19 results on '"Death-sudden"'
Search Results
2. Fatal hemoptysis from Behcet's disease in a child
- Author
-
Cohle, Stephen D. and Colby, Thomas
- Subjects
- *
BEHCET'S disease , *HEMORRHAGE , *ARTERITIS ,PULMONARY artery diseases - Abstract
Objective: To present a case of pulmonary artery aneurysms (PAAs) in a child with Behcet''s disease (BD). Nature of the study: Case report and review of the literature. Materials and methods: The patient had a complete autopsy, drug screen and serological testing. A medical history was obtained and the literature was reviewed. Results: A 10-year-old African–American boy had massive hemoptysis while at home and died shortly thereafter in the emergency department of a local hospital. He had had two other episodes of hemoptysis in the past 2 months. At autopsy, he had bilateral inflammatory aneurysms of the lower lobe branches of the pulmonary arteries. The left aneurysm had eroded into the adjacent bronchus and accounted for the fatal hemoptysis. The right ventricle had endocardial fibrosis. Systemic vasculitis was absent. The child did not have oral, genital, eye or skin lesions at autopsy, or by clinical history. Based on the autopsy findings, a diagnosis of BD was made. Conclusions: We present the very unusual case of a 10-year-old African–American boy who died from hemoptysis resulting from bilateral pulmonary aneurysms caused by BD. [Copyright &y& Elsevier]
- Published
- 2002
- Full Text
- View/download PDF
3. Akut miyokard enfarktüsü sonucu ölen kişiler ile başkanedenlerle ölenler arasında kalp duvar kalınlıkları vekapak ölçülerinin karşılaştırılması
- Author
-
Altin, İsmail, Celbiş, Osman, and Adli Tıp Anabilim Dalı
- Subjects
Death ,Heart valves ,Myocardial infarction ,Adli Tıp ,Heart diseases ,Heart ,Autopsy ,Forensic Medicine ,Death-sudden - Abstract
AmaçÖlüm, varoluşun ayrılmaz bir parçası ve her canlı varlığın karşılaşacağı hayatın akışı içinde olan doğal bir süreçtir. Tıp alanında da tüm branşlarda çalışacak doktorlar öğrencilik ve/veya meslek yaşamları boyunca ölüm vakalarıyla karşılaşabilmektedirler. Bu nedenle tıp doktorlarının ölümle ilgili hukuksal ve diğer alanlarda oluşabilecek sorunlara cevap verebilmek için ölümü sadece tıbbi yönleriyle değil bütüncül bir yaklaşımla tüm yönleriyle birlikte değerlendirmesi ve ölüm sürecini anlaması gerekmektedir.Dünya Sağlık Örgütü tarafından ani ölümler; 'semptomların ortaya çıkmasından sonraki 24 saat içerisinde meydana gelen ölümler' şeklinde tanımlanmış olsa da ani beklenmedik ölümlerle ilgili olarak çeşitli tanımlamalar yapılmıştır ve bu tanımlamalar hep iç içedir. Mevcut hastalığı kendisi ve çevresi tarafından bilinmeyen bir kişinin ani bir şekilde ölmesidir.Akut MI uzamış oksijen yetersizliği sonucu gelişen iskemiye bağlı miyokard hücresi ölümü olarak tanımlanmıştır. Akut miyokard iskemisi ile uyumlu klinik ile birlikte miyokard nekrozunun kanıtları varsa kullanılmaktadır. ST-segment yükselmesi (STEMI) ve ST-segment yükselmesi olmayan miyokard infarktüsü (NSTEMI) olarak ayrılmaktadır. Akut MI için risk faktörleri üç genel kategoriye ayrılır. Bunlar değiştirilemeyen risk faktörleri (yaş, cinsiyet ve aile öyküsü), değiştirilebilir risk faktörleri (sigara, alkol alımı, fiziksel hareketsizlik, zayıf beslenme, hipertansiyon, diyabet, dislipidemi ve metabolik sendrom vb.) ve daha sonra hayat tarzı ile ortaya çıkabilen risk faktörleri [C-reaktif protein (CRP), fibrinojen, koroner arter kalsifikasyonu (CAC), homosistein, lipoprotein a ve LDL]'dir. Biz bu çalışmamızda kalp ağırlığı, kalbin duvar kalınlıkları ve kapak ölçülerinin akut MI