Bu çalışma, öznelliklerimizi ortaya çıkaran, yani bakış açılarımızı sınırlandırarak millet, cemaat ve cemiyet gibi sosyolojik varlıkları ortaya çıkaran çerçeveleri sorgulamaktadır. İnsanın tüm duyularına sınırlama koyabilen, dünyayı ve nesneleri öyle değil de böyle algılamamızı sağlayan sınırlandırmalar hangi mekanizmalarla ve ne gibi araçlarla işlemekte, psişik düzeyde sonuçları nasıl ortaya çıkmaktadır? Daha da önemlisi, ?iç-dış? bölünmesi sonucunda öznelliğin meydana çıkmasını sağlayan araçlar nelerdir? Elinizdeki çalışma, Osmanlı öznelliğinin oluşumunu incelerken bu sorulara özgün cevaplar vermeyi amaçlamaktadır. Geçtiğimiz yüzyılda sosyal bilimler alanında yeni yöntemsel mecralar açan psikanalitik kuram, bu konuda oldukça verimli çalışmaların yapılmasını sağladı. Sigmund Freud'un insan ruhunun dinamiklerine dair fikirleri ve Jacques Lacan'ın özne kuramları, bu verimli mecraın niteliğini belirlemede önemli rol oynadı. Kimlik tartışmaları, aidiyet, mensubiyet ve cinsiyet konuları kadar milliyetçilik ve hatta ırkçılık ve zenofobi gibi hararetli sosyal fenomenleri ele alırken, psikanalizin açtığı yeni alanı zemin olarak kullanan oldukça geniş hacimli bir akademik külliyat meydana geldi. Metodolojik açıdan, elinizdeki çalışma, psikanalizin getirdiği imkânları kullanmayı denemektedir. Fransız psikanalist Jacques Lacan'ın iki kavramını, yani ?gerçek? ve ?imgesel? kavramlarını esas alarak, ?iç-dış? düalizminin farklı tarihsel bağlamlarda ne tür sınır araçlarıyla ortaya çıkarak Osmanlı öznelliğini meydana getirdiğini araştırmaktadır. İç-dış düalizmini yaratan araçları, genel olarak iki başlık altında incelemektedir: ?Gerçek eşikler? ve ?imgesel eşikler?. Gerçek eşikler, insan bedenini sınırlayan her türlü maddi engelden meydana gelir (dağlar, denizler, nehirler gibi doğal engellerin yanısıra, savaş mimarisinin ürettiği her türlü tasarlanmış engel bu başlığa dahil edilebilir). İmgesel eşikler ise, tıpkı aynadaki imajlarımız gibi, sosyal yaşamdan akisler halinde bize dönen her türlü ?benlik? imgesidir (diplomatik metinler ve mitolojiler gibi). Elinizdeki çalışma, Lacan'ın bu iki kavramını ödünç almakla birlikte, bu iki kavramı gerektiğinde eğip bükerek, çalışmanın sorularına yanıt ararken onları daha ?ergonomik? hale getirmekte, böylece bu kavramlara kısmen özgün anlamlar da yüklemektedir. This work examines the nature of frames that restrict our perspectives and thus give birth to such sociological entities like societies, communities and nations. How is the dualism of ?inside-outside? created on sociological and psychic levels? More importantly, what instruments play what kind of roles in the creation of that dualism? Examining the formation of Ottoman subjectivity as a case, this study gives original answers to these questions. The psychoanalytic theory, which opened a new methodological domain for the social sciences in the past century, productively accommodated a good amount of works on these questions. Sigmund Freud?s pioneering works on the dynamics of human psyche and Jacques Lacan?s theories of human subjectivity played important roles in the improvement of this domain. Beginning from the second half of the past century, discussions on identity and belonging, as well as such furious social questions as nationalism, racism and xenophobia, have been held in the light of the new approaches of psychoanalytic theories in the field of social sciences. In this sense, this study can be seen as a part of those approaches, because methodologically, it bases itself on the opportunities offered by a particular psychoanalytic theory, namely, that of a French psychoanalyst, Jacques Lacan. I pick up two of Lacan?s productively scrutinized concepts, namely the ?real? and the ?imaginary?, to develop a particular perspective towards this question: How is the dualism of inside-outside created in different contexts throughout the Ottoman history, so that this dualism could give birth to Ottoman subjectivity? Taking the two Lacanian concepts as a base, I analyze the instruments that play the role of ?thresholds? in the formation of the dualism of ?inside-outside?, under two general headings: The ?real thresholds? and the ?imaginary thresholds?. To put in a very brief manner, a ?real threshold? is born out of any material obstacle that puts restrictions of any kind to the abilities of human body (natural obstacles like mountains, rivers and oceans, as well as designed obstacles like any object of war architecture, for instance, fall into this heading). Imaginary thresholds, on the other hand, are the ?images of selves? that reflect back to us on the social ground, just in the same manner as our mirror-images come back to us and provide us with a subjective feeling of self (like the diplomatic texts and the mythologies). Although I borrow the two Lacanian terms (i.e. real and imaginary) to build up a theory of thresholds, I do not hesitate to bend and reshape those concepts whenever necessary, to build the conceptual tools into a rather ergonomic manner. 281