329 results on '"Farmasötik Toksikoloji Anabilim Dalı"'
Search Results
2. Toxic Effects of Trazodone on Male Reproductive System via Disrupting Hypothalamic-Pituitary-Testicular Axis and Inducing Testicular Oxidative Stress
- Author
-
Seyda Ucarcan, Merve Baysal, Gözde Aydoğan-Kılıç, Mina Ardıç, Volkan Kılıç, Özlem Atlı, Sinem Ilgın, Anadolu Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, Farmasötik Toksikoloji Anabilim Dalı, Ilgın, Sinem, Kılıç, Volkan, Uçarcan, Şeyda, and Atlı Eklioğlu, Özlem
- Subjects
0301 basic medicine ,Infertility ,Aging ,medicine.medical_specialty ,Article Subject ,medicine.disease_cause ,Biochemistry ,03 medical and health sciences ,chemistry.chemical_compound ,0302 clinical medicine ,Internal medicine ,medicine ,lcsh:QH573-671 ,Testosterone ,Sperm motility ,030219 obstetrics & reproductive medicine ,lcsh:Cytology ,business.industry ,Trazodone ,Cell Biology ,General Medicine ,medicine.disease ,Malondialdehyde ,Sperm ,030104 developmental biology ,Endocrinology ,chemistry ,Reproductive toxicity ,business ,Oxidative stress ,Research Article ,medicine.drug - Abstract
WOS: 000441517900001, PubMed ID: 30151072, Depression and anxiety are recognized as public health problems. Epidemiological studies have shown that depression and anxiety often occur during reproductive ages between 20 and 60 years of age in males. Trazodone is one of the most frequently prescribed drugs in the treatment of depression and anxiety. Drugs used in repeated doses also play a role in the etiology of infertility. In our study, it was aimed to identify the possible toxic effects of trazodone on male rats and elucidate the underlying mechanisms. Vehicle or trazodone (5, 10, and 20 mg/kg/day) was administered to rats for 28 consecutive days (n = 8 per group). At the end of that period, sperm concentration, motility, morphology, and DNA damage were determined and testicular morphology was assessed histopathologically in rats. Additionally, we investigated hormonal status by determining serum testosterone, FSH, and LH levels and oxidative stress by determining glutathione and malondialdehyde levels in testicular tissue to elucidate mechanisms of possible reproductive toxicity. According to our results, sperm concentration, sperm motility, and normal sperm morphology were decreased; sperm DNA damage was increased in trazodone-administered groups. Degenerative findings on the testicular structure were observed after trazodone administration in rats. Additionally, serum FSH, LH, and testosterone levels were elevated in the trazodone-administered groups. Increased MDA levels were the signs of enhanced oxidative stress after trazodone administration in testis tissues. Thus, we concluded that trazodone induced reproductive toxicity in male rats; this reproductive toxicity was accompanied by oxidative stress and hormonal changes, which are considered as important causes of reproductive disorders.
- Published
- 2018
- Full Text
- View/download PDF
3. Melaleuca Alternifolia (Çay Ağacı) Yağının Kozmetiklerdeki Güvenliliğinin ve Olası Toksisitesinin Değerlendirilmesi
- Author
-
Ülker Özkan, Rana, Baydar, Terken, and Farmasötik Toksikoloji Anabilim Dalı
- Subjects
Pharmacy and Pharmacology ,Eczacılık ve Farmakoloji - Abstract
Daha sonra doldurulacaktır. Daha sonra doldurulacaktır. 0
- Published
- 2020
4. Kamferol, kersetin ve mirisetinin akut lenfoblastik lösemi (CRL2264) hücrelerinde toksikolojik değerlendirilmesi
- Author
-
Çetinkaya, Serdar, Erdem, Onur, and Farmasötik Toksikoloji Anabilim Dalı
- Subjects
Flavonoids ,Pharmacy and Pharmacology ,Oxidative stress ,Cytotoxic effect ,Precursor cell lymphoblastic leukemia-lymphoma ,Flow cytometry ,Eczacılık ve Farmakoloji ,Genotoxicity - Abstract
Kanser hücrelerin kontrolsüz çoğalması ile oluşan hastalık grubudur. Hastalıklara bağlı ölüm sıralamasında kanser ikinci sırada yer almaktadır. 2018 yılında yaklaşık 18,1 milyon kişi kansere yakalanmıştır ve yaklaşık 9,6 milyon insan kanserden dolayı hayatını kaybetmiştir. Kanserde, cerrahi, radyoterapi ve kemoterapinin biri veya birkaçını içeren özgün bir tedavi rejimi uygulanır. Kullanılan bu yöntemler, hastalığın erken evrelerinde sıklıkla etkilidir. Ancak ilerlemiş tümörler genellikle aynı tedavilere dirençlidir. Uygulanan tedavi; halsizlik, bulantı, kusma, saç dökülmesi gibi yan etkilerin görülmesine neden olur.Kanser vakalarının tedavi yöntemlerindeki mortalite oranı, yan etkiler ve yıllık maliyeti göz önüne alındığında bu hastalık grubu için yeni tedavi yöntemlerine ihtiyaç duyulmaktadır. Bu amaçla bitkilerde yaygın şekilde bulunan flavonoid grubu maddelerden olan; kamferol, kersetin ve mirisetin bileşiklerinin akut lenfoblastik lösemi (CEM/C2) hücre hattındaki etkilerinin değerlendirilmesi amaçlanmıştır.Bu tez kapsamında CEM/C2 hücrelerinde, bu flavonoidlere maruziyet sonucu oluşabilecek sitotoksik etkiler incelenmiştir. Hücrelerin %50'sini öldüren konsantrasyon (IC50) ve hücrelerin %30'unu öldüren konsantrasyon (IC30) değerleri tespit edilmiş, Apoptotik değişiklikler ve genotoksik etkiler analiz edilmiştir. Ayrıca maruziyet ile oluşabilecek etkilerin altında yatan mekanizmalardan biri olarak oksidatif stres ve oksidan/antioksidan değişiklikleri detaylı olarak değerlendirilmiştir.Kamferol (IC50 = 50,67 M), kersetin (IC50 = 59,18 M) ve mirisetin (IC50 = 50,26 M) için çalışılan hücre hattında sitotoksik etki gösterdikleri tespit edilmiştir. Bu flavonoidlerin IC30 konsantrasyonlarının CEM/C2 hücrelerini apoptozise götürdüğü tespit edilmiştir. Ayrıca Tek Hücre Jel Elektroforez (Comet) Yöntemi ile genotoksik etkiler değerlendirildiğinde hücrelerdeki DNA hasarını anlamlı bir şekilde arttırdığı bulunmuştur. Çalıştığımız kamferol, kersertin ve mirisetin maddeleri CEM/C2 hücrelerinin antioksidan enzimlerine etki ederek hücrelerdeki toplam antioksidan enzim aktivitelerinde değişikliğe yol açmıştır. Hücredeki oksidatif stres durumunun değerlendirilmesinde kullanılan önemli bir biyogösterge olan glutatyon (GSH) düzeyinde de değişikliğe neden olmuştur. Son olarak bu üç flavonoidin uygulandığı hücrelerde lipit peroksidasyon düzeylerinde de artış meydana gelmiştir.Sonuç olarak, kamferol, kersetin ve mirisetin flavonoidleri akut lenfoblastik löseminin tedavisi için umut verici yaklaşımlar ortaya koymuştur. Elde ettiğimiz verilerin konuyla ilgili mevcut literatür bilgisine önemli düzeyde katkı sağladığı değerlendirilmektedir. Cancer is a disease caused by the uncontrolled proliferation of cells. In 2018, about 18.1 million people contracted cancer. Cancer is the second most common cause of death, accounting for an estimated 9.6 million deaths in the same year. In cancer treatment, a specific treatment regimen involving one or more of surgery, radiotherapy, and chemotherapy is applied. These methods are often effective in the early stages of the disease. However, advanced tumors are generally resistant to the same treatments. The therapy may cause side effects, such as weakness, nausea, vomiting, hair loss, and etc.Considering the mortality rate, side effects, and annual costs in the therapy methods of cancer cases, new treatment methods are needed for this group of diseases. For this purpose, the main objective of this study is to evaluate the effects of the flavonols of kaempferol, quercetin, and myricetin which are commonly found in plants on acute lymphoblastic leukemia (CEM/C2) cell line.Within the context of this thesis, the cytotoxic effects that may result from the exposure to these flavonoids in CEM/C2 cells were analyzed. The concentration (IC50) that killed 50 percent of the cells and the concentration (IC30) that killed 30 percent of the cells were detected, and apoptotic changes and genotoxic effects were analyzed. In addition, oxidative stress, which is one of the mechanisms underlying the effects that may result from exposure, and oxidant/antioxidant changes were evaluated in detail.The cytotoxic effects were found in the cell line studied for kaempferol (IC50 = 50,67 M), quercetin (IC50 = 59,18 M), and myricetin mirisetin (IC50 = 50,26 M). IC30 concentrations of these flavonoids were found to lead CEM/C2 cells to apoptosis. Furthermore, Single Cell Gel Electrophoresis Method (Comet) showed that genotoxic effects significantly increased DNA damage in the cells. In addition to affecting the antioxidant enzymes of CEM/C2 cells and leading to changes in the total antioxidant enzyme activities in the cells, kaempferol, quercetin, and myricetin substances were found to cause changes in glutathione (GSH) level, which is an important biomarker used in the evaluation of oxidative stress in the cell. Finally, there was an increase in lipid peroxidation levels in the cells treated with these three flavonoids.In conclusion, the flavonols of kaempferol, quercetin, and myricetin have revealed promising approaches for the treatment of acute lymphoblastic leukemia. The data obtained in this study can be considered to make significant contributions to the related literature knowledge. 122
- Published
- 2020
5. Dibutil ftalatın insan akciğer hücre hattına olası toksik etkilerinin değerlendirilmesi ve askorbik asit ve N-asetilsisteinin olası koruyucu etkileri
- Author
-
Burçak, Gamze, Erkekoğlu, Ülfet Pınar, Balcı, Aylin, and Farmasötik Toksikoloji Anabilim Dalı
- Subjects
Pharmacy and Pharmacology ,Eczacılık ve Farmakoloji - Abstract
Endokrin bozucular, hormonları taklit ederek veya engelleyerek vücudun normal işleyişini bozan ve genellikle de insanlar tarafından üretilen kimyasal maddelerdir. Üzerinde en çok çalışılan ftalat türevi di(2-etilhekzil) ftalat (DEHP)'tır. DEHP'nin özellikle testiküler ve hepatik oksidatif strese yol açtığı bilinmektedir. DEHP'den sonra en yaygın kullanılan ftalat türevi olan dibutilftalat (DBP) ise, başta kozmetikler (özellikle ojeler) olmak üzere, endüstride birçok alanda yaygın kullanılmaktadır. DBP'ye inhalasyonla da özellikle manikürcülerin, yoğun parfüm ve deodorant kullanan bireylerin ve bu ftalatı üreten işyerlerinde çalışanların maruz kaldığı bilinmektedir. Literatürde DBP'nin testiküler ve hepatik toksisitesine dair veriler olmakla birlikte, akciğer toksisitesi üzerinde çok az sayıda çalışma bulunmaktadır. Ayrıca, DBP'nin akciğer toksisite mekanizmaları bilinmemektedir. Bu tez kapsamında, DBP'nin insan küçük hücreli olmayan akciğer kanseri hücre kültürleri (A549 hücreleri) üzerinde olası sitotoksik ve oksidatif stres oluşturucu etkilerinin değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Bu kapsamda, A549 hücrelerinde DBP'nin inhibitör konsantrasyon 30 (IC30; hücrelerin %30'unu öldüren konsantrasyon) ve inhibitör konsantrasyon 50 (IC50; hücrelerin %50'sini öldüren konsantrasyon) dozları belirlenmiş, IC30 dozunun neden olduğu intraselüler reaktif oksijen türlerini (ROS) arttırıcı etkisi değerlendirilmiştir. Ayrıca, DBP'nin yol açtığı olası lipit peroksidasyon ve protein oksidasyonu incelenmiş, organizmadaki en önemli tiyol olan glutatyon (GSH) ve total antioksidan kapasitede (TAOC) düzeylerinde yol açabileceği olası değişiklikler belirlenmiştir. Tez çalışmasında DBP'nin olası toksik etkilerine karşı askorbik asit (Asc) ve N-asetil sisteinin (NAC) olası koruyucu etkileri incelenmiştir. Hem NAC, hem de Asc'nin DBP uygulamasıyla beraber ROS düzeylerini düşürdüğü, protein oksidasyonunu azalttığı, total GSH düzeylerini kontrol düzeylerine yükselttiği ve azalan oksidatif strese bağlı olarak her iki antioksidanın da TAOC düzeylerini düşürdüğü belirlenmiştir. Tez çalışmasından elde edilen bilgiler doğrultusunda, DBP'nin toksik etki mekanizmasının altında yatan nedenlerden birinin oksidatif stres olduğu anlaşılmıştır. Ayrıca, Asc ve NAC'ın DBP'nin neden olduğu oksidatif strese karşı koruyucu oldukları saptanmıştır Endocrine disruptings are chemical substances which are generally produced by humans that disrupt the normal functioning of the body by imitating or blocking hormones. The mostly studied phthalate derivative is di(2-ethylhexyl) phthalate (DEHP). It is known that DEHP can lead particularly to testicular and hepatic oxidative stress. Dibutylphthalate (DBP), which is the most widely used phthalate derivative after DEHP, is widely used in many fields, particularly in cosmetics (especially nail polishes). Manicurists, individuals who use perfumes and deodorants intensely and people working in phthalate producing plants are known to be exposed to DBP particularly by inhalation. Although there is data on testicular and hepatic toxicity of DBP in the literature, there are very few studies on its lung toxicity. In addition, lung toxicity mechanisms of DBP are not known. In this thesis, we aimed to evaluate the possible cytotoxic and oxidative stress-generating effects of DBP in human non-small cell lung cancer cell cultures (A549 cells). In this context, inhibitor concentration 30 (IC30; concentration that kills 30% of cells) and inhibitor concentration 50 (IC50; concentration that kills 50% of cells) doses were determined in A549 cells and the effect of intracellular reactive oxygen species (ROS) generating effect by IC30 dose was evaluated. In addition, possible lipid peroxidation and protein oxidation caused by DBP were investigated, possible alterations in glutathione (GSH), which is the most important thiol in the organism, and total antioxidant capacity (TAOC) levels were identified. In the thesis, the protective effects of ascorbic acid (Asc) and N-acetylcysteine (NAC) against the possible toxic effects of DBP were determined. Both NAC and Asc along with DBP application reduced ROS levels, decreased protein oxidation, increased total GSH levels to control levels and both antioxidants reduced TAOC levels due to decreased oxidative stress. According to the data obtained at the end of the thesis, one of the underlying toxicity mechanisms of DBP is oxidative stress. In addition, Asc acid and NAC were determined to be protective against oxidative stress caused by DBP. 100
- Published
- 2020
6. Tıbbi bitkisel ürünlerdeki element içeriği ve organik klorlu pestisit kalıntı düzeylerinin toksikolojik açıdan değerlendirilmesi
- Author
-
Demir, Naciye Rabia, Erdem, Onur, and Farmasötik Toksikoloji Anabilim Dalı
- Subjects
Pharmacy and Pharmacology ,Eczacılık ve Farmakoloji - Abstract
Bu çalışmada Ankara il sınırları içerisinde farklı bölgelerde yer alan ve aktarlarda tıbbibitkisel ürün kapsamında pazarlanmakta olan bazı ürünlerdeki toksik metal ve bazıorganik klorlu pestisit kalıntı düzeylerinin belirlenmesi, sonuçlar ışığında muhtemelrisklerin toksikolojik açıdan değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Bu amaçla halenpazarlanmakta olan 20 farklı tıbbi bitkisel üründe element içeriği ve OKP düzeylerihassas ileri enstrümental analiz teknikleri kullanılmak suretiyle belirlenmiştir. Elementdüzeyleri, As (0,764-0,022 mg/kg), Cd (16,17-0,07 µg/kg), Cr (12,34-0,25 mg/kg), Cu(8,50-2,01 mg/kg), Fe (3 136,18-109,84 mg/kg), Pb (1,63-0,10 mg/kg), Se (0,579-0,012 mg/kg), ve Zn (13,60-2,47 mg/kg) olarak bulunmuştur. Organik klorlu pestisit(4,4- DDD, 2,4′-DDE, 4,4′-DDE, 2,4′-DDT, 4,4′-DDT, α-BHC, β-BHC ve γ-BHC)kalıntısına rastlanmamıştır. DSÖ standartlarına göre Cd, Cr ve Fe miktarları yüksekçıkmıştır In this study, it is aimed to determine toxic metal and some organic chlorinatedpesticide residues in some products which are marketed in medical herbal product indifferent regions within Ankara province and to evaluate the possible risks fromtoxicological point of view. For this purpose, elemental content and OCP levels weredetermined by using advanced advanced instrumental analysis techniques in 20different medicinal plant products that are currently marketed. The concentrations ofthe elements are as follows, As (0.764-0.022 mg/kg), Cd (16.17-0.07 µg/kg), Cr(12.34-0.25 mg/kg), Cu (8.50-2.01 mg/kg), Fe (3 136.18-109.84 mg/kg), Pb (1.63-0.10mg/kg), Se (0.579-0.012 mg/kg), and Zn (13.60-2.47 mg/kg). Organochlorinepesticide (4,4- DDD, 2,4′-DDE, 4,4′-DDE, 2,4′-DDT, 4,4′-DDT, α-BHC, β-BHC andγ-BHC) residues weren't found. According to WHO standards, Cd, Cr and Fe amountswere high.Keywords: Herbal Medicine, Toxic Metal, Organochlorine Pesticide, GC-ECD, ICPMS 118
- Published
- 2020
7. Kronik böbrek yetersiziği olan hastalarda CYP3A4 enzim aktivitesinin epigenetik düzenlenmesi
- Author
-
Kılıç, Nergis, Çebbioğlu, Seher Karslı, and Farmasötik Toksikoloji Anabilim Dalı
- Subjects
Farmasötik çalışmalar ,Kidney failure, Chronic ,Böbrek yetmezliği, Kronik ,Pharmaceutical aids - Abstract
Amaç: Sitokrom P450 (CYP) 3A4, insan karaciğerinde en yaygın bulunan CYP enzimidir ve gen anlatımı bireyler arası büyük farklılık göstermektedir. Genetik faktörler kadar epigenenik faktörler de CYP3A4 gen anlatımını etkiler ve DNA metilasyonunun gen anlatımını değiştirmede önemli rolü olduğu ileri sürülmektedir. Kronik böbrek hastalığının (KBH), karaciğer ve böbreklerde sitokrom P450-aracılı ilaç metabolizması üzerindeki etkileri daha önce bildirilmiştir. Bu çalışmanın amacı, CYP3A4 enzim aktivitesinin düzenlenmesini etkileyen genetik ve epigenetik faktörlerinin araştırılmasıdır.Gereç ve yöntem: Çalışmamızda, kronik böbrek yetersizliği (KBY) olan hastalarda (n=67) ve sağlıklı kontrollerde (n=29), CYP3A4 ve nükleer reseptör PXR genlerinin anlatım düzeyleri RT-PZR ile değerlendirildi. CYP3A4 promotöründe farklı metillenen CpG bölgeleri bisülfit dizileme yöntemi ile analiz edildi. CYP3A4 gen aktivitesi üzerine önemli rolü olduğu bildirilen tek nokta polimorfizmi (TNP) CYP3A4*22’in (rs35599367) gen anlatımı üzerine etkisi TNP Genotipleme Analizi ile belirlendi.Bulgular: CYP3A4 ve PXR genlerinin anlatım düzeyleri KBY olan hastalarda (1.920.22 ve 0.870.07, sırasıyla) kontrol grubuna kıyasla (2.541.08 ve 1.420.25, sırasıyla) düşük bulundu ve bu fark PXR geni için istatistiksel olarak anlamlıdır (p
- Published
- 2020
8. Kronik böbrek yetersizliği olan hastalarda CYP3A4 enzim aktivitesinin epigenetik düzenlenmesi
- Author
-
Kiliç, Nergis, Karslı Çeppioğlu, Seher, and Farmasötik Toksikoloji Anabilim Dalı
- Subjects
Enzyme polymorphism ,DNA methylation ,Pharmacy and Pharmacology ,Eczacılık ve Farmakoloji - Abstract
Amaç: Sitokrom P450 (CYP) 3A4, insan karaciğerinde en yaygın bulunan CYP enzimidir ve gen anlatımı bireyler arası büyük farklılık göstermektedir. Genetik faktörler kadar epigenenik faktörler de CYP3A4 gen anlatımını etkiler ve DNA metilasyonunun gen anlatımını değiştirmede önemli rolü olduğu ileri sürülmektedir. Kronik böbrek hastalığının (KBH), karaciğer ve böbreklerde sitokrom P450-aracılı ilaç metabolizması üzerindeki etkileri daha önce bildirilmiştir. Bu çalışmanın amacı, CYP3A4 enzim aktivitesinin düzenlenmesini etkileyen genetik ve epigenetik faktörlerinin araştırılmasıdır.Gereç ve yöntem: Çalışmamızda, kronik böbrek yetersizliği (KBY) olan hastalarda (n=67) ve sağlıklı kontrollerde (n=29), CYP3A4 ve nükleer reseptör PXR genlerinin anlatım düzeyleri RT-PZR ile değerlendirildi. CYP3A4 promotöründe farklı metillenen CpG bölgeleri bisülfit dizileme yöntemi ile analiz edildi. CYP3A4 gen aktivitesi üzerine önemli rolü olduğu bildirilen tek nokta polimorfizmi (TNP) CYP3A4*22'in (rs35599367) gen anlatımı üzerine etkisi TNP Genotipleme Analizi ile belirlendi.Bulgular: CYP3A4 ve PXR genlerinin anlatım düzeyleri KBY olan hastalarda (1.920.22 ve 0.870.07, sırasıyla) kontrol grubuna kıyasla (2.541.08 ve 1.420.25, sırasıyla) düşük bulundu ve bu fark PXR geni için istatistiksel olarak anlamlıdır (p
- Published
- 2020
9. Determination of the likely exposure of metals originated from urban and industrial air pollution in the urine samples of children
- Author
-
Algburi, Mohanad Basim Kadhim, Çakmak, Gonca, and Farmasötik Toksikoloji Anabilim Dalı
- Subjects
Pharmacy and Pharmacology ,Eczacılık ve Farmakoloji - Abstract
Toksik metallere çevresel maruziyet önemli sağlık sorunudur. Çalışmanın amacı, Kütahya kent sınırları içinde yaşayan çocukların idrar örneklerinde, 17 farklı metali analiz ederek çevresel hava kirliliği maruziyetini araştırmaktır. Seçilen metaller çevresel maruziyetler açısından en çok araştırılan ve en çok idrarda saptanan metallerdir. Çocukların sabah spot idrar örnekleri toplanmış, endüktif eşleşmiş plazma kütle spektrometresi (ICP-MS) ile örneklerde arsenik (As), baryum (Ba), berilyum (Be), kadmiyum (Cd), krom (Cr), kobalt (Co), bakır (Cu), demir (Fe), kurşun (Pb), manganez (Mn), cıva (Hg), molibden (Mo), nikel (Ni), selenyum (Se), kalay (Sn), vanadyum (V) ve çinko (Zn) düzeyleri saptanmış ve sonuçlar kreatinin ve spesifik gravite ile düzeltilmiştir. Kütahya'da; kentsel alan olarak trafiğin yoğun olduğu Kütahya Şehir Merkezi (KC) ve kırsal/endüstriyel alan olarak Tunçbilek ve Seyitömer Termik Santrali'nin yakınındaki Tunçbilek Bölgesi (TR) seçilmiştir. Yaş ortalaması, 8.64 ± 0.621 (ortalama ± SS) olan 160 çocuk; KC'de bir ilkokuldan (n = 72) (yaş, 8.51 ± 0.435) ve TR'de 3 ilkokuldan (n = 88) (yaş, 8.75 ± 0.725) biraraya getirilmiştir. Kütahya için, düzeltilmiş ve düzeltilmemiş idrar metal düzeyleri birlikte göz önünde bulundurulduğunda, As ve Ni 'nin kırsal/endüstriyel bölgeyi, V, Mn, Fe ve Pb'nin ise trafik yoğun kentsel bölgeyi temsil ettiği bulunmuştur. Kütahya'da yaşayan çocuklar, diğer ülkelerden benzer şekilde tasarlanmış diğer çalışmalar arasında değerlendirildiğinde, metaller için değişken sonuçlar gözlenmiştir. Ayrıca çocukların üriner metal düzeyleri arasında pozitif korelasyonlar belirlenmiştir (p
- Published
- 2020
10. The evaluation of the awareness of pharmacists on theinteraction between widely used herbal products and drugs
- Author
-
Baypinar, Murat Şahin, BAŞARAN, AYŞE NURŞEN, Farmasötik Toksikoloji, Başaran, Ayşe Nurşen, and Farmasötik Toksikoloji Anabilim Dalı
- Subjects
Pharmacy and Pharmacology ,Herb-drug interactions ,Drugs ,Ginkgo biloba ,Panax ,Eczacılık ve Farmakoloji ,Plants-medicinal ,Awareness ,Pharmacists ,Hypericum perfoliatum ,bitkisel ilaçlar ,Drug interactions ,Complementary therapies - Abstract
Dünyanın pek çok bölgesinde bitkiselilaçların ve besin desteklerinin kullanımı oldukça fazla artış göstermektedir. Pek çokbitkisel ürün internet yoluyla satıldığından bu ürünlerin kontrolsüz bir pazarda tüketicive hastalar tarafından ne ölçüde kullanıldığını değerlendirmek zordur. Bu nedenle pekçok ülke geleneksel ürünlerin ruhsatlandırılması için düzenlemelere başlamıştır. Diğertaraftan, tedavinin başarısını etkileyen çok önemli bir konu olan bitkisel ilaçlar ilesentetik ilaçların etkileşme sıklığı henüz tam olarak bilinmemektedir. Hastalar aile vearkadaş tavsiyesine göre bitkisel ilaçları kullanmaktadırlar. Genel olarak bitkisel ilaçkullanımlarını hekim ve eczacılarına haber vermemektedirler. Hastaların pek çoğununve eczacılar da dahil sağlık çalışanlarının da bitkisel ürün-ilaç etkileşmesi hakkındayeterli bilgisi bulunmamaktadır. Etkileşmelere ilişkin bilgi yetersizliği muhtemelenetkileşmelerin farkında olunmaması ya da rapor edilmemesinden kaynaklanmaktadır.Ginkgo biloba, Panax ginseng, Hypericum perforatum, Aloe vera ve Allium sativumçok yaygın olarak kullanılan bitkisel ilaçlardır. Bu çalışmada, sıklıkla kullanılan bubitkisel ilaçların, tedavide kullanılan ilaçlarla etkileşmelerinin eczacılar tarafındandeğerlendirilmesi amaçlanmıştır. Çalışmada geniş bir anket kullanılarak, eczacılarınbu bitkisel ilaçların kullanım alanları, istenmeyen etkileri, ilaçlarla olası etkileşmelerihakkında bilgileri değerlendirilmiştir. Eczacıların yarısından çoğunun bitkisel ürünlerve ilaçlar arasındaki etkileşmeler hakkında yeterli bilgiye sahip olmadıklarıgözlenmiştir.Anahtar Kelimeler: Bitki, bitkisel ilaçlar, bitki-ilaç etkileşimleri, eczacı farkındalığı,alternatif tedavi, Ginkgo biloba, Panax ginseng, Hypericumperforatum, Aloe vera, Allium sativum. The use of herbal medicines and nutritionalsupplements has been increased dramatically in many parts of the world. Since manyherbal products has been sold over the internet. It is difficult to evaluate the extent ofthe use of them by consumers and patients in an uncontrolled market. Therefore, manycountries have started to apply registration schemes for traditional medicines. On theother hand, the incidence of interaction between herbal medicines with conventionaldrugs, which is a very important issue that affects the success of therapy, is not stillfully known. The patients often rely on friends and family for advice about herbalmedicines. Generally, they do not report their usage of herbal medicines to theirhealthcare physicians and pharmacists. Many of the patients and health careprofessionals including pharmacists are still in lack of information about herbalproduct drug interactions. The lack of information related to interactions may be dueto under-reporting or unrecognized interactions since the patients consider herbalmedicines safe, even if taken with a prescription drug. Ginkgo biloba, Panax ginseng,Hypericum perforatum, Aloe vera and Allium sativum are the widely used herbalmedicines. In this study it was aimed to evaluate the awareness of pharmacists on theinteractions of this commonly used herbal medicines with drugs. In the study using acomprehensive questionnaire, the knowledge of pharmacists on the area of usage ofthese herbal medicines, their adverse effects and the possible interactions betweendrugs were evaluated. It was observed that more of than half of the pharmacists do nothave the sufficient information about the interactions between herbal medicine anddrugs.Keywords: Herb, herbal medicines, herb-drug interactions, awareness of pharmacists,alternative therapy, Ginkgo biloba, Panax ginseng, Hypericumperforatum, Aloe vera, Allium sativum. 89
