7 results on '"urinary protein/creatinine ratio"'
Search Results
2. Prevalence of Proteinuria in School-Aged Turkish Children, and Its Association with Obesity and Hypertension
- Author
-
Ali Gül, Samet Özer, Resul Yılmaz, Ergün Sönmezgöz, Tuba Kasap, Şahin Takçı, Nafia Özlem Kazancı, Şeyma Ünüvar, Yalçın Önder, Rıza Çıtıl, and İlknur Bütün
- Subjects
Proteinuria ,children ,obesity ,protein creatinine ratio ,hypertension ,Medicine ,Pediatrics ,RJ1-570 - Abstract
Aim: In kidney diseases, renal damage may be mild and initially asymptomatic. Proteinuria, a marker of kidney injury, directly contributes to chronic tubulointerstitial damage. We investigated the prevalence of proteinuria (POP) in school-aged children in Turkey. Materials and Methods: The cluster sampling method was used to calculate the required size of the study group for this cross-sectional study. Urine samples were randomly obtained to determine urinary protein/creatinine ratio (Upr/Ucr) from 1374 children aged 6 to 18 years. POP was also specifically assessed in hypertensive and obese children. Results: The mean age of the subjects was 11.68±3.43 years. The children were from rural (23.9%) and urban (76.1%) regions of Tokat, Turkey. Upr/Ucr ≥0.20 was detected in 92 children, corresponding to a POP rate of 6.7%, without any statistically significant difference between girls and boys. Among 141 obese children, 16 (11.3%) and 76 of 1233 non-obese children (6.2%) had proteinuria (p0.05). Conclusion: Among school-aged Turkish children POP was 6.7%. POP was higher in obese than in non-obese children. But there was no association between POP and hypertension. While screening programs allow the early detection of renal disease, further cohort studies are required to be able to suggest urinary screening programs.
- Published
- 2017
- Full Text
- View/download PDF
3. Preeklamptik gebelerde 24 saatlik idrarda protein miktarı ile spot idrarda protein/kreatinin oranının karşılaştırılması.
- Author
-
Gökdoğan, Sevgi, Çetin, Berna Aslan, Bahat, Pınar Yalçın, Aydın, Alev Atış, and Akça, Aysu
- Abstract
Copyright of Perinatal Journal / Perinatoloji Dergisi is the property of Deomed Publishing and its content may not be copied or emailed to multiple sites or posted to a listserv without the copyright holder's express written permission. However, users may print, download, or email articles for individual use. This abstract may be abridged. No warranty is given about the accuracy of the copy. Users should refer to the original published version of the material for the full abstract. (Copyright applies to all Abstracts.)
- Published
- 2016
- Full Text
- View/download PDF
4. RENAL TRANSPLANTASYON İLE İZLENEN PEDİATRİK HASTALARDA NÖTROFİL LENFOSİT ORANI VE TROMBOSİT LENFOSİT ORANININ AKUT REJEKSİYONLA İLİŞKİSİNİN VE KRONİK ALLOGREFT NEFROPATİSİNİ BELİRLEMEDEKİ ROLÜNÜN DEĞERLERLENDİRİLMESİ
- Author
-
Büyükkaragöz, Bahar
- Abstract
Konservatif tedavilerdeki ilerlemelere rağmen çocuklarda kronik böbrek hastalığı (KBH) son dönem böbrek yetmezliğine (SDBY) ilerleyebilir. Bu çocuklar için en iyi renal replasman tedavisi (RRT) yöntemi renal transplantasyondur (RTx). Pediatrik hastalarda RTx hem sağlıkla ilişkili yaşam kalitesi ölçümleri, hem de hastaların büyüme ve gelişmeleri açısından periton diyalizi (PD) veya hemodiyalize (HD) kıyasla daha iyi sonuçlarla ilişkilidir.Allogreft kaybı RTx sonrası gelişebilecek en önemli komplikasyon olup, önde gelen iki nedeni akut rejeksiyonlar ve kronik allogreft nefropatisidir. Akut rejeksiyon RTx’den günler ya da haftalar sonra ortaya çıkabilen bir tablo olup, greft disfonksiyonu olmasa dahi spesifik patolojik değişikliklerle kendini gösteren enflamatuar bir olayla karakterizedir. Klinik belirteçler akut rejeksiyon tanısı koymak için genellikle yetersiz kalmaktadır. Günümüzde tanıda altın standart yöntem invazif bir işlem olan renal biyopsidir. Bu nedenle akut rejeksiyonu öngörmede