Search

Dendritic cells are integral components of the mammalian immune system, which take part in orchestrating and regulating the delicate balance of immune response. Dendritic cells are potent activators of destructive responses of the immune system, at the same time, dendritic cells also take part in activating regulatory T-cells and dampening overly destructive immune responses, as well as mediating immune tolerance. This multifaceted and at times contradictory functions of dendritic cells are, at least in part, brought about by the phenotypical differences that regulate the respective immune response. As an example of the importance of the differences in dendritic cell phenotypes, we have previously reported that feeding of B. vulgatus to IL-2-/- mice leads to production of semi-mature dendritic cells and prevents colitis, whereas feeding of E. coli to IL-2-/- mice leads to fully mature dendritic cells and severe intestinal inflammation (Waidmann et al., 2003). Therefore, we believe that these maturation differences in dendritic cells have an important effect on disease manifestation and progression in colitis. However, the intracellular factors and processes taking part in regulating dendritic cell maturation are not fully understood. In our project we aimed to provide a closer look at the proteome profiles of DCs and intracellular signalling pathways/processes that underlie dendritic cell maturation. Using dendritic cells generated in vitro from cultured mouse bone marrow, we induced semi-maturation by B. vulgatus stimulation and complete maturation by E. coli stimulation. The resulting cells were harvested and lysed for proteomic analysis. We performed comparative proteomics to analyse proteins that differ in their expression levels, and shotgun phosphoproteomics to detect proteins that are differentially phosphorylated. Thereby we aimed to catalogue proteins, processes, and signalling pathways that lead to the observed phenotypical differences between the semi-mature and fully-mature dendritic cells. To this end, subsequent to the mass spectrometry runs we have employed bioinformatical tools i.e. pathway analysis, upstream regulator analysis and kinase analysis. We have determined various pathways and regulators, many of which have key roles in immunity and inflammation. We hope that our results provide a more systematic and comprehensive information on factors governing different states of dendritic cell maturation, as well as the effects of commensal and pathogenic bacteria on dendritic cell mediated immune regulation.

Çalışmada yaşlı bireylerin huzurevi yaşamına bakışı ele alınmaktadır. Huzurevleri toplum açısından düşkün ve kimsesiz kişilerin yaşadığı yerler gibi görülür. Yaşlanmayla birlikte ortaya çıkan sosyal, psikolojik ve ekonomik vb. değişimler birçok dezavantaja neden olmaktadır. Huzurevleri ile yaşlıların karşılaştıkları dezavantajların ve sorunların en aza indirilmesi hedeflenmektedir. Özellikle barınma, beslenme ve güvenlik gibi ihtiyaçların karşılanmasında ortaya çıkan dezavantajların giderilmesinde huzurevlerinin pek çok katkısının olduğu düşünülmektedir. Bu konuda araştırmalar yapılmasına karşın huzurevi sakinlerinin huzurevi yaşamı hakkındaki düşünceleri akademik açıdan yeterli ilgiyi görmemektedir. Bu çalışmada sakinlerin gözünden huzurevi yaşamının özünün anlaşılması amaçlanmıştır. Bu amaçla katılımcıları huzurevi yaşamını tercihe götüren nedenlere ve huzurevi yaşamındaki deneyimlerine odaklanılmıştır. Araştırmada fenomenolojik nitel araştırma deseni benimsenmiştir. 