Search

Background: Cancer has been one of the most significant health problems in recent years. Stomach cancer is the sixth most common type of cancer worldwide with 1.09 million new cases in 2020, according to data published by the WHO (World Health Organization). A significant decrease has occurred in the number of individuals diagnosed with stomach cancer following the identification of many foods that may increase the risk of developing the disease. In this study, the aim was to evaluate the trends and change points related to new cases and numbers of deaths related to stomach cancer.Material and methods: The aim of the study was to make a time-dependent evaluation of the decreasing trend for stomach cancer in Turkey. For this purpose, change points of stomach cancer were determined with Joinpoint Regression method. The data in the study were obtained between 1990–2016. Results: The trend changes for new cases and deaths in both women and men were found to be statistically significant between 1990–2016.For women, a decrease in new cases of 2.6% was determined, while for men the decrease was 2.4%.A significant 3.2% decrease was observed in the number of deaths for women during the same period with a decrease of 2.4% for men (for all p, Giriş: Kanser, son yılların en önemli sağlık sorunlarından biri olmuştur. Mide kanseri ise, WHO (Dünya Sağlık Örgütü) tarafından yayınlanan verilere göre 2020 yılında 1,09 milyon yeni vaka ile dünya genelinde en sık görülen altıncı kanser türüdür. Mide kanserine yakalanma riskini artırabilecek pek çok besinin belirlenmesinin ardından mide kanseri teşhisi konulan kişi sayısında önemli bir azalma meydana gelmiştir. Bu çalışmada mide kanserine bağlı yeni vaka ve ölüm sayılarının zamana ilişkin eğilimlerin ve değişim noktalarının değerlendirilmesi amaçlanmıştır.Gereç ve yöntem: Bu çalışmanın amacı, Türkiye'de mide kanserinde azalma eğiliminin zamana bağlı olarak değerlendirilmesidir. Bu amaçla Joinpoint Regresyon yöntemi ile mide kanserinin değişim noktaları belirlenmiştir. Çalışmadaki veriler 1990-2016 yılları arasında elde edilmiştir.Bulgular: 1990-2016 yılları arasında hem kadınlarda hem de erkeklerde yeni vaka ve ölümlerdeki eğilim değişiklikleri istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur. Kadınlarda yeni vakalarda %2,6, erkeklerde düşüş %2,4 olarak belirlenmiştir. Aynı dönemde kadınlarda ölüm sayısında %3,2'lik anlamlı bir düşüş gözlenirken, erkeklerde %2,4'lük bir düşüş gözlenmiştir (tümü için p

Aim: To evaluate the contribution of the apparent diffusion coefficient (ADC) to distinguish between the four clinical stages and pathological grading in patients with clear cell renal cell carcinoma (RCC) on 3T MRI. Methods: MRI of 93 patients with histopathological diagnosis of clear cell RCC were evaluated retrospectively. Clinical stage was evaluated according to American Joint Committee on Cancer and histopathological examination was evaluated according to the Fuhrman grading system. ADC values were compared for each clinical stage and pathological grade. Results: Clinical stages were I in 51 patients (54.8%), II in 14 patients (15%), III in 15 patients (16.1%), and IV in 13 patients (13.9%). The Fuhrman grade of the patients were I in 8 (8.6%) patients, II in 55 (59.1%) patients, III in 23 (24.7%) patients and IV in 7 (7.5%) patients. Clinical stage I and Fuhrman grade I had significantly higher ADC values than all groups (p