yeni belirteçlere ihtiyaç duyulmaktadır. Kronik allograft nefropatisi (disfonksiyonu) ise yavaş tip rejeksiyon olup, RTx sonrası ilk bir yıl içerisinde oluşabileceği gibi, seneler içerisinde de greft kaybı gerçekleşebilir. Kronik allogreft nefropatisi, allogreftin kronik enflamatuar süreçlerine bağlı oluşan kronik interstisyel fibrozisi ve tübüler atrofisini belirtmek için kullanılan histopatolojik bir tanımlamadır. Serum kreatinindeki artış ile kendini gösteren böbrek fonksiyon testlerinde progresif azalma, proteinüri ve hipertansiyon gelişmesi kronik allogreft nefropatisine karşı uyarıcıdır. Bu bozuklukların şiddeti hastadan hastaya değişken olmakla birlikte, genellikle ilerleyici ve geri dönüşsüzdür.Renal transplantasyon sonrası rutin hasta izleminde tam kan sayımı, kan biyokimyası ve tam idrar tetkiki başta olmak üzere çeşitli kan ve idrar parametreleri kullanılmaktadır. Periferik kandan kolaylıkla bakılabilecek olan nötrofil lenfosit oranı (NLO) ve trombosit lenfosit oranı (TLO) son yıllarda enflamasyon belirteci olarak kabul edilmekte ve bazı hastalıklarda hastalık aktivitesini değerlendirmede kullanılmaktadır. Bu çalışmada 2000-2020 tarihleri arasında hastanemizde en az 5 yıl süreyle takip edilmiş olan 5-18 yaş aralığındaki RTx yapılmış hastalarının izleminde NLO ve TLO’nın akut rejeksiyon atakları ile ilişkisini değerlendirmede ve kronik allogreft nefropatisini belirlemedeki rolü araştırıldı.viÇalışma grubunun demografik verileri incelendi. Değerlendirmeye alınan 58 hastanın ortalama yaşı 16,1±2,1 yıldı, hasta grubunun çoğunluğunu erkek hastalar oluşturmaktaydı (%62,1, n=36). Hastalarda pre-RTx dönemde en sık SDBY nedenini CAKUT grubu hastalıklar oluşturmaktaydı (%41,4, n=24), bu gruptaki hastalarda en sık tanı izole VUR’du (%27,7, n=16). RTx öncesi KBH süresi 3,9±2,9 yıl olup, olguların %79’unun (n=46) RTx öncesi HD ve/veya PD tedavisi aldığı belirlendi. Hastaların ortalama diyaliz süreleri 1,8±1,6 yıl olup, PD uygulanma süresi HD uygulanma süresinden daha uzun bulundu (pHastaların RTx öncesi ve sonrası kan ve idrar parametreleri değerlendirildiğinde beklenildiği üzere RTx sonrası dönemde serum kreatinin, spot idrarda protein kreatinin oranı ve 24 saatlik idrarda protein atılımının anlamlı oranda düştüğü, GFH ve Hb değerlerinin anlamlı oranda yükseldiği gözlendi (24 saatlik idrarda protein atılımı ve Hb için p=0,01, diğerleri için p=0,001). NLO’nın RTx öncesi dönemle karşılaştırıldığında RTx sonrası 1. ayda en yüksek değerde olduğu gözlendi (1,98±0,84’e karşın 2,89±2,5, p=0,019), sonrasında 3 ay içerisinde bazal seviyelere inerek stabil seyrettiği görüldü. TLO’nun RTx öncesi ve sonrası seyrinde ise anlamlı değişiklik gözlenmedi.Çalışmaya dahil edilen 58 hastanın hiçbirinde hiperakut rejeksiyon saptanmadı. RTx sonrası 5 yıllık izlemde hastaların %32,7’sinde (n=19) toplamda 31 biyopsi ile kanıtlanmış akut rejeksiyon atağı mevcuttu. Hastalarda akut rejeksiyon geçirme zamanı RTx sonrası ortalama 1,2±1,0 yıldı. Akut rejeksiyonların %61,2’sinin (n=19) hücresel tipte olduğu gözlendi. Tekrarlayan akut rejeksiyon ataklarının farklı histopatolojik tipte olabileceği görüldü. Akut rejeksiyon dönemlerinde beklenildiği üzere hastaların serum kreatinin, spot idrarda protein/kreatinin oranı, 24 saatlik idrarda protein atılımı ve akut faz belirteçlerinde (CRP ve prokalsitonin) artış, GFH’larında düşme mevcuttu. Çalışmamızda hem NLO’nın hem de TLO’nın akut rejeksiyon esnasında anlamlı yüksek olduğu görüldü (NLO için p=0,003, TLO için p=0,002).RTx sonrası 5 yıllık izlemde olguların %17,2’sinde (n=10) ortalama 2,5±1,0 yılda kronik allogreft rejeksiyonu geliştiği görüldü. Kronik allogreft nefropatisi gelişen ve gelişmeyen hastalar değerlendirildiğinde 5. yılın sonunda gelişen grupta serum kreatinin,viispot idrar protein/kreatinin oranı, 24 saatlik idrarda protein atılımı ve akut faz belirteçlerinde artış, GFH’larında düşme mevcuttu. Her ne kadar RTx sonrası 5 yıllık