2019 yılı Mayıs ve Haziran aylarında 21 katılımcı ile 30-60 dakika süren derinlemesine görüşmeler yapılmıştır. Verilerin analiz edilmesi sonucunda huzurevi sakinlerinin huzurevi yaşamını tercih etme sebepleri olarak ekonomik yetersizlik, sosyal destek ihtiyacı, huzur ve özgürlük arayışı tespit edilmiştir. Ayrıca sakinler huzurevi yaşamını gündelik ihtiyaçlarını rahatlıkla karşılayabildikleri konforlu bir yaşam olarak tanımlamaktadır. Ancak sakinlerin gözünde huzurevi yaşamının ailenin sağladığı sosyal ve psikolojik destekten yoksun bir yaşam olduğu anlaşılmaktadır. Bu temalar çerçevesinde huzurevi yaşamının özünün zorunluluk, konfor ve özlem kavramlarıyla tanımlanabileceği sonucuna ulaşılmıştır., In this study, the thoughts of elderly individuals on nursing home life are discussed. Nursing homes are seen as places where destitute and lonely live in society. Social, psychological, and economic changes etc. that occur with an aging cause many disadvantages. The main goal is to minimize the disadvantages and problems that are faced by elderly people in nursing homes. It is thought that nursing homes have many contributions to the disadvantages that arise especially in meeting the needs such as shelter, nutrition, and security. Although many researches have been done, the thoughts of nursing home residents about nursing home life do not gain sufficient academic attention. In this paper it is aimed to figure out the essence of nursing home life from the residents’ perspective. For this purpose, it is mainly focused on the reasons why residents prefer nursing home life and their experiences in nursing homes. In this study phenomenological qualitative research design was adopted to find out what are the experiences and thoughts of the participants. In-depth interviews lasting 3060 minutes were conducted with 21 participants in May and June 2019. As a result, the reasons for the nursing home residents to prefer nursing home life were determined by the themes such as financial difficulties, the need for social support, and the search for peace and freedom. In addition, residents define nursing home life as a comfortable life where they can easily meet their daily needs. However, it is understood that nursing home life is a life devoid of the social and psychological support provided by the family for some of the residents. Within the framework of these themes, it was concluded that the essence of nursing home life can be defined by the concepts of necessity, comfort and longing.

Dünya Sağlık Örgütü'ne göre Kadın Sünnetinin (FGM) uygulandığı bölgelerde uygulamanın altından yatan bir takım kültürel, tarihi ve dini nedenler bulunmaktadır. Fakat uygulama ile ilgili tartışmalar çoğunlukla son yıllara aittir. Uygulama, kadınların dış cinsel organlarının dini, kültürel ve hatta tedavi edici nedenlerle kısmen veya tamamen bu kısımlardan çıkarılmasıyla gerçekleşmektedir. Her ne kadar kadın sünnetinin arkasında kültürel ve dini nedenler yatıyor olsa dabu uygulama kadınlara önemli ölçüde zarar verebilir ve bu zararlar yaygın enfeksiyon, kısırlık gibi komplikasyonlara neden olabilir ve HIV-Aids gibi hastalıkların yayılma şansını artırabilir. Gelenek, özellikle kadın sünnetine bir tür kadın hakları şiddeti olarak itiraz edildiği Afrika ritüellerine ait ilgili bir hikayenin popüler hale gelmesiyle kamuoyunda ün kazanmıştır. Antropolojik perspektifte, muhtemelen kadın sünneti töresindeki en büyük komplikasyon, kadınların büyük bir kısmının bu fenomene inanması, savunması ve uygulamasıdır. Bu çalışmada, literatür taraması yapılarak kadın sünneti, antropolojik yaklaşımla incelenmektedir.

YÖK Tez No: 684474 Artan endüstriyel ve antropojenik faaliyetler 1980'li yıllardan itibaren atmosferde sera gazlarının çoğalmasına neden olmuştur. Bu durum dünya üzerinde bir sera etkisi oluşturarak küresel ısınmaya neden olmaktadır. Günümüz koşullarında kaçınılmaz olan bu ekolojik felaketin tarımsal üretim açısından özellikle böcek faunası üzerine etkilerinin araştırılması zorunlu hale gelmiştir. Gerçekleştirilen bu çalışma ile küresel ısınmanın neden olduğu sıcaklık ve artan CO2 değerlerinin Myzus persicae (Sulzer) (Hemiptera: Aphididae)'nin biyolojisi üzerine etkisinin belirlenmesi amaçlanmıştır. Çalışma farklı CO2 düzeyleri (400, 600, 800 ve 1000 ppm) ve sıcaklık derecelerine (26/16 – 29/19 – 32/22℃, Gündüz/Gece Sıcaklık Değerleri) sahip sera odalarında gerçekleştirilmiştir. Her odada stok kültürler oluşturulup, 2 nesil devamlılığı sağlandıktan sonra patlıcan bitkileri üzerinde