Amaç: Farklı malignitelerin tedavisinde kullanılan bir antitümör ilaç olan bleomisin ile ilişkili pulmoner toksisite, önemli bir sorundur ve bu toksisiteyi önleyecek molekülleri bulmak için çalışmalar devam etmektedir. Bu deneysel çalışmada, ratlarda, bleomisinle indüklenen akciğer fibrozisinde telmisartan ve tadalafilin etkinliğini araştırmayı amaçladık.Yöntemler: 32 erkek rat dört gruba ayrıldı: Kontrol grubu, Bleomisin grubu, Bleomisin+Tadalafil grubu, Bleomisin+Telmisartan grubu. Akciğer fibrozisi intratrakeal bleomisin uygulaması ile oluşturulurken aynı prosedür kontrol grubunda bleomisin yerine salin kullanılarak uygulandı. Tadalafil ve telmisartan gruplara göre 14 gün boyunca orogastrik kateter vasıtasıyla verildi. Doku MDA düzeyleri kalorimetrik yöntemler kullanılarak ölçüldü. Masson trikrom boyama uygulanarak histolojik değerlendirme yapıldı.Bulgular: Bleomisin+tadalafil ve bleomisin+telmisartan gruplarının fibrozis skorları bleomisin grubuna göre daha düşüktü. Gruplar arasında MDA düzeyleri açısından farklılık görülmedi.Sonuç: Tadalafil ve telmisartanın bleomisine bağlı artan fibrozis skorlarını düşürdüğü ve pulmoner toksisitenin birden fazla süreçle ilişkili olduğu ve önlenebilir olduğu kanısındayız., Aim: Pulmonary toxicity related to bleomycin, an antitumor drug used in the treatment of several malignancies, is a challenge, and studies to find out molecules to prevent it are ongoing. In this study, we aimed to investigate the effectiveness of telmisartan and tadalafil in an experimental rat model of bleomycin-induced lung fibrosis.Methods: A total of 32 male rats were divided into four groups: Control group, Bleomycin group, Bleomycin-plus-Tadalafil group and Bleomycin-plus-Telmisartan group. Lung fibrosis was achieved by intratracheal administration of bleomycin, and the same procedure was performed to the control group, but saline was substituted for bleomycin. Tadalafil and telmisartan were administered with an orogastric catheter for 14 days. Tissue malondialdehyde levels (MDA) were determined using colorimetric methods. Masson’s trichrome staining was used in the histological examination of the tissue samples.Results: The fibrosis scores of bleomycin-plus-tadalafil and bleomycin-plus-telmisartan groups were lower than that of the bleomycin group (P=0.007 and P=0.007, respectively). MDA levels did not differ among study groups.Conclusion: Tadalafil and telmisartan were found to decrease fibrosis scores, which were increased with bleomycin, concluding that pulmonary toxicity was related to multiple processes and preventable.

Objective: We planned to investigate the value of neutrophil-to-lymphocyte ratio (NLR) and platelet-to-lymphocyte ratio (PLR) in predicting prostate cancer (PCa). Materials and Methods: We enrolled 302 male patients who underwent prostate biopsy between January 2013 and June 2018. We recorded anthropometric indices, demographic parameters, physical examination, laboratory values, in addition to results of radiologic imaging and pathological examination. The patients were divided into two groups as patients with benign prostatic hyperplasia (BPH) and those with PCa. We investigated the association of NLR and PLR with histopathology. Results: The mean age of the patients was 66.2±8.2 years. Patients with prostate adenocarcinoma were older, had higher prostate-specific antigen (PSA) concentrations, neutrophil count, and had lower hemoglobin, platelet count and prostate volume (PV) compared to patients with BPH. Receiver operating characteristic analysis identified that NLR values above 2.43 indicated 1.68 fold (95% CI: 1.06-2.66; p=0.028) higher risk for prostate adenocarcinoma. NLR correlated positively with age, and PSA, negatively with hemoglobin and platelet count. NLR and PV were the independent predictors of biopsy histopathology. Conclusion: We demonstrated that NLR is independently associated with PCa in patients undergoing prostatic biopsy due to high PSA levels. Amaç: Prostat biyopsisi öncesinde nötrofil lenfosit oranı (NLR) ve trombosit lenfosit oranının (PLR) prostat kanserini öngörmede değerini araştırmayı planladık. Gereç ve Yöntem: Ocak 2013 - Haziran 2018 tarihleri arasında prostat biyopsisi yapılan 302 hasta çalışmaya alındı. Antropometrik veriler, demografik özellikler, fizik muayene bulguları, laboratuvar değerleri, radyolojik görüntüleme sonuçları ve patolojik sonuçlar kaydedildi. Hastalar patoloji sonuçlarına göre benign prostat hiperplazisi (BPH) ve prostat kanseri olarak 2 gruba ayrıldı. NLR ve PLR histopatoloji sonucuna etkisi istatistiksel olarak karşılaştırıldı. Bulgular: Hastaların yaş ortalaması 66,2±8,2 yıl idi. Gruplar arasında yaş, nötrofil, hemoglobin, platelet, NLR, prostat-spesifik antijen (PSA) ve prostat volümü açısından anlamlı fark bulundu. Alıcı işletim karakteristiği analizinde NLR 2,43 üzerinde olan hastalarda prostat kanseri görülme olasılığının BPH’ye göre 1,68 (%95 CI: 1,06-2,66; p=0,028) kat daha fazla olduğu izlendi. NLR ile yaş, nötrofil ve PSA arasında pozitif korelasyon, lenfosit, hemoglobin ve trombosit arasında negatif korelasyon saptandı. Çoklu analizde NLR ve PV’nin prostat kanseri için bağımsız belirteçler olduğu görüldü. Sonuç: PSA değerinin yüksek olması nedeniyle prostat biyopsisi yapılan hastalarda NLR’nin prostat kanseri ile bağımsız bir şekilde ilişkili olduğu gösterildi.