üzerinde herhangi bir etkisinin olup olmadığını araştırmayı amaçladık.Materyal ve MethodAdli Tıp Kurumu Malatya Adli Tıp Grup Başkanlığında 2015-2016 yılları arasında yapılan otopsi dosyaları retrospektif olarak incelendi. Dosyalarda patolojik inceleme sonucu akut miyokard enfarktüsü tanısı konan olgular ile herhangi bir kalp hastalığı sonucu ölmeyen veya kalp patolojisi tespit edilmeyen olgular seçildi ve iki grup oluşturuldu. İki grup arasındaki kalp boyutlarını etkileyebilecek etkenler minimalize edildi. Bunun için cinsiyet dağılımları eşit olacak şekilde gruplar oluşturuldu. Yaş, boy, ağırlık ve vücut kitle indeksi (VKİ) her iki grup için birbirlerine çok yakın olacak şekilde seçimler yapıldı. Kalp ağırlıkları, sol ve sağ ventrikül duvar kalınlıkları, aort, pulmoner ve mitral, triküspit kapak ölçüleri, sağ, sol, ön inen ve sirkumfleks koroner arterlerin tıkanıklık dereceleri karşılaştırıldı. Elde edilen veriler IBM SPSS 21.00 ile analiz edildi.BulgularHer iki grupta 23 erkek ve 5 kadından oluşturuldu. Yaş, boy, ağırlık ve vücut kitle indeksi her iki grup için birbirlerine çok yakın olacak şekilde seçimler yapıldı. Yaş ortalamaları akut MI grubunda 51±21 kontrol grubunda 50±20 olarak hesaplandı. Boy ve kilo ortalamaları akut MI grubu için 171±11 ve 77±15, kontrol grubu için 170±11 ve 76±17 olarak hesaplandı. Akut MI grubunda VKİ 27±7 olarak ve kontrol grubunda 26±6 olarak hesaplandı.Akut MI grubunda ortalama 1.461±0.2767 olarak kontrol grubunda ise 1.386±0.2460 olarak hesaplanmıştır. Yapılan bağımsız gruplarda t testi sonucunda p:0.289 olarak hesaplanmış ve aralarındaki fark istatistiksel olarak anlamlı bulunmamıştır. Akut MI grubunda median 0.4 santimetre (cm) olarak hesaplanmış, minimum 0.2 cm ve maksimum 0.6 cm olduğu görülmüştür. Kontrol grubunda ise median 0.3 cm olarak hesaplanmış, minimum 0.2 cm ve maksimum 0.7 cm olduğu görülmüştür. Yapılan mann whitney u testi sonucunda p:0.171 olarak hesaplanmış ve aralarındaki fark istatistiksel olarak anlamlı bulunmamıştır.SonuçAkut MI risk faktörleri arasında duvar kalınlıkları ve kapak ölçülerinin olup olmadığı konusunda yapılmış çok fazla araştırma yoktur. Yapılmış otopsi serilerinden incelediğimiz vakalarda duvar kalınlıklarının ve kapak ölçülerinin akut MI açısından risk faktörü olup olamayacağı araştırılmış ve ortalamaları açısından yükseklik saptanmış olsa da bu yükseklik istatistiksel olarak anlamlı bulunmamıştır.Anahtar Kelimeler: Ani ölüm, Akut MI, kalp ağırlığı, duvar kalınlıkları, kapak ölçüleri, otopsi AimDeath is an inseparable part of existence and a natural process in the flow of life that every living being will encounter. Doctors who will work in all branches of medicine can face deaths during their students' and / or professional lives. Therefore, in order to respond to legal and other problems related to death, medical doctors should evaluate death not only in terms of medical aspects but also in a holistic approach and understand the process of death.Sudden deaths although described as `deaths that occur within 24 hours after the onset of symptoms` by the World Health Organization; various definitions have been made of sudden unexpected deaths, and these definitions are always intertwined. It is the sudden death of a person whose current disease is unknown to him and his surroundings.Acute MI is defined as myocardial cell death due to oxygen deficiency due to prolonged ischemia. It is used if there is evidence of myocardial necrosis in association with clinical findings consistent with acute myocardial ischemia. Myocardial infarction classified as ST-segment