izlem sonunda kronik allogreft nefropatisi gelişen olgularda diğer olgulara göre hem NLO hem de TLO yüksek saptansa da aradaki fark istatistiksel anlamlı değildi (NLO için p=0,69 ve TLO için p=0,55). Kronik allogreft nefropatisi gelişen ve gelişmeyen grup 5 yıllık izlemde karşılaştırıldığında NLO’nın kronik allogreft nefropatisi gelişen olgularda ilk 2 yıl içinde, TLO’nın ise ilk 4 yıl içinde yüksek seyrettiği görüldü. Akut rejeksiyon geçiren hastalar içinden izlemde kronik allogreft nefropatisi gelişenlerde ilk 3 yılda NLO’nun, RTx sonrası tüm dönemlerde de TLO’nun daha yüksek olduğu belirlendi.Çalışmamızda birden çok akut rejeksiyon atağı olan olguların tümünde 5 yıllık izlem sonucunda kronik allogreft nefropatisi gelişmişti. Tekrarlayan akut rejeksiyon geçiren hastalarda tek akut rejeksiyon geçiren olgulara kıyasla kronik allogreft nefropatisi gelişme riski anlamlı yüksekti (p=0,047). Çalışma grubundaki olguların %82,7’sinde (n=48) 5 yıllık izlemde tedavi almayı gerektirecek viral ve/veya bakteriyel enfeksiyon tablosu geliştiği görüldü. En sık enfeksiyon odağının idrar yolu enfeksiyonları olduğu görüldü (%54,1, n=26). Bununla birlikte, geçirilmiş enfeksiyonların kronik allogreft nefropatisi gelişimi üzerine anlamlı etkisi saptanmadı.Sonuç olarak RTx sonrası greft kaybının en önemli sebebi sayılabilecek akut rejeksiyon ve kronik allogreft nefropatisinin tanınmasında NLO ve TLO değerlerinin kolay ulaşılabilir belirteçler olarak kullanılabileceğini düşünmekteyiz. Literatürde pediatrik yaş grubunda RTx yapılmış hastalarda daha önce NLO ve TLO parametrelerinin değerlendirildiği herhangi bir çalışma bulunmamaktadır. Çalışmamız bu konunun ele alındığı ilk çalışma özelliğini taşımaktadır. Bununla birlikte, elde ettiğimiz bulguların desteklenmesi için daha geniş popülasyonlu pediyatrik çalışmalara ihtiyaç olduğu kanısındayız. Despite advances in conservative treatments, chronic kidney disease (CKD) in children can progress into end-stage renal disease (ESKD). The best method of renal replacement therapy (RRT) for children is renal transplantation (RTx). In pediatric patients, RTx is associated with better outcomes in terms of both health-related quality of life measures and patient growth and development compared to peritoneal dialysis (PD) or hemodialysis (HD).Allograft loss is the most important complication that can develop after RTx. The two leading causes of graft loss are acute rejections and chronic allograft nephropathy. Acute rejection, which occurs days or weeks after RTx, is characterized by an inflammatory event manifested by specific pathological changes even in the absence of graft dysfunction. As clinical markers are usually insufficient to make a diagnosis of acute rejection, the gold standard method in the diagnosis of acute rejection is renal biopsy, which is an invasive procedure. Therefore, new markers are needed to predict acute rejection. Chronic allograft nephropathy (dysfunction) is a slow type of rejection and may occur within the first year after RTx, or graft loss may develop gradually over the years. It is a histopathological definition used to describe chronic interstitial fibrosis and tubular atrophy of the allograft which occur secondary to chronic inflammatory processes. Progressive decrease in the renal function tests, manifested by an increase in serum creatinine, proteinuria and hypertension are warning signs against chronic allograft nephropathy. Although the severity of these disorders varies from patient to patient, they are usually progressive and irreversible.Various blood and urine parameters, especially complete blood count, blood biochemistry and complete urinalysis, are used in routine patient follow-up after RTx. The neutrophil lymphocyte ratio (NLO) and thrombocyte lymphocyte ratio (TLO), which can be easily measured from peripheral blood, have been accepted as inflammation markers in the recent years and are currently