In this study m-poly(ethylene glycoldimethacrylate-vinyl imidazole) [m-poly(EGDMA–VIM)] microbeads were employed as adsorbent for reactive dye black 5.Temperature effects of reactive black 5, from aqueous solutions were studied byadsorption on m-poly(EGDMA-VIM). The m-poly(EGDMA-VIM) microbeads weresynthesized and characterized; their use as adsorbent of temperature effectswere investigated. The m-poly(EGDMA-VIM) microbeads were characterized byscanning electron microscope (SEM), fourier-transform infrared spectroscopy(FTIR) studies and swelling studies.In this study, the effects of temperature onadsorption were investigated. In this study, 4, 25, 45 and 65 degreetemperatures were studied.

In this study, Reactive Orange 16, which is a reactive dye, was investigated by using magnetic poly (DVB-VIM) to determine the effect of pH on adsorption. For this reason, the effect of pH on adsorption has been investigated in detail in pH: 2 and pH: 12. Magnetic poly (DVB-VIM) microbeads were characterized by scanning electron microscopy (SEM), fourier-transform infrared spectroscopy (FTIR) studies and swelling studies.

It was aimed to investigate the influence of washing cycle and fabric type on stretching (%), unrecovered elongation (%) and elastic recovery properties of plain knitted fabrics made of different ground yarn types having the same elastane ratio (%). For the plain knitted fabrics; Elastane ratio was kept constant as 5% for all fabric types whereas the ground yarns were selected as 70% polyester 30% cotton vortex yarn, 70% polyester 30%viscon ring yarn, 70% polyester 30%cotton ring yarn, 100%viscon vortex and 100% cotton ring spun yarns respectively. Knitted samples were objected to repeated laundering and flat dried after each washing cycle. Fabric weight (g/m2) after the washing cycles of 1, 5 and 10 were premeasured. Fryma fabric extensometer device was used for determining the stretching ratios (%), unrecovered elongation (%) and elastic recovery (%) of the samples both in wale and course way. Two-Way ANOVA was performed in order to investigate the influence of washing cycle and fabric type on stretching (%) and unrecovered elongation (%) properties of the elastane knitted fabrics.

WOS: 000435639400008 Leiomyomas are benign tumors originating from smooth muscle cells. Though most commonly reported in the uterus, they may also originate from the renal pelvis, urinary bladder, spermatic cord, epididymis, prostate, scrotum, or glans penis. However, location in the tunica albuginea is extremely rare. Herein, we will report a diagnosed leiomyoma located in the tunica albuginea in a 72-year-old patient.