elevation (STEMI) and non ST-segment elevation (NSTEMI). Risk factors for acute MI are divided into three general categories. These include non-modifiable risk factors (age, gender and family history), modifiable risk factors (smoking, alcohol intake, physical inactivity, poor nutrition, hypertension, diabetes, dyslipidemia and metabolic syndrome, etc.), and subsequent life-style risk factors ( C-reactive protein (CRP), fibrinogen, coronary artery calcification (CAC), homocysteine, lipoprotein a and LDL). In this study, we aimed to investigate whether heart weight, wall thickness and valve measurements had any effect on acute MI.Material and MethodThe reports of autopsies performed between 2015-2016 at the Forensic Medicine Institute Malatya Forensic Medicine Group were reviewed retrospectively. In the autopsy files, cases diagnosed as acute myocardial infarction as a result of pathological examination and those who did not die due to any heart disease or heart pathology were determined were selected and two groups were formed. The factors that could affect the heart sizes between the two groups were minimized. For this purpose, groups were formed with equal gender distributions. Age, height, weight, and body mass index (BMI) were chosen for each group to be very close to each other. Heart weights, left and right ventricular wall thickness, aortic, pulmonary and mitral, tricuspid valve measurements, right, left, anterior descending and circumflex coronary arteries were compared. Data were analyzed with IBM SPSS 21.00.ResultsBoth groups consisted of 23 men and 5 women. Age, height, weight, and body mass index were chosen to be very close to each other. The mean age was 51 ± 21 in the acute MI group and 50 ± 20 in the control group. The mean height and weight were calculated as 171 ± 11 and 77 ± 15 for the acute MI group and 170 ± 11 and 76 ± 17 for the control group. BMI was 27 ± 7 in the acute MI group and 26 ± 6 in the control group.The mean left ventricular wall thickness was 1.461 ± 0.2767 in the acute MI group and 1.386 ± 0.2460 in the control group. In independent groups, t test was calculated as p: 0.289 and the difference was not statistically significant. The median right ventricular wall thickness was calculated as 0.4 centimeters (cm) in the acute MI group, with a minimum of 0.2 cm and a maximum of 0.6 cm. In the control group, the median was calculated as 0.3 cm, with a minimum of 0.2 cm and a maximum of 0.7 cm. As a result of Mann Whitney U test; p: 0.171 and the difference was not statistically significant.ConclusionThere is not much research on wall thickness and valve measurements among acute MI risk factors. In autopsy series, we investigated whether wall thickness and valve measurements could be risk factors for acute MI and although the mean values were elevated, this height was not statistically significant.Keywords: Sudden death, acute MI, heart weight, wall thickness, valve measurements, autopsy 69
- Published
- 2019
4. Evaluation of the knowledge and attitudes of mothers with 0-1 year-old babies about the risk factors of sudden infant death syndrom
- Author
-
Canbal, Sibel, HKÜ, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Hemşirelik Anabilim Dalı, Canbal, Sibel, Çiğdem, Zerrin, and Hemşirelik Anabilim Dalı
- Subjects
Behavior ,Infant care ,Infant ,Mothers ,Nursing ,bebek bakım ,Infant mortality ,Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları ,Child Health and Diseases ,Death-sudden ,anne ,Risk behaviours ,Sudden infant death ,Ani bebek ölüm sendromu ,Level of knowledge ,Hemşirelik ,riskli davranış - Abstract