oluşturulan her bir hücre içerisinde 1 adet 0-24 saat (yaş) M. persicae bireyi olacak şekilde bırakılmıştır. Bireyler günlük olarak takip edilmiş, gömlek değiştirme durumları, verdiği yavru sayıları ve yaşam süreleri 24 saatte bir kayıt altına alınmıştır. Buradan elde edilen verilerden yaşam çizelgeleri oluşturulmuştur. Bu sonuçlara göre en kısa toplam gelişme süresi 32/22℃ sıcaklık ve 600 ppm CO2 düzeyinde 5.35 gün olarak görülmüştür. En yüksek yavru sayısı ise 29/19℃ sıcaklıkta 1000 ppm CO2 düzeyinde 87.88 yavru ve 400 ppm CO2 düzeyinde 87.00 yavru belirlenmiştir. Ergin ömrünün en uzun olduğu bireyler (28.82 gün) ve toplam yaşam süresinin en uzun olduğu bireyler (35.25 gün) ise 29/19℃ sıcaklık ve 400 ppm CO2 düzeyinde tespit edilmiştir. En yüksek net üreme gücü (R0) (80.300) ve kalıtsal üreme yeteneğinin (rm) (0.344) 29/19℃ sıcaklık ve 800 ppm CO2 düzeyinde belirlenmiştir. Döl süresinin (T0) en uzun olduğu bireyler (15.271) 29/19℃ sıcaklıkta ve 1000 ppm CO2 düzeyinde tespit edilmiştir. Elde edilen bu verilerle, farklı sıcaklık ve arttırılmış CO2 gazı düzeylerinin M. persicae'nın gelişme süresi, yavru sayısı ve yaşam çizelgesi parametrelerini etkilediği belirlenmiştir. Increasing industrial and anthropogenic activities have led to an increase in greenhouse gases in the atmosphere since the 1980s. This situation creates a greenhouse effect on the world and causes global warming. It has become necessary to investigate the effects of this ecological disaster, which is inevitable in today's conditions, on agricultural production, especially on insect fauna. In this study, it was aimed to determine the effect of temperature and increasing CO2 values caused by global warming on the biology of Myzus persicae (Sulzer) (Hemiptera: Aphididae). The study was carried out in greenhouse rooms with different CO2 levels (400, 600, 800 and 1000 ppm) and temperatures (26/16 – 29/19 – 32/22℃, Day/Night Temperatures). After creating stock cultures in each room and ensuring the continuity of 2 generations, 1 M. persicae individual (0-24 hours (age)) was left in each cell formed on the eggplant plants. Individuals were followed daily, their molting, the number of offspring and their life span were recorded every 24 hours. Life table analysis was performed on the data from each room. According to these results, the shortest total development time was determined as 5.35 days at 32/22°C temperature and 600 ppm CO2 level. The highest number of offspring was determined at 29/19°C as 87.88 with 1000 ppm CO2 level and 87.00 with 400 ppm CO2 level. The longest adult lifespan (28.82 days) and the longest total lifespan (35.25 days) were obtained from 29/19℃ temperature with 400 ppm CO2 level. The longest generation time (T0) (15.271) were also determined at 29°C temperature with 1000 ppm CO2 level. With these data, it was determined that different temperatures and increased CO2 levels affect the development time, number of offspring and life table parameters of M. persicae.

Dergiler, bulundukları dönemin tarihini, toplumsal olaylarını ve kültürlerini aktaran en önemli materyaldir. Dergilerin kurulmasında bu etkenlerin varlığının yanı sıra her zaman ideolojik bir gayeye ulaşma amacı da yer almaktadır. Çalışmada incelenen Feminist dergisi de “kadınların sesi olmak, özgür olduklarını haykırmak ve şiddete karşı tek yürek” olma gibi kadın odaklı temeller üzerine kurulmuştur. Son dönemlerde yaşanan kadına karşı şiddet, taciz ve cinayet olaylarının artması nedeniyle kadınların mağduriyetini dile getirmek ve haklarının olduğunu hatırlatmak anlamında böyle bir çalışma yapılması gerekli görülmüştür. Çalışmanın kavramsal çerçevesi kadın hakları, kadın hareketleri, feminizm ve bununla ilgili Türkiye’de 1980’lerde yaşanan başlıca olaylar üzerinde durulmuştur. Bu bağlamda Feminist dergisinin tüm sayılarının kapak sayfaları göstergebilimsel yöntemle görseller, renkler, jest ve mimikler ile sloganlar üzerinden incelenmiştir. Genel olarak incelendiğinde de ana temayı “kadına karşı şiddet ve baskı” sorunları oluşturmuştur.