Scrotal calcinosis is a rare benign course of the scrotum, usually accompanied by asymptomatic nodules. The nodules are of varying size and have no accompanying metabolic disorder. We prepared a case report of a 70-year-old male patient with painless nodules in the scrotum. Nodules were successfully removed with surgical excision. Pathology was reported consistent with scrotal calcinosis involving calcium deposits. Histologic studies have not yet fully understood the etiology of calcium accumulation in the nodules., Skrotal kalsinozis, skrotum cildinde yer alan, genellikle asemptomatik nodüllerle seyreden, nadir görülen benign seyirli bir hastalıktır. Nodüller değişen büyüklüklerde olmakla beraber eşlik eden herhangi bir metabolik bozukluğa rastlanmamıştır. Skrotumda yaygın, ağrısız nodülleri bulunan 70 yaşında bir erkek hastanın olgu sunumunu hazırladık. Nodüller cerrahi eksizyonla başarılı bir şekilde çıkartıldı. Patolojisi kalsiyum depozitleri içeren skrotal kalsinozisle uyumlu olarak raporlandı. Histolojik çalışmalar nodüllerde kalsiyum birikimini göstermiş olsa da etiyolojisi henüz tam olarak anlaşılamamıştır.

Giriş: Bu çalışmamızda Peyronie hastaları ve Peyronie hastalığı olmayan kontrol grubunun serum örneklerinde prolidaz enzim aktivitesi, total antioksidan kapasitesi ve total oksidan kapasitesi düzeylerinin bakılması amaçlandı.Materyal Metod: Yerel etik kurul onayı ve hastalardan bilgilendirilmiş onam formu alındıktan sonra Mart 2015 ve Eylül 2015 tarihleri arasında Yüzüncü Yıl Üniversitesi Dursun Odabaşı Tıp Merkezi üroloji polikliniğine başvuran Peyronie hastası 30, herhangi bir komorbiditesi olmayan kontrol grubu 26 kişi olmak üzere toplam 56 hasta prospektif olarak çalışmaya dahil edildi. Çalışmaya dahil edilen Peyronie hastaları daha önce polikliniğimizde fizik muayenede palpe edilen plak, hastaların kendi çekmiş oldukları fotoğraflar ve yüzeyel/renkli doppler ultrasonografi ile tanı konuldu. Çalışmaya katılmayı kabul eden hasta ve kontrol grubundan alınan 6cc kan, uygun yöntemle plazma ayırma işlemi yapılıp -20 derecede saklandı. Alınan serum örneklerindeki prolidaz enzim aktivitesi, total antioksidan kapasitesi, total oksidan kapasitesi düzeyleri çalışıldı. Bulgular: Bu çalışmada Peyronie hastalığı olan 30'u hasta olup, hastaların en küçüğü 34, en büyüğü 74 yaşındaydı. Peyronie hastaların yaş ortalaması 63,3±9,93 ' idi. Kontrol grubunda 26 sağlıklı erkek olup, en küçüğü 38, en büyüğü 68 yaşındaydı. Kontrol grubunun yaş ortalaması 61,42±10,35' idi. Çalışmamızda total antioksidan kapasitesi düzeyleri ortalama ve standart sapması hasta ve kontrol grubunda sırasıyla (62,26± 5,29), (106,99± 11,36) olarak belirlendi. İki grup arasında istatistik olarak anlamlı fark bulundu.(p

In this study raw and degummed silk fabrics are treated with low frequency oxygen plasma and ozone in order to investigate the effects on the physical properties of silk. Plasma and ozone treatments are performed individually and in combined order for 5, 10 and 15 min. The yellowness and whiteness values are determined after the plasma and ozone treatments. The tensile strengths of treated and untreated silk fabrics are measured. The SEM images of the surfaces of silk fabrics are investigated and the combined effect of ozone and plasma treatments are discussed after each test. Results indicate that there is more significant decrease in ozone treatment, considering decrease in whiteness indexes and increase in yellowness values of silk fabrics when compared to the plasma treatment. Generally, when the treatment time of plasma or ozone is increased, increase of yellowness and decrease of whiteness become clear., Bu çalışmada, plazma ve ozonun ipek kumaşın fiziksel özellikleri üzerindeki etkisini araştırmak amacıyla ham ve serisini giderilmiş ipek kumaşlar ozon ve düşük frekanslı oksijen plazma işlemlerine tabi tutulmuştur. Plazma ve ozon işlemleri birbirlerinden bağımsız olarak ve kombine olacak şekilde 5, 10 ve 15 dak. uygulanmıştır. Plazma ve ozon işlemlerinden sonra, sarılık ve beyazlık indeksleri belirlenmiş, kopma mukavemetleri ölçülmüştür. İpek kumaşların yüzeylerinin SEM görüntüleri incelenmiş ve her test ardından ozon ve plazmanın kombine efekti tartışılmıştır. Ozon ve plazma işlemleri karşılaştırıldığında, sonuçlar ipek kumaşların beyazlık indekslerinde azalışın, sarılık değerlerindeki artışın ozonlama işleminde daha belirgin olduğunu ortaya çıkarmıştır. Genel olarak, plazma veya ozonun işlem süreleri arttıkça sarılıktaki artış ve beyazlıktaki azalış daha net bir şekilde görülmektedir.