- Published
- 2019
11. Reproductive toxic effects and possible mechanisms of zonisamide in male rats
- Author
-
Sinem Ilgın, Gözde Aydoğan-Kılıç, Abdullah Burak Karaduman, Volkan Kılıç, Merve Baysal, Özlem Atlı-Eklioğlu, Seyda Ucarcan, Anadolu Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, Farmasötik Toksikoloji Anabilim Dalı, Kılıç, Volkan, Aydoğan Kılıç, Gözde, and Ilgın, Sinem
- Subjects
Testicular Histology ,0301 basic medicine ,Male ,Health, Toxicology and Mutagenesis ,medicine.medical_treatment ,Physiology ,Zonisamide ,Administration, Oral ,Reproductive Hormones ,Sperm Parameters ,Toxicology ,medicine.disease_cause ,03 medical and health sciences ,Epilepsy ,0302 clinical medicine ,Malondialdehyde ,Male rats ,Testis ,Medicine ,Animals ,Testosterone ,Rats, Wistar ,Epididymis ,030219 obstetrics & reproductive medicine ,business.industry ,Superoxide Dismutase ,Reproductive hormones ,General Medicine ,Luteinizing Hormone ,medicine.disease ,Catalase ,Glutathione ,Spermatozoa ,Oxidative Stress ,030104 developmental biology ,Anticonvulsant ,Testicular histology ,Anticonvulsants ,business ,Oxidative stress ,medicine.drug - Abstract
PubMed: 31476894, Zonisamide (ZNS) is an anticonvulsant which is used to treat the symptoms of epilepsy. Although it is frequently used during reproductive ages, studies that investigated the effects of ZNS on reproductive system are limited. Therefore, we aimed to assess the effects of ZNS on male reproductive system by oral administration to rats in 25, 50, and 100 mg/kg doses for 28 days. After the exposure period, sperm concentration, motility, morphology, and DNA damage, as biomarkers of reproductive toxic effects, were determined, and histopathological examination of testis was performed. In addition, levels of the hormones that play a role in the regulation of reproductive functions, such as follicle-stimulating hormone, luteinizing hormone (LH), and testosterone were measured and the levels of oxidative stress biomarkers that take part in the reproductive pathologies such as catalase, superoxide dismutase, glutathione, and malondialdehyde, were determined. Reproductive toxic effects related to ZNS administration were shown by the significant decrease of sperm concentration and normal sperm morphology in ZNS groups. Additionally, pathological findings were observed in the testicular tissues of ZNS-administered groups dose dependently. In addition, serum LH and testosterone levels were significantly decreased in the ZNS groups. Decreased catalase activities and increased malondialdehyde levels in ZNS groups were evaluated as oxidative stress findings in the testis tissue. It could be expressed that ZNS administration induced dose-dependent reproductive toxic effects in rats, and pathological findings associated with the reproductive system could be the result of that hormonal changes and testicular oxidative stress, which in turn might be considered as possible mechanisms of male reproductive toxicity
- Published
- 2019
12. Synthesis and MAO inhibitory activity of novel thiazole-hydrazones
- Author
-
Özlem Atlı, Yusuf Özkay, Anadolu Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, Farmasötik Toksikoloji Anabilim Dalı, Atlı Eklioğlu, Özlem, and Özkay, Yusuf
- Subjects
0301 basic medicine ,chemistry.chemical_classification ,Enzyme Inhibition ,010405 organic chemistry ,Chemistry ,Stereochemistry ,Hydrazone ,General Chemistry ,01 natural sciences ,Hmao Enzymes ,In vitro ,Thiazole,hydrazone,$h$MAO enzymes,enzyme inhibition ,0104 chemical sciences ,03 medical and health sciences ,chemistry.chemical_compound ,030104 developmental biology ,Pharmacokinetics ,Enzyme kinetics ,Thiazole ,Cytotoxicity ,Selectivity ,ADME - Abstract
WOS: 000415108300007, A series of new thiazole-hydrazones (3a-3n) were synthesized, characterized, and screened for their hMAO-A and hMAO-B inhibitory activity by an in vitro fluorometric method. Selectivity indexes (SIs) were expressed as IC50 (MAO-A) / IC50 (MAO-B). Compound 3f showed promising hMAO-A inhibition with an IC50 value of 1.20 mu M and displayed a very significant SI of 0.04 towards hMAO-A. The mechanism of hMAO-A inhibition was investigated by enzyme kinetics using Lineweaver-Burk graphics. Compound 3f was further screened for its cytotoxicity by using a healthy NIH/3T3 mouse embryonic fibroblast cell line (ATCC CRL1658) and was evaluated as nontoxic at its effective concentration against hMAO-A. The ADME prediction of the compounds revealed that they may have good pharmacokinetic profiles, which is necessary for drug candidates.
- Published
- 2017
- Full Text
- View/download PDF
13. Dan onarım enzimlerindeki gen polimorfizmlerinin parkinson hastalığı üzerine etkisi
- Author
-
Aslan, Nergis Selma, Karahalil, Bensu, and Farmasötik Toksikoloji Anabilim Dalı
- Subjects
Parkinson disease ,Genes ,Pharmacy and Pharmacology ,Neurodegenerative diseases ,DNA repair ,Eczacılık ve Farmakoloji ,Polymorphism-genetic ,Enzymes - Abstract
Parkinson Hastalığı (PH) beyinde dopaminerjik nöronların kaybıyla ilişkili kronik ve progresif nörodejeneratif bir hastalıktır. Dopaminerjik nöronların kaybının altında yatan mekanizmalar henüz bilinmese de, oksidatif stresin dopaminerjik nörotoksisite oluşumunda hayati bir rol oynadığı düşünülmektedir. Vücut metabolizmamızın ürettiği reaktif oksijen türleri (ROT) oksidatif strese ve buna bağlı olarak hücre hasarına neden olabilir. Bu nedenle, ROT'ların vücudumuz üzerindeki olumsuz etkilerini önlemek için hücrelerin antioksidan savunma sistemleri vardır. ROT ve antioksidan sistem arasındaki denge ROT lehine değişirse, bu durum birikmiş DNA hasarına neden olabilir. Sağlıklı olan her organizmada genomik stabilitenin devamlılığı için meydana gelen DNA hasarının onarılmasını sağlayan çeşitli DNA onarım mekanizmaları bulunmaktadır. BER bunlardan biridir. OGG1, XRCC1, MTH1 enzimleri BER mekanizmasındaki majör enzimlerdendir. Bu çalışmanın amacı OGG1, XRCC1 ve MTH1 DNA onarım enzimlerindeki Ser326Cys, Arg399Gln ve Val83Met gen polimorfizmlerinin PH ile ilişkisini araştırmaktır. Çalışmaya PH teşhisi konmuş 102 hasta ile benzer özelliklerde fakat sağlıklı 97 birey dahil edildi. Polimeraz Zincir Reaksiyonu-Restriksiyon Fragman Uzunluk Polimorfizmi (PCR-RFLP) metodu ile yapılan genotipleme çalışmasının ardından OGG1 Ser326Cys genotipi ve MTH1 Val83Met genotipi ile PH arasında anlamlı bir ilişki olmadığı belirlendi. Bunun yanısıra PH'lı bireylerde OGG1 Ser326 yabanıl tipinin belirgin oranda, MTH1 Val83 yabanıl tipinin az miktarda arttığı gözlendi. Diğer taraftan, XRCC1 Arg399Gln polimorfizmi taşıyan bireylerde Arg/Arg genotipini taşıyanlara göre Arg/Gln heterozigot ve Gln/Gln varyant genotipi taşıyanlarda PH görülme riskinin belirgin ölçüde arttığı tespit edildi (p: 0,046 OR: 1,910; %95 GA 1,013-3,603 ve p:0,006 OR:3,742; %95 GA 1,470-9,525 sırasıyla). DNA hasarı onarımında etkili rol alan OGG1, XRCC1 ve MTH1 genlerinin polimorfizmlerinin araştırılması PH sürecinde genetik polimorfizmin etkisinin daha iyi açıklanmasına yardımcı olabilecektir. Parkinson's Disease (PD) is a chronic and progressive neurodegenerative disease in the brain associated with the loss of dopaminergic neurons. Although the mechanisms underlying the loss of dopaminergic neurons have not known yet, oxidative stress is thought to play a vital role in the formation of dopaminergic neurotoxicity. Reactive oxygen species (ROS) that are generated by our body metabolism can induce oxidative stress and then result in cell damage. Therefore, cells have antioxidant defense system to prevent ROS's adverse effects on our body. If the balance between ROS and antioxidant system changes in favor of ROS, this situation can cause accumulated DNA damage. There are various DNA repair mechanisms to continue genomic stability in every healthy organism like BER. OGG1, XRCC1, MTH1 enzymes are among the major enzymes in the BER mechanism . The aim of this study was to investigate the associations between the risk of PD and Ser326Cys, Arg399Gln and Val83Met polymorphisms in hOGG1, XRCC1 and MTH1 DNA repair enzymes, respectively. The study included 102 patients with PD and 97 healthy subjects with similar characteristics. Following genotyping study performed by Polymerase Chain Reaction-Restriction Fragment Length Polimorphism (PCR-RFLP) method, there was no significant relationship between OGG1 Ser326Cys genotype, MTH1 Val83Met genotype and PD. In addition, it was observed that the wild type of OGG1 Ser326 increased significantly and wild type of MTH1 Val83 increased slightly in PD patients. On the other hand, in individuals with XRCC1 Arg399Gln polymorphism, the risk of PD was found to be significantly higher in patients with Arg / Gn heterozygote and Gln / Gln variant genotype compared to those carrying the Arg / Arg genotype (p: 0.046 OR: 1.910; 95% CI 1.013-3, 603 and p: 0.006 OR: 3,742; 95% CI, 1,470-9,525, respectively).Investigating the polymorphisms of OGG1, XRCC1 and MTH1 genes that play a crucial role in DNA damage repair may help to better explain the impact on genetic polymorphism in PD process. 159
- Published
- 2019
14. Yeni nesil antiepileptik ilaçlardan perampanelin in vitrohepatotoksisitesinin karbamazepine kıyasla değerlendirilmesi
- Author
-
Farmanli, Gulnar, Atlı Eklioğlu, Özlem, and Farmasötik Toksikoloji Anabilim Dalı
- Subjects
Carbamazepine ,Epilepsy ,Toxicity ,Liver ,Pharmacy and Pharmacology ,Cytotoxicity ,Anticonvulsants ,Eczacılık ve Farmakoloji ,Toxicity tests ,Cell line ,Perampanel - Abstract
Karaciğer, antiepileptikler dahil ilaçların birçoğunu metabolize etmekten sorumluolduğundan, ilaca bağlı hasarın ana hedefi bu organ olmaktadır. Karaciğerde metabolizeedilen ve yaygın olarak kullanılan karbamazepin hepatotoksisite potansiyeli olmasınarağmen sıklıkla reçete edilen bir ilaçtır. Perampanel ise yaygın hepatikbiyotransformasyona uğrayan 2012 yılında onay almış yeni bir antiepileptiktir.Hepatotoksisite geliştirme riski açısından önemli bir sınıfa giren perampanel ile ilgilihenüz kullanımına bağlı olarak gelişen hepatotoksisite hakkında çok az veribulunmaktadır. Bu sebeple tez kapsamında, perampanelin hepatotoksisite potansiyelibilinen karbamazepine kıyasla in vitro ortamda HepG2 hücre hattı kullanarakhepatotoksisitesinin belirlenmesi amaçlanmıştır. Kullanılan HepG2 hücre hattı üzerindesitotoksisiteleri hepatotoksisiteleri, MTT sitotoksisite testi ile inhibitörkonsantrasyonları hesaplanarak ardından apoptoz/nekroz tayini, günümüzde karaciğerhasarı için bir biyobelirteç olan çeşitli biyokimyasal analizler (ALT, AST, üre) ve ROTtayini ile hepatotoksisiteleri değerlendirilmiştir. Sonuçlara göre, tez kapsamındaincelenen perampanelin de karbamazepin gibi HepG2 hücre hattında sitotoksik etkigösterdiği, hepatik biyogöstergelerde artışa sebep olduğu ve oksidatif stresi indüklediğigözlemlenmiştir.Anahtar Sözcüklerler: Epilepsi, Antiepileptik İlaçlar, Karaciğer, Hepatotoksisite,HepG2 Since the liver is responsible for metabolizing many of the drugs, includingantiepileptics, the main target of drug-induced damage is this organ. Carbamazepinewhich is widely used in the liver and metabolized, is a prescribed drug, despite itspotential for hepatotoxicity. On the other hand, perampanel is a new antiepileptic thathas been approved in 2012 and underwent extensive hepatic biotransformation. There isvery little data on perampanel, which is an important class in terms of risk ofdeveloping hepatotoxicity, yet related to its use. Therefore, it was aimed to determinethe hepatotoxicity of perampanel using HepG2 cell line in vitro compared tocarbamazepine which has hepatotoxicity potential. HepG2 cytotoxicity on the HepG2cell line used, hepatotoxicity was calculated by MTT cytotoxicity test inhibitorconcentrations, followed by determination of apoptosis / necrosis, various biochemicalanalyzes (ALT, AST, urea) and ROT determination which are currently a biomarker forliver damage. According to the results, it was observed that perampanel, which wasstudied in the thesis, showed cytotoxic effect in the HepG2 cell line like carbamazepine,caused an increase in hepatic biomarkers and induced oxidative stress.Keywords: Epilepsy, Antiepileptic Drugs, Liver, Hepatotoxicity, HepG2 94
- Published
- 2019
15. Alzheimer hastalarında bazı biyogöstergelerin değerlendirilmesi
- Author
-
Perk, Başak Özlem, Eke, Binay, and Farmasötik Toksikoloji Anabilim Dalı
- Subjects
Pharmacy and Pharmacology ,Sialic acids ,Gene expression ,Eczacılık ve Farmakoloji ,Alzheimer disease ,Mononuclear complexes ,Biomarkers ,Polymerase chain reaction - Abstract
Etiyolojisi ve patolojik değişimin başlangıç mekanizması tam olarak aydınlatılamayanAlzheimer, multifaktöriyel bir hastalıktır. Risk faktörü olarak pek çok gen ortaya konmuştur.Sialik asit bağlayan immünglobülin benzeri lektinler (SIGLEC) grubuna ait CD33, pek çokçalışmada Alzheimer ile ilişkili yeni bir genetik risk faktörü olarak değerlendirilmektedir. Bunedenle çalışmamızda 38 sağlıklı kontrol ve 24 Alzheimer hastasından toplanan kanlardaplazma total sialik asit (TSA) düzeyi ile mononükleer hücrelerde akım sitometri yöntemiyleCD33 protein ekspresyonu ve qRT-PCR yöntemiyle CD33 gen ekspresyonudeğerlendirilmiştir. TSA değerleri hastalarda kontrollere göre anlamlı olarak yüksekbulunmuştur. CD33 protein ve gen ekspresyonu ise hastalarda kontrollere göre anlamlıolarak düşük çıkmıştır.Anahtar Sözcükler: Alzheimer, CD33, Sialik asit, mononükleer, qRT-PCR Alzheimer's disease is a multifactorial disease whose etiology and the initialmechanism of pathological mechanism can not be fully understood. CD33 which is in sialicacid-binding immunoglobulin-like lectins (SIGLEC) group is considered as a new geneticrisk factor associated with Alzheimer's in many studies. In our study, it was collected bloodfrom 38 healthy controls and 24 Alzheimer's patients, and were evaluated total sialic acid(TSA) levels in plasma and CD33 protein expression by flow cytometry and CD33 geneexpression by qRT-PCR method in mononuclear cells. TSA values were significantly higherin patients than in controls. CD33 protein and gene expression were significantly lower inpatients than controls.Keywords: Alzheimer, CD33, Sialic acid, mononuclear, qRT-PCR 146
- Published
- 2019
16. Kemoterapötik ajanlar bortezomib ve carfilzomib kaynaklı periferal nöropatide mitotoksisitenin rolünün incelenmesi
- Author
-
Jannuzzi, Ayşe Tarbin, Alpertunga, Büket, Yılmaz, Betül, and Farmasötik Toksikoloji Anabilim Dalı
- Subjects
Bortezomib ,Toxicity ,Pharmacy and Pharmacology ,Carfilzomib ,Drug therapy-combination ,Drug therapy ,Eczacılık ve Farmakoloji ,Toxicity tests ,Neuropathies - Abstract
Kanser tedavisinde önemli derecede etkinlik gösteren proteazom inhibitörleri ile gelişen periferal nöropati nedeniyle doz azaltılması gerekmekte, dolayısıyla etkin tedaviden vazgeçilmek zorunda kalınmaktadır. Klinik verilerin yaygınlığına karşın periferal nöropatinin gelişmesinde rol oynayan mekanizmalar tam olarak aydınlatılamamıştır.Bu tez çalışmasında; klinikte kullanılan proteazom inhibitörlerinden Bortezomib ve Carfilzomib ile gelişen periferal nöropati insan nöronal hücreleri ile modellenmiş ve nöropatik etkilerin altında yatan mekanizmalar karşılaştırmalı olarak moleküler seviyede araştırılmıştır. 3 ve 24 saatlik 100 nM Bortezomib ve Carfilzomib maruziyeti sitotoksik etkiye neden olmamış ancak proteazom aktivitesini anlamlı şekilde inhibe etmiştir. Bortezomib 24 saat sonunda mitokondri membran potansiyelinde anlamlı düşüşe neden olmuştur. Bortezomib Cafilzomib'den daha fazla olmak üzere iki ilaç da mitokondri kütlesinde anlamlı düşüşe neden olmuştur. LONP1 ve HSP90 protein seviyesinde herhangi bir anlamlı değişiklik gözlenmemiştir. Bortezomib ısı şok proteinlerinden HSP70, HSP60 ve HSP32'nin seviyesinde 24 saat sonunda Carfilzomib'e oranla daha fazla artışa neden olmuştur. Bortezomib 24 saat sonunda UCP2 ve Kompleks V proteininde anlamlı, Kompleks I-IV proteinlerinde anlamsız düşüşe neden olmuştur. VDAC1 proteini 24 saatlik Bortezomib ve Carfilzomib maruziyeti ile anlamlı şekilde düşmüştür. Bortezomib K48'e bağlı übikitin ve protein karbonilasyon seviyesini 24 saat sonunda anlamlı olarak artırmıştır. Mitokondri dinamikleri ile ilgili genlerden MFN1, MFN2 ekspresyon seviyesi 3 saat sonunda, FIS1 seviyesi 24 saat sonunda anlamlı olarak düşmüştür. Konfokal mikroskop ile değerlendirilen mitofaji seviyesinde herhangi bir anlamlı değişiklik gözlenmemiştir.Sonuç olarak, Bortezomib'in gösterdiği mitotoksisite ve protein homeostazına olan etkileri Carfilzomib'e oranla daha fazla periferal nöropati gelişimine neden olmasının altında yatan mekanizmalardan olabilir. Tez çalışmasından elde edilen sonuçların, proteazom inhibisyonuna bağlı olarak ortaya periferal nöropatinin moleküler mekanizmalarının daha iyi anlaşılmasına katkı sağlaması beklenmektedir.Anahtar Kelimeler: Bortezomib; Carfilzomib; Mitotoksisite; Periferal nöropati Development of peripheral neuropathy with proteasome inhibitors that show significant activity in cancer treatment is the reason for dose reduction, thus effective treatment must be discontinued. Despite the prevalence of clinical data, the mechanisms involved in the development of peripheral neuropathy have not been fully elucidated.In this thesis, clinically used proteasome inhibitors bortezomib and carfilzomib induced peripheral neuropathy have been modeled with human neuronal cells and the mechanisms underlying neuropathic side effects have been investigated at the molecular level comparatively. 100 nM bortezomib and carfilzomib exposure for 3 and 24 hours did not cause cytotoxic effect but significantly inhibited proteasome activity. After 24 hours bortezomib caused significant decrease in the mitochondrial membrane potential. Both drugs, bortezomib in a greater extend than carfilzomib, caused significant decrease in mitochondrial mass. There were no significant change in LONP1 and HSP90 protein levels. Bortezomib increased the heat shock proteins HSP70, HSP60 and HSP32 more than Carfilzomib following 24 hours. Bortezomib caused significant decrease in UCP2 and Complex V protein and insignificant decrease in Complex I-IV proteins following 24 hours. VDAC1 protein was significantly reduced following 24 hours bortezomib and carfilzomib exposure. K48 ubiquitination and protein carbonylation levels were increased significantly following 24 hours bortezomib treatment. Expression levels of the genes related to mitochondrial dynamics MFN1, MFN2 were decreased following 3 hours and FIS1 level was decreased following 24 hours. No significant change was observed in the level of mitophagy by confocal microscopy. In conclusion, the greater effects of bortezomib than carfilzomib on mitotoxicity and protein homeostasis may be the underlying mechanisms of the peripheral neuropathy development. The results obtained from the thesis study are expected to contribute to a better understanding of the molecular mechanisms of peripheral neuropathy due to proteasome inhibition.Key Words: Bortezomib; Carfilzomib; Mitotoxicity; Peripheral neuropathy 136
- Published
- 2019
17. Toxic effects of bisphenol a in thyroid cells and evaluation of the protective role of selenium compounds
- Author
-
Tan, Erhan, Gümüşel, Belma, Erkekoğlu, Pınar, Farmasötik Toksikoloji, Erkekoğlu, Ülfet Pınar, and Farmasötik Toksikoloji Anabilim Dalı
- Subjects
Thyroid diseases ,Bisfenol A ,Selenium ,Thyroid gland ,Bisphenol A ,Toxicity ,Pharmacy and Pharmacology ,Oxidative stress ,Apoptosis ,Eczacılık ve Farmakoloji ,Toxicity tests ,Cell line - Abstract