The globose scale insect, Sphaerolecanium prunastri Fonscolombe (Hemiptera: Coccoidea), is one of the most important pests of apricot in Malatya, Turkey. Populations of globose scale are naturally suppressed by a complex of parasitoid species, including Discodes aeneus Dalman (Hymenoptera: Encyrtidae), which is an effective parasitoid of globose scale. However, the inappropriate use of pesticides disrupts the natural balance. The present research aimed to assess the side effects of six insecticides, namely acetamiprid, deltamethrin, spiromesifen, spirotetramat sulfoxaflor and thiacloprid; a fungicide, fluopyram+tebuconazole; and a plant extract (orange oil), that is used in apricot plantations against D. aeneus. The experiment was conducted under laboratory conditions and the controls were tap water and a standard pesticide, dimethoate. The mortality rate of the parasitoid, D. aeneus, was determined at 2, 24 and 48 hours after the application of treatments and then classified according to IOBC criteria. At 24 hours, acetamiprid, deltamethrin, sulfoxaflor and thiacloprid were classified as harmful (class 4), and fluopyram+tebuconazole, orange oil, spiromesifen and spirotetramat, were classified as less harmful or harmless (class 1)., Erik koşnili Sphaerolecanium prunastri Fonscolombe (Hemiptera: Coccoidea) kaysıda zararlı en önemli türlerden birisidir. Discodes aeneus Dalman (Hymenoptera: Encyrtidae) ise erik koşniline etkili bir parasitoiti olarak gösterilmiştir. Erik koşnili populasyonu D. aeneus’u da içeren parazitoitler kompleksi tarafından baskılanmaktadır. Bununla beraber, bitki koruma ürünlerinin bilinçsiz kullanımı sonucu doğal denge bozulmaktadır. Bu çalışma ile erik koşniline karşı yaygın biçimde kullanılan 6 insektisit: dimethoate, acetamiprid, deltametrin, thiacloprid, sulfoxaflor, spiromesifen, spirotetramat bir fungisit: fluopyram + tebuconazole, ve bir bitki ekstraktı olan portakal yağ’ının laborutuvar koşularında D. aeneus’a olan yan etkileri araştırılmıştır. Uygulamadan 2, 24 ve 48 saat sonra ölü-canlı kontrolü yapılmış, elde edilen veriler IOBC sınıf değerlerine göre sınıflandırılmıştır. Elde edilen sonuçlara göre, erginlerde 24 saat sonunda dimethoate, thiacloprid, acetamiprid, sulfoxaflor ve deltametrin etken maddeleri 4 sınıf değeri alarak “çok zararlı” olarak belirlenmiştir. Spirotetramat, spiromesifen, portakal yağ, fluopyram+tebuconazole ve kontrol aynı sınıfta yer alarak 1 “az etkili” değerini aldığı belirlenmiştir.