Bu araştırma, 0-1 yaş arası bebeği olan annelerin, Ani Bebek Ölüm Sendromu risk faktörleri hakkında bilgi ve davranışlarını değerlendirmek ve sosyodemografik değişkenlerle ilişkisini belirlemek amacı ile planlandı. Araştırma Aralık 2016-Nisan 2017 tarihleri arasında Kilis İli'nde bulunan yedi Aile Sağlığı Merkezi'ne başvuran, 0-1 yaş grubu bebeği olan 375 anne ile yürütüldü. Araştırmada Sosyodemografik Veri Toplama Formu, Bebeğe Ait Bilgi Formu ve Ani Bebek Ölüm Sendromu Risk Faktörlerini Bilme/Uygulama Formu kullanıldı. Elde edilen veriler SPSS Windows 24.0 programı kullanılarak analiz edildi. Araştırmaya katılan annelerin %43.7'sinin 25-29 yaş grubunda, %54.4'ünün lise mezunu, %71.5'inin çalışmadığı, %64,3 evin ısınma sisteminin soba olduğu ve %69,0'ının gelir ile giderinin eşit; bebeklerin ise %37.8'inin 2-4 ay arasında, %56.8'inin erkek olduğu, yarısına yakınının sezeryen ile doğduğu belirlendi. Araştırmada annelerin %50 ve daha yüksek oranlarda Ani Bebek Ölüm Sendromu'na neden olabilecek 14 yanlış bilgi ve yüksek riskli davranış gösterdikleri belirlendi. Annelerin Ani Bebek Ölüm Sendromu'nun risk faktörlerine yönelik en yüksek beş riskli bilgi ve davranışlarının; %97.9 oranında bebeği yatağın baş ve orta kısmına yatırma, %96.5 oranında bebeğini yatağın ayak ucuna yatırmama, %89.6 oranında Ani Bebek Ölüm Sendromu ve risklerini bilmeme, %89.3 oranında bebek uyurken yorganın ayakucu ve kenarlarını sıkıştırmama ve %88.5 oranında bebek uyurken yastık kullanma olduğu gözlendi. Araştırmada, annelerin Ani Bebek Ölüm Sendromu risk faktörlerine yönelik bilgi ve davranışlarını en fazla etkileyen sosyodemografik özelliklerinin sırasıyla gelir düzeyi, evin ısınma sistemi, aile yapısı, anne yaşı, sosyal güvence ve akraba evliliği olduğu belirlendi (p
- Published
- 2018
5. Aydın ilinde yapılan adli otopsilerde doğal nedenlere bağlı ölümlerin değerlendirilmesi
- Author
-
Tural, Tuğrul, Erel, Özlem, and Adli Tıp Ana Bilim Dalı
- Subjects
Death ,Adli Tıp ,Forensic medicine ,Cause of death ,Aydın ,Autopsy ,Forensic Medicine ,Death-sudden - Abstract
Bu çalışmada, Adnan Menderes Üniversitesi Adli Tıp Anabilim Dalı'nca 01.01.2006-31.12.2016 tarihleri arasında ölü muayenesi ve otopsisi yapılan olgular arasından otopsiler sonucu ölüm nedenin doğal nedenlere bağlı olduğu saptanan olguların yaş grupları, cinsiyeti, ölüm nedenleri, ölüm nedenlerinin yaş ve cinsiyete göre dağılımı incelenerek bu konuda yurtdışında ve ülkemizde yapılmış çalışmalara ait literatürle karşılaştırılması amaçlanmıştır. Ölü muayenesi ve otopsisi yapılan toplam 2195 olgu arasından 397 (%18) olgunun ölüm nedenin doğal nedenlere bağlı olduğu saptanmış olup, bu olgular arasından ölüm nedeni otopsi sonucu belirlenmiş olan 349 olgu değerlendirilmiştir. Olguların 278'inin (%79,7) erkek, 71'inin (%20,3) kadın olduğu saptanmıştır. Yaş ortalamasının 48,4 olduğu, 50-59 yaş aralığının 65 olgu ile (%18,6) en sık görülen yaş grubu olduğu, ölümlerin 37 olgu ile (%10,6) en çok ocak ayında ve 101 olgu ile (%28,9) kış mevsiminde gerçekleştiği, ölüm yerinin 113 olgu ile (%32,4) en sık ev olduğu saptanmıştır. Ölüm nedenlerinin sistemlere göre dağılımı incelendiğinde; kardiyovasküler sistem hastalıklarına bağlı ölümler 214 olgu ile (%61,3) ilk sırada yer alırken, bunu 55 olgu ile (%15,8) solunum sistemi hastalıkları ve 51 olgu ile (%14,6) santral sinir sistemi hastalıkları izlerken, kardiyovasküler sistem hastalıkları arasında en sık 160 olgu ile (%74,8) koroner arter hastalığı tespit edilmiştir. Adli otopsilerde saptanan doğal nedenli ölümlerin büyük kısmı kardiyovasküler sistem