Bisphenol A (BPA) is a chemical compound that is used in the production of polycarbonates and epoxy resins. Humans are widely exposed to this compound by oral, inhalation and dermal routes in daily life. It is known to have estrogenic effects and is considered to be an endocrine disruptor. In recent studies, it has been stated that BPA could affect thyroid homeostasis, thyroid hormone production and interact with thyroid hormone receptors. Thyroid along with kidney, is the highest selenium containing tissue. Selenium is an essential trace element which is primarily by diet. Selenium is present in the structure of deiodinases, which have roles in thyroid hormone synthesis. In addition, as being a part of antioxidant selenoproteins, it protects the thyroid gland against oxidative stress. When organic and inorganic selenocompounds are taken at physiological doses, they can be protect the organism against the hazardous effects of several chemicals. In this thesis, we aimed to investigate the toxic effects of BPA on human papillary thyroid cancer cell line (B-CPAP) and the modifying effects of selenium supplementation against BPA toxicity. We evaluated the cytopathological changes, cytotoxicity, oxidant/antioxidant parameters and apoptosis caused by BPA on B-CPAP cells. Moreover, the protective roles of inorganic selenium (sodium selenite, SS) and organic selenium (selenomethionine, SM) were also assessed. Data have shown that BPA caused oxidative stress, elevated intracellular ROS and lipid peroxidation levels and decreases in total glutathione (GSH) levels in B-CPAP cell line. In addition, BPA also led to cytopathological alterations and apoptosis in these cells. Our findings suggest that selenocompounds could reduce the cytopathological changes, oxidant/antioxidant status alterations and apoptosis induced by BPA. We can conclude that one of the underlying mechanisms in the toxic effects of BPA in B-CPAP cells is oxidative stress. Inorganic and organic selenocompounds can be partially protective against BPA toxicity by their antioxidant functions in thyroid cells. Hacettepe Bilimsel Araştırma Projeleri Koordinasyon Birimi tarafından desteklenmektedir. Proje no: TYL-2018-17076 ONAY SAYFASI iii YAYIMLAMA VE FİKRİ MÜLKİYET HAKLARI BEYANI iv ETİK BEYAN v TEŞEKKÜR vi ÖZET vii ABSTRACT viii İÇİNDEKİLER ix SİMGELER VE KISALTMALAR xiii ŞEKİLLER xvi TABLOLAR xviii 1. GİRİŞ 1 2. GENEL BİLGİLER 4 2.1. Bisfenol A 4 2.1.1. Bisfenol A’nın Kullanım Alanları 4 2.1.2. Bisfenol A’ya Maruziyet Yolları 5 2.1.3. Bisfenol A’nın Organizmadaki Yazgısı 6 2.1.4. Bisfenol A’nın Toksisitesi 7 2.1.5. Bisfenol A ve Tiroid 10 2.2. Selenyum 12 2.2.1. Selenyumun Kaynakları 12 2.2.2. Selenyumun Organizmadaki Yazgısı 13 2.2.3. Selenoproteinler 16 2.2.4. Selenyum ve Tiroid 18 2.3. Tiroid 19 2.4. Oksidatif Stres 22 2.4.1. Serbest Radikaller 22 2.4.2. Reaktif Oksijen ve Azot Bileşikleri 22 2.4.3. Lipit Peroksidasyonu 24 2.4.4. Glutatyon 26 2.5. Apoptoz 28 2.6. Bisfenol A ve Tiroid Homeostazına İlişkin Çalışmalar 31 2.6.1. In vitro çalışmalar 31 2.6.2. In vivo çalışmalar 36 2.6.3. Epidemiyolojik çalışmalar 39 3. GEREÇ VE YÖNTEM 41 3.1. Kullanılan Kimyasal Maddeler 41 3.2. Kullanılan Araç ve Gereçler 42 3.3. Çalışmada Kullanılan Hücre Hattı 43 3.4. Çalışmada Kullanılan Çözeltilerin Hazırlanması 43 3.4.1. Bisfenol A Çözeltisinin Hazırlanması 43 3.4.2. Selenometiyonin ve Sodyum Selenit Çözeltilerinin Hazırlanması 43 3.4.3. Hücre Kültüründe Kullanılan Çözeltilerin Hazırlanması 44 3.4.4. B-CPAP Hücrelerinin Lizis İşleminde Kullanılan Çözeltiler 44 3.4.5. MTT (3-(4,5-dimetiltiazol-2-il)-2,5-difeniltetrazolyum bromür) Yöntemi ile Sitotoksisitenin Belirlenmesinde Kullanılan Çözeltiler 44 3.4.6. Glutatyon Peroksidaz 1 Aktivitesi Tayini İçin Kullanılan Çözeltiler 45 3.4.7. Protein Tayininde Kullanılan Çözeltiler 46 3.4.8. Reaktif Oksijen Bileşikleri Tayininde Kullanılan Çözeltiler 46 3.4.9. Total Glutatyon (GSH) Tayininde Kullanılan Çözeltiler 47 3.4.10. Lipit Peroksidasyonu Tayininde Kullanılan Çözeltiler 48 3.4.11. TUNEL Tayininde Kullanılan Çözeltiler 49 3.4.12. Kaspaz 3 Tayininde Kullanılan Çözeltiler 49 3.4.13. Kaspaz 8 Aktivitesinin Belirlenmesinde Kullanılan Çözeltiler 50 3.4.14. Işık Mikroskobu İncelemelerinde Kullanılan Çözeltiler 51 3.5. Yöntemler 52 3.5.1. In vitro Hücre Kültürü 52 3.5.2. Çalışma Grupları 52 3.5.3. Hücrelerin Çözülmesi ve Dondurulması 53 3.5.4. Hücrelerin Pasajlanması 54 3.5.5. Hücre Sayımı İşlemi 55 3.5.6. B-CPAP Hücrelerinin Lizisi ve Fraksiyonlanması 56 3.5.7. B-CPAP Hücrelerinde 3-(4,5-Dimetiltiyazol- 2- il)-2,5– Difeniltetrazolyum bromür Yöntemi ile Sitotoksisitenin Belirlenmesi 57 3.5.8. Glutatyon Peroksidaz 1 Aktivitesinin Ölçümü 59 3.5.9. Protein Miktarının Belirlenmesi 60 3.5.10. Hücre İçi Reaktif Oksijen Bileşiklerinin Belirlenmesi 62 3.5.11. Total Glutatyon Düzeylerinin Belirlenmesi 63 3.5.12. Lipit Peroksidasyonunun Belirlenmesi 65 3.5.13. Mikroskobik İncelemeler 66 3.5.14. TUNEL Analizi 67 3.5.15. Kaspaz 3 Düzeylerinin Ölçümü 68 3.5.16. Kaspaz 8 Aktivitesinin Belirlenmesi 70 3.5.17. İstatistiksel Değerlendirme 72 4. BULGULAR 73 4.1. Sitotoksisitenin belirlenmesi 73 4.2. Glutatyon Peroksidaz Aktivitesinin Ölçümü 74 4.3. Deney Gruplarında Hücre Canlılıklarının Belirlenmesi 76 4.4. Hücre İçi Reaktif Oksijen Bileşiklerinin Belirlenmesi 78 4.5. Total Glutatyon Düzeylerinin Belirlenmesi 79 4.6. Lipit Peroksidasyonunun Belirlenmesi 80 4.7. Mikroskobik Bulgular 81 4.7.1. Faz Kontrast Mikroskobu Bulguları 81 4.7.2. Işık Mikroskobu Bulguları 82 4.8. Apoptotik Analizler 84 4.8.1. TUNEL Analizi 84 4.8.2. Kaspaz 3 Düzeyleri 86 4.8.3. Kaspaz 8 Aktiviteleri 87 5. TARTIŞMA 89 5.1. Hücre Canlılığı 91 5.2. Oksidatif Stres 93 5.2.1. ROS indüksiyonu 93 5.2.2. Total Glutatyon Düzeyleri 95 5.2.3. Lipit Peroksidasyonu 97 5.3. Mikroskobik incelemeler 98 5.3.1. Işık Mikroskobu İncelemeleri 98 5.4. Apoptotik Parametreler (TUNEL, Kaspaz 3, Kaspaz 8) 99 6. SONUÇ VE ÖNERİLER 104 7. KAYNAKLAR 107 8. EKLER 123 EK-1. Tez Çalışması ile İlgili Bildiriler 123 EK-2. Dijital Makbuz 124 EK-3. Orijinallik Raporu 125 9. ÖZGEÇMİŞ 126 Bisfenol A (BPA) polikarbonatların ve epoksi reçinelerinin üretiminde kullanılan bir kimyasal maddedir. İnsanlar, bu maddeye gündelik yaşamda oral, inhalasyon ve dermal yolla yaygın olarak maruz kalır. Östrojenik etkileri olduğu; endokrin bozucu bir madde olarak değerlendirildiği bildirilmektedir. Son yıllarda yapılan çalışmalarda BPA’nın tiroid bezinin homeostazını ve tiroid hormon üretimini etkileyebildiği ve tiroid hormon reseptörleriyle etkileşebildiği belirlenmiştir. Tiroid, birim ağırlık başına böbrekle birlikte selenyum içeriği en yüksek olan dokudur. Selenyum başlıca diyetle alınan esansiyel bir eser elementtir. Tiroid hormon sentezinde görev alan deiyodinazların yapısında bulunur. Ayrıca, yapısında bulunduğu antioksidan selenoproteinler ile tiroid bezini oksidatif strese karşı korur. Organik ve inorganik formdaki selenyum bileşiklerinin fizyolojik dozlarda alımı, organizmada birçok kimyasalın oluşturduğu zararlı etkilere karşı koruyucu olabilir. Sunulan bu tez çalışmasında, BPA’nın insan papiller tiroid kanseri hücre hattı (B-CPAP) üzerindeki toksik etkileri ve BPA toksisitesi üzerinde selenyumun suplemantasyonunun modifiye edici etkilerinin belirlenmesi amaçlanmıştır. BPA’nın B-CPAP hücrelerinde oluşturduğu sitopatolojik değişiklikler, sitototoksisite, oksidan/antioksidan parametreler ve apoptoz değerlendirilmiş; BPA ile birlikte inorganik selenyum (sodyum selenit, SS) ve organik selenyum (selenometionin, SM) uygulamasının olası koruyucu rolü belirlenmiştir. Elde edilen bulgular, BPA’nın B-CPAP hücrelerinde oksidatif stres oluşumuna, hücre içi ROS düzeylerinde ve lipit peroksidasyonda artışa ve total glutatyon (GSH) düzeylerinde azalmaya yol açtığını göstermektedir. Ayrıca, BPA’nın bu hücrelerde sitopatolojik değişimlere ve apoptoza neden olduğu belirlenmiştir. Selenyum bileşiklerinin ise, bu hücrelerde BPA ile indüklenen sitopatolojik değişikleri, oksidan/antioksidan statü değişimlerini ve apoptozu azaltabileceği yönünde bulgular elde edilmiştir. BPA’nın B-CPAP hücrelerinde yol açtığı oksidatif stresin, bu hücrelerde BPA toksisitesi altında yatan mekanizmalardan biri olduğu sonucuna varılmıştır. İnorganik ve organik selenyum bileşiklerinin ise, tiroid hücrelerinde antioksidan işlevleriyle BPA toksisitesine karşı kısmi olarak koruyucu etkilerinin olabileceği gözlenmiştir.
- Published
- 2019
18. Assessment of trazodone-induced cardiotoxicity after repeated doses in rats
- Author
-
Gözde Görmüş, Seyda Ucarcan, Özlem Atlı, Gözde Kiliç, Merve Baysal, Sinem Ilgın, Büşra Korkut, Volkan Kılıç, Anadolu Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, Farmasötik Toksikoloji Anabilim Dalı, Atlı Eklioğlu, Özlem, Kılıç, Volkan, Aydoğan Kılıç, Gözde, and Ilgın, Sinem
- Subjects
0301 basic medicine ,Male ,Cardiac Biomarkers ,medicine.medical_specialty ,Health, Toxicology and Mutagenesis ,Administration, Oral ,Toxicology ,Creatine ,medicine.disease_cause ,Rats, Sprague-Dawley ,03 medical and health sciences ,chemistry.chemical_compound ,0302 clinical medicine ,Troponin T ,Heart Rate ,Internal medicine ,Lactate dehydrogenase ,Malondialdehyde ,Heart rate ,medicine ,Animals ,Aspartate Aminotransferases ,Cardiotoxicity ,030102 biochemistry & molecular biology ,Dose-Response Relationship, Drug ,business.industry ,Ecg ,Myocardium ,Trazodone ,Heart ,General Medicine ,Glutathione ,Oxidative Stress ,Endocrinology ,chemistry ,Dna Damage ,030220 oncology & carcinogenesis ,Antidepressive Agents, Second-Generation ,business ,Oxidative stress ,medicine.drug - Abstract
WOS: 000454945000005, PubMed ID: 29774748, Trazodone (TRZ) is an antidepressant drug commonly used in the treatment of depression, anxiety, and insomnia. Although some studies demonstrated the adverse effects of TRZ related to cardiovascular system, the conflicting results were observed in these studies. Therefore, we aimed to investigate the cardiac adverse effects of TRZ in rats at repeated doses in our study. In accordance with this purpose, TRZ was administered orally to rats at 5, 10, and 20 mg/kg doses for 28 days. Electrocardiogram records, serum aspartate aminotransferase (AST), lactate dehydrogenase, creatine kinase-myoglobin band, cardiac troponin-T (cTn-T) levels, DNA damage in cardiomyocytes, and histologic view of heart tissues were evaluated. In addition, glutathione (GSH) and malondialdehyde (MDA) levels were measured to determine the oxidative status of cardiac tissue after TRZ administration. Heart rate was decreased, PR interval was prolonged, and QRS and T amplitudes were decreased in 20 mg/kg TRZ-administered group compared to the control group. Serum AST and cTn-T levels were significantly increased in 10 and 20 mg/kg TRZ-administered rats with respect to control rats. DNA damage was significantly increased in these groups. Additionally, degenerative histopathologic findings were observed in TRZ-administered groups. Although there was no difference in MDA levels between groups, GSH levels were significantly decreased in 10 and 20 mg/kg TRZ-administered groups compared to the control group. Our results have shown that TRZ induced cardiotoxicity in rats dose-dependently. It is assumed that oxidative stress related to GSH depletion may be accompanied by these adverse effects.
- Published
- 2019
19. Ksenobiyotik metabolizmasında yer alan bazı cyp'lerin diyabetik sıçanlarda ekspresyonlarının incelenmesi
- Author
-
Güven, Naile Merve, Eke, Binay, and Farmasötik Toksikoloji Anabilim Dalı
- Subjects
Diabetes mellitus ,Pharmacy and Pharmacology ,Microsomes ,Gene expression ,Eczacılık ve Farmakoloji ,Dapagliflozin - Abstract
Diabetes Mellitus (DM), insülin sekresyonu, insülin etkisi veya her ikisindeki defektlerden kaynaklanan, bu defektler nedeniyle organizmanın karbonhidrat, yağ ve proteinlerden yeterince yararlanamadığı ve hiperglisemi ile karakterize edilen metabolik bir hastalıktır. Çevresel kirleticilerin, farmakolojik ajanların, endojen ve eksojen bileşiklerin biyotransformasyonuna aracılık eden sitokrom P450 (CYP450) enzimleri hem içeren monoksijenazların süper ailesine aittir. CYP450ler lipofilik kimyasalların vücuttan daha kolay atılan ve suda daha fazla çözünen bileşiklere metabolize olmasında önemli rol oynamaktadır. CYP450 ekspresyonunun cinsiyet, yaş, beslenme, genetik polimorfizm, ksenobiyotik indüksiyon gibi faktörlerin yanı sıra uzun süreli alkol tüketimi, beslenme yetersizliği, inflamasyon ve obezite gibi patofizyolojik durumlarda da değiştiği bildirilmiştir. DM'nda CYP450 ekspresyonunu değiştirdiği gösterilmiştir. CYP450 ekspresyonunda görülen değişiklikler, metabolizmada diyabetin neden olduğu değişiklikler (artan keton cisimleri, lipidler ve karbonhidratlar) ve insülin, glukagon gibi bazı hormonların düzenlenmesi ile ilişkilendirilmektedir. CYP3A4 ekspresyonunun DM durumundan etkilendiği yapılan çalışmalarda bildirilmiştir. Biyotransformasyondan aşamasında yer alan en önemli enzimlerden biri olan CYP3A4 enziminin ekspresyonundaki değişiklikler, terapötik maddeler ve çevresel kimyasallar dahil olmak üzere, ksenobiyotik metabolizması ve toksisitesi üzerinde önemli etkilere yol açabilmektedir. CYP3A4 ekspresyonunun modülasyonu ayrıca uygulanan ilaçların hastalıklardaki etkinliğini artırabilmekte veya azaltabilmektedir.Yapmış olduğumuz bu çalışmada, sıçan karaciğer dokusunda CYP3A4 protein ekspresyon düzeyleri araştırılmıştır. Bu amaçla kontrol, yüksek yağ diyeti ve streptozotosin ile indüklenmiş diyabetli, dapagliflozin tedavili kontrol ve dapagliflozin tedavili diyabetli Sprague-Dawley cinsi erkek sıçanların karaciğer mikrozomlarında inceleme yapılmıştır. Bu incelemenin neticesinde dapagliflozin tedavisi uygulanan kontrol grubunda yer alan Sprague-Dawley sıçanlarda CYP3A4 protein ekspresyon düzeylerinin, tedavi uygulanmayan kontrol grubuna göre istatistiksel olarak anlamlı derecede azaldığı görülmüştür. Kontrol grubu ile yüksek yağ diyeti ve streptozotosin ile indüklenmiş diyabetli ve dapagliflozin tedavili diyabet grupları arasında anlamlı bir fark bulunamamıştır. Diabetes Mellitus (DM) is a metabolic disease characterized by insufficient benefit of organism from carbohydrates, lipids and proteins and hyperglysemi which caused by defects in insulin secretion or insulin effect or both. Cytochrome P450 (CYP450) enzymes, which mediates biotransformation of environmental contaminants, pharmacological agents, endogen and exogen compounds, belong to monooxigenase super family containing heme. CYP450's play an important role metabolizing lypophilic chemicals into compounds that are easier to eliminate from body and more soluble in water. CYP450 expression is reported to be altered under pathophysiological conditions such as long term alcohol consumption, insufficient nutrition, inflammation and obesity beside factors such as gender, age, nutrition, genetic polymorphism, xenobiotic induction. DM is demonstrated to alter CYP450 expression. Alterations in expression of CYP450 are associated with changes in metabolism caused by diabetes (increased ketone bodies, lipids and carbohydrates) and regulation of some hormones such as insulin, glucagon. Researches reported that cyp3A4 expression is effected by DM. The alterations in CYP3A4 expression, which is one of the most important enzymes in proses of biotransformation, leads to important effects on metabolism and toxicity of xenobiotics which include therapeutic substances and environmental chemicals. The modulation of CYP3A4 expression is also capable of increasing or decreasing the activity of applied medication on diseases.In our study, it is investigated in rat liver tissue. With this purpose,control, high fat diet and streptozotocin induced diabetes, dapagliflozin treated control and dapagliflozin treated diabetes Sprague-Dawley rat liver microsomes are examined. As a result of this examination it is seen that CYP3A4 protein expression levels in Sprague-Dawley rats in control group treated with dapagliflozin significantly decreased compared to control group without treatment. A significant difference between control group with high fat diet and streptozotocin induced diabetes and dapagliflozin treated diabetes groups is not found. 97
- Published
- 2019
20. In vitro investigation of nandrolone deconoate genotoxicity using alkaline comet assay
- Author
-
Korkmaz, Emre, Aydın Dilsiz, Sevtap, Farmasötik Toksikoloji, and Farmasötik Toksikoloji Anabilim Dalı
- Subjects
Electrophoresis ,Genotoksisite ,DNA ,Electrophoresis-agar gel ,In vitro ,Lenfositler ,Pharmacy and Pharmacology ,Nandrolon ,DNA hasarı ,Nandrolone ,DNA damage ,Lymphocytes ,Eczacılık ve Farmakoloji ,Genotoxicity ,Tek Hücre Jel Elektroforez Yöntemi - Abstract
Nandrolon, kas gücünü ve performansını arttırmak üzere genellikle gençler ve sporcular tarafından sıklıkla süistimal edilen anabolik androjenik steroidler arasında yer alır. Birçok ülkede kontrole tabidir ve bu nedenle tıbbi olmayan kullanımı genellikle yasa dışıdır. Sağlığı olumsuz yönde etkilediği bilinmektedir. Önemli yan etki risklerine rağmen, yaygın olarak kötüye kullanılmaktadır. Yüksek doz ve uzun süreli kullanımı söz konusudur. Literatür taramasının sonucu olarak, nandrolon dekanoatın genotoksisitesi konusunda birkaç çalışmanın yapıldığı ve bu çalışmaların da yetersiz olduğu görülmektedir. Bu çalışmanın amacı, nandrolon dekanoatın geniş aralıktaki dozlarda V79 Çin hamster fibroblast hücrelerinde hücre canlılığı ve sitotoksik olmayan dozlarda insan lenfositlerinde DNA hasarı üzerine etkilerini değerlendirmektir. Sitotoksisite, MTT yöntemi kullanılarak belirlenmiştir. Nandrolon dekanoatın insan lenfositlerinde genotoksisitesi ve ayrıca H2O2 ile oluşturulan oksidatif DNA hasarına karşı etkisi alkali tek hücre jel elektroforez yöntemi (Comet yöntemi) ile belirlenmiştir. V79 hücrelerinde 250 µM üzeri konsantrasyonlarda nandrolon dekanoatın hücre canlılığını doz-bağımlı bir şekilde anlamlı olarak azaltmıştır. IC50 dozu 739 μM olarak belirlenmiştir. Nandrolon dekanoat, tek başına çalışılan tüm konsantrasyonlarında (0,5-100 μM) lenfositlerde DNA hasarına yol açmamıştır. 10-100 μM arasındaki konsantrasyonlarda doz-bağımlı olarak oksidatif DNA hasarını önemli ölçüde azalttığı; ancak düşük konsantrasyonlarında (0,5 ve 1 μM) değiştirmediği görülmüştür. Çalışmanın sonuçları, nandrolon dekanoatın, genotoksik olmayan dozlarda oksidatif stres ile indüklenen DNA hasarını azaltabileceğini göstermektedir. Sonuç olarak, nandrolonun çalışmamızda gözlenen oksidatif strese karşı olası antigenotoksisitesi toksisite mekanizmasının ortaya çıkarılmasında mevcut bilimsel çalışmalara katkıda bulunabilir, bununla birlikte daha ileri araştırmalara ihtiyaç vardır. Nandrolone decanoate is among the most widely used anabolic androgenic steroids (AAS) that are often abused by young people and athletes to improve muscle strength and performance. It is a subjected to control in many countries and so non-medical use is generally illicit. It is known to adversely affect health. Despite the risks of significant side effects, it is commonly abused. It has high dose and long term intake. As a results of literature review, it seems that a few studies have been conducted on the genotoxicity of nandrolone decanoate, which are insufficient. The aim of this study was to evaluate the effects of nandrolone decanoate on cell viability in V79 Chinese hamster fibroblast cells in a wide range of doses and DNA damage in human lymphocytes at non-cytotoxic doses. The cytotoxicity was determined using MTT assay. Genotoxicity of nandrolone decanoate in human lymphocytes as well as the effect of H2O2-induced oxidative DNA damage was determined by alkaline single cell gel electrophoresis method (Comet assay). Nandrolone decanoate significantly decreased the cell viability in a dose dependent manner at the concentrations higher than 250 μM in V79 cells. IC50 dose was found to be 739 μM. Nandrolone decanoate alone did not lead to DNA damage in the lymphocytes at all studied concentrations (0.5-100 μM). It seemed to significantly reduce oxidative DNA damage at the concentrations between 10-100 μM in a dose-dependent manner, but not to change at the lower concentrations (0.5 and 1 μM). The results of study show that nandrolone decanoate may decrease oxidative stress-induced DNA damage at non-genotoxic doses. In conclusion, the possible antigenotoxicity of nandrolone against the oxidative stress observed in our study may contribute to the current scientific studies in revealing the mechanism of toxicity; however, further research is needed. 86
- Published
- 2019
21. Olanzapinin reprodüktif toksisitesinin erkek sıçanlarda değerlendirilmesi
- Author
-
Ardiç, Cankiz Mina, Atlı Eklioğlu, Özlem, and Farmasötik Toksikoloji Anabilim Dalı
- Subjects
Luteinizing hormone ,Toxicity ,Pharmacy and Pharmacology ,Olanzapine ,Oxidative stress ,Animal experimentation ,Testosterone ,Eczacılık ve Farmakoloji ,Toxicity tests ,Reproductive hormones ,Spermatozoa ,Rats - Abstract
Özellikle şizofreni tedavisinde kullanılan bir atipik antipsikotik olan olanzapinin (OLZ) erkeklerde çeşitli reprodüktif advers etkilere neden olduğu bilinmekle birlikte OLZ'e ait olası reprodüktif toksisitesinin ve altında yatan mekanizmaların değerlendirildiği detaylı bir çalışma bulunmamaktadır. Bu tez çalışmasında erkek sıçanlara 2,5, 5 ve 10 mg/kg tekrarlayan dozlarda OLZ 28 gün süreyle oral olarak uygulanarak ajanın reprodüktif toksik etkilerinin değerlendirilmesi amacıyla, sperm konsantrasyonu, motilitesi, morfolojisi ve DNA hasarı belirlenmiş ve testis dokusu histolojik olarak incelenmiştir. Ayrıca üreme fonksiyonlarının düzenlenmesinde rol oynayan hormonlar olan serum folikül stimüle edici hormon (FSH), luteinleştirici hormon (LH) ve testosteron seviyeleri ile reprodüktif patolojilerde rol oynayan ve testis dokusunda oksidatif stresin biyogöstergeleri olan glutatyon (GSH), katalaz (KAT), süperoksit dismutaz (SOD) ve malondialdehit (MDA) seviyeleri belirlenmiştir. Sonuçlara göre, 5 ve 10 mg/kg OLZ uygulanan gruplarda kontrol grubuna göre ve en düşük doz OLZ uygulanan gruba göre normal sperm morfolojisinin azaldığı ve doz bağımlı olarak testis dokusunda histopatolojik değişimler meydana geldiği tespit edilmiştir. OLZ uygulanan gruplarda serum LH, FSH ve testosteron seviyelerinin azaldığı belirlenmiştir. Ayrıca en yüksek doz OLZ uygulanan grupta testiküler dokuda GSH seviyeleri azalırken, SOD seviyelerinin artması OLZ ile indüklenen oksidatif stresin göstergesi olarak değerlendirilmiştir. Sonuç olarak, OLZ uygulaması ile sıçanlarda oluşan anormal sperm morfolojisini, hormon seviyesindeki değişiklikleri, testiküler yapıdaki dejeneratif bulguları, OLZ ile indüklenen reprodüktif toksik etkilerle ilişkilendirmek mümkündür.Anahtar Sözcükler: Olanzapin, Sperm parametreleri, Reprodüktif hormonlar, Oksidatif stres. Although it is reported that olanzapine (OLZ), which is an atypical antipsychotic drug, causes sexual dysfunction in men, it is noteworthy that there is not any study evaluating the toxic effects of OLZ on male reproductive system. In the scope of this thesis, it was aimed to evaluate the reproductive toxic effects of OLZ by oral administration of 2,5, 5 or 10 mg/kg of it to male rats for 28 days. In accordance with this purpose, sperm concentration, motility and morphology and DNA damage were determined and histopathological examination of testis tissue was carried out in rats. Also, the levels of serum follicle stimulating hormone (FSH), luteinizing hormone (LH) and testosterone, which play roles in the regulation of reproductive functions, and the levels of glutathione (GSH), catalase (KAT), superoxide dismutase (SOD) and malondialdehyde (MDA) which play roles in reproductive pathologies as oxidative stress biomarkers, were determined. According to the results, normal sperm morphology were decreased in 5 ve 10 mg/kg OLZ-administered groups and pathological findings were evident in the testicular structure of the OLZ-administered group when compared with control group. It was determined that serum LH, FSH and testosterone levels were decreased in the OLZ-administered group. In addition, decreases of GSH levels in testis tissue and increases of SOD levels in the 10 mg/kg OLZ-administered groups were determined and evaluated as the markers of the oxidative stress induced by OLZ in the testis. In conclusion, it was determined that reproductive toxic effects were induced in rats by OLZ administration and this pathology was accompanied by the alterations of the hormone levels and testicular oxidative stress.Keywords: Olanzapine, Sperm parameters, Reproductive hormones, Oxidative stress. 62
- Published
- 2019
22. Borik asitin UV radyasyonun genotoksik ve sitotoksik etkilerine karşı koruyucu etkinliğinin in-vitro araştırılması
- Author
-
Günay, Tamer, Üstündağ, Aylin, and Farmasötik Toksikoloji Anabilim Dalı
- Subjects
Keratinocytes ,Radiation ,Genotoxic effect ,Pharmacy and Pharmacology ,Ultraviolet rays ,Cytotoxic effect ,Eczacılık ve Farmakoloji ,Boric acid ,Comet assay ,Tetrazolium - Abstract
Hergün maruz kaldığımız güneş ışınlarının insan sağlığı üzerinde yararlı etkilerinin yanında toksik etkileri de bulunmaktadır. UV radyasyonun indirekt veya direkt mekanizmalarla insanlarda DNA hasarına neden olduğu bilinmektedir. Güneşe maruziyet genellikle güneş koruyucu kremlerle birlikte gerçekleşmektedir. Güneş kremlerinin formülasyonlarında UV radyasyonun bu etkilerinden korunmak amacıyla antioksidan özellikli maddelerin kullanılması önemlidir.Bor mineralleri ülkemizin madencilik alanında en önemli ihracat maddelerindendir. Son yıllarda borik asitin antioksidan özelliği çeşitli çalışmalarla gösterilmiş olsa da bu konuda daha çok çalışmaya ihtiyaç duyulmaktadır. Tezimizde, HaCaT (insan keratinosit) hücreleri UV radyasyona artan sürelerde maruz bırakılarak oluşabilecek sitotoksik ve genotoksik etkilerin önlenmesinde borik asit uygulamasının faydalı olup olmadığı araştırılmıştır. Tezimizde sitotoksisite testi olarak MTT yöntemi ve genotoksisite testi olarak komet yöntemi uygulanmıştır. Tezimizden elde ettiğimiz sonuçlara göre, borik asit özellikle 5 ve 10 µM konsantrasyonda UV radyasyonun sitotoksik etkisini azalttığı, 45 dakikaya kadar UV maruziyetinin neden olduğu DNA hasarını 10 µM konsantrasyonda borik asidin azalttığı bulunmuştur. Elde ettiğimiz sonuçlara dayanarak, borik asitin güneş kremi formulasyonlarında kullanılmasının faydalı olabileceği söylenebilir.Anahtar Kelimeler: Borik asit, HaCaT, Komet testi, MTT, UV radyasyon. In Vitro Investigation of the Protective Effect of Boric Acid Against the Genotoxic and Cytotoxic Effects of UV RadiationIn addition to beneficial effects on the human health of the sun rays we are exposed to daily, there are also toxic effects. It is known that UV radiation causes DNA damage in humans through indirect or direct mechanisms. Exposure to the sun is usually accompanied by sunscreen creams. In sunscreen formulations, it is important to use antioxidant substances to protect against these effects of UV radiation.Boron minerals are the most important export items in the mining field of our country. Although the antioxidant properties of boric acid have been shown in various studies in recent years, it is necessary to work more on this subject. In this thesis, we investigated whether boric acid treatment is beneficial in preventing cytotoxic and genotoxic effects of UV radiation on HaCaT (human keratinocyte) cells exposed to for extended periods of time. MTT method was used as cytotoxicity test and comet assay was performed as genotoxicity test in our protocol.According to the results obtained from our thesis, boric acid decreased the cytotoxic effect of UV radiation especially at 5 and 10 µM concentration, and boric acid at 10 µM concentration, decreased the UV damage caused by UV exposure up to 45 minutes. It may be said that boric acid may be useful for the application of sunscreen formulations.Keywords: Boric acid, Comet assay, HaCaT, MTT, UV radiation. 85
