Back to Search Start Over

Ehl-i Sünnet Kelâmı’nda İcmâ

Authors :
Erkan Bulut
Source :
Cumhuriyet İlahiyat Dergisi, Vol 22, Iss 2, Pp 1297-1319 (2018)
Publication Year :
2018
Publisher :
Cumhuriyet University, 2018.

Abstract

İcmâ, usûl ilminde Kur’ân ve Sünnet’ten sonra üçüncü sırada yer alan şer’î delillerden birisidir. Şâfiî, pratikte İslam âlimlerince bilinip uygulanmakta olan usûl ilkelerini ilk defa yazılı metin haline getiren ve icmâyı usûlde şer’î delillerin üçüncüsü olarak ilk defa öneren kişidir. İcmâ delilinden yararlanan ilimlerden biri de kelâm ilmidir. Kelâmcılar, usûl ilminin elverdiği ölçüde icmâ delilinden azami ölçüde yararlanmıştır. Bu bağlamda kelâmcılar, dinî kabul ve inançların esasında herhangi bir değişikliğe gitmeksizin icmâ delilini sürekli kullanmışlardır. Ehl-i Sünnet akāidinin naklî delillerden sayılan icmâyla desteklenmesi, inançlar hakkında zihinlere atılmaya çalışılan şüpheleri bertaraf etmede önemli rol oynamıştır. Bu makalede usûl ilminin temel kaynaklarından olan icmâ delilinin Ehl-i Sünnet akāid ve kelâmındaki önem ve işlevi konu edilmiştir. ÖzetKur’an’ın isteği ümmet arasında birlik ruhunun öne çıkarılması ayrılık ve bölünmeyi tetikleyen faktörlerin ise geri planda tutulmasıdır. Nitekim Kur’an’da, “Hep birlikte Allah’ın ipine (Kur’an’a) sımsıkı sarılın. Parçalanıp bölünmeyin…” (Âl-i İmrân 3/103) ve “Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra parçalanıp ayrılığa düşenler gibi olmayın…” ( Âl-i İmrân 3/105) buyurularak ümmetin birliğinin korunmasına vurgu yapılmıştır. Yüce Allah, ülü’l-azm adı verilen peygamberlere dini ikame etmeyi ve tefrikadan sakınılmasını emretmiştir (eş-Şûra 42/13). Dini dosdoğru tutma ve bu dinde ayrılığa düşmeme emri Allah’ın dininde tasdik edilmesi gerekenleri tasdik etmek, itaat edilmesi gerekenlere de itaat etmek demektir. Bu aynı zamanda bütün peygamberlerin üzerinde icmâ ettiği dinin esasının ilanıdır.Ehl-i Sünnet’in İslâm’ı anlama tarzı, Hz. Peygamber’in ve ashabının anlama tarzı ile özdeştir. Bu nedenle Ehl-i Sünnet, İslam’ın ana damarını temsil eden ekoldür. Ehl-i Sünnet kelâmında usûlî ve fürûî birçok mesele üzerinde icmâ gerçekleşmiştir. Bu icmâlar sahabe icmâsı ve sonraki dönemlerde mütekellimlerin ictihadları sonucunda oluşan istidlâli icmâlardır. Bu nedenle icmâ ve ictihad birbirine sıkı sıkıya bağlıdır. İcmâ, ictihattan destek almakta, ictihad da icmâya kaynaklık etmektedir. Böylece mesele, salt ictihadî olmaktan çıkmakta ve nassdan sonraki bir dereceye yükselerek kat’î bilgi veren bir hükme dönüşmektedir. Ehl-i Sünnet kelâmcıları, iki türlü icmâdan söz etmektedirler. Birincisi “tasdikî icmâ”adını verdiğimiz sahabe icmâsına özgü ittifaklardır. Bunlar; zarurât-ı diniyye adı verilen esaslar üzerinde meydana gelen icmâlardır. Bu icma, dinde kesin olarak hüccet kabul edilmiştir. İman esasları, namazın ve oruçun farziyyeti gibi konular, zarurât-ı diniyyeden olup kat’î icmâ ile belirlenmiş konulardır. Bu tür icmâlar, var olan hükümler üzerinde meydana gelen tasdikî icmâlardır. Bu icmâlar, sübütu kat’î ve delâleti kat’î nasslara istinad etmektedir. Bu tür icmâlar, yeni bir bilgi vermez. Var olan bilgiler Müslümanların ittifakıyla kuvvetlenir. Söz konusu alanlarda ictihad yapılamadığı gibi Müslümanların bu konularda ictihada ihtiyacı da yoktur. İslâm’da zarurât-ı diniyye olarak kabul edilen esaslardan birisini ya da birkaçını inkâr eden kimsenin tekfîr edilmesi konusunda Ehl-i Sünnet âlimlerinin ittifakı vardır. Diğeri ise ictihadların devreye girdiği “istidlâlî icmâ”lardır. Bu nev‘i icmâlar, itikadî fer‘i meselelerde müçtehitlerin aynı görüş üzerinde konsensüsü sonucunda oluşur. İctihada açık olan füru-i akāid ile ilgili hususlarda yapılan ictihatlar ve elde edilen farklı sonuçlar tekfîr nedeni kabul edilmemiştir. Ancak konusuna göre günahkâr olmasına neden olabilir. İstidlâlî