Back to Search Start Over

Pragmatist filozoflarda din-bilim ilişkisi

Authors :
Begenir, Murat
Özcan, Hanifi
Felsefe ve Din Bilimleri Ana Bilim Dalı
Publication Year :
2004
Publisher :
Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2004.

Abstract

ÖZET Klasik pragmatistlere göre bütün dini söylemlerde pragmatik bir boyut «bulunmaktadır. Aynı şekilde onlar, bilimsel söylemlerde de pragmatik bir boyutun içkinliği üzerinde ısrarlıdır. Bu sebeple onlar, dini söylemlerin pragmatik boyutu ile bilimsel söylemlerin pragmatik boyutunun bir din-bilim ilişkisinin temelini tedarik edeceğini fikrini taşımaktadır. Nitekim Peirce'a göre hem dini hem de bilimsel inançların temelinde 'il Iume naturale' adını verdiği bir içgüdü yatmaktadır. James ise dini inançları bilimsel tespiti ve izahı mümkün gözlemlenebilir 'din duygusu'nda temellendirmiştir. Dewey ise dini inançları, insanı onun en yüksek gelişimini mümkün kılan 'sosyal inanç' a yönlendirmekteki başarısına göre doğru veya yanlış olarak kabul etmiştir. Öte yandan Peirce, 'agapizm' adlı doktrininden hareketle, dini tecrübeye, evrendeki her varlığın gelişiminin ve evrim sürecinin itici gücü olan bir sevgi yasasının egemen olduğunu savunur. James 'e göre ise bilimsel keşifler bilim adamlarının ahenk, düzen, sistem, ilke, prensip, birlik v.b.'ye dâir itkilerinin güdümü altında yürüttükleri araştırma ve faaliyetleri sonucunda gün ışığına çıkmaktadır. Bu sebeple o, pozitif ve gözlemlenebilir 'din duygusu' kökenli dini tecrübeyi de Tanrı'nın varlığının ispatında kullanmıştır. Dewey ise 'tecrübenin dini fonksiyonu'nun kendisini pozitif ve gözlemlenebilir 'dini davranışlar'da ortaya koyduğunu ve geçerliliğinin bu davranışların işe yararlılığı ile sınanabileceğin! savunmuştur. Peirce, bilimsel verilerin ışığında geliştirdiği evrimsel kozmolojisinden hareketle hem aşkın hem de içkin yaratıcı bir Tanrı tasviri ortaya koymuştur. James ise, insanların içinde bulunduğu duruma ilgi duymayan bir Tanrı tasarımına itibâr etmemiş ve bu sebeple aşkınlık yanında içkinliği de Tanrı'nın karakteristiği saymıştır. Dewey'e göre ise, insanlar bilimsel disiplinlervasıtasıyla yeni bilgiler edinmeye devam ettikçe, aşkın bir varlık olarak Tanrı'nm şu anda idrak edilemeyen karakteri zamanla en azından daha az idrak edilemez olacaktır. « Sonuç olarak, Peirce'a göre doğruluk, birbiriyle çatışan din ile bilimden müteşekkil iki karşıt doktrin halinde ikiye ayrılmış değildir. Bilim, yeni doğruların peşinde koşarken aslında Tanrı'nm yaratıcı aktivitesi ile işbirliği yapmaktadır. Din ile bilim, aynı kaynaktan gelen ve aynı amaca hizmet eden doktrinlerdir. Dolayısıyla bu ikisi uzlaştırılmalıdır. James ise, doğru ve faydalı dînî bilgiyi araştıran bir 'dınbilimi' tesis etmeye çalışmıştır. Dewey ise, geleneksel dini uzlaşıların, evrim sürecinin yön verdiği günümüz modern bilim çağının taleplerine uygun olarak yeniden düzenlenmesi gerektiğini düşünmüş ve bize 'doğal din'i empoze etmiştir. ABSTRACT According to classical pragmatists there exists a pragmatical dimension «within all religious orations. Likewise, they insist on the immanence of a pragmatical dimension within all scientific orations. Thus they have the idea that the pragmatical dimensions of the religious and scientific orations should procure the basis of the relationship of religion and science. Likewise, according to Peirce there exists an instinct within the basis of both religious and scientific beliefs which he calls as 'il lume naturale'. James bases religious beliefs on a 'religious sensation' whose scientific determination and explanation is possible. And Dewey accepted religious beliefs as true or false in the basis of their success in leading human towards 'social belief which' makes his higher growth posssible. On the other side, Peirce, moving from his doctrine called 'agapism', defends that a law of love which is the leading power of the growth and evolution process of every thing in the universe dominates the religious experience. But according to James, scientific discoveries come on the scene in the result of the investigations and activities of the scientists that they perform under the effect of their motives towards harmony, order, system, rule, principle, unity etc. For this reason, he used the religious experience which is based on positive and observable 'religious sensation' in the demonstration of the existence of God. On the other hand, Dewey had defended that 'the religious function of the religious experience' manifests itself in positive and observable 'religious behaviours' and its validity could be tested by the usefulness of these behaviours. Peirce, moving from his evolutional cosmology which he developed in the light of scientific data, disclosed a portrayal of creative God who is both transcendental and immanent. James had not shown consideration to theportrayal of God who had not taken the circumstances of human into consideration and for this reason he had taken both transcendence and immanence as characteristics of God. According to Dewey, as long as humans gain new knowledges by means of scientific disciplines, the abstruse * characteristics of God at the moment as a transcendental being will be at least less abstruse as time passes. As a conclusion, according to Peirce truth is not divided into two contrary doctrines as religion and science. In fact science cooperates with God's creative activity when it pursues new truths. Religion and science are doctrines which come from the same source and pursue the same goal. Thus, they have to be reconciled. James had tried to establish a 'religious science' which investigates true and useful religious knowledge. Dewey thought that traditional conventions have to be arranged again in our time of modern scientific era that evolution process guide and imposed us 'natural religion'. 153

Details

Language :
Turkish
Database :
OpenAIRE
Accession number :
edsair.od.....10208..7c824ccd69d8fc078c95c2a416416fba