- Published
- 2019
23. Assessment of reproductive toxicity of risperidone in male rats
- Author
-
Görmüş, Gözde, Atlı Eklioğlu, Özlem, and Farmasötik Toksikoloji Anabilim Dalı
- Subjects
Toxicity ,Pharmacy and Pharmacology ,Oxidative stress ,Animal experimentation ,Schizophrenia ,Follicle stimulating hormone ,Testosterone ,Eczacılık ve Farmakoloji ,Toxicity tests ,Risperidone ,Spermatozoa ,Rats - Abstract
Şizofreni ve mani tedavisinde yaygın olarak tercih edilen bir ilaç olan risperidonun (RIS) erkek üreme sisteminde bir takım advers etkilerine neden olduğu bilinmekte ancak literatürde RIS'a ait olası reproduktif toksisitenin ve altında yatan mekanizmaların değerlendirildiği kapsamlı bir çalışma yer almamaktadır. Yapılan bu çalışmada erkek sıçanlara 1.25, 2.5 ve 3 mg/kg RIS 28 gün süreyle oral olarak uygulanarak ilacın reprodüktif toksik etkilerinin değerlendirilmesi amacıyla, sperm konsantrasyonu, motilitesi, morfolojisi ve germ hücresi DNA'sı üzerindeki potansiyel etkileri ve testis dokusundaki histolojik değişimler incelenmiştir. Ayrıca üreme fonksiyonlarının hormonal regülasyonunda başlıca rol oynayan folikül stimüle edici hormon (FSH), luteinleştirici hormon (LH) ve testosteronun serum seviyeleri ve reprodüktif patolojilerde altta yatan mekanizmalar arasında yer alan oksidatif stresin biyogöstergeleri olan glutatyon (GSH), katalaz (KAT), süperoksit dismutaz (SOD) ve malondialdehit (MDA) seviyeleri testis dokusunda belirlenmiştir. Elde edilen sonuçlara göre, RIS uygulanan tüm doz gruplarında kontrol grubuna göre normal sperm morfolojisinin azaldığı ve doz bağımlı olarak testis dokusunda histopatolojik değişimler meydana geldiği gözlenmiştir. RIS uygulanan gruplarda serum LH seviyelerinin değişmediği, FSH ve testosteron seviyelerinin ise en yüksek doz grubunda kontrol grubuna göre azaldığı belirlenmiştir. Ayrıca yine en yüksek dozda RIS uygulanan grupta testiküler dokuda GSH seviyelerinin azaldığı görülürken, bu seviyeye yine en yüksek doz grubunda MDA'nın azalan seviye ile eşlik etmesi oksidatif stres göstergesi olarak değerlendirilmiştir. Sonuç olarak RIS oksidatif stresi indükleyerek ve hormonal regülasyonu bozarak erkek sıçanlarda reprodüktif toksik etkilere yol açmıştır.Anahtar Sözcükler: Risperidon, Sperm, FSH, Testosteron, Oksidatif stres. It is known that risperidone (RIS), a commonly used drug in the treatment of schizophrenia and mania, causes some adverse effects in the male reproductive system, but there is no comprehensive study evaluating possible reproductive toxicity of RIS within its mechanisms. In this study, male rats were administered orally for 1.25, 2.5 and 3 mg / kg RIS for 28 days and the sperm concentration, motility, morphology, DNA damage and the histological changes in testicular tissue were evaluated to determine the reproductive toxicity of RIS. In addition, follicle stimulating hormone (FSH), luteinizing hormone (LH) and serum levels of testosterone which plays the main role in the hormonal regulation of reproductive functions of and the underlying mechanisms of oxidative stress among the underlying mechanisms and oxidative stress glutathione (GSH), catalase (KAT), superoxide dismutase (SOD) and malondialdehyde (MDA) levels were determined in testicular tissue. According to the results, it was observed that normal sperm morphology was decreased in all dose groups compared to the control group and histopathological changes occurred in testis tissue dose-dependently. Serum LH levels were not altered in the RIS groups, and FSH and testosterone levels decreased in the highest dose group compared to the control group. In addition, the highest dose of RIS group in the testicular tissue GSH levels were seen to decrease, MDA levels wereincreased which were evaluated as indicators of oxidative stress. As a result, RIS caused reproductive toxic effects in male rats by inducing oxidative stress and disrupting hormonal regulation.Keywords: Risperidone, Sperm, FSH, Testosterone, Oksidatif stress. 59
- Published
- 2019
24. Takrolimus kullanan böbrek nakil hastalarında farmakogenetiğin öneminin araştırılması
- Author
-
Demirbügen Öz, Merve, Süzen, Halit Sinan, and Farmasötik Toksikoloji Anabilim Dalı
- Subjects
Pharmacy and Pharmacology ,Eczacılık ve Farmakoloji - Abstract
Takrolimus (TKR), böbrek nakil operasyonunu takiben; uygulanan immunosüpresif tedavinin vazgeçilmez parçasıdır. TKR'un, dar bir terapötik pencereye sahip olması, yüksek düzeyde bireyler arasında doz ihtiyacı çeşitliliği göstermesi ve advers etki potansiyeli nedeniyle tedavinin bireyselleştirilmesi ihtiyacı ortaya çıkmaktadır. Terapötik ilaç düzeyi izlemi, TKR tedavisinin bireyselleştirilmesinde en önemli araç olmasına rağmen bazı durumlarda yetersiz kalmakta ve bazı hastalar, özellikle kritik nakil sonrası erken dönemde yüksek ya da düşük TKR düzeylerine maruziyet nedeniyle istenmeyen etkileri tecrübe etmektedir.Bu tez çalışmasının amacı, TKR metabolizmasından sorumlu Sitokrom P450 3A5 (CYP3A5), Sitokrom P450 3A4 (CYP3A4) ve bu enzimlere elektron transferinden sorumlu Sitokrom P450 oksidoredüktaz (POR) genlerindeki genetik farklılıkların nakil sonrası ilk yıl (10. gün ve 1., 3., 6., 9., 12. aylar), hastaların TKR doz ihtiyaçları ve TKR düzeyleri üzerine etkisinin araştırılmasıdır. Bu amaçla, bu çalışmaya, TKR kullanan 302 böbrek nakil hastası dâhil edilmiştir. CYP3A5, CYP3A4 ve POR genlerinde tanımlanmış; CYP3A5*3, CYP3A4*22 ve POR*28 polimorfzimleri PZR-RPUP yöntemi ile aydınlatılmıştır. Hastaların kan TKR düzeyleri klonlanmış enzim donör immunoassay ile elde edilmiştir. Yapılan analizler ile CYP3A5*3 polimorfizmi yanında ilk defa; CYP3A4*22 ve POR*28 genetik farklılıklarının tek başlarına; Türk popülasyonunda bireysel TKR doz ihtiyacını açıklamada önemli birer farmakogenetik biyogösterge olduğu tespit edilmiştir. POR*28 polimorfizminin Türk popülasyonunda ilk defa gen ve alel frekansları tespit edilmiştir. Bu tez çalışması kapsamında gerçekleştirilen analizlerde; hastalar CYP3A5, CYP3A4 ve POR genotiplerine göre farklı metabolizma kapasitesine sahip gruplar altında toplanmıştır. CYP3A5 ekspresyonu yapmayan hastalarda CYP3A4*22 polimorfizminin bireysel doz ihtiyacı ve düzey çeşitliliğini açıklamada önemli rolü olduğu kanıtlanmıştır. İlaç düzeyi izlemi yapılmasına rağmen; farklı genotiplere sahip hastaların terapötik düzeylere ulaşmasının nakil sonrası ancak 3. aydan itibaren gerçekleştiği tespit edilmiştir. İlaç düzeyi izlemi yapılmasına rağmen; nakil sonrası erken dönemde yavaş metabolizma kapasitesine sahip hastaların %70'inin supraterapötik düzeylere maruz kalarak, nefroktoksisite semptomları gösterdiği, benzer şekilde hızlı metabolizma kapasitesine sahip hastaların da %15,90'ının subterapötik düzeylere maruz kaldığı ve akut rejeksiyona tecrübe ettikleri tespit edilmiştir.Sonuç olarak, bu tez çalışmasından elde edilen veriler ile CYP3A5*3, CYP3A4*22 ve POR*28 farmakogenetik biyogöstergelerinin birarada tespit edilerek, nakil hastalarının genotiplerine göre TKR tedavisinin bireyselleştirilmesinde kullanılabileceği kanıtlanmıştır. Böylece hastaların hedef TKR düzeylerine ulaşma sürelerinin daha kısa olabileceği ve yapılan doz modifikasyon sayısının azalabileceği düşünülmektedir. POR*28 polimorfizmi için dünyada ilk defa PZR-RPUP yöntemi geliştirilerek, farklı farmakokinetik çalışmalar için destekleyici bir farmakogenetik biyogösterge olarak literatüre kazandırılmıştır. Bu tez kapsamında yer alan analizlerle, genotip temelli TKR doz belirlenmesi ile yetersiz immunosüpresyon nedeni ile gelişebilecek organ reddinin veya yüksek dozda TKR maruziyetine bağlı olarak ortaya çıkabilecek advers etkilerin önüne geçilmesinde kliniğe yardımcı olabileceği düşünülmektedir. Tacrolimus (Tac) is a cornerstone immunosuppressive drug used in renal transplantation. It is characterized by a narrow therapeutic index and large interindividual variability in dose requirements. Thus requiring blood concentration monitoring and dose adjustment in order to achieve therapeutic efficacy and avoid adverse effects, which are the most challenging during the first weeks after transplantation. However, despite drug monitoring, it is insufficient in some cases and despite therapeutic drug monitoring, some patients experience undesirable effects due to exposure to high or low Tac levels.The aim of this study was to investigate the impact of the CYP3A5, CYP3A4 and POR genetic differences on Tac dose requirements and through levels throughout the first year after transplantation. As Tac is metabolized by CYP3A4-3A5 isoenzymes, and POR serves electrons for their activities; polymorphisms of these genes might affect Tac dose requirements. A total of 302 renal allograft recipients treated with Tac were included in the study and genotyped for the presence of CYP3A5*3, CYP3A4*22 and POR*28 polymorphisms using PCR-RFLP method. Tac through levels were obtained with the use of a cloned enzyme donor immunoassay method from whole blood.Our results showed that, besides CYP3A5*3; CYP3A4*22 and POR*28 polmorphisms are identified for the first time in Turkish population and are important pharmacogenetic biomarkers, identifiying individual dose requirements. Gene and allele frequencies of POR*28 polymorphism were determined for the first time in the Turkish population. We examined the combined effects of the CYP3A5*1, POR*28, and CYP3A4*22 genotypes on Tac exposure, dose requirements and achievement of therapeutic target ranges.CYP3A4*22 polymorphism has been shown to play an important role in explaining individual dose requirements in patients who do not express CYP3A5. By month 3 despite concentration-controlled dose adjustments, difference between genotype groups disappear.Despite concentration-controlled dose adjustments, %70 of the slow metabolizer patients exceeded the upper limit of the target range and experienced nephrotoxicity symptoms in the early period after transplantation. Similarly, %15,90 of the fast metabolizer patients could not achieved lower Tac levels and experienced acute rejection episodes.In conclusion, our results confirm that CYP3A5*3, CYP3A4*22 ve POR*28 polymorphisms are useful pharmacogenetic biomarkers for personalizing Tac treatment. Thus, patients may achieve target levels earlier after transplantation and the number of dose modifications might be reduced with genotype based dosing strategies. A novel PCR-RFLP method has been developed to identify POR*28 polymorhism for the first time in the world which is a promising pharmacogenetic biomarker for pharmacokinetic assays. Within the scope of this thesis, pharmacogenetic testing and genotype based Tac dosing has certainly future to optimize tac based therapy for kidney transplant patients in order to prevent over or under immunosuppression and consequently graft rejection and the occurrence of the adverse effects. 193
- Published
- 2019
25. Yeni nesil antiepileptik ilaçların in vitro hepatotoksisitelerinin değerlendirilmesi
- Author
-
Giritli, Sirma, Erğun, Bülent, and Farmasötik Toksikoloji Anabilim Dalı
- Subjects
Cell death ,Epilepsy ,Liver ,Toxicity ,Pharmacy and Pharmacology ,Gabapentine ,Anticonvulsants ,Eczacılık ve Farmakoloji ,Pregabaline ,Reactive oxygen species - Abstract
Gabapentin ve pregabalin epilepsi ve nöropatik ağrı tedavisinde sıklıkla kullanılmaktadır. Güvenli advers etki profilleri nedeni hepatik yetmezliği olan epilepsi hastalarının tedavisinde tercih edilmelerine rağmen gabapentin ve pregabalin tedavisi ile ilişkilendirilmiş hepatik hasar vakaları bulunmamaktadır. Bu noktadan hareketle tez çalışması kapsamında, gabapentin ve pregabalinin in vitro HepG2 hücre modeli kullanılarak hepatotoksisitenin değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Bu amaçla HepG2 hücrelerinde ajanların sitotoksik etkileri, apoptotik/nekrotik etkileri ve ALT, AST, total bilirubin ve üre gibi hepatik biyogöstergelerin seviyeleri değerlendirilmiştir. Ek olarak HepG2 hücrelerinde ajanlara maruziyeti takiben reaktif oksijen türlerinin seviyesi ölçülmüştür. Sonuçlara göre, gabapentin ve pregabalin uygulanan hücrelerde hücre canlılığı azalmış ve apoptotik hücre ölümü indüklenmiştir. Kültür ortamında AST seviyesi gabapentin ve pregabalin uygulanan gruplarda artmıştır. Ayrıca pregabalin uygulaması HepG2 hücrelerinde reaktif oksijen türlerinin seviyesinin artmasına neden olmuştur. Sonuç olarak çalışmamızda elde ettiğimiz bulgular doğrultusunda in vitro gabapentin ve pregabalin maruziyeti hepatotoksisite ile ilişkilendirilebilecek etkilere neden olduğu söylenebilir.Anahtar Sözcükler: Gabapentin, Pregabalin, Hepatotoksisite, HepG2 hücreleri, Sitotoksisite, Apoptotik/Nekrotik hücre ölümü, Biyokimyasal parametreler, Reaktif oksijen türleri. Gabapentin and pregabalin are frequently used in the treatment of epilepsy and neuropathic pain. Although they are preferred in the treatment of epileptic patients with hepatic insufficiency because of their safe profiles, there are reported cases of hepatic damage associated with gabapentin and pregabalin treatment. Therefore, potential hepatotoxic effects of gabapentin and pregabalin were aimed to evaluate using in vitro HepG2 cell model in our study. For this purpose, cytotoxic effects, apoptotic / necrotic effects and levels of hepatic biomarkers such as ALT, AST, total bilirubin and urea in HepG2 cells were evaluated. In addition, the level of reactive oxygen species was measured in HepG2 cells following exposure to agents. According to our results, decreased cell viability and induced apoptotic cell death were determined in gabapentin and pregabalin applied According to our results, gabapentin and pregabalin applied to cells decreased cell viability and induced apoptotic cell death. AST levels in culture medium increased in gabapentin and pregabalin applied to cells. In addition, pregabalin administration caused an increase in the level of reactive oxygen species in HepG2 cells. In conclusion, it could be said that in vitro gabapentin and pregabalin exposure may cause hepatotoxicity in our study.Keywords: Gabapentin, Pregabalin, Hepatotoxicity, HepG2 cells, Cytotoxicity, Apoptotic/Necrotic cell death, Biochemical parameters, Reactive oxygen species. 46
- Published
- 2019
26. Akciğer kanserinde metabolik (CYP1B1) polimorfizmin ilaç rezistansındaki rolü
- Author
-
Güler, Asena, İşcan, Mümtaz, and Farmasötik Toksikoloji Anabilim Dalı
- Subjects
Pharmacy and Pharmacology ,Lung neoplasms ,Neoplasms ,Drug resistance ,Genes-CYP 1B1 ,Drug resistance-neoplasm ,Eczacılık ve Farmakoloji ,Polymorphism-genetic - Abstract
Akciğer kanseri özellikle erkeklerde dünyada görülen en sık kanser türü olup kanserden ölümlerde birinci sırada yer almaktadır. Olguların çoğunu oluşturan küçük hücreli dışı akciğer kanserli (KHDAK) hastalarda tedavide en sık kullanılan standart protokol platinum bazlı kemoterapiye yanıt oldukça düşük düzeydedir. Dolayısıyla hastalarda kemoterapinin başarılı olmamasının nedenlerinin araştırılması son derece önem arz etmektedir. Son zamanlarda sigara içiminin polimorfik olan CYP1B1 enzimi aracılığıyla daha fazla karsinojen-DNA katım ürünü oluşturduğu ve bunların p53 tümör baskılayıcı gibi bazı genlerde mutasyona yol açarak daha agresiv ve kemoterapiye dirençli tümörlerin oluşmasına yol açarak sonuçta daha kısa sağkalım süresine neden olabileceği bildirilmektedir. İlaveten, hücre kültürlerinde yapılan çalışmalar CYP1B1 polimorfizmleri' nin antineoplastik ilaçlara karşı gelişen rezistans ile ilişkili olduğu gözlenmiştir. Ayrica, CYP1B1 polimorfizmlerinin meme ve prostat kanserlerli hastalarda kemoterapiye yanıt ve sağkalım süresini değiştirdiği de gösterilmiştir. Ancak bu konuda CYP1B1 Asn453Ser (rs1800440, 4390A>G) (CYP1B1*4) polimorfizmi ile akciğer kanseri arasındaki ilişkili tek bir çalışma dışında bir veri bulunmamaktadır. Dolayısıyla bu çalışmada CYP1B1'in diğer polimorfizmleri olan Arg48 Gly (rs10012, 142C>G)/ Ala119Ser (rs1056827, 355G>T) (CYP1B1*2) ile Leu432Val (rs1056836, 4326C>G) (CYP1B1*3)'in tek başlarına ve birlikte platin bazlı ilaçlarla tedavi gören ileri evreli (III ve IV) KHDAK hastalarda kemoterapiye yanıt ile sağkalım süreleri üzerine etkilerinin araştırılması amaçlanmıştır. CYP1B1*2 genetik polimorfizm analizleri lenfositlerden elde edilen DNA kullanılarak PCR/RFLP metodu ile CYP1B1*3 gen polimorfizm analizi ise real time (gerçek zamanlı) PCR gerçekleştirilmiştir. CYP1B1*2 ve CYP1B1*3 polimorfizmlerinin tek başlarına veya birlikte platin bazlı kemoterapiye yanıtları anlamlı olarak etkilemediği saptanmıştır. Genotiplerin kemoterapiye verdikleri yanıtlarla yaş, cinsiyet, sigara içimi, kemoterapi tedavi rejimi, tümör evresi ve histolojisi arasında anlamlı ilişki bulunamamıştır (p>0.05). Yaş, cinsiyet, sigara içme durumu, hastalığın evresi ve tümör histolojisi için düzeltilmiş çoklu regresyon analizi sonucunda CYP1B1*2 ve CYP1B1*3 polimorfizmlerinin tek başlarına ve birlikte sağkalım üzerine anlamlı etkilerinin olmadığı saptanmıştır (p>0.05). Farklı kemoterapötiklerle tedavi edilen hastalarda da CYP1B1*2 ve CYP1B1*3 gen polimorfizmlerinin tek başlarına ve birlikte sağkalıma anlamlı olarak etkimedikleri gözlenmiştir. Bu sonuçlar CYP1B1*2 ve CYP1B1*3 polimorfizmlerinin tek başlarına ve birlikte ileri evre KHDAK hastalarında kemoterapiye yanıta ve sağkalım süresi üzerine etkilerinin bulunmadığını göstermektedir. Lung cancer is an increasing worldwide public health problem particularly in men and is responsible for the majority of the deaths arising from cancers. Most of the lung cancers are non-small cell lung cancer (NSCLC) and response to standard platinum based chemotherapy is rather poor in these patients. Thus, the investigation of the reasons behind this failure of chemotherapy and thus possibly poorer survival in these patients is very important. In recent years, cigarette smoke, through polymorphic CYP1B1 enzyme, has been reported to cause elevated levels of carcinogen DNA-adducts which in turn form aggressive tumors by mutating and thus inactivating tumor suppressor genes (such as p53) and thereby incease resistance to chemotherapeutics and decrease the survival rates of patients with NSCLC. In addition, cell culture studies revealed that there was an association between the CYP1B1 polymorphisms and resistance to antineoplastic agents. Epidemiological studies also showed that CYP1B1 polymorphisms altered the response to chemotherpy and survival in breast and prostate cancer patients. However, in lung cancer, except one with CYP1B1 Asn453Ser (rs1800440, 4390A>G) (CYP1B1*4) polimorphism, there exists no data in this regard. Thus, in this study, we aimed to determine the effect of other polymorphisms of CYP1B1 namely Arg48 Gly (rs10012, 142C>G)/ Ala119Ser (rs1056827, 355G>T) (CYP1B*2), Leu432Val (rs1056836, 4326C>G) (CYP1B1*3) polymorphisms either lone or in combination on response to chemotherapy and survival in advanced stage (III ve IV) NSCLC patients treated with platinum based therapy. CYP1B1*2 and CYP1B1*3 genetic polymorphism analyses were determined by using the PCR/RFLP and real time PCR methods, respectively, by using lymphocyte DNA. The polymorphisms of CYP1B1*2 ve CYP1B1*3 either alone or in combination did not significantly influence the responses to platinum based chemotherapy. No significant associations were noted between the responses of genotypes to chemotherapy and age, sex, smoking status, chemotherapy treatment status, tumor stage and histology (p>0.05). Multivariate analysis, (after adjustment for age, gender, tumor histology, disease stage, smoking status and response to chemotherapy) also revealed that CYP1B1*2 and CYP1B1*3 polymorphisms either alone or in combination had no significant effects on survival rates in advanced stage NCSLC patients (p>0.05). Subgroup analysis showed that the effects of CYP1B1*2 and CYP1B1*3 polymorphisms either alone or combination on survival were not different among the patients treated with distinct chemotherapeutics. These results show that the CYP1B1*2 and CYP1B1*3 polymorphisms either alone or in combination did not influence the response to chemotherapy and survival in advanced stage NSCLC patients. 107
- Published
- 2019
27. Pembrolizumab verilen sıçanlarda olası testis toksisitesine karşı aromataz inhibitörlerinin etkisi
- Author
-
Başak Türkmen, Neşe, Çiftçi, Osman, Eke, Binay, and Farmasötik Toksikoloji Anabilim Dalı
- Subjects
Aromatase ,Inhibitor ,Toxicity ,Pharmacy and Pharmacology ,Resveratrol ,Testis ,Animal experimentation ,Eczacılık ve Farmakoloji ,Toxicity tests ,Pembrolizumab ,Rats ,Anastrazole - Abstract
Amaç: Pembrolizumab (PEMB) PD-1'i bloke eden monoklonal antikor olup etkili bir immunoterapi ilacıdır. Anastrazol (ANAST) infertilite önleyici bir aromataz inhibitörüdür. Benzer şekilde resveratrol (RES) de üreme sisteminde etkili antioksidan bir polifenol olup, doğal aromataz inhibitörü olarak işlev görmektedir. Bu çalışma, PEMB ile oluşturulmuş reprodüktif hasara karşı ANAST ve RES'in koruyucu etkilerini göstermek amacıyla planlanmıştır.Materyal ve Metot: Çalışmada 42 adet Sprauge-Dawley cinsi sıçan kullanıldı. Sıçanlar randomize olarak 6 eşit gruba ayrıldı (n=7); Kontrol, PEMB, PEMB +ANAST, PEMB+RES, RES, ANAST şeklindedir. 30 günlük deney sonunda sıçanlar ketamin-ksilazin anestezisi altında sakrifiye edildi. Sıçanlardan biyokimyasal ve histolojik değerlendirmeler için testis doku örnekleri alındı. Histolojik analizler için dokular rutin doku takip işlemlerinden geçirildi. Biyokimyasal olarak TBARS, GSH, CAT, SOD, GSH-Px düzeyleri spektrofotmetrik olarak ölçüldü. Spermatolojik olarak sperm hareketliliği, anormal sperm oranı ve epididimal sperm konsantrasyonu incelendi. Elisa yöntemi kullanılarak serum Testosteron ve PD-1 düzeyleri ölçüldü.Bulgular: Laboratuvar analizleri sonucunda PEMB verilen sıçanlarda TBARS düzeyinin anlamlı şekilde arttığı, GSH, SOD, GPx ve CAT düzeylerinin ise azaldığı belirlendi. ANAST ve RES uygulamasının oluşan bu değişimleri tersi yönde değiştirdiği belirlendi. Histolojik açıdan; H-E boyama yöntemi ile kontrol, ANAST ve RES grupları testis örnekleri normal histolojik görünümde izlendi. PEMB grubunda testis dokusunda seminifer tübül yapılarında histolojik hasar saptandı. PEMB+RES ve PEMB+ANAST gruplarında ise bu histolojik hasarda azalma olduğu tespit edildi. Spermatolojik analiz deneylerinde sperm kalitesi ve üreme performansı tespit edildi. Bunun dışında PD-1 ve testosteron seviyelerine Elisa yöntemiyle bakılarak tez desteklendi.Sonuç: PEMB ile oluşturulan reprodüktif hasara karşı ANAST ve RES'in tedavi edici etkileri olduğu belirlendi.Anahtar kelimeler: Pembrolizumab, Testis, Anastrazol, Resveratrol Aim: Pembrolizumab (PEMB) is a monoclonal antibody that blocks PD-1 and is an effective immunotherapy drug. Anastrazole (ANAST) is an infertility inhibitor of aromatase. Similarly, resveratrol (RES) is an effective antioxidant polyphenol in the reproductive system and acts as a natural aromatase inhibitor. This study was planned to demonstrate the protective effects of ANAST and RES against PEMB-induced reproductive damage.Materials and Methods: 42 Sprauge-Dawley rats were used in the study. Rats were randomly divided into 6 equal groups (n = 7); The control, PEMB, PEMB + ANAST, PEMB + RES, RES, ANAST. At the end of the 30-day experiment, rats were sacrificed under ketamine-xylazine anesthesia. Testicular tissue samples were taken from rats for biochemical and histological evaluations. Tissues were subjected to routine tissue follow-up for histological analysis. Biochemically, TBARS, GSH, CAT, SOD, GSH-Px levels were measured spectrophotometrically. Sperm motility, abnormal sperm rate and epididymal sperm concentration were examined as spermatologically. Serum Testosterone and PD-1 levels were measured using the Elisa method.Results: TBARS levels were significantly increased and GSH, SOD, GPx and CAT levels were decreased in PEMB-treated rats as a result of laboratory analysis. It was determined that ANAST and RES changes these changes in the opposite direction. Histologically; Control, ANAST and RES groups testis samples were observed with normal histological appearance by H-E staining method. Histological damage was detected in seminiferous tubule structures in testicular tissue in PEMB group. In PEMB + RES and PEMB + ANAST groups, this histological damage was decreased. Sperm quality and reproductive performance were determined in spermatological analysis experiments. In addition, PD-1 and testosterone levels were evaluated by Elisa method and the thesis was supported.Conclusion: ANAST and RES have therapeutic effects against reproductive damage caused by PEMB.Key words: Pembrolizumab, Testis, Anastrazole, Resveratrol 95