used to evaluate disease activity in some diseases. In this study, the relationship of NLO and TLO with the acute rejections attacks in pediatric RTx patients aged 5-18 years, who were followed-up in our hospital for atixleast 5 years between 2000 and 2020, and their role in determining chronic allograft nephropathy was investigated.Demographic characteristics of the 58 patients included in the study were analyzed. Mean age of our patients was 16.1±2.1 years, and the majority of the patient group consisted of boys (62.1%, n=36). CAKUT group diseases were the most common cause of ESRD in the pre-RTx period,( 41.4%, n=24), and isolated VUR was the most common diagnosis in this group (27.7%, n=16). Pre-RTx CKD duration was 3.9±2.9 years, and 79% of the cases (n=46) received HD and/or PD treatment before RTx. The mean duration of dialysis was 1.8±1.6 years. PD application time was longer than HD (pHyperacute rejection was not observed in any of the 58 patients included in the study. During the 5-year follow-up after RTx, 32.7% (n=19) of the patients had a total of 31 biopsy-proven acute rejection attacks. The mean time of acute rejection was 1.2±1.0 years after RTx. 61.2% of the acute rejections (n=19) were of cellular type. It was observed that recurrent acute rejection attacks could be of different histopathological types. During the acute rejection atttacks, the patients had an increase in serum creatinine, spot urinary protein/creatinine ratio, 24-hour urinary protein excretion, acute phase reactants (CRP and procalcitonin), and decreased GFR, as expected. Both NLR and TLR were also found to be significantly higher during acute rejection attacks (p=0.003 for NLR, p=0.002 for TLR).xChronic allograft nephropathy developed in 17,2% of the patients (n=10) mean 2,5±1,0 years after RTx in the 5-year follow-up. When the patients with and without chronic allograft nephropathy were evaluated, patients who developed chronic allograft nephropathy had increase in serum creatinine, spot urine protein/creatinine ratio, 24-hour urinary protein excretion and acute phase reactants, and a decrease in GFR at the end of the 5th year. Although both NLR and TLR were found to be higher in patients with chronic allograft nephropathy at the end of 5-year follow-up after RTx, the difference was not statistically significant (p=0.69 for NLR and p=055 for TLR). It was found that NLR was in the first 2 years and TLR was higher in the first 4 years in patients with chronic allograft nephropathy than the other patients. Among the patients who had acute rejection, NLR was found to be higher in the first 3 years and TLR was higher in all periods after RTx in those who developed chronic allograft nephropathy during the follow-up.In our study, chronic allograft nephropathy developed in all of the cases with multiple acute rejection attacks after 5-year follow-up. Patients with recurrent acute rejection had a significantly higher risk of developing chronic allograft nephropathy compared to patients with a single acute rejection (p=0.047). It was observed that 82.7% of the cases (n=48) in the study group developed viral and/or bacterial infections that required treatment during the 5-year follow-up. Urinary tract infections were the most common foci of infection (%54,1, n=26). However, no significant effect of previous infections on chronic allograft nephropathy was detected.In conclusion, we believe that NLR and TLR values can be used as easily accessible markers in the diagnosis of acute rejection and chronic allograft nephropathy, both of which can be considered as the most important causes of graft loss after RTx. No previous study exists in the literature that evaluate NLR and TLR parameters in pediatric patients who underwent RTx. Our study is the first study focusing on this subject. However, we believe that pediatric studies with larger populations are needed to support our findings.
