulduk. Ancak klozapin tedavisi alan psikotik hastalarda EEG bir gerekliliktir. Epilepsinin eklendiği psikotik hastalara yeni atipik antipsikotikler verilebilir, çünkü EEG üzerine en az istenmeyen etkiler bu ilaçlarla gözlenmiştir. Buna ilaveten antipsikotik ilaçlar ve epilepsi eşiği arasındaki kompleks ilişkileri açığa çıkarmak için daha fazla bilimsel araştırmaya ihtiyaç olduğunu da vurgulanmamız lazımdır., Aim: Typical antipsychotics and clozapine could cause EEG abnormalities and risk of epileptic seizures. Little is known about the effects of newer antipsychotics on EEG. The present study therefore examined the risk of EEG abnormalities associated with the use of atypical antipsychotics [clozapine, quetiapine, risperidone, olanzapine and new atypical antipsychotics (amisulpride, aripiprazole, paliperidone)] and of the typical antipsychotics (chlorpromazine, haloperidol, zuclopenthixol, pimozide).Materials and Methods: EEG patterns were prospectively investigated in 102 patients with schizophrenia or schizoaffective disorders. While 82 out of the 102 patients were under atypical [clozapine (n=16), risperidone (n=20), quetiapine (n=10), olanzapine (n=14), and new atypical antipsychotics (n=10)] and typical [haloperidol (n=5), chlorpromazine (n=2), zuclopenthixol (n=3), pimozide (n=2)] antipsychotic treatment, 20 of them were not under any treatment. These three groups were compared with a sex- and aged- matched control group of healthy volunteers(n=29).Results: No statistically significant difference regarding demographic characteristics was found between the groups. Both the patients who were not on any medication and the healthy volunteers had normal EEG’s. Epileptic activity was observed in 31.3% of the patients under clozapine treatment (p0.05). EEG abnormalities other than epileptic activity were observed in 58.3% of the patients under typical antipsychotics (p