Amaç: Adropin doku ve organların enerji balansı ile ilişkilidir. SYNTAX skor (SS) ST segment yükselmeli miyokard infraktüsünün (STYMI) ciddiyetinin değerlendirilmesinde kullanılmaktadır. Bu çalışmada serum adropinseviyesiile STYMI hastalarının hastalık ciddiyeti arasındaki ilişkinin araştırılması amaçlandı. GereçveYöntemler: STYMI sebebiyle koroner anjiografi (KAG) yapılan 89 hasta çalışmaya dahil edildi. STYMI hastalar Grup 1 (SS < 22) ve Grup 2 (SS ≥ 23) alt gruplarına ayrıldı. KAG yapılan ve normal koroner arterler izlenen 43 hasta ise control grubu olarak çalışmaya dahil edildi. Bulgular: Grup 1 ve 2 de erkek cinsiyet control grubuna gore daha fazlaydı (sırasıyla % 89,7, 74,2 ve 34,9, p < 0.001). Sigara kullanım oranı Grup 1 ve 2 de kontrol grubuna gore daha fazlaydı (sırasıyla %55,1, 34,4ve 11,6, p≤0.001). Serum adropin seviyesi Grup 1 de kontrol grubuna göre anlamlı daha azdı (147,3 ± 149,2 mg/L ile 228,1 ± 253,3 ng/L, p = 0.03). Serum adropin seviyesi en düşük Grup 2 de saptandı (87,8 ± 23,2 ng/L, 147,3 ± 149,2 ng/L ve 228,1 ± 253,3 ng/L, p = 0.004). Serum adropin seviyesi SS ile negatif koroleydi (r = -0.33, p = 0.002).Sonuç: STYMI hastalarında serum adropin seviyeleri koroner arter hastalığı (KAH) olmayanlara göre düşüktür. SS yükseldikçe serum adropin seviyeleri azalmaktadır, bu da KAH ciddiyetini göstermektedir., Objective: Adropin is associated with energy balance in tissues and organs. The SYNTAX score (SS) is used to determine the severity of ST-segment elevation myocardial infarction (STEMI). The aim of this study was to determine the relationship between serum adropin levels and disease severity in STEMI patients.Materials and Methods: Eighty-nine patients who underwent coronary angiography (CAG) for STEMI were included in the study. The STEMI patients were divided into two subgroups: Group 1(SS < 22) and Group 2 (SS ≥ 23). 43 patients who underwent CAG and had normal coronary arteries were included in the study as a control group.Results: Groups 1 and 2 included more male participants than the control group (89.7% and 74.2% vs. 34.9%, respectively, p < 0.001). The smoking rate was higher in Groups 1 and 2 than in the control group (55.1% and 34.4% vs. 11.6%, respectively, p≤0.001). Serum adropin levels were lower in Group 1 than in the control group (147.3 ± 149.2 mg/L and 228.1 ± 253.3 ng/L, p = 0.03). Serum adropin levels were the lowest in Group 2 (87.8 ± 23.2 ng/L, 147.3 ± 149.2 ng/L, and 228.1 ± 253.3 ng/L, p = 0.004). Serum adropin levels were also negatively correlated with SS (r = -0.33, p = 0.002).Conclusion: Serum adropin levels decreased more in STEMI patients than in those without coronary artery disease (CAD). In addition, serum adropin levels decreased with increasing SS;this indicates the severity of CAD.

Bu çalışmada, Kahramanmaraş atmosferinde yer alan fungus sporları Ocak 2014-Aralık 2015 tarihleri arasında Hirst tipi örnekleyici ile toplanmıştır. 2014-2015 yılı içerisinde atmosferde yer alan sporların ait oldukları taksonlar ve konsantrasyonları saptanmıştır. Ayrıca tespit edilen fungus sporlarının meteorolojik faktörler (sıcaklık, yağış, nem ve rüzgâr) ile ilişkileri belirlenmiştir. 2014 ve 2015 yıllarında Kahramanmaraş atmosferinde Ascomycota divizyosuna ait 46 takson ve tek septalı askosporlar, Basidiomycota divizyosuna ait 12 takson, Oomycota divizyosuna ait 1 takson, Myxogastria sporları ve hif parçalarına ait toplam 181209 spor/m3 belirlenmiştir. Cladosporium (% 51,56), Ustilaginales tipi sporlar (% 18,77), Alternaria (% 6,69), Pucciniales tipi sporlar (% 1,54) ve Agrocybe (% 1,32) sporları atmosferde dominant olarak saptanmıştır. Belirlenen fungus sporlarının konsantrasyonları, özellikle günlük ortalama sıcaklık ile kuvvetli pozitif ilişki gösterirken, günlük bağıl nem ve yağış miktarı ile değişen ilişkilerinin de olduğu tespit edilmiştir. Ayrıca spor yoğunluğu ile rüzgâr hızı arasında önemli bir korelasyonun olmadığı tespit edilmiştir. Her taksonun 1 m3 havadaki spor miktarlarının günlük, haftalık, aylık, yıllık ve mevsimsel değerleri çizelgeler halinde verilerek, spor takvimleri çıkarılmıştır.