- Published
- 2019
28. Zearalenonun toksik etkilerinin insan böbrek hücrelerinde incelenmesi
- Author
-
Ariman, İleyna, Özden, Sibel, and Farmasötik Toksikoloji Anabilim Dalı
- Subjects
DNA methylation ,Toxicity ,Pharmacy and Pharmacology ,Cells ,Zearalenone ,Toxins ,DNA ,Eczacılık ve Farmakoloji ,Reactive oxygen species ,Kidney ,Cell proliferation - Abstract
Zearalenon (ZEA) bazı mantar türlerinden elde edilen dünya genelinde yaygın olarak bulunan bir mikotoksindir. Kimyasal yapısının östradiole benzerlik göstermesi sebebiyle üreme sistemi üzerine olan toksik etkileri ön plana çıkmaktadır. ZEA'nın toksik etkilerini aydınlatmak amacıyla yapılmış çeşitli hayvan deneyleri olsa da toksisite mekanizmaları tam olarak aydınlatılamamıştır. Yüksek Lisans tezi çalışmasında insan böbrek hücreleri (HK-2) üzerinde ZEA maruziyetinin doza bağlı toksik etkilerinin incelenmesi amaçlanmıştır. Bu kapsamda ZEA'nın HK-2 hücrelerinde sitotoksisite, hücre proliferasyonu, reaktif oksijen türleri (ROS), DNA metilasyonu ve DNMT1, MGMT, α-GST, Hsp70, Nrf2, L-Fabp ve HO-1 genlerinin ekspresyonları üzerine etkileri incelenmiştir. HK-2 hücrelerinde ZEA'nın IC50 değerleri MTT ve NRU testlerine göre sırası ile 133,42 ve 101,74 µM olarak bulunmuştur. BrdU hücre proliferasyon testi sonuçlarına göre 1, 10, 50 µM konsantrasyonlarında ZEA maruziyeti ile sırasıyla %2,1; %11,07 (p
- Published
- 2019
29. Dövme boyalarının fototoksisite potansiyelinin in vitro 3t3 nru fototoksisite test sistemi ile belirlenmesi
- Author
-
Utku Türk, Elif Gözde, Alpertunga, Büket, and Farmasötik Toksikoloji Anabilim Dalı
- Subjects
Tattooing ,Toxicity ,In vitro ,Pharmacy and Pharmacology ,Eczacılık ve Farmakoloji ,Toxicity tests ,Paints - Abstract
Geçmişi insanlık tarihine dayanan dövme, günümüzde de oldukça yaygın olarak kullanılmaktadır. Dövme yapılırken kullanılan dövme boyalarının uygulamayı takiben çeşitli toksik etkiler oluşturduğu yönünde vakalara rastlanmış ve dövme uygulamasını takiben güneş ışığına maruziyette fototoksik etkiler rapor edilmiştir. Dövme boyalarının fototoksik etki oluşturup oluşturmadığı ile alakalı yapılan herhangi bir çalışmaya rastlanmamıştır. Bu çalışmada; Türkiye'de en yaygın kullanılan üç farklı marka dövme boyasının mavi, kırmızı ve siyah renklerinin fototoksisite özellikleri in vitro 3T3 NRU fototoksisite testi ile incelenmiştir. Çalışmada Balb/c 3T3 hücreleri kullanılmıştır. Test sonuçları PHOTOTOX programı ile değerlendirilmiştir. İncelenen dövme boyaları 3T3 NRU testinde fototoksisite göstermemişlerdir. Sonuçların fototoksisiteye ilişkin farklı testlerle doğrulanması gerekmektedir.Anahtar Kelimeler: Fototoksisite, in vitro fototoksisite, 3T3 NRU fototoksisite tesi,dövme boyası, Balb/c 3T3 hücreleri Tatoo, whose history based on the history of mankind, is still widely used today. There were some cases in which the tattoo inks used in order to apply tattoo had various toxic effects following tattoo application and phototoxic effects were reported after exposure to sunlight. No studies about whether tattoo inks have phototoxic effect have been found.In this study, the phototoxicity of blue, red and black colors of the most commonly used three different tattoo ink brands have been examined by performing in vitro 3T3 NRU phototoxic test. Balb/c 3T3 cells have been used in the study. The test results have been evaluated with PHOTOTOX program. It is observed that according to the 3T3 NRU test, the tattoo inks are non-phototoxic. The results must be verified by different phototoxicity tests.Key Words: Phototoxicity, in vitro phototoxicity, 3T3 NRU phototoxicity test, tattooink, Balb/c 3T3 cells 81
- Published
- 2019
30. METABOLOMIC AND LIPIDOMIC ANALYSIS AFTER LEAD EXPOSURE AND CHELATION TREATMENT
- Author
-
Çetin, Tuğçe, Sabuncuoğlu, Suna, and Farmasötik Toksikoloji Anabilim Dalı
- Subjects
Pharmacy and Pharmacology ,Eczacılık ve Farmakoloji - Abstract
dana sonra doldurulacaktır daha sonra doldurulacaktır 0
- Published
- 2019
31. İnsan mide adenokarsinoma hücrelerinde Helicobacter pylori'nin neden olduğu DNA çift sarmal kırıkları ve oksidatif strein değerlendirilmesi
- Author
-
Oral, Didem, Erkekoğlu, Ülfet Pınar, and Farmasötik Toksikoloji Anabilim Dalı
- Subjects
Helicobacter pylori ,Pharmacy and Pharmacology ,Oxidative stress ,Stomach neoplasms ,Autophagy ,DNA damage ,DNA repair ,Apoptosis ,Eczacılık ve Farmakoloji ,Adenocarcinoma - Abstract
Çeşitli mikroorganizmaların oluşturduğu infeksiyonların reaktif oksijen bileşikleri (ROS) ve reaktif azot bileşiklerinin (RNS) oluşumuna yol açtığı iyi bilinmektedir. Bu bileşiklerin de intrasellüler oksidan/antioksidan dengeyi değiştirip oksidatif strese neden olduğu birçok çalışmada gösterilmiştir. Oksidatif stres, birçok farklı mekanizma ile DNA hasarı oluşturabilmektedir. DNA hasarı, basit ve onarılabilir baz lezyonlarından, en tehlikeli DNA hasarı olan DNA çift sarmal kırıklarına (DSB) dek oldukça geniş bir yelpazede görülebilir. Radyasyon ve bazı bakteri toksinleri DSB'yi indükleyerek, karsinojeneze yol açabilir. Helicobacter pylori gastrik mukozada kronik infeksiyona neden olan bir Gram negatif bakteridir. Helicobacter pylori infeksiyonu Uluslararası Kanser Araştırma Ajansı tarafından `Grup I karsinojen` olarak sınıflandırılmıştır. Helicobacter pylori'nin neden olduğu toksisite altında yatan mekanizmalar ve bu bakterinin yol açtığı gastrik karsinojenezin mekanizması henüz tam olarak anlaşılamamıştır. Çalışmalar Helicobacter pylori'nin hem doğrudan DNA hasarı yaparak, hem de epigenetik mekanizmalarla genetik instabiliteye neden olduğunu göstermektedir. Helicobacter pylori infeksiyonu konak DNA'sında oksidatif hasara neden olmaktadır. Literatürde, Helicobacter pylori infeksiyonunun oksidatif strese ve DSB'ye neden olduğu ve DSB onarım mekanizmalarını da etkileyebileceğini gösteren çalışmalar mevcuttur. Ancak, Helicobacter pylori infeksiyonu ile oksidatif stres arasındaki ilişkiyi inceleyen yeterli sayıda çalışma bulunmamaktadır. Bu verilerin ışığında gerçekleştirilen tez kapsamında, gastrik adenokarsinoma (AGS) hücrelerinin Helicobacter pylori'ye maruziyeti sonucu ortaya çıkabilecek olası sitotoksisite, intrasellüler ROS artışı ve oksidatif stres, DNA baz lezyonları, DNA onarım proteinlerindeki değişiklikler, apoptotik ve otofajik değişiklikler detaylı bir şekilde araştırılmıştır. Ayrıca, AGS hücrelerinin Helicobacter pylori'yle infekte olması sonucu, hücrelerde DSB'nin bir biyogöstergesi olan histon 2A ailesi üyesi X (H2AX) fosforilasyonunun (-H2AX) belirlenmiştir. Diğer taraftan, DSB onarım yolaklarıyla ile Helicobacter pylori maruziyeti sonucu ortaya çıkabilecek DSB'lerin onarılabileceği de düşünülerek çalışmaya bir DSB onarımında önemli rolü olan DNA-protein kinaz (DNA-PK) inhibitörü eklenmiş ve ilgili parametreler DNA-protein kinaz inhibitörü varlığında da ölçülmüştür. Bu şekilde, DSB onarımı bozulmuş bireylerde Helicobacter pylori infeksiyonunun neden olabileceği olası durumun öngörülmesi planlanmıştır. Elde edilen sonuçlar, Helicobacter pylori infeksiyonunun özellikle DNA-PK inhibitörü varlığında oksidatif streste önemli artışlara, DNA onarım proteinlerinde değişikliklere ve g-H2AX düzeylerinde belirgin artışlara yol açtığı ve apoptozu ve otofajiyi tetiklediği görülmüştür. Diğer taraftan, Helicobacter pylori ve DNA-PK inhibitörü birlikte maruz kalan grupta apoptoz ve otofajinin çok daha yüksek olduğu tespit edilmiştir. Sonuç olarak, Helicobacter pylori infeksiyonunun özellikle DSB onarımında sorun olan hücrelerde ciddi sorunlara yol açabileceği belirlenmiştir. It is well-known that infections caused by various microorganisms lead to the formation of reactive oxygen species (ROS) and reactive nitrogen species (RNS). Several studies have shown that these species can change the intracellular oxidant/antioxidant balance and cause oxidative stress. Oxidative stress can cause DNA damage by many different mechanisms. DNA damage can be observed in a wide range, from simple and repairable base lesions to DNA double-strand breaks (DSBs),which are the most dangerous DNA damage types. Radiation and some bacterial toxins can casue carcinogenesis by inducing DSBs. Helicobacter pylori is a gram negative bacterium that causes chronic infection in gastric mucosa. Approximately 50% of the world's population has been reported to be infected with chronic Helicobacter pylori infection which causes gastritis, peptic ulcer, stomach adenocarcinoma and gastric mucosal lymphoma. Helicobacter pylori infection is categorized as `Group I carcinogen` by the International Agency for Research on Cancer. The mechanisms underlying the toxicity of Helicobacter pylori infection and the mechanism of gastric carcinogenesis caused by this certain bacterium are not fully understood yet. Studies show that Helicobacter pylori infection can cause genetic instability both by direct DNA damage and by epigenetic mechanisms. Helicobacter pylori infection causes oxidative damage nuclear and mitochondrial DNA of the host. In addition, it can lead to chromosomal instability, microsatellite instability and mutations by affecting DNA methylation. There are studies in literature that show Helicobacter pylori infection can cause DSBs, oxidative stress and may also affect DSB repair mechanisms. However, there are not many studies that investigate the association between Helicobacter pylori infection and oxidative stress. Studies to date have generally been conducte on clinical specimens, and focused on the direct treatment of infection rather than focusing on the toxicity mechanisms of the bacterium. In the light of these data, the possible cytotoxicity, intracellular ROS elevations, and oxidative stress, DNA base lesions, changes in DNA repair proteins, apoptotic and autophagic changes caused by Helicobacter pylori in gastric adenocarcinoma (AGS) cell line were investigated in detail in this thesis. In addition, AGS cells which were infected with Helicobacter pylori were investigated for the presence of histone 2A family X (H2AX) phosphorilation (-H2AX), a biomarker of DSBs. On the other hand, by evaluating that DSBs caused by Helicobacter pylori can be repaired, a DNA-protein kinase (DNA-PK, an important DSB repair protein) inhibitor was also included to the study and the related parameters were measured. Thus, we planned to foresee the outcomes of Helicobacter pylori infection in people which disrupted DSB repairs. According to the results, Helicobacter pylori infection caused significant increases in oxidative stress, changes in DNA repair proteins and increases in g-H2AX levels, particularly in the presence of DNA-protein kinase inhibitor. Moreover, Helicobacter pylori infection triggered apoptosis and autophagy and cell death was significantly higher in both DNA-protein kinase inhibitor and Helicobacter pylori -exposed group. 231
- Published
- 2019
32. Bisfenol A ve türevlerinin toksisitelerinin insan prostat normal hücre hattında değerlendirilmesi
- Author
-
Köse, Özge, Gümüşel, Belma, and Farmasötik Toksikoloji Anabilim Dalı
- Subjects
Bisphenol A ,Toxicity ,Pharmacy and Pharmacology ,Oxidative stress ,Cytotoxicity ,Prostate ,DNA repair ,Bisphenol ,Eczacılık ve Farmakoloji ,Toxicity tests ,Cell line - Abstract
Bisfenol A (BPA), iyi bilinen bir endokrin bozucudur ve plastik endüstrisinde yaygın olarak kullanılır. Son yıllarda, BPA teması ile birlikte erkek üreme sistemi üzerindeki etkilerine yönelik birçok çalışma yapılmıştır. Bu etkilerin ciddi sonuçlara yol açabileceğinin kanıtlanmasının ardından, BPA kullanımı birçok endüstriyel alanda yasaklanmış ve yerini bisfenol F (BPF) ve bisfenol S (BPS) gibi analogları almıştır. Bu tez çalışmasında, BPA ve türevleri olan BPF ve BPS'in sitotoksik etkileri, genotoksik etkileri ve oksidatif strese neden olma potansiyelleri tümörijenik olmayan prostatik hücrelerinde (RWPE-1 hücreleri) karşılaştırılıp değerlendirilmiştir. Ayrıca, bisfenol türevlerinin DNA onarım proteinleri üzerindeki etkileri değerlendirilmiştir. RWPE-1 hücreleri, 0 ila 1000 µM arasında değişen konsantrasyonlarda 24 saat boyunca BPA, BPF ve BPS ile inkübe edilmiştir. BPA, BPF ve BPS için inhibitör konsantrasyon 50 (IC50) değerleri sırasıyla 113,74 μM, 249 μM ve 380,90 μM olarak bulunmuştur. Bu sonuçlar sitotoksisite potansiyellerinin BPA> BPF> BPS olarak sıralandığını göstermiştir. Tüm bisfenol türlerine maruz kalan hücre gruplarında süperoksit dismutaz (SOD), katalaz (CAT), glutatyon peroksidaz (GPx) ve glutatyon redüktaz (GR) aktiviteleri ile glutatyon (GSH) ve total antioksidan seviyelerinde (TAOC) değişiklikler saptanmıştır. Lipit peroksidasyon düzeylerinde bir artış gözlenmemiştir. Standart ve modifiye Comet analizinde tüm bisfenol türevleri kontrol grupları ile karşılaştırıldığında anlamlı düzeyde DNA hasarına yol açmıştır. Bisfenoller ile inkübe edilen tüm gruplarda baz eksizyon onarımında (BER) görev alan proteinlerde, p53 protein düzeylerinde ve DNA onarım proteinlerinde (OGG1, Ape-1 ve MyH) düşüşler saptanmıştır. Elde edilen sonuçlar, BPA türevlerinin de sitotoksik ve genotoksik özelliklerinin olabileceğini düşündürmektedir. Aynı zamanda DNA onarım proteinlerinin de ekspresyonlarını değiştirmektedirler. Bu nedenle bu maddelerin, BPA'ya alternatif olarak güvenle kullanılıp kullanılamayacağını değerlendirmek için daha fazla çalışmaya ihtiyaç bulunmaktadır. Bisphenol A (BPA) is a well-known endocrine disruptor and is widely used in the plastics industry. In recent years, several studies have been conducted on the effects of BPA on male reproductive system. After it was proven that these effects can have serious consequences, use of BPA in many industrial areas has been banned and it has been replaced by its analogues such as bisphenol F (BPF) and bisphenol S (BPS). In this thesis, BPA and its alternatives, namely BPF and BPS were evaluated comperatively for the cytotoxic effects, the genotoxic effects and their potential for causing oxidative stress in immortalized, non-tumorigenic prostatic cells (RWPE-1 cells). In addition, the effects of bisphenol derivatives on DNA repair proteins were evaluated. RWPE-1 cells were incubated with BPA, BPF and BPS for 24 hours at concentrations ranging from 0 to 1000 µM. The inhibitory concentration 50 (IC50) values for BPA, BPF and BPS were found to be 113,74 μM, 249 μM, and 380,90 μM respectively. These results showed that the cytotoxicity potentials were lined up as BPA> BPF> BPS. All cell groups exposed to bisphenol derivatives also showed alterations in the activities of superoxide dismutase (SOD), catalase (CAT), glutathione peroxidase (GPx) and glutathione reductase (GR) and levels of glutathione (GSH) and total antioxidant levels (TAOC). Lipid peroxidation levels were not changed. In the standard and modified Comet analysis, all bisphenol derivatives caused significantly increases of DNA damage compared to control groups. All the bisphenol-exposed groups showed decreases in base excision repair (BER) pathway-related proteins, p53 protein levels as well as in DNA repair proteins (OGG1, Ape-1 and MyH). All these data suggest that BPA derivatives can also have both cytotoxic and genotoxic properties. They also alter the expression of DNA repair enzymes. Therefore, further studies are needed to assess whether these substances can be used safely as an alternative to BPA. 162
- Published
- 2019
33. TiO2 nanopartikülünün kromozomlar üzerindeki toksik etkisinin in-vitro araştırılması
- Author
-
Kanbolat, Büşra, Üstündağ, Aylin, and Farmasötik Toksikoloji Anabilim Dalı
- Subjects
Pharmacy and Pharmacology ,Eczacılık ve Farmakoloji - Abstract
Güneşe maruziyet genellikle güneş koruyucu kremlerle birlikte gerçekleştiği için; kozmetiklerde, özellikle güneş koruyucu ürünlerde yer alan titanyum dioksit nanopartiküllerinin insan sağlığı üzerine olan etkilerinin incelenmesi de gerekli ve önemlidir. Titanyum dioksit nanopartikülleri (TiO2-NP) günümüzde güneş koruyucu kremlerde en yaygın kullanılan UV filtrelerinden biri olarak karşımıza çıkmaktadır. Ancak yapılan araştırmalar, TiO2-NP'lerinin hücrelerde DNA hasarı oluşturabildiği ve dolayısıyla genotoksik etkili olabileceğini göstermektedir. Tezimizde TiO2-NP'üne maruz kalınması durumunda hücre kromozomlarının nasıl etkilendiği Mikroçekirdek ve CREST (antikinetochore antibodies) testleri ile insan keratinosit hücreleri kullanılarak araştırılmıştır. Mikroçekirdeklerin karakterizasyonu için kullandığımız CREST analizleri ilk kez bu proje ile laboratuarımızda kurularak uygulanmıştır. Tezimizden elde ettiğimiz sonuçlara göre TiO2-NP'nün test edilen 5, 10 ve 50 μg/mL konsantrasyonlardamikroçekirdek sayılarını artırdığı, bu artışın 5 ve 50 μg/mL konsantrasyonlarda istatistiksel olarak anlamlı olduğu bulunmuştur.Mikroçekirdek testi sonuçlarına dayanarak CREST analizleri uygulandığında ise, TiO2-NP'nün mikroçekirdek sayılarını anöjenik mekanizmalarla artırdığı görülmüştür. Since sun exposure usually occurs with sunscreen creams; It is also necessary and important to investigate the effects of titanium dioxide nanoparticles on human health in cosmetics, especially sunscreen products. Titanium dioxide nanoparticles (TiO2-NP's) are now one of the most widely used UV filters in sunscreen creams. However, research has shown that TiO2-NPs can cause DNA damage in cells and thus can be genotoxic. In our thesis, the chromosomal effect of TiO2-NP was investigated by micronucleus test and CREST (antinetochore antibodies) testin human keratinocyte cells. The CREST analysis, which we use for the characterization of micronuclei, was established and applied in our laboratory for the first time with this thesis. According to the results obtained from our thesis, TiO2-NP increased the number of micronuclei at 5, 10 and 50 μg /mL concentrations and this increase was statistically significant at 5 and 50 μg /mL concentrations. When the CREST analysis was performed based on the results of the micronucleus test, it was observed that TiO2-NP increased the number of micronuclei by aneugenic mechanisms. 86
- Published
- 2019
34. İnsan meme kanserinde çevresel kirletici internal doz düzeyleriyle hastalık ilişkisinin araştırılması
- Author
-
Onat, İlgen, Orhan, Hilmi, Farmasötik Toksikoloji Anabilim Dalı, and Sağlık Bilimleri Enstitüsü
- Subjects
Persistent Organic Pollutants ,Risk Factors ,Pharmacy and Pharmacology ,Biyogösterge ,Genetik Polimorfizm ,Breast Cancer ,Kalıcı Organik Kirleticiler ,Genetic Polymorphism ,Meme Kanseri ,Biomarker ,Eczacılık ve Farmakoloji ,Risk Faktörleri - Abstract
Bu tez çalışmasında meme dokusunda kalıcı organik kirleticinin (KOK) konsantrasyonları ile meme kanseri oluşumu ve/veya gelişimi arasında bir ilişki olup olmadığı, ayrıca söz konusu kirleticilerin kan ve doku miktarları arasında bir ilişki olup olmadığı incelenmiştir. Yanı sıra KOK türevlerinin biyotransformasyonunda rol alması beklenen enzimlerde olası genetik varyasyonların meme kanseri için risk faktörü olup olmadığı araştırılmıştır. Bu amaçla tümör nedeniyle meme cerrahisi uygulanan hastalardan ve estetik amaçlı meme küçültme operasyonuna giren kişilerden doku ve kan örnekleri toplanmıştır. Bu örneklerde toplamda 32 KOK türevinin konsantrasyonları, gaz kromatografisi-elektron yakalayıcı deteksiyon (GC-ECD) tekniği ile belirlenmiştir. Kan örneklerinden genomik DNA izole edilerek KOK türevlerinin Faz I biyotransformasyonunda rol alması olası olan sitokrom P450 1A1 (CYP1A1), Faz II konjugasyonunda rol alması beklenen glutatyon S-transferaz M1, T1 ve P1 enzimlerinin genetik varyasyonları ve DNA oksidatif hasar onarım enzimlerinden birisi olan insan 8-okzoguanin glikozilaz 1’in de (hOGG1) genetik varyasyonu, PCR-RFLP tekniği ile analiz edilmiştir. Kanserli ve sağlıklı meme dokularında ölçülen KOK konsantrasyonları karşılaştırıldığında bazı türevlerin miktarının kanser grubunda anlamlı derecede yüksek olduğu saptanmıştır; dolayısıyla bu sonuç, söz konusu türevlerle meme kanseri arasında bir ilişki olabileceğini göstermektedir. KOK türevlerinin konsantrasyonları doku ve kanda ayrı ayrı ölçülmüş ve toplamda 9 türev için pozitif korelasyon gözlenmiş olup, kan düzeylerinin dokudaki kimyasal madde miktarını öngörmede kullanılabileceği sonucuna varılmıştır. KOK türevlerinin biyotransformasyonunda rol alması beklenen enzimlerden CYP1A1 ve GSTT1’deki genetik varyasyonun meme kanseri için risk faktörü olabileceği belirlenmiş, ayrıca yaş ve sigara kullanımı ile de meme kanseri oluşumu ya da gelişiminin ilişkili olduğu gözlenmiştir., In this thesis, a possible relation between initiation and/or progression of breast cancer and persistent organic pollutants (POPs), as well as correlation between blood and breast tissue levels of POPs were investigated. In addition, it was evaluated whether genetic polymorphisms in enzymes possibly catalyse either phase I and phase II biotransformation reactions of POPs in vivo represent a risk factor for breast cancer. In order to perform these, breast tumour tissues from patients who undergone tumour surgery and healthy breast tissues from individuals, who undergone breast reduction surgery, as well as blood samples from both groups were collected. In total concentrations of 32 POP derivatives were determined in these samples by gas chromatography electron capture detection (GC-ECD). Genomic DNAs were isolated from each blood sample and genetic variations of phase I enzyme CYP1A1, and phase II enzymes GSTP1, GSTM1 and GSTT1 that expected to catalyse biotransformation of POP derivatives, and DNA oxidative damage repair enzyme hOGG1 were analysed by PCR-RFLP. Significantly higher POP concentrations were observed when compared between control and cancer groups, which suggested a possible relation between breast cancer and POP exposure. For 9 POP derivatives, positive correlations were determined between blood and tissue concentrations and it was concluded that blood levels of these POPs can be used as surrogate for predicting tissue concentrations of the same compounds. It was concluded that genetic variations in CYP1A1 and GSTT1, which were expected to catalyse POPs biotransformation, may be risk factors for breast cancer. In addition, it was determined in all groups that both age and cigarette smoking may also be risk factors for initiation and/or progression of breast cancer.