- Published
- 2021
5. Nefropatisi olan ve olmayan diyabetli hastalarda prokalsitonin düzeylerinin değerlendirilmesi
- Author
-
Murat Dağdeviren, Esra Copuroglu, Mustafa Altay, Tanyel Sema Dagdeviren, Ozlem Dogan, Yavuz Cagir, Derun Taner Ertugrul, and Esin Beyan
- Subjects
Psychiatry and Mental health ,Diabetes,nephropathy,procalcitonin ,Neuropsychology and Physiological Psychology ,Health Care Sciences and Services ,General Medicine ,Sağlık Bilimleri ve Hizmetleri ,Diyabet,nefropati,prokalsitonin - Abstract
Aim: To investigate how serumprocalcitonin (PCT) levels are affected in diabetic patients with and withoutnephropathy, and to determine whether PCT may be indicative of an inflammationin these patients.Material and Method: The study included 175 patients[75 diabetic nephropathy (group 1), 75 non-nephropathy diabetic (group 2) and25 non-diabetic nephropathy (group 3)], and 75 healthy volunteers. Serum andurinary creatinine, serum high sensitive C-reactive protein (HsCRP), PCT, whiteblood cell, neutrophil, HbA1c and urinary protein values were obtained frompatients and control groups. Urinary protein / creatinine ratio and eGFR werecalculated.Results: There was no significantdifference of PCT values between groups 1, 2, 3 and control group(0.20-0.19-0.23 and 0.19, respectively) (p>0.05). HsCRP levels of all 3patient groups were higher than the control group (p0.05).Conclusion: There was no significantincrease in PCT values of diabetic and diabetic nephropathy patients. However,there was a negative correlation between PCT level and eGFR. This suggests thatthere may be an increase in PCT values, especially in advanced chronic renaldisease, regardless of the etiology., Amaç: Nefropatisi olan ve olmayandiyabetli hastalarda serum prokalsitonin (PCT) düzeylerinin nasıl etkilendiğiniaraştırarak bu hastalarda PCT’nin bir enflamasyon göstergesi olup olamayacağınıbelirlemektir.Gereçve Yöntem:Çalışmaya 175 hasta [75 diyabetik nefropati (grup 1), 75 nefropatisi olmayandiyabetik (grup 2) ve 25 non-diyabetik nefropati (grup 3)] ve 75 sağlıklı gönüllü dahil edildi. Hasta vekontrol gruplarının serum ve üriner kreatinin, serum high sensitive C-reaktif protein(hsCRP), PCT, beyaz küre, nötrofil, HbA1c ve üriner protein değerleri eldeedildi. Üriner protein/kreatinin oranı ve eGFR hesaplandı.Bulgular: Grup 1, 2 ve 3 ile kontrolgrubunun PCT değerleri (sırasıyla 0,20-0,19-0,23 ve 0,19) arasında anlamlı bir fark yoktu (p>0,05).Her 3 hasta grubunun hsCRP düzeyleri ise kontrol grubundan yüksekti(p0,05).Sonuç: Diyabetli ve diyabetiknefropatili hastaların PCT değerlerinde anlamlı bir artış yoktu. Ancak PCTdüzeyi ile GFR arasında negatif korelasyon mevcuttu. Bu durum özellikle ilerievre kronik böbrek hastalığında, etiyolojik nedenden bağımsız olarak PCTdeğerlerinde artış olabileceğini göstermektedir.