hastalıklarına, bunların da çoğunluğunu koroner arter hastalığına bağlı meydana gelmektedir. Ani veya beklenmedik ölümlere neden olabilecek hastalıkların ve bunlara neden olabilecek risk faktörlerinin belirlenmesi, risk grubundaki kişilere yapılacak tarama testleri ve toplumun bu konuda bilgilendirilmesi ile birlikte ani ve beklenmedik ölümlerin sayısının azaltılabileceği düşünülmektedir. This study examines the distribution of causes of natural death by: Age group, gender, cause of death, age and sex and compares that data with other studies, both domestic and foreign. Post-mortem examination and autopsy cases studied were performed by Adnan Menderes University Department of Forensic Medicine between 01.01.2006 - 31.12.2016. Out of 2195 cases with post-mortem examination and autopsy, 397 (18%) cases were found to be related to natural causes, of those, 349 where cause of death was determined by autopsy. It was found that 278 (79,7%) of the cases were male and 71 (20,3%) were female. The mean age was 48.4, the most frequent age range was 50-59 years with 65 cases (18.6%). Deaths predominantly occurred during the winter season, with 101 cases (%28,9) of which, 37 cases (10.6% 9) were in January. The most prevalent place of death was found to be in the home, with 113 cases (32.4%). Causes of death were systematically analysed; deaths related to cardiovascular system diseases were most common, with 214 cases (61,3%). Respiratory system diseases ranked second with 55 cases (15,8%) and central nervous system diseases third with 51 cases (14,6%). Among the cardiovascular system diseases, coronary artery disease was detected most frequently with 160 cases (74.8%). Most of the deaths due to natural causes in the forensic autopsies are attributable to cardiovascular system diseases, the majority of those are due to coronary artery disease. It is thought that the number of sudden and unexpected deaths can be reduced by detection of cause of sudden or unexpected deaths and identifying any associated risk factors. Screening tests can be performed on those people in at-risk groups and awareness can be raised through public health information and guidance. 63
- Published
- 2018
6. Akut koroner sendrom sonrası 48. saat-40. gün arasında senkop/ventriküler aritmi olan hastalarda ani kardiyak arrest sıklığının belirlenmesi
- Author
-
İkikardeş, Müslüm Firat, Deniz, Ali, and Kardiyoloji Anabilim Dalı
- Subjects
Kardiyoloji ,Myocardial infarction ,Arrhythmia-cardiac ,Heart diseases ,ST segment ,Heart arrest-induced ,Death-sudden-cardiac ,Cardiology ,Ventricular function ,Death-sudden - Abstract
ÖZETAmaç: Akut miyokard enfarktüsü (MI) sonrası ani kardiyak ölüm (AKÖ) güncel girişimsel ve etkin tıbbi tedaviye rağmen önemli bir komplikasyon olarak görülmeye devam etmektedir. Akut MI sonrası sol ventrikül ejeksiyon fraksiyonu (SVEF) düşüklüğü AKÖ açısından en önemli bağımsız risk faktörü olarak gösterilmiştir. Akut MI sonrası implante edilebilir kardiyoverter defibrilatör (ICD) tedavisi tanıdan 40 gün sonra SVEF değerine göre önerilmektedir; ancak AKÖ vakalarının MI sonrası en sık ilk bir ay içinde gerçekleştiği gösterilmiştir. Çalışmamızda MI sonrası 48. saat ile 40. gün arasındaki ventriküler aritmi ve senkopun ani kardiyak arrest ile ilişkisinin incelenmesi amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem: Çalışmamıza akut MI tanısı ile takip edilen 269 hasta dahil edildi. MI sonrası 48. saat ile 40. gün arasında tüm hastalara 24 saat kayıt alabilen Holter elektrokardiyografi (EKG) takıldı. Holter kaydında ventiküler erken vuru (VEV) sayısı