- Published
- 2019
35. Endüstriyel ve kentsel hava kirliliğinin çocuklarda genotoksisitesinin yanak epitel hücrelerinde araştırılması
- Author
-
Özata, Halise Handan, Çakmak, Gonca, and Farmasötik Toksikoloji Anabilim Dalı
- Subjects
Environmental Engineering ,Çevre Mühendisliği ,Micronucleus tests ,Genetics ,Air pollution ,Epithelial cells ,Genetik ,Genotoxicity ,Children ,Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları ,Child Health and Diseases - Abstract
Dış ortam hava kirliliği, Uluslararası Kanser Araştırma Ajansı tarafından insan karsinojeni olarak (Grup 1) sınıflandırılmıştır. Çevresel hava kirliliğine toplumun en hassas kesimleri arasında olan çocukların maruziyeti, davranışsal ve fizyolojik faktörler yüzünden, solunum sistemi hastalıkları ve kansere neden olabilmektedir. Çocuklar dış ortamda daha uzun zaman geçirirler ve fiziksel aktiviteleri göreceli olarak daha fazladır. Tez çalışmasının amacı, çocuklar için çevresel hava kirliliğinin olası genotoksik ve sitotoksik etkisini, iki farklı çalışma yerinde, girişimsiz bir yöntem olan yanak epiteli hücrelerinde mikroçekirdek sitom yöntemi ile araştırmaktır. Kentsel bölge olarak Kütahya kent merkezinin trafik yoğun kısmı ve endüstriyel bölge olarak Tunçbilek Termal Santraline 5 km. uzaklıktaki Tunçbilek ilçesi ve Gürağaç Beldesi Kütahya kent sınırları içinde çalışma alanları olarak seçilmiştir. Kentsel bölgede seçilen bir ilkokuldaki çocuklar [n=60, ortalama(standart sapma) yaş=8.56 (0.44)] ve endüstriyel bölgedeki 3 ilkokula ait çocuklar [n=88, yaş=8.75 (0.73)] çalışma grubunu oluşturmuştur. Genotoksisite [mikroçekirdek (MÇ), MÇ'li hücre ve nükleer tomurcuk (NT)], hücre proliferasyon [bazal hücre (BH) ve binükleer hücre (BN)], hücre ölümü [kondens kromatin hücre (KK), karyohektik hücre (KH), piknotik (P) ve karyolitik hücreler(KL)] göstergelerinin sıklığı her bir çocuk için 2000 hücrede değerlendirilmiştir. Toplamda 296 000 hücre mikroskopik olarak sayılmıştır. Genotoksisite göstergeleri iki bölge arasıda farklı değildir. KL, KH, BN ve P hücre sıklıkları Kütahya Kent Merkezi ile karşılaştırıldığında, Tunçbilek'te anlamlı artmıştır (sırasıyla, p=0.02, p=0.001, p=0.003,p0.05). The CL, CH, BN and P cell frequencies were significantly increased at Tunçbilek region when compared to Kütahya City Center (p=0.02, p=0.001, p=0.003,p
- Published
- 2019
36. Limaniçi sediment örneklerinde organokalay bileşiklerinin sıvı kromatografisi/kütle spektrometresi yöntemi ile araştırılması
- Author
-
Köse, Nihan, Yurdun, Türkan, and Farmasötik Toksikoloji Anabilim Dalı
- Subjects
Pharmaceutical solutions ,Farmasötik solüsyonlar ,Toxicology ,Toksikoloji - Abstract
Limaniçi Sediment Örneklerinde Organokalay Bileşiklerinin SıvıKromatografisi/Kütle Spektrometresi Yöntemi ile AraştırılmasıÖğrencinin Adı: Nihan KöseDanışmanı: Prof. Dr. Türkan YurdunAnabilim Dalı: Farmasötik Toksikoloji Anabilim Dalı1.ÖZETAmaç: Çalışma ile Tuzla limanından alınan sediment örneklerinde organokalay (OT)bileşiklerinin LC-MS/MS ile analiz edilerek, sediment kalitesine ve OT bileşiklerininoluşturduğu kirlilik dağılımına ait kapsamlı veriler elde edilmesi amaçlanmıştır.Gereç ve Yöntem: Tuzla limanındaki benzer özellikteki toplam 29 noktadan sedimentörneği alındı ve örneklerde OT bileşikleri LC-MS/MS ile analiz edildi.Bulgular: Çalışmamızda elde edilen veriler sonucunda Tuzla Liman içi bölgesini temsileden sediment örneklerinde ölçülen fizikokimyasal parametreler ile bütil kalaybileşikleri (MBT, DBT, TBT) verileri arasında istatistiksel olarak anlamlılık bulunmadı.Sediment örneklerinde TBT 0,34-10,83 μg/g aralığında bulundu. En yüksek değerlerTZ-16; 22; 24; 26, ve 28 örnekleme noktaları 9,54; 7,60; 3.91; 10,83, ve 2,34 μg/golarak bulundu. MBT 0,07-5,59 μg/g, DBT 0,04-5,36 μg/g aralığındadır. TPrT, MPhT,TPhT eser miktarlarda bulunurken, DPhT tespit edilemedi.Sonuçlar: Bu çalışma, Tuzla deniz sedimentlerinde OT'lerin belirlenmesi için LCMS/MS analizi ile yapılan ilk çalışmadır. Analiz edilen bazı örneklerde, bütilkalaybileşikleri yüksek seviyelerde bulundu. Bu nedenle, deniz ortamından ekosisteminbozulmasına kadar biyolojik ve kimyasal kirlenmenin izlenmesi gerekmektedir.Anahtar Sözcükler: Sediment, Tribütil kalay, Antifouling boyalar, Toksisite,LCMSMS--------------------Determination of Organotin Compounds in Marine Sediment by LiquidChromatography/ Mass SpectrometryName of the Student: Nihan KöseSupervisor: Prof. Dr. Türkan YurdunDepartment: Department of Pharmaceutical Toxicology2. ABSTRACTPurpose: The aim of this study was to analyze the organotin (OT) compounds in thesediment samples taken from Tuzla marine by Liquid Chromatography/MassSpectrometry (LC-MS/MS) and to obtain comprehensive data on the sediment qualityand pollution distribution of OT compounds.Material and Methods: Sediment samples were collected from 29 similar points inTuzla marine and the OT compounds were analyzed by LC-MS/MS.Results: As a result of the data obtained in our study, no statistically significantdifference was found between physicochemical parameters measured in sedimentsamples representing the Tuzla marine and butyltins (MBT, DBT, TBT). In sedimentsamples, TBT is found in the range of 0,34-10,83 μg/g. The highest values are TZ-16;22; 24; 26, and 28 points 9,54; 7,60; 3.91; 10,83, and 2,34 μg/g respectively. It isobserved that MBT is in the range of 0.07-5.59 μg/g, DBT in the range of 0,04-5,36μg/g. While TPrT, MPhT and TPhT were found trace, DPhT was not detected.Conclusions: This study represents the first application with LC-MS/MS analysis for the determination of OTs in the Tuzla marine sediments. The highest value of butyltins was found in some of the analyzed samples. Therefore, biological and chemical contamination from the degradation of the marine environment to the degradation of the ecosystem needs to be monitored.Key words: Sediment, Tributyltin, Antifouling paints, Toxicity, LCMSMS
- Published
- 2019
37. Naif ve aktif (alevli) dönemdeki romatoid artrit hastalarında oksidatif stres ve inflamasyon parametrelerinin incelenmesi
- Author
-
Yilmaz Sarialtin, Sezen, Çoban, Tülay, and Farmasötik Toksikoloji Anabilim Dalı
- Subjects
Rheumatic diseases ,Pharmacy and Pharmacology ,Oxidative stress ,Eczacılık ve Farmakoloji ,Arthritis-rheumatoid ,Immunohistochemistry ,Biomarkers ,Inflammasome - Abstract
Romatoid artrit eklemlerde ağrı, şişkinlik ve geri dönüşümü olmayan hasarlarla karakterize kronik inflamasyona neden olan sistemik otoimmün bir hastalıktır. Uzun yıllardır bilinen, yaygın olarak gözlenen bir hastalık olmasına rağmen etiyopatogenezinin belirsizliğini koruması bu patolojide yeni biyogöstergelere gereksinim olduğu gerçeğini ortaya çıkartmaktadır. NLRP3 inflamazom yolağının romatoid artiritte önemli rolü olduğunu ifade eden çeşitli çalışmalar bulunmakla birlikte; çalışma sonuçlarının farklılık göstermesi, hastalığın mekanizmasının aydınlatılabilmesi için ileri çalışmalara ihtiyaç duyulduğunu göstermektedir. Ülkemizde NLRP3 inflamazom yolağının romatoid artrite etkisi ile ilgili yayınlanmış herhangi bir çalışma bulunmamaktadır. Tezimizin amacı romatoid artrit hastalığında NLRP3 inflamazom yolağının etkisinin ve oksidatif stresin bu yolağa katkısının olup olmadığının araştırılmasıdır. Çalışmamızda romatoid artrit hastaları ve kontrol grubunun periferal mononükleer hücrelerinde western blot ve immünositokimya yöntemleriyle NLRP3 protein ekspresyon düzeyleri ile plazmalarında NLRP3, IL-1β, IL-18 ve ROT düzeyleri ölçülmüştür. Hasta grubunda NLRP3 protein ekspresyon düzeyleri ile plazma NLRP3, IL-1β, IL-18 ve ROT düzeylerinin kontrol grubuna göre anlamlı düzeyde yüksek olduğu bulunmuştur (p
- Published
- 2019
38. Evaluation of pteridins and related pathways in diabetes
- Author
-
Gürcü, Sinem, Baydar , Terken, Girgin , Gözde, Farmasötik Toksikoloji, Baydar, Terken, Girgin, Gözde, and Farmasötik Toksikoloji Anabilim Dalı
- Subjects
Diabetes mellitus ,Patients ,Biyopterin ,Pharmacy and Pharmacology ,Pteridines ,Diyabet ,Pteridin ,Eczacılık ve Farmakoloji ,Biopterin ,Neopterin ,Kynurenine ,Neopterine ,Kinürenin - Abstract
Gurcu, S., Evaluation of Pteridins and Related Pathways in Diabetes, Hacettepe University Institute of Health Sciences Ph.D. Thesis in Pharmaceutical Toxicology, Ankara, 2018. Pteridins are heterocyclic compounds that play a role in normal physiological events, and can be detected in biological fluids and tissues with their derivatives (tetrahydrobiopterin, neopterin, biopterin, and xanthopterin). Diabetes mellitus (diabetes) is a metabolic disease characterized by an excessive increase of glucose level in blood and caused by hereditary and/or environmental factors. Type 1 diabetes is a kind of diabetes, depending on the autoimmune mechanisms, in which insulin is not produced or produced very little in the pancreas. In pathology, T-cell mediated autoimmune response leads to the induction of monocytes and macrophages via pancreas. Induced monocytes/macrophages provide the production of neopterin from guanosine triphosphate (GTP) via GTP cyclohydroxylase enzyme. Besides, interferon-gamma (IFN-γ) induces tryptophan degradation by inducing indolamine-2,3-dioxygenase (IDO) enzyme, one of the rate-limiting step catalyzing enzymes in the kynurenine pathway, which has an important role in tryptophan metabolism. In this thesis, it was aimed to investigate the relationship between neopterin, biopterin, tryptophan and kynurenine levels in diabetes patients and discussing the use of these parameters as early biomarkers in the diagnosis and evaluation of diabetes. For this purpose, neopterin, biopterin, tryptophan and kynurenine levels were measured in diabetes patients (n=68) and healthy control group (n=30). Serum and urine neopterin levels and urine biopterin levels in diabetic patients were higher than the control group but not statistically different (p>0.05). Also serum and urine neopterin concentrations were found to be significantly correlated with each other and the kynurenine/tryptophan ratio (p0,05). Bunun yanı sıra serum ve idrar neopterin konsantrasyonlarının hem birbirleri ile hem de kinürenin/triptofan oranı ile aralarında anlamlı bir ilişki olduğu bulunmuştur (p
- Published
- 2018
39. Evidence for neurotoxicity associated with amoxicillin in juvenile rats
- Author
-
Özlem Atlı, U. Demir-Ozkay, Erol Şener, TH Aydin, E.N. Akbulut, Sinem Ilgın, Anadolu Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, Farmasötik Toksikoloji Anabilim Dalı, Atlı Eklioğlu, Özlem, and Ilgın, Sinem
- Subjects
0301 basic medicine ,Aging ,Health, Toxicology and Mutagenesis ,Motor Activity ,Pharmacology ,Toxicology ,medicine.disease_cause ,03 medical and health sciences ,chemistry.chemical_compound ,0302 clinical medicine ,Convulsion ,medicine ,Animals ,Rats, Wistar ,Maze Learning ,Neurotransmitter ,Adverse effect ,Behavior, Animal ,Dose-Response Relationship, Drug ,Depression ,business.industry ,Glutamate receptor ,Neurotoxicity ,Brain ,Amoxicillin ,General Medicine ,Penicillin ,medicine.disease ,Anti-Bacterial Agents ,Oxidative Stress ,030104 developmental biology ,chemistry ,Blood-Brain Barrier ,Rotarod Performance Test ,Toxicity ,Female ,Neurotoxicity Syndromes ,Serotonin ,medicine.symptom ,business ,030217 neurology & neurosurgery ,Oxidative stress - Abstract
WOS: 000380943600008, PubMed ID: 26429924, Amoxicillin (AMX) is one of the most commonly prescribed antibiotics for children, and childhood is the period to have the highest risk for toxicity cases including drug-induced adverse reactions. Some neurological adverse effects (anxiety, hyperactivity, confusion, convulsions, and behavioral changes) have been reported related to AMX treatment. In the present study, we aimed to determine the neurotoxic effects of AMX administration at clinically relevant doses in female juvenile rats. AMX was administered in single oral daily doses of 25 and 50 mg/kg for 14 days. According to our results, while AMX administration caused a significant increase in the immobility time of animals, swimming time of these animals significantly decreased. AMX administration significantly reduced the onset of pentylenetetrazole-induced convulsions. The serotonin levels of brain tissues in the AMX-administered groups were decreased significantly, which is thought to be related to depression. The glutamate levels in brain tissues increased significantly in AMX-administered groups, which is thought to be related to convulsion. Otherwise, superoxide dismutase and catalase activities were significantly decreased in brain tissues of AMX-administered groups. In conclusion, AMX administration triggered depression and shortened the time of the appearance of first seizure in juvenile rats. Also, altered brain neurotransmitter levels and increased oxidative stress observed in our study were thought to be the possible underlying mechanisms of AMX-induced neurotoxicity.
- Published
- 2015
- Full Text
- View/download PDF
40. Flurbiprofenin sitotoksik, genotoksik ve apoptotik etkilerinin değerlendirilmesi
- Author
-
BAKIR, Elçin, Ündeğer Bucurgat, Ülkü, Eken, Ayşe, Farmasötik Toksikoloji Anabilim Dalı, ÜNDEĞER BUCURGAT, Ülkü, EKEN, Ayşe, and Farmasötik Toksikoloji
- Subjects
Flurbiprofen ,Pharmacy and Pharmacology ,Cytotoxicity ,Neoplasms ,genotoksisite ,Antineoplastic agents ,apoptoz ,sitotoksisite ,Apoptosis ,Eczacılık ve Farmakoloji ,Genotoxicity ,antikanser - Abstract
B Bakir, E., Evaluation of Cytotoxic, Genotoxic and Apoptotic Effect of Flurbiprofen, Hacettepe Un¬vers¬ity Graduate School Health Sciences Pharmacy Department of Pharmaceutical Toxicology Doctor of Phi¬losophy Thes¬is, Ankara, 2018. Flurbiprofen is a propionic acid-derived non steroid anti-inflammatory drug. Although there are many studies of the anticancer effects of NSAI drugs, there are few studies of flurbiprofen and the anticancer activity of flurbiprofen is not fully understood. In this study, cytotoxic, genotoxic and apoptotic effects of flurbiprofen were evaluated in human cervical cancer (HeLa) and human liver cancer (HepG2) cell lines. Cytotoxicity was measured at a wide dose range and exposure times with 24, 48 and 72 hours were evaluated. As a result, it was observed that cytotoxicity increased both dose and time dependent in both cell lines. Genotoxicity study was performed with 48 hours exposure time and determined doses. DNA tail length, tail density and tail moment evaluations revealed a dose-dependent increase in DNA damage in cells. Early apoptosis was evaluated at the gene level using real-time polymerase chain reaction (RT-PCR). After 48 hours exposure; increased levels of apoptotic genes p53, Bax, caspase-3 and caspase-9, and decreased levels of BcL-2 and survivin genes, which are antiapoptotic genes. Late apoptosis and cell cycle analyzes were evaluated using flow cytometry. No evidence of late apoptosis was observed in both cells and no significant arrest was observed in the cell cycle. It has been determined that the cells generally exhibit proliferating cell characteristics. As a result, it was observed that flurbiprofen had an apoptotic effect at both the determined doses and at the end of the determined exposure period, but the apoptosis process was not completed yet. Findings from the study indicate that flurbiprofen is effective at gene level and induces apoptosis with intracellular pathway. Bakır, E., Flurbiprofenin Sitotoksik, Genotoksik Ve Apoptotik Etkilerinin Değerlendirilmesi, Hacettepe Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü Farmasötik Toksikoloji Programı Doktora Tezi, Ankara, 2018. Flurbiprofen, propiyonik asit türevi bir non steroidal antiinflamatuvar (NSAİ) ilaçtır. NSAİ ilaçların antikanser etkileri ile ilgili birçok çalışma mevcut olmasının yanı sıra flurbiprofen ile yapılmış çalışma sayısı azdır ve flurbiprofenin antikanser etki mekanizması tam olarak bilinmemektedir. Bu amaçla flurbiprofenin sitotoksik, genotoksik ve apoptotik etkileri insan serviks kanser (HeLa) ve insan karaciğer kanser (HepG2) hücre hatlarında araştırılmıştır. Sitotoksisite ölçümü geniş doz aralığında çalışılmış ve 24, 48, 72 saatlik maruziyet süreleri değerlendirilmiştir. Sonuçta sitotoksisitenin her iki hücre hattında da doza ve zamana bağımlı olarak arttığı gözlenmiştir. Genotoksisite çalışması 48 saatlik maruziyet süresi ve belirlenmiş dozlar ile yapılmıştır. DNA kuyruk uzunluğu, kuyruk yoğunluğu ve kuyruk momenti değerlendirmelerinde hücrelerde DNA hasarında doza bağımlı bir artış gözlenmiştir. Erken apoptoz, gerçek zamanlı polimeraz zincir reaksiyonu (RT-PCR) kullanılarak gen düzeyinde değerlendirilmiştir. 48 saatlik maruziyet sonucunda; apoptotik genler olan p53, Bax, kaspaz-3 ve kaspaz-9 gen düzeylerinde artma ve antiapoptotik genler olan BcL-2 ve survivin gen düzeylerinde azalma gözlenmiştir. Geç apoptoz ve hücre döngüsü analizleri ise akım sitometri kullanılarak değerlendirilmiştir. Her iki hücrede de geç apoptoz bulgusuna rastlanmamış ve hücre döngüsünde belirgin bir yığılma gözlenmemiştir. Hücrelerin genel olarak prolifere hücre özelliği gösterdiği belirlenmiştir. Sonuç olarak belirlenen dozlarda ve belirlenen maruziyet süresi sonunda flurbiprofenin her iki hücre hattında da apoptotik etki gösterdiği, fakat apoptoz sürecinin henüz tamamlanmadığı gözlenmiştir. Çalışmadan elde edilen bulgular, flurbiprofenin gen düzeyinde etkili olduğunu ve hücre içi yolak ile apoptozu indüklediğini göstermektedir.