- Published
- 2017
6. Obez ve morbid obez bireylerde 24 saatlik idrarda protein atılımı ile anlık idrarda protein/kreatinin oranının karşılaştırılması
- Author
-
Yaşar, Serkan, Şahin, İdris, and İç Hastalıkları Anabilim Dalı
- Subjects
Kidney function tests ,Proteinuria ,Nefroloji ,Nephrology ,Creatinine ,Proteins ,Obesity ,Urine ,Obesity-morbid - Abstract
Amaç: Proteinüri böbrek fonksiyon bozukluğunu ve renal progresyonunu gösteren önemli bir laboratuvar testidir. Şimdiye kadar farklı hasta gruplarında proteinüri ölçüm yöntemleri ve karşılaştırılması ile ilgili çok çalışma olmasına rağmen obez ve morbid obez bireylerde 24 saatlik idrarda protein atılımı ile anlık idrar örneğinde protein/kreatinin oranının korelasyonunu gösteren bir çalışmaya rastlanmamıştır. Çalışmamızda obez ve morbid obez bireylerde 24 saatlik idrarda proteinüri miktarı ile anlık idrarda protein/kreatinin oranını karşılaştırılmayı amaçladık.Yöntem ve Gereçler: Çalışmaya İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesine Nefroloji, Endokrinoloji ve Genel Cerrahi Obezite (Bariatrik Cerrahi) polikliniğine başvuran 18 yaşından büyük BMI ≥ 35 olan obez bireyler dahil edilmiştir. Çalışma öncesi, İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Etik Kurulundan yazılı onay alındı. Çalışmaya alınacak tüm hastalardan yazılı onam alındı. Hastaların anamnezleri alındı ve fizik muayeneleri yapıldı. Yaş, cinsiyet gibi demografik verilerin yanında, BMI, boy, kilo ölçülerek kaydedildi. Ek olarak tam idrar tetkiki çalışıldı ve spot idrarda mikroprotein ve kreatinin ile 24 saatlik idrarda proteinüri miktarı hesaplandı. Çalışmaya alınan hastaların 24 saatlik idrarda proteinüri ve anlık idrarda proteinüri miktarları karşılaştırıldı. Bulgular: Çalışmaya 134 ü kadın 178 obez birey alındı. Grubun yaş ortalaması 40,1 ± 11,5 yıl di. Çalışmaya alınan hastaların proteinüri miktarlarının dağılımı ise; 136' sında proteinüri miktarı < 150 mg/gün 33' ünde minimal artmıştı (150-500 mg/gün), 7'sinde non-nefrotik düzeyde proteinüri (500-3500 mg/gün) ve bir kişi de ise nefrotik düzeyde proteinüri mevcuttu (> 3500 mg/gün). Yapılan analizde orta-zayıf güçte bir korelasyon izlendi (p= 0,003 r= 0,223). Ayrıca spot idrarda proteinüri miktarı ≥ 0,2 g/gün olan bireylerin (n=22) 24 saatlik idrarda proteinüri ve spot idrar protein/kreatinin oranı karşılaştırıldı. Bu grupta spot idrarda hesaplanan proteinüri miktarı ile 24 saatlik idrarda proteinüri miktarının hesaplandığı korelasyon analizinde p=0,064 olup anlamlı korelasyon izlenmedi.Sonuç: Obez ve morbid obez bireylerde proteinüri miktarını belirlemek için anlık idrar protein/kreatinin oranı ile 24 saatlik idrarda protein atılımı arasında ya çok zayıf ya da istatistiksel olarak anlamlı olamayacak düzeyde bir ilişki saptadık. Bu nedenle obez ve morbid bireylerde günlük protein atılımını saptamak için 24 saatlik idrarda protein bakmak daha sağlıklı bir yöntem gibi görünmektedir. Anahtar kelimeler: Proteinüri, obezite, protein/kreatinin oranı ABSTRACTAim: Proteinuria is an important laboratory test showing kidney dysfunction and renal progression. Although there has been a lot of research on proteinuria measurement methods and comparisons in different groups of patients, there has been no study showing the correlation between protein excretion in 24 hours urine samples and protein / creatinine ratio in instant urine samples in obese and morbidly obese individuals. We aimed to compare the 24 hours urine samples and protein / creatinine ratio in instant urine samples in obese and morbidly obese individuals.Mateial and Methods: We have included obese patients with a BMI ≥ 35 older than 18 years who applied to Inönü University Medical Faculty Nephrology, Endocrinology and General Surgery Obesity (Bariatric Surgery) polyclinic. Before the study, written approval was obtained from the Ethics Committee of Inonu University Medical Faculty. Written consent was obtained from all the patients to be employed. Patients' anamnesis was taken and physical examinations were performed. Demographic data such as age, sex, as well as BMI, height and weight were recorded. In addition, complete urine examination, microprotein and creatinine in spot urine, and proteinuria amount in 24 hour urine were measured. Patients' who was concluded to study, 24 hours urine sample proteinuria and instant proteinuria were