Amaç: Kliniğimizde son 3 yılda pediatrik yaş grubunda yapılan perkutan nefrolitotomi deneyimlerimizi sunmaktır. Yöntem: Yaş ortalaması 12,76 yıl (5-16yıl) olan 14ü erkek, 11ü kız olmak üzere 25 hastada 25 renal üniteye PNL ameliyatı yapıldı. Taşlar 16 hastada (%64) sağ, 9 hastada(%36) sol taraf yerleşimiydi. Taşların 12si pelvis renalis, 6sı alt pol, 1i orta pol ve 6sında hem pelvis hem de alt pol yerleşimliydi. Böbreğe giriş sağlamak için tüm hastalarda18F balon dilatasyon yapıldı. PNL işlemi için 15 F rijid nefroskop kullanıldı. Bulgular: Ortalama taş boyutu 321.68 mm2 (142.377) idi. Ortalama PNL ameliyatı süresi 58.48 dk (11.8 dk) idi. Ortalama skopi kullanma süresi 3.48 dk (1.75 dk) idi. Akses için balon dilatasyon yapıldı. Postoperatif 1. günde 21 hastada tam taşsızlık (%84) sağlandı. 4 hastada (%16) operasyon sonrası rezidüel taş saptandı. 1 hastada (%4) forsepsle taş alınması sırasında kopan üreteral stentin akciğere migrade olduğu görüldü. İki hastada(%8) postoperatif dönemde kan replasmanına gerek duyuldu. Ortalama hastanede yatış süresi 2.76 gün (1.6) idi. Sonuç: Çocuklarda taş hastalığının tedavisinde PNL güvenli ve başarılı sonuçları olan bir tedavi yöntemidir., Aim: To present our experiences with percutaneous nephrolithotomy performed in pediatric age groups within prior 3 years. Method: Percutaneous nephrolithotomy was performed in 25 renal units of 25 patients (14 boys, 11 girls) with mean age of 12.76 (5-16) years. Stones were localized at right side in 16 patients (64%) whereas at left side in 9 patients (36%). Of the stones, 12 were localized at renal pelvis, while 6 at lower pole, one at middle pole, and 6 at both renal pelvis and lower pole. In all patients, 18 F balloon dilation was performed to access kidney. Again, in all patients, 15 F rigid nephroscope was used for percutaneous nephrolithotomy. Results: Mean size of stones was 321.68±142.377 mm2 . Mean percutaneous nephrolithotomy time was 58.48±11.8 min. Mean duration of scopy use was 3.48±1.75 min. Balloon dilation was performed for access to kidney. Stone-free status was achieved in 21 patients (84%) on the postoperative day 1. Residual stones were detected in 4 patients (16%) after percutaneous nephrolithotomy. In one patient, it was found that broken tip of ureteral stent during extraction of stone by using forceps was migrated to lung. Two patients (8%) required blood replacement at postoperative period. Mean length of hospital stay was 2.76±1.6 days. Conclusion: PNL is a safe treatment modality with successful outcomes in the treatment of pediatric stone disease.

Ureteral fibroepithelial polyps are rarely seen benign tumors with mesodermal origin. These polyps can involve kidney, pelvis, ureter, bladder, and urethra. The most common symptoms are hematuria and flank pain. The choice of treatment is either endoscopic or surgical resection of polyp by sparing kidney. Here, we presented a pediatric case with giant, fibroepithelial polyp that mimics bladder tumor, originating from middle segment of the ureter.