- Published
- 2018
41. Endokrin bozucu kimyasal maddelere kombine maruziyetin etkilerinin HEPG2 hücre hattında değerlendirilmesi
- Author
-
Özkemahli, Kübra Gizem, Gümüşel, Belma, and Farmasötik Toksikoloji Anabilim Dalı
- Subjects
Carcinoma-hepatocellular ,Bisphenol A ,Phthalates ,Pharmacy and Pharmacology ,Oxidative stress ,Cytotoxicity ,Apoptosis ,Eczacılık ve Farmakoloji ,Cell line ,Chemical materials ,Endoplasmic reticulum ,Endocrine system diseases - Abstract
Endokrin bozucular, hormonları taklit ederek veya engelleyerek vücudun normal işleyişini bozan sentetik veya doğal kimyasal maddelerdir. Büyüme, stres yanıtı, cinsiyet gelişimi, üreme yeteneği, insülin yapımı ve kullanımı ve metabolik hız gibi birçok temel süreci ve özelliği etkiledikleri düşünülmektedir. Bisfenol A (BPA) plastikleri, epoksi reçineleri ve polikarbonatları sertleştirmek için kullanılan bir plastizerdir. Ftalatlar ise özellikle polivinil klorür içeren plastiklere esneklik vermek için kullanılan yumuşatıcı plastizerlerdir. En yaygın kullanılan ftalat türevi di-(2-etilhekzil) ftalat (DEHP)'tir. DEHP'in ana metaboliti olan mono- (2-etilhekzil) ftalat (MEHP)'tir ve ana bileşikten daha toksiktir. Bu maddelerin endokrin bozucu etkilerinin olduğuna dair literatürde birçok çalışma bulunmaktadır. Diğer taraftan, hem BPA'nın, hem de fltalatların peroksizom proliferatörleri oldukları ve kemiricilerde bu mekanizma ile hepatokarsinojeneze yol açtıkları belirtilmektedir. İnsanlar bu kimyasal maddelere fötal dönem dahil tüm hayatları boyunca farklı yollardan maruz kalmaktadır. Ayrıca, günlük hayatta bu kimyasal maddelere maruziyet tek tek değil, bir arada, kombine olarak gerçekleşmektedir. Literatürde bu maddelerin endokrin bozucu etkilerini gösteren çalışmalar mevcuttur; ancak bu maddelerin kombine etkilerini gösteren sınırlı sayıda çalışma bulunmaktadır. Bu bilgiler ışığında gerçekleştirilen bu tez kapsamında, HepG2 hücre hattında BPA ve/veya MEHP'in toksik etkileri araştırılmıştır. Tez kapsamında bu plastizerlere ayrı ayrı ya da bir arada maruziyet sonucu oluşabilecek sitotoksik etkiler, sitopatolojik ve apoptotik değişiklikler incelenmiş; maruziyet ile oluşabilecek istenmeyen etkilerin altında yatan mekanizmalardan biri olarak oksidatif stres, oksidan/antioksidan statü değişiklikleri ve endoplazmik retikulum (ER) stresi detaylı olarak değerlendirilmiştir. Elde edilen sonuçlar doğrultusunda, özellikle kombine BPA ve MEHP uygulamasının oksidatif streste önemli artışlara neden olduğu, ER stres markör protein ekspresyonlarında önemli artışlar görüldüğü ve daha belirgin apoptoz oluştuğu izlenmiştir. Kombine maruziyetin birçok farklı mekanizmayla hücre içi homeostazı bozduğu söylenebilir. Özellikle ER stresi konusunda elde edilen sonuçlar, tekli ve kombine maruziyetlerin neden olduğu toksisitenin altında yatan mekanizmalardan birinin hem sitoplazmik, hem de nükleer hücre fraksiyonlarında ER markör proteinlerinde değişimler olduğunu göstermektedir. Diğer taraftan, özellikle kombine maruziyet ile birincil olarak apoptozun tetiklendiği, ayrıca nekrotik ve otofajik hücre ölümlerinin de gözlenebileceği belirlenmiştir. Sonuç olarak, endokrin bozucu maddelere bir arada maruziyetin daha ciddi toksikolojik sonuçlar doğurabileceği gözlenmiştir ve bu verilerin endokrin bozucularla ilgili olarak literatüre önemli derecede katkı yapacağı ifade edilebilir. Endocrine disruptors are synthetic or natural substances that disrupt the normal functioning of the body by mimicking or blocking hormones. They are suggested to affect many basic periods and characteristics like growth, stress response, sexual development, reproduction ability, insulin production and utility. Bisphenol A (BPA) is a plasticizer used for the hardening plastics, epoxy resins and polycarbonates. Phthalates are softening plasticizers that give flexibility to polyvinyl chloride containing plastics. The most widely used phthalate derivative is di(2-ethylhexyl)phthalate (DEHP). Its main metabolite is mono(2-ethylhexyl)phthalate (MEHP) and it is more toxic than the parent compound. There are several studies in literature on their endocrine disrupting properties. On the other hand, it has been denoted that both BPA and phthalates are peroxisome proliferators and they cause hepatocarcinogenesis in rodents. Humans are exposed to these chemicals by different routes through their whole life starting from fetal period. In addition, exposure to these chemicals actualize not by one by one, by in a combination in everyday life. There are studies in literature on the endocrine disrupting effects; however there are very limited number of studies showing their combined effects. In light of this information, the toxic effects of BPA and/or MEHP are investigated in HepG2 cell line. In this thesis, cytotoxic properties as well as cytopathological and apoptotic changes were studied when cells were exposed to these plasticizers separately or in combination; oxidative stress, oxidant/antioxidant status alterations and endoplasmic reticulum (ER) stress were evaluated as possible underlying mechanisms for their unwanted effects after exposure. The results showed that particularly combined exposure to BPA and MEHP caused substantial increases in oxidative stress, ER stress marker protein expressions and also caused significant apoptosis. It can be suggested that combined exposure disrupts intracellular homeostasis by many different mechanisms. The results of ER stress studies indicate that one of the toxicity mechanisms underlying both single and combined exposures is the alterations of ER marker proteins in both cytoplasmic and nuclear cellular fractions. Moreover, combined exposure triggers apoptosis as well as necrotic and autophagic cell death. As a result, combined exposure to endocrine disrupting chemicals can cause serious toxicological outcomes and the data obtained herein can contribute significantly to the literature on endocrine disruptors. 190
- Published
- 2018
42. Toxicological evaluation of combined exposure to bisphenol A and diethyl hexyl phthalate and investigation of possible protective effect of carnosic acid
- Author
-
Özdatli Kurtuluş, Şükran, Aydın, Ahmet, Kılıç, Ülkan, and Farmasötik Toksikoloji Anabilim Dalı
- Subjects
Bisphenol A ,Pharmacy and Pharmacology ,Neurotoxins ,Eczacılık ve Farmakoloji ,Toxicology ,Carnosic acid ,Diethyl hexyl phthalate - Abstract
Plastik ürünlerin ana bileşenlerinden olan DEHP ve BPA östrojenin etkilerini taklit ederek veya bozarak vücut üzerindeki etkilerini inhibe eden önemli endokrin bozuculardır. BPA ve DEHP'nin bu kadar yaygın kullanılmasından dolayı tek başlarına maruz kalma değil aynı zamanda kombine maruz kalma da önemli bir konu olarak kabul edilmektedir. Günümüzde endokrin bozucu etkilerinin yanı sıra nörolojik fonksiyonlar üzerindeki etkileri ile iligili araştırmalar da artmaktadır. Bu çalışmada BPA ve DEHP'ye kombine maruz kalmanın toksikolojik açıdan değerlendirilmesi ve karnozik asidin muhtemel koruyucu etkilerinin araştırılması amaçlanmıştır. Bu çalışmada, 16 haftalık (25 ila 35 g vücut ağırlığı) C-57BL / 6 fareleri BPA (16, 5, 1.6 mg/kg), DEHP (16, 5, 1.6 mg/kg), 20 mg/kg CA, BPA+DEHP (16, 5, 1.6 mg/kg) ve BPA+DEHP+20 mg/kg CA (16, 5, 1.6 mg/kg). olacak şekilde rasgetle 14 gruba (6 fare/grup) ayrılmıştır. Kimyasal maruziyet subakut toksisite açısından değerlendirilmiş ve 28 gün boyunca oral gavaj yoluyla ilaç uygulaması yapılmıştır. Son uygulamadan 24 saat sonra fareler dekapite edilmiştir. İlaç uygulamasına başlanmadan önce ve sonrasında davranış üzerindeki etkileri incelemek için farelere hızlandırılmış rotarod ve pasif sakınma testleri yapılmıştır. Ayrıca kortekste MDA seviyesi ile GSH-Px, CAT ve SOD aktiviteleri incelenmiştir. Daha sonra korteksteki Bcl-2, Bax, BACE ve p-tau seviyeleri western blot yöntemi ile tespit edilmiştir. Pasif sakınma ve rotarod testlerinde anlamlı bir sonuç elde edilememiştir. BPA+DEHP ve BPA+DEHP+20CA'nin bütün gruplarında SOD aktivitesi kontrol grubuna göre anlamlı olarak azalmıştır 5 ve 16 BPA+DEHP gruplarının CAT aktivitesi kontrole kıyasla anlamlı şekilde artarken, 1.6 ve 16 BPA+DEHP+20CA gruplarının CAT aktivitesi 16 BPA ve 1.6 DEHP gruplarına kıyasla anlamlı şekilde azalmıştır. BPA+DEHP ve BPA+DEHP+20CA'nin bütün gruplarının GSH-Px aktivitelerinde CAT aktivitesine benzer değişimler gözlemlenmiştir. Her ne kadar BPA ve DEHP gruplarında anlamlı bir değişim olmamasına rağmen, BPA+DEHP beraber verildiği gruplarda MDA seviyeleri kontrole karşı anlamlı bir şekilde azalmıştır. BPA+DEHP kombine verildiği grupların Bcl-2 ve Bax seviyeleri anlamlı şekilde artarken; karnozik asidin BPA+DEHP kombinasyon gruplarına eklenmesi BPA+DEHP gruplarına kıyasla anlamlı bir azalmaya sebep olmuştur. Her ne kadar BPA+DEHP kombine veridiği grupların BACE enzim ekspresyon seviyesi anlamlı ölçüde artarken BPA+DEHP+20CA kombine veridiği grupların BACE enzim ekspresyon seviyesi anlamlı şekilde azalmıştır. Fakat doz-cevap arasında ters etki vardır. Ayrıca çalışamalarımızda kaspaz-3, APP ve amiloid beta (1-42) testlerinde herhangi bir ilişki görülmemiştir. BPA + DEHP gruplarının p-tau düzeyleri diğer gruplardan anlamlı derecede düşük olmakla birlikte, BPA + DEHP + 20CA gruplarının p-tau seviyeleri, BPA + DEHP gruplarına kyasla anlamlı olarak artmıştır. Sonuç olarak, BPA ve DEHP beraber verildiği zaman, kortekste oluşan nörodeneretif hasarın oksidatif stress kaynaklı olduğu ve karnozik asidin radikal süpürücü özelliği ile koruma sağladığı görülmüştür. DEHP and BPA, the main components of plastic products, are the important endocrine-disrupting chemicals which can mimic or disrupt the actions of estrogen by inhibiting normal functions of the body. Because of this widespread usage of DEHP and BPA, not only alone exposure but also combined exposure is considered as an important issue. Nowadays, researches are increased related to the effects on neurological functions instead of endocrine disrupting effects. This study aims to investigate combined exposure of DEHP and BPA and the possible protective effect of carnosic acid as an antioxidant. In this study, C-57BL/6 mice aged 16 weeks (25 g to 35 g of body weight) were randomly divided into 15 groups (6 mice/group) as BPA (16, 5, 1.6 mg/kg), DEHP (16, 5, 1.6 mg/kg), 20 mg/kg CA, BPA+DEHP (16, 5, 1.6 mg/kg) and BPA+DEHP+20 mg/kg CA (16, 5, 1.6 mg/kg). Chemical exposure was assessed for subacute toxicity and application was made for 28 days by oral gavage. The animals were sacrificed 24 h after the last administration. Before and after drug administration passive avoidance and accelerated rotarod tests were conducted to examine the effects on behavior. And also, level of MDA, GSH-Px, CAT and SOD activities in the cortex were analyzed. Then Bcl-2, Bax, BACE and p-tau levels in the cortex were detected by western blot. There was not observed any change in passive avoidance and rotarod tests. The SOD activity of all dosage of BPA+DEHP and BPA+DEHP+20CA significantly decreased according to control. In CAT activity, while combined administration of 5 and 16 BPA+DEHP significantly increased as compared with control, combined administration of 1.6 and 16 BPA+DEHP+20CA significantly decreased as compared with 16 BPA and 1.6 DEHP. The same changes were observed in GSH-Px activity levels of BPA+DEHP+20CA and BPA+DEHP groups like CAT activity. Although there were no significant changes observed in BPA and DEHP groups, combined administration of BPA+DEHP caused a significant decrease in MDA levels according to control. While Bcl-2 and Bax levels were significantly increased at combined administration of BPA+DEHP, addition of CA to BPA+DEHP combination caused significantly decrease as compared to BPA+DEHP administration. Although the level of BACE enzyme expression significantly increased in combined administration of BPA+DEHP, BACE levels were significantly decreased in the combined administration of BPA+DEHP+20CA. However, there was an opposite effect between dose and response. And also, in our studies, no relevance was observed in the caspase-3, APP and amyloid beta tests. While p-tau levels of BPA+DEHP groups were significantly lower than other groups, p-tau levels of BPA+DEHP+20CA groups significantly increased compared to combined administration of BPA+DEHP groups. In conclusion, when BPA and DEHP used together, they damaged the cortex in terms of neurodegeneration by oxidative stress and also carnosic acid has been shown protection by radical scavenging properties. 117
- Published
- 2018
43. Investigation of mechanisms of chemically-induced breast cancer as targets for anticancer drugs
- Author
-
İnce, Elif, Gürer Orhan, Hande, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, and Farmasötik Toksikoloji Anabilim Dalı
- Subjects
Drug targeting ,ER Antagonizması ,Estrogens ,Melatonin Analogues ,Aromatase ,CYP1B1 İnhibisyonu ,Aromatase İnhibitor ,Pharmacy and Pharmacology ,Neoplasms ,Antineoplastic agents ,Genes-CYP 1B1 ,Breast Cancer ,Meme Kanseri ,ER Antagonist ,Eczacılık ve Farmakoloji ,Breast neoplasms ,Neoplasms-experimental ,Aromataz İnhibisyonu ,Inhibition ,Melatonin ,Sentetik Melatonin Analogları ,CYP1B1 İnhibitor - Abstract
Meme kanseri, dünyada görülme sıklığı hızla artan ve kadınlarda kanserden ölüm nedenleri arasında ikinci sırada yer alan bir kanser türüdür. Endojen östrojenlerin ve eksojen östrojenik bileşiklerin bazılarının hem reseptör aracılığıyla hücre proliferasyonunu arttırarak, hem de metabolizmaları sonucu oluşan reaktif kinon metabolitlerinin DNA'ya bağlanmasıyla kanserin oluşum ve gelişimine katkıda bulunduğu bildirilmektedir. Endojen bir hormon olan melatoninin hormon-ilişkili meme kanserinde östrojen reseptörü aracılıklı etkileri değiştirdiği ve dokularda lokal östrojen sentezini inhibe ettiği bilinmektedir. Meme kanserinin önlenmesi ve tedavisinde destekleyici ajan olarak kullanımının diğer ilaçların etkinliğini artırdığı ve yan etkilerini azalttığı gösterilmiştir. Ancak melatoninin yarılanma ömrünün kısa oluşu ve oral biyoyararlanımının düşük oluşu ilaç olarak kullanımını kısıtladığı için bu tez çalışmasında bazı indol türevi melatonin analoglarının benzer etkinliklerinin test edilmesi düşünülmüştür. Tez çalışması kapsamında 1-etilindol, 5-metoksiindol-3-aldehit hidrazon ve 2-metilindol yapısındaki melatonin analoğu bileşiklerin kimyasallarla indüklenen meme kanserinin oluşumunda rol oynayan hedefler üzerine etkileri araştırılmıştır. Bu hedefler, östrojenik bileşiklerin bağlanması ile hücre proliferasyonunu artıran östrojen reseptörü, lokal östrojen sentezini katalize eden aromataz enzimi ve östrojen ya da kimyasalları genotoksik metabolitlere dönüştüren CYP1B1 enzimidir. Türevlerin sırasıyla potansiyel östrojen reseptör antagonisti, aromataz inhibitörü ve CYP1B1 inhibitörü etkileri araştırılmıştır. Ayrıca hem insan sağlıklı meme epiteli hücre hattı (MCF-10A), hem de ER+ (MCF-7 BUS) ve üçlü negatif (MDA-MB-231) insan meme kanseri hücre hatları üzerindeki kısa ve uzun süreli sitotoksik etkileri de değerlendirilmiştir. Maddelerden bazılarının ER antagonizması, aromataz inhibisyonu veya CYP1B1 inhibisyonu yönünde etkileri olduğu, bazılarının ise birden fazla hedefte etkileri olduğu görülmüştür. Etkili bazı türevlerin sağlıklı meme hücrelerinde sitotoksisite göstermezken meme kanseri hücrelerinde sitotoksisite göstermeleri ve özellikle uzun süreli maruziyet ile hücrelerin koloni oluşumunu tamamen engellemiş olmaları ilaç adayı olabilecekleri yönünde umut vericidir. Bazılarının MCF-7 BUS hücrelerindeki sitotoksik etkilerinin MDA-MB-231 hücre hattına kıyasla daha güçlü bulunması sitotoksik etkilerinin hormon-ilişkili olabileceğini, bazılarında hücreler arasında etki farkı gözlenmemesi ise sitotoksik etkilerinin temelinde test edilen hedeflerin dışında mekanizmaların da rol oynadığını düşündürmektedir. Sonuç olarak indol türevi melatonin analoglarından bazılarının belirlenen üç farklı hedef üzerinde melatoninden daha etkili oldukları bulunmuştur. Bununla birlikte araştırılan hedefler üzerinde etkili olduğu bulunan bileşikler, etki güçleri bakımından mevcut tedavi ajanlarına alternatif olabilecek üstünlükte bulunmamıştır. Bu nedenlerle sözkonusu bileşiklerin meme kanserinin önlenmesinde kemopreventif ve/veya tedavi etkinliğini güçlendirerek yan etkileri azaltmaya aday adjuvan ajan olabilecekleri düşünülmektedir. Tez çalışmasında ortaya konan yapı-aktivite ilişkileri, var olan ilaçlardan daha güçlü yeni ilaç adaylarının geliştirilmesine olanak sağlayabilecektir. Bu tezde klinik öncesi ilaç keşif çalışmaları kapsamında yer alan hedef belirleme, etki belirleme/ölçme yöntemi seçimi ve validasyonu, orta/hızlı çıktılı tarama, moleküler modelleme ile öngörüsel veri elde etme ile in vitro etkinlik ve toksisite testlerini kapsayan bütüncül bir yaklaşım kullanılarak hit/öncü-molekül belirlenmesi amaçlanmış ve gerçekleştirilmiştir., Breast cancer is the second cause of death among female cancers and its incidence is increasing rapidly all over the world. It was reported that endogen estrogens and xenoestrogens play a role in the initiation and progression of breast cancer via two complementary pathways; by increasing cell proliferation via binding to estrogen receptor and by inducing oxidative DNA damage as a result of metabolism of estrogens to their reactive quinone metabolites. Melatonin, a natural indolic hormone, is known to be beneficial in breast cancer via modulation of estrogen receptor mediated effects and via inhibiting local biosynthesis of estrogens by aromatase inhibition. Furthermore melatonin is reported to play a role as a potent adjuvant agent to increase effectiveness and to reduce side effects of the conventional breast cancer therapy. However short half-life and low bioavailibility of melatonin limit its therapeutic use. Therefore the present thesis is aimed to investigate the potential effects of melatonin analogues on the selected targets that are involved in the chemical-induced breast carcinogenesis. Our selected target proteins were are estrogen receptor, aromatase and CYP1B1 enzymes. The inhibitory activies of the compounds on estrogen induced cell proliferation as a consequence of their ER antagonist effects were investigated. Inhibitory effects of the compounds on both aromatase, enzyme responsible for local estrogen biosynthesis, and CYP1B1, enzyme catalysing biotransformation of chemicals/estrogens to their reactive metabolites, were investigated. Furthermore short-term and long-term cytotoxicity of the compounds were evaluted in both non-tumorigenic breast epithelial cell line (MCF-10A) and two different breast cancer cell lines (MCF-7 BUS and MDA-MB231). We found that some of the compounds have ER antagonist, aromatase inhibitor and/or CYP1B1 inhibitory activitiy; some of them were effective against more than one target. Some of the compounds that were found to be effective on selected targets caused cytotoxicity on human breast cancer cell lines without having cytotoxic effect on non-tumorogenic breast cancer cell line which indicates that these molecules can be promising candidates for breast cancer therapy without causing harm to the healthy cells. Some of the tested indol derivatives were found to inhibit formation of colonies dramatically in long term cytotoxicity studies in MCF-7 cells which suggests an important role for them as novel drug candidates. It was also found that some compounds are more cytotoxic to ER + (MCF-7 BUS) cells than ER-(MDA-MB-231) breast cancer cells implying the hormon related mode of action of their cytotoxic activity. On the other hand for some compounds, there were no differences between their cytotoxic effects on ER+ or ER- cell lines suggesting that off-target mechanisms may be involved in their cytotoxicity. Although effective compounds are not as potent as current therapy agents, they were much more effective than their parent compound, melatonin, on all three selected targets. We suggest that these compounds could be promising candidates with lower side-effects in the prevention and treatment of breast cancer as an adjuvant therapeutical agent. The structure-activity relationships obtained from this study may provide data for further studies to develope more potent molecules and alternatives to current therapies. In the present thesis, target identification, selection and validation of method, medium/high throughput screening on selected target, molecular modelling studies to provide predictive data, early phases of the efficacy and toxicity determination were conducted to identify a hit/lead among tested indole derivative melatonin analogs as in the preclinical stages of drug discovery studies.