compared.Findings: : A total of 178 patients were enrolled, 134 females and 40,1 ± 11,5 average years of age. The distribution of proteinuria amounts of the patients who was concluded to study is; in 136 subjects amounts of proteinuria was < 150 mg / day, in 33 subjects was 150-500 mg / day (minimally icreased), in 7 subjects was 500-3500 mg / day (non nephrotic proteinuria) and in one subject was > 3500 mg / day (nephrotic proteinuria). A moderate-weak correlation was observed in the analysis made (p= 0,003 r= 0,223). In addition 24 hours urine proteinuria and spot urine protein / creatinine ratio were compared in patients (n=22) who had proteinuria ≥ 0,2 g / day. According to this, no significiant correlation was observed between the amount of proteinuria calculated in the spot urine and 24 hours urine proteinuria (p=0,064).Results: We found a very weak or statistically insignificant association between the instant urinary protein / creatinine ratio and protein excretion in 24 hours urine sample. Therefore, looking at 24 hour urine protein seems to be a good method to detect daily protein excretion in obese and morbid individuals.Key words: Proteinuria, obesity, protein / creatinine ratio 60
- Published
- 2017
7. Okul Çağı Türk Çocuklarında Proteinüri Sıklığı ve Obezite ve Hipertansiyonla İlişkisi
- Author
-
Gül, Ali, Özer, Samet, Yılmaz, Resul, Sönmezgöz, Ergün, Kasap, Tuba, Takcı, Şahin, Kazancı, Nafia Özlem, Gaziosmanpaşa Üniversitesi, and 0-Belirlenecek
- Subjects
Temel Sağlık Hizmetleri ,Pediatri ,Genel ve Dahili Tıp - Abstract
Amaç: Böbrek hastalıklarında renal hasar başlangıçta asemptomatik ve hafif olabilir. Böbrek hasarının bir belirteci olan proteinüri, kronik tübülointerstisyel hasara doğrudan katkıda bulunur. Okul çağındaki çocuklarda proteinüri prevalansını (PP) araştırdık.Gereç ve Yöntemler: Bu kesitsel çalışma için çalışma grubunun gerekli boyutunu hesaplamak için küme örnekleme yöntemi kullanıldı. Altı-on sekiz yaş arasındaki 1374 çocuğun idrar protein/kreatinin oranını (Upr/Ucr) belirlemek için idrar numuneleri rastgele elde edildi. PP hipertansif ve obez çocuklarda ayrıca hesaplandı.Bulgular: Olguların yaş ortalaması 11,68±3,43 yıl idi. Olguların %23,9'u kırsal alanlardan ve %76,1'i kentsel bölgeden alındı. Kız ile erkek çocuklar arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık olmaksızın, 92 çocukta Upr/Ucr >=0,20 saptandı, PP %6,7'ye karşılık geldi. Yüz kırk bir obez çocuktan 16'sında (%11,3) proteinüri vardı; obez olmayan 1233 çocuğun 76'sında (%6,2) proteinüri vardı (p0,05).Sonuç: Okul çağındaki Türk çocuklarında PP %6,7 idi. PP, obezlerde obez olmayan çocuklardan daha yüksekti. Ancak, PP ve hipertansiyon arasında herhangi bir ilişki mevcut değildi. Tarama programları, böbrek hastalığını erken tespitte yardımcı olsa da üriner tarama programlarının önerilmesi için daha fazla kohort araştırmaları gereklidir. Aim: In kidney diseases, renal damage may be mild and initially asymptomatic. Proteinuria, a marker of kidney injury, directly contributes to chronic tubulointerstitial damage. We investigated the prevalence of proteinuria (POP) in school-aged children in Turkey.Materials and Methods: The cluster sampling method was used to calculate the required size of the study group for this cross-sectional study. Urine samples were randomly obtained to determine urinary protein/creatinine ratio (Upr/Ucr) from 1374 children aged 6 to 18 years. POP was also specifically assessed in hypertensive and obese children. Results: The mean age of the subjects was 11.68±3.43 years. The children were from rural (23.9%) and urban (76.1%) regions of Tokat, Turkey. Upr/Ucr >=0.20 was detected in 92 children, corresponding to a POP rate of 6.7%, without any statistically significant difference between girls and boys. Among 141 obese children, 16 (11.3%) and 76 of 1233 non-obese children (6.2%) had proteinuria (p0.05). Conclusion: Among school-aged Turkish children POP was 6.7%. POP was higher in obese than in non-obese children. But there was no association between POP and hypertension. While screening programs allow the early detection of renal disease, further cohort studies are required to be able to suggest urinary screening programs.
- Published
- 2017
Catalog
Discovery Service for Jio Institute Digital Library
For full access to our library's resources, please sign in.