icmâlar, kelâm ilminde müstakil değil destekleyici delil kabul edilmiş ve naklî deliller kapsamında değerlendirilmiştir. Zira bu hususta dayanak kabul edilen naslar, zannî bilgi verirler. Bu bakımdan Ehl-i Sünnet âlimleri, fürû-i akâid alanında selefin icmâsına aykırı düşünceler ileri süren diğer mezhep mensuplarını ehl-i kıble kabul etmiş ancak onların icmâsına aykırı düşünceler ileri sürmelerinden dolayı ehl-i bid‘at olarak isimlendirmişlerdir. Dahası Ehl-i Sünnet âlimleri, ehl-i bid‘atın sahabeden sonraki kuşaklar arasında meydana gelebilecek olan icmâlara katılmalarını da uygun görmemiştir.İslâm’da bütün ihtilaflar yerilmiş değildir. İctihadî meselelerde farklı görüşler ileri sürmek ümmet için bir rahmettir. Zira bu sayede ümmet yeni ortaya çıkan meselelere çözümler getirecek bunun sonucunda İslâm dini dinamik bir çözüm üretme mekanizmasına kavuşmuş olacaktır. Bu da ancak ictihat sayesinde mümkün olabilir. İhtilaf, bir konuda farklı görüş ileri sürmektir. Bu görüş ümmetin birliğine zarar verebilecek olan usûlî meselelerde değil de ictihadî meselelerde olursa bu ihtilaf, rahmete dönüşür.Usûlcülerin icmâyı naklî deliller kapsamında değerlendirmelerinin nedeni icmânın mutlaka bir nassa istinad etmesini zorunlu görmelerindendir. Buradan hareketle sırf aklî meselelerde meydana gelen ittifaklar, icmâ olarak değerlendirilmemiştir. Kelâmcılar, icmâ iddialarını daima nasslarla teyit etmeye çalışmışlardır. İcmânın gerçekleşmiş olması durumunda, bilinsin ya da bilinmesin gerisinde mutlaka şer’î bir delilin var olduğu anlamını çıkarmışlardır. Çünkü üzerinde icmâ gerçekleşmiş hükümler asla Hz. Peygamber’den gelen haberlere aykırı olamaz. Akāid ve kelâm eserlerindeki birçok mesele aklî ve naklî delillerin yanı sıra istidlâlî icmâ ile de desteklenmiştir. Ancak söz konusu eserlerdeki icmâ iddialarının birçoğu Ehl-i Sünnet’in görüşlerini yansıtan mezhep içi icmâlardır. Ehl-i Sünnet dışındaki mezhepler dışarıda tutulmuştur. Bu tavır, her şeyden önce mezhep içerisindeki bütünlüğü sağlamaya yönelik olup, Ehl-i Sünnet itikadını koruma altına alma çabasıdır. Zira icmâ delili, her türlü keyfi ve bölücü düşünceyi engelleyici bir işleve sahip olmasının yanında zannî olan bilgiyi kat’î hale getirerek elde edilen hükmü salt ictihadî olmaktan çıkarmakta ve nassdan sonraki bir mertebeye yükseltmektedir. Ehl-i Sünnet’in öncüsü durumunda olan Mâtürîdî ve Eş‘arî kelamcılarının icmâ anlayışları usûl açısından farklı değildir. İcmânın tanımı ve muhtevası konusunda farklı görüşler ileri sürseler de müctehitlerin aynı görüş üzerinde ittifakları konusunda ortak anlayışa sahiptirler. Mâtürîdîler ve Eş‘arîler, icmâ delilini kelâmî bahislerde destekleyici bir delil olarak kullanmışlardır. Eş‘arî, icmâ delilini itikadi meselelerde sırf benimsemiş olmakla kalmamış, pratikte kullanmıştır. O, icmâ delilini amelî, itikadî, usûlî ve fer‘î şeklinde bir ayırım yapmamış, her alanda rahatlıkla kullanmıştır. Mâtürîdî ve Eş‘arî âlimleri, dini meselelerde icmânın oluşabileceğini, oluşması durumunda da hüccet olacağına hükmetmişler ancak aklî meselelerde icmânın kat’î bilgilere istinad etmesini şart koşmuşlardır. Salt aklî meselelerde ise icmânın meydana gelmesi hususunda ihtilaf etmişlerdir. Bazı Ehl-i Sünnet âlimleri, salt aklî meselelerin yakînî bilgiler olduğunu dolayısıyla icmâya gerek olmadığını ifade ederken; müçtehitlerin bu bilgileri naslardan istinbat edebileceğini savunarak salt aklî meselelerde de icmânın gerçekleşebileceğine hükmetmişlerdir.

Details

Language :
English, Turkish
ISSN :
25289861 and 2528987X
Volume :
22
Issue :
2
Database :
Directory of Open Access Journals
Journal :
Cumhuriyet İlahiyat Dergisi
Publication Type :
Academic Journal
Accession number :
edsdoj.4b4f67ff50764f418927bcb0fc1aed94
Document Type :
article
Full Text :
https://doi.org/10.18505/cuid.462453