- Published
- 2018
44. Prenatal bisfenol a ve/veya di-2-etil hekzil ftalat maruziyetinin nöroendokrin bozucu etkilerinin değerlendirilmesi
- Author
-
Yirün, Anil, Gümüşel, Belma, Erkekoğlu, Ülfet Pınar, and Farmasötik Toksikoloji Anabilim Dalı
- Subjects
Bisphenol A ,Phthalates ,Pharmacy and Pharmacology ,Neurosecretory systems ,Oxidative stress ,Prenatal diagnosis ,Eczacılık ve Farmakoloji - Abstract
Bisfenol A (BPA) ve di-2-etil hekzil ftalat (DEHP) çevrede oldukça yaygın olarak bulunan ve endokrin bozucu özellikleri oldukları bilinen kimyasal maddelerdir. Son yıllarda, bu kimyasal maddelere teması bilişsel eksiklikler, yavaş nörogelişim, agresyon ve depresyon insidansında artış, hiperaktivite ve dikkat sorunlarını ilişkilendiren çalışmalar yapılmıştır. Özellikle anne karnındaki maruziyet ile çocukluk dönemindeki maruziyetin etkilerinin çok daha önemli olabileceği ve ciddi sonuçlara yol açabileceği üzerinde durulmaktadır. Ayrıca, gözlenen belirtiler çoğunlukla birden fazla mekanizmanın birlikte etkilenmesiyle ortaya çıkabilir ve özellikle karışım halinde endokrin bozucu kimyasal maddeler (EBK'ler)'e maruziyet sonucunda daha belirgin etkiler oluşabileceği öngörülebilir. Bu tez çalışmasında prenatal ve erken postnatal (laktasyon) dönemde BPA ve/veya DEHP'e maruziyetin (tekli maruziyet ve kontrol grubuna kıyasla) santral sinir sistemi ve nöroendokrin sistem üzerindeki toksik etkileri değerlendirilmiştir. Sprague-Dawley türü gebe sıçanlar kontrol, BPA (50 mg/kg/gün), DEHP (30 mg/kg/gün), BPA ve DEHP (BPA;50 mg/kg/gün, DEHP; 30 mg/kg/gün) olmak üzere dört gruba ayrılmış; gebelik ve laktasyon döneminde oral gavaj yolu ile dozlanmışlardır. Dozlama yapılan gebelerin doğan erkek yavruları randomize olarak seçilmiş; erişkin döneme (12.hafta) ulaştıklarında beyin dokusunda serebrum bölgesindeki nörotransmitter sistemler üzerindeki etkileri ve hipokampus bölgesindeki histopatolojik değişiklikler ve apoptoz oluşumu değerlendirilmiştir. Ayrıca, bu istenmeyen etkilere neden olabilecek mekanizmalardan biri olarak oksidatif stres oluşumu değerlendirilmiştir. Elde edilen bulgular EBK'lere prenatal ve neonatal dönemde maruziyetin beyindeki nörotransmitter sistemler üzerinde dengesizliğe yol açtığını göstermektedir. Ayrıca BPA ve/veya DEHP'e maruziyetin hipokampus bölgesinde apoptoza ve histopatolojik değişimlere neden olduğu belirlenmiştir. Özellikle kombine maruziyetin etkilerinin çok daha belirgin olduğu saptanmıştır. Çalışma gruplarında oksidatif stres oluşumunun da indüklendiği görülmüştür. Bu bulgular, oksidatif stresin EBK'lerin nörogelişimsel etkilerinin altında yatan mekanizmalardan biri olduğunu düşündürmektedir. Tüm sonuçlar, prenatal ve laktasyon döneminde BPA ve/veya DEHP maruziyetinin erkek sıçan yavrularında santral sinir sistemi ve nöroendokrin sistem üzerindeki ters etkilerine işaret etmektedir. Bisphenol A (BPA) and di(2-ethylhexyl) phthalate (DEHP) are chemical substances that are widely present in the environment and known to have endocine disrupting properties. In the recent years, studies have been conducted showing the exposure to this chemical is related to cognitive deficits, slow neurodevelopment, increases in the incidences of aggression and depression, hyperactivity and attention problems. It can be emphasized that the effects of maternal and childhood exposure may be of particular interest and lead to serious consequences. In addition symptoms are often the consequences of multiple mechanisms being affected together, and it can be anticipated that symptoms may be more significant, particularly as a result of exposure to endorcrine disrupting chemicals (EDCs) as mixtures. In this thesis, toxic effects of prenatal and lactational exposure to BPA and DEHP mixture (vs. single exposures and vs. control group) on central nervous system and neuroendocrine system have been evaluated. Pregnant Sprague-Dawley rats were divided into four groups as control, BPA (50 mg/kg/day), DEHP (30 mg/kg/day) and BPA plus DEHP (BPA;50 mg/kg/day, DEHP; 30 mg/kg/day) and dosed by oral gavage during pregnancy and lactation periods. The male offspring of born from those rats were chosen randomly and assessed for the effects on the neurotransmitter systems in the cerebrum region, the histopathologic changes and apoptosis formation in the hippocampus region when they reach to adulthood (twelfth week). In addition, the occurrence of oxidative stress was evaluated as one of the mechanisms that could be an underlying factor for these harmful effects. The findings showed that prenatal and neonatal exposure to EDCs led to imbalance of neurotransmitter systems. It was also detected that exposure to BPA and/or DEHP caused apoptosis and histopathologic changes in the hippocampus. In particular, the effects of combined exposures were found to be more significant. Oxidative stress was also induced in the study groups. Therefore, it can be suggested that oxidative stress can be considered as one of the underlying mechanisms for neurodevelopmental effects of EDCs. All results indicate adverse effects of prenatal and lactational exposure to BPA and/or DEHP on the central nervous system and neuroendocrine system in male rat offspring. 153
- Published
- 2018
45. Kaynak işçilerinde mesleki maruziyete bağlı olası oksidatif stres göstergelerindeki değişikliklerin incelenmesi
- Author
-
Tokaç , Dilek, Başaran, Ayşe Nurşen, Aydın Dilsiz, Sevtap, Farmasötik Toksikoloji Anabilim Dalı, Başaran , Nurşen, Aydın , Sevtap, and Farmasötik Toksikoloji
- Subjects
Oksidatif stres ,Toxicity ,Kaynak işçisi ,Occupational exposure ,Pharmacy and Pharmacology ,Welding business ,Oxidative stress ,Smoke ,Occupational diseases ,Kaynak dumanı ,Toksisite ,Eczacılık ve Farmakoloji ,Workers ,Mesleki toksikoloji - Abstract
In recent years, the welding, which is an easier and faster technique than the mechanical methods in cutting and joining metals, is widely used by the manufacturers and repairers. The main potential hazards in welding are; the pollution of the workplace air (gas and fumes), electromagnetic radiation, electricity, noise, fire and explosion, as well as the exposure of welding fumes, is a problem in the workplace environment. It has been shown that welders are exposed to mainly hazardous metals and gases during welding. In welders, a strong relation has been observed with exposure to gases released during welding process and health problems such as bronchitis, wheezing, impaired pulmonary function, chronic obstructive pulmonary disease, metal smoke fever, lung cancer, neurotoxicity. Also there are studies showing that occupational exposure may have adverse effects on the skin, eyes, kidney and reproductive system in welders. The inhalation of metal compounds and gases may produce free radicals in welders and cause oxidative damage. It is suggested that adverse effects of welding fume has been resulted from the oxidative damage. In this thesis, the biomarkers of oxidative damage due to occupational exposure in welders was investigated and the results were compared with their healthy controls. Glutathione peroxidase, catalase, superoxide dismutase activities and glutathione level in welders were found to be statistically significant lower, whereas glutathione reductase activity, malondialdehyde, and 8-hydroxi-2-deoxyguanosine levels were found to be statistically significant higher than the controls. The amelioration of oxidative stress biomarkers seen in welders may be helpful in preventing the diseases to be occured in the future. Son yıllarda metallerin kesilmesi ve birleştirilmesi işlemlerinde mekanik yöntemlere oranla daha kolay ve hızlı bir teknik olan kaynak yöntemi, imalatçılar ve tamirciler tarafından yaygın olarak kullanılmaktadır. Kaynakçılıktaki temel olası tehlikeler, iş yeri ortam havasının kirliliği (gaz ve dumanlar), elektromanyetik radyasyon, elektrik, gürültü, yangın ve patlama olmakla birlikte kaynak gazına maruziyet, önemli bir sorundur. Kaynakçıların kaynak dumanı yoluyla, toksik metallere ve gazlara maruz kaldıkları gösterilmiştir. Kaynak işçilerinde görülen bronşit, hırıltılı solunum, bozulmuş pulmoner fonksiyon, kronik obstrüktif akciğer hastalığı, metal duman ateşi, akciğer kanseri, nörotoksisite gibi sağlık sorunları ile kaynak işlemi sırasında açığa çıkan kaynak dumanı maruziyeti arasında ilişki olduğu gözlenmiştir. Ayrıca kaynak işçilerindeki mesleki maruziyetin deri, göz, böbrek, üreme sistemi üzerine de olumsuz etkileri olabileceğine dair çalışma sonuçları bulunmaktadır. Metal bileşiklerinin ve gazların inhalasyonu serbest radikal oluşumuna ve kaynak işçilerinde oksidatif hasara neden olabilmektedir. Sağlık üzerindeki olumsuz etkilerin bu oksidan hasardan kaynaklanabileceği iddia edilmektedir. Bu tez çalışmasında kaynak işçilerinde mesleki maruziyet sonucu oluşan oksidatif hasar biyogöstergelerinde oluşabilecek değişiklikler incelenmiş ve sonuçlar sağlıklı bireyler ile karşılaştırılmıştır. Kaynak işçilerinde kontrollere kıyasla glutatyon peroksidaz, katalaz, süperoksit dismutaz aktiviteleri ve glutatyon düzeyi istatistikel anlamlı düşük, oysa glutatyon redüktaz aktivitesi, malondialdehit ve 8-hidroksi-2-deoksiguanozin düzeyleri ise istatistikel anlamlı yüksek bulunmuştur. Kaynak işçilerinde görülen oksidatif stres göstergelerinin düzeltilmesi ileride gelişebilecek hastalıkların önlenmesi açısından yararlı olabilecektir.
- Published
- 2018
46. Toxicological evaluation of the interaction between circadian rhythm activators and general anesthetics
- Author
-
Kelleci, Feyza, Aydın, Ahmet, Hamitoğlu, Muhammed, and Farmasötik Toksikoloji Anabilim Dalı
- Subjects
Toxicity ,Genes ,Isoflurane ,Pharmacy and Pharmacology ,Circadian rhythm ,Eczacılık ve Farmakoloji ,Toxicity tests ,Toxicology ,Anesthetics - Abstract
Sirkadiyen ritim yaklaşık olarak 24 saat sürer ve ana olarak 4 gen/proteinden oluşmaktadır; Circadian Locomotor Output Cycle Clock (Clock), Brain-Muscle-Arnt-Like protein-1 (Bmal1), Cryptochrome (Cry) ve Period (Per). Bir çok patolojinin, hastalığın ve genel anestezikler de dahil olmak üzere kullanılan ilaçların sirkadiyen ritimin işleyişinden sorumlu olan gen/proteinlerin regülasyonunda değişime sebep olduğu düşünülmektedir. Ayrıca sirkadiyen gen/proteinlerinin aktivasyonu ya da inhibisyonunun anestezik ajanlardan kaynaklı oksidatif stresin azaltılmasına katkıda bulunabileceği bildirilmektedir. Bu tez çalışmasında Cry' un sentetik aktivatörü, KL001' in izofluran ile kombinasyon tedavisinin etkisi araştırıldı. 24 fare her grupta 6 hayvan olacak şekilde 4 gruba ayrıldı; kontrol, KL001, izofluran artı izofluran ve KL001 grubu. Hayvanlar izofluran' a 4 saat boyunca maruz bırakıldı ve KL001 gece saatlerinde 100 mg/kg olarak uygulandı. Karaciğer, böbrek, beyin ve eritrositte Cry düzeyleri ve oksidatif stres parametrelerinden malondialdehit (MDA) seviyesi, süperoksit dismutaz (SOD), katalaz (CAT), ve glutatyon peroksidaz (GSH-Px) aktiviteleri incelendi. İzofluran grubunda eritrosit ve karaciğerde MDA düzeyinde azalma, karaciğer ve beyinde GSH-Px aktivitesinde artış, eritrosit, böbrek ve beyinde SOD aktivitesinde artış, karaciğerde CAT aktivitesinde azalma saptandı. Bulgularımıza göre izofluran beyinde oksidatif stres parametrelerini önemli ölçüde değiştirdi. Ayrıca izofluran grubunda plazma, karaciğer ve beyinde azalmış Cry seviyesi bulundu. KL001 uygulaması ile izofluran ile indüklenen düşük Cry seviyesinin arttığı ve izofluran ile indüklenen oksidatif stresin de azaldığı saptandı. Sonuç olarak verilerimiz Cry düzeyini sentetik bir aktivatör ile tetikleyerek veya günün belli saatlerine göre ilaç uygulamasını düzenleyerek izofluran ve diğer anestetik ajanların meydana getirdiği oksidatif stresi azaltabileceğimizi gösterdi. Özellikle sabahın erken saatlerinde KL001 izofluran kaynaklı oksidatif strese karşı koruyucu olabilmektedir. Daha ileri araştırmalarda Clock, Bmal1 ve Per gen/proteinlerinin anestetik ajanların toksisitesi üzerine etkileri de incelenmelidir. Anestezik kaynaklı toksisiteyi azaltmak için günün hangi saatinde ameliyatların yapılacağı belirlenebilir. The circadian rhythm lasts about 24 hours and is constituted by 4 main genes/proteins; Circadian Locomotor Output Cycle Clock (Clock), Brain-Muscle-Arnt-Like protein-1 (Bmal1), Cryptochrome (Cry) and Period (Per). Many pathologies, diseases, and medications including general anesthetic agents are thought to cause a change in these genes/proteins. On the other hand the activation or inhibition of the genes/proteins can contribute to the reduction of the oxidative stress potential of anesthetic agents. We investigated the effect of combination therapy of KL001 with isoflurane. Twenty-four mice were randomly divided into 4 groups of 6 animals each as a control, KL001, isoflurane and KL001 plus isoflurane group. Animals were exposed to isoflurane for 4 hours and KL001 was administered of 100 mg/kg at night hours. The Cry levels and oxidative stress parameters including malondialdehyde (MDA) level and superoxide dismutase (SOD), catalase (CAT), glutathione peroxidase (GSH-Px) activities were investigated in liver, kidney, brain, and erythrocyte. Our results showed decreased MDA level in erythrocyte and liver, increased GSH-Px activity in liver and brain, increased SOD activity in erythrocyte, kidney, and brain, decreased CAT activity in liver in isoflurane group. According to our findings, isoflurane changed the oxidative stress parameters remarkably in brain. We also found a decrease of Cry level in the plasma, liver, and brain in isoflurane group. KL001 increased Cry level inhibited by isoflurane and decreased the isoflurane-induced oxidative stress. In conclusion, our data indicated that we can reduce the potential oxidative stress of isoflurane or other anesthetic agents by triggering the Cry level with a synthetic activator or by arranging drug administration time at certain period of the day. Especially in early hours of the morning, KL001 may be protective against isoflurane-induced oxidative stress. In further research, the effects of Per, Clock, and Bmal1 on anesthetic agents toxicity can also be investigated. It can be determined at which time the operations are performed to create the least toxicity. 143
- Published
- 2018
47. Evaluation of oxysterol levels in silicosis patients
- Author
-
Aksu, Neslihan, Sabuncuoğlu, Suna, Farmasötik Toksikoloji Anabilim Dalı, and Eczacılık Temel Bilimleri
- Subjects
Silikozis ,Sphingolipids ,Oksisterol ,Lipid peroxidation ,Silicosis ,Oxysterols ,Occupational exposure ,S1P ,Sphingosine 1-phosphate ,Lipit peroksidasyonu ,Pharmacy and Pharmacology ,Occupational diseases ,Mesleki hastalık ,Eczacılık ve Farmakoloji ,Condensed silica fume - Abstract
Silicosis is a chronic inflammatory occupational disease that causes permanent and progressive damage to the lungs resulting from prolonged inhalation of silica (SiO2) particles. A significant number of silicosis cases are diagnosed each year in Turkey. Oxysterols consist of the oxidation of cholesterol. Oxysterols take place two different routes, enzymatic and non-enzymatic. Oxysterol derivatives that form with non-enzymatic (auto-oxidation) pathway have been shown to be associated with many pathological conditions and for this reason it can be used as a biomarker. The aim of this thesis is to evaluate oxysterol levels which are formed by auto-oxidation pathway in silicosis patients; determination of sphingosine- 1-phosphate (S1P) levels which is a sphingolipid metabolite. In addition to these parameters, it is aimed to determine the possible lipid peroxidation by different parameters. For this purpose, oxysterol derivatives (7-ketocolesterol (7-KC), 3β, 5α, 6β trihydroxycholesterol (triol), lipid peroxidation parametrs (malondialdehyde (MDA), F2-isoprostan (F2-iP) and hydroxynonenal (HNE) and S1P levels were measured. In the control group, 7-KC and triol levels were measured as 20,26±1,38 ng/ml and 13,83±1,75 ng/ml, respectively, while in the patient group, 40,61±2,07 ng/ml and 16,15±2.22 ng/ml (p
- Published
- 2018
48. Sentetik kannabinoid cumyl-cybınaca' nın in vitro metabolizmasının belirlenmesi
- Author
-
Erol Öztürk, Yeter, Yurdun, Türkan, and Farmasötik Toksikoloji Anabilim Dalı
- Subjects
Narcotics ,Mass spectrometry ,Cannabinoids ,Chromatography-high pressure-liquid ,Forensic Medicine ,Urinalysis ,Biochemistry ,Metabolism ,Adli Tıp ,Pharmacy and Pharmacology ,Biyokimya ,Metabolites ,Eczacılık ve Farmakoloji ,Microsomes-liver - Abstract
CUMYL-CYBINACA, Mayıs 2016'da Adli Tıp Kurumu İstanbul Narkotik Şubesi'nde bitkisel örneklerde tespit edilmiş yeni bir sentetik kannabinoiddir (SK). Yeni SK'ler rutin analizlerde tespit edilemediğinden bu maddelerin tespit edilmesi için analitik metot geliştirilmesi gerekmektedir. Bu çalışma insan karaciğer mikrozomlarında (HLM) maddenin metabolizmasının incelenmesi ve bu sonuçların gerçek idrar örnekleriyle (n=80) teyit edilmesi ile CUMYL-CYBINACA (SGT-78, CUMYL-4CN-BINACA) maddesinin idrardaki hedef metabolitlerinin tanımlanmasını amaçlamaktadır.Bu çalışmada 5 µM CUMYL-CYBINACA HLM'ler ile 3 saat boyunca inkübe edilmiş ve likit kromatografi yüksek rezolüsyonlu kütle spektrometresi (LC-HRMS) ve özel yazılımlar kullanılarak metabolitler tanımlanmıştır.Bu çalışmada monohidroksilasyon, dealkilasyon, oksidatif desiyanasyon (aldehid), alkol ve karboksilik asit oluşumu, glukuronidasyon ve bu reaksiyonların kombinasyonları ile oluşan 18 metabolit tanımlanmıştır. CUMYL-CYBINACA N-bütanoik asit (M16) HLM'de en baskın metabolit olarak tanımlanmıştır. İdrar örneklerinde CUMYL-CYBINACA tespit edilmemiştir; β-glukuronidaz hidrolizinden sonra CUMYL-CYBINACA N-bütanoik asit (M16) idrarda en baskın metabolit olarak tanımlanmıştır. Bu sonuçlara dayanarak M16 (CUMYL-CYBINACA N-bütanoik asit), M8 ve M11(hidroksikümil CUMYL-CYBINACA) metabolitlerini CUMYL-CYBINACA alımının idrarda tespiti için hedef metabolitler olarak önermekteyiz. CUMYL-CYBINACA is a recently introduced synthetic cannabinoid (SC) that was detected in herbal incense seized by of the Council of Forensic Medicine Istanbul Narcotics Department in May 2016 in Turkey. Recently introduced SCs are not detected in routine analysis; therefore, analytical methods to measure these compounds are in demand. The present study aims to identify urinary marker metabolites of CUMYL-CYBINACA (SGT-78, CUMYL-4CN-BINACA) by investigating its metabolism in human liver microsomes (HLMs) and to confirm the results in authentic urine samples (n=80).In this study, 5 µM CUMYL-CYBINACA was incubated with HLMs for up to 3 h, and metabolites were identified using liquid chromatography high-resolution mass spectrometry (LC-HRMS).Eighteen metabolites were identified formed via monohydroxylation, dealkylation, oxidative decyanation (aldehyde), alcohol and carboxylic acid formation, glucuronidation or reaction combinations. CUMYL-CYBINACA N-butanoic acid (M16) was found to be major metabolite in HLMs. In urine samples CUMYL-CYBINACA was not detected; CUMYL-CYBINACA N-butanoic acid (M16) was major metabolite in urine after β-glucuronidase hydrolysis. Based on these findings, we recommend using M16 (CUMYL-CYBINACA N-butanoic acid), M8 and M11 (hydroxylcumyl CUMYL-CYBINACA) as urinary marker metabolites to detect CUMYL-CYBINACA intake. 100
- Published
- 2018
49. Zonisamidin reprodüktif toksisitesinin erkek sıçanlarda değerlendirilmesi
- Author
-
Karaduman, Abdullah Burak, Ilgın, Sinem, and Farmasötik Toksikoloji Anabilim Dalı
- Subjects
Toxicity ,Pharmacy and Pharmacology ,Oxidative stress ,Zonisamide ,Testis ,Animal experimentation ,Eczacılık ve Farmakoloji ,Toxicity tests ,Reproductive hormones ,Spermatozoa ,Rats - Abstract
Epilepsi tedavisinde sıklıkla reçete edilen antiepileptik ilaç olarak zonisamidin (ZNS) erkeklerde seksüel fonksiyon bozukluklarına neden olduğu rapor edilmekle birlikte erkek reprodüktif sistem üzerine toksik etkilerinin değerlendirildiği az sayıda çalışma bulunmaktadır. Bu doğrultuda tez çalışması kapsamında sıçanlara 25, 50 ve 100 mg/kg/gün ZNS'nin tekrarlayan dozlarda 28 gün süreyle oral olarak uygulanmasıyla ajanın reprodüktif toksik etkilerinin değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Bu amaç doğrultusunda sıçanlarda sperm konsantrasyonu, motilitesi, morfolojisi ve DNA hasarı belirlenmiş ve testisler histolojik olarak incelenmiştir. Ayrıca folikül stimüle edici hormon (FSH), luteinleştirici hormon (LH) ve testosteron seviyeleri gibi reprodüktif fonksiyonların regülasyonunda rol oynayan hormonlar ile reprodüktif patolojilerde rol oynayan oksidatif stresin biyogöstergeleri olarak testis dokusunda glutatyon (GSH), katalaz (KAT), süperoksit dismutaz (SOD) ve MDA seviyeleri belirlenmiştir.Sonuçlara göre kontrol grubu ile karşılaştırıldığında 50 ve 100 mg/kg ZNS uygulanan gruplarda sperm konsantrasyonu, motilitesi ve normal sperm morfolojisinde azalma ve testiküler dokuda patolojik bulgular tespit edilmiştir. 50 ve 100 mg/kg ZNS uygulanan grupta kontrol grubuna göre serum LH ve testosteron seviyelerinin azaldığı belirlenmiştir. Ayrıca 50 ve 100 mg/kg ZNS uygulanan gruplarda testis KAT seviyeleri azalırken MDA seviyelerinin artması testis dokusunda ZNS ile indüklenen oksidatif stresin bulguları olarak değerlendirilmiştir. Sonuç olarak, tekrarlayan farmakolojik dozlarda ZNS uygulaması ile sıçanlarda reprodüktif toksik etkilerin indüklendiği ve gözlenen bu patolojiye hormon seviyesindeki değişikliklerin ve testiküler oksidatif stresin eşlik ettiği tespit edilmiştir.Anahtar Sözcükler: Zonisamid, Sperm parametreleri, Testiküler histoloji,Reprodüktif hormon seviyeleri, Oksidatif stres Although there are reports that Zonisamide (ZNS), a frequently prescribed antiepileptic drug in the treatment of epilepsy, cause sexual dysfunction in men, there are limited number of studies investigating its reproductive toxicity. In the scope of this thesis study, it was aimed to assess the reproductive toxicity of the repeated oral administration of ZNS (25, 50 and 100 mg/kg/day for 28 days) in rats. For this purpose, sperm concentration, motility, morphology and DNA damage were determined in rats and testis were examined histopathologically. In addition, hormones that play a role in the regulation of reproductive functions, such as follicle-stimulating hormone (FSH), luteinizing hormone (LH), testosterone levels were determined and oxidative stress biomarkers that play a role in the reproductive pathologies such as glutathione (GSH), catalase (KAT), superoxide dismutase (SOD) and MDA levels were determined.According to the results, sperm concentration, motility and normal sperm morphology were decreased in 50 and 100 mg/kg ZNS-administered groups when compared with control group and pathological findings were determined in the testis tissues. Serum LH and testosterone levels were decreased in 50 and 100 mg/kg ZNS-administered groups when compared with control group. In addition, the decreases of testis KAT levels and the increases of MDA levels in 50 and 100 mg/kg ZNS-administered were evaluated as ZNS-induced oxidative stress findings in the testis tissue. In conclusion, it was determined that reproductive toxic effects were induced in rats by the administration of ZNS in repeated pharmacological doses and ZNS-induced pathology was accompanied by the changes of hormone levels and testicular oxidative stress.Evaluation of reproductive toxicity of zonisamide in male rats 60
- Published
- 2018
50. TNF-α enflamatuar sitokin gen polimorfizminin diyabet hastalığı gelişimi üzerine etkisinin araştırılması
- Author
-
Gürpinar, Emre Umut, Karakaya, Mahbube Asuman, and Farmasötik Toksikoloji Anabilim Dalı
- Subjects
Diabetes mellitus ,Diabetes mellitus-type 2 ,Pharmacy and Pharmacology ,Tumor necrosis factors ,Cytokines ,Tumor necrosis factor-alpha ,Eczacılık ve Farmakoloji ,Polymorphism-genetic - Abstract
Diabetes mellitus (DM) periferal sistemde insülin etkisizliği ya da insülin eksikliği nedeniyle oluşabilen kronik hiperglisemi ile karakterize metabolik bir hastalıktır ve karbonhidrat, yağ ve protein metabolizmasındaki sorunlara neden olmaktadır. Vücutta enflamasyona neden olan TNF-α enflamatuvar sitokinlerinde görülen genetik polimorfizmlerin Tip-2 diyabet gelişimini etkileyip etkilemediği ile ilgili farklı çalışmalar vardır. Bu nedenle bu tez çalışmasında TNF-α geninde görülen bu 4 genetik varyasyonun incelenmesi hedeflenmiştir. Bu bölgeler, TNF-α (-238), (-857), TNF-α (-863), TNF-α (-1031) bölgeleridir. Kontrol grubu olarak 50 sağlıklı kişi ve Tip-2 diyabetli 169 kişi hasta grubu olarak seçilmiştir. Elde edilen numunelere PCR ve RFLP protokolleri uygulanmış ve elde edilen sonuçlar SPSS kullanılarak istatistiksel analiz yapılmıştır. Diabetes Mellitus (DM) is a chronic hyperglycemic and metabolic illness which can occur due to lack of insulin in the body or ineffectiveness of insulin in the peripheral system and it causes problems in the metabolism of carbohydrates, fat and proteins. In the recent studies, there has been a controversy whether genetic polymorphism of TNF-α inflammatory cytokines which can cause inflammation in the body affects Type 2 diabetes' or not. That's why in this thesis study, we aimed to analyze 4 genetic variations in TNF-α gene. These genes are TNF-α (-238), (-857), TNF-α (-863), TNF-α (-1031). 50 healthy people are selected as control group and 169 people who has Type-2 diabetes are selected as patient group. PCR and RFLP protocols were applied to samples and statistical analysis was made by using SPSS. 105
- Published
- 2018
Catalog
Discovery Service for Jio Institute Digital Library
For full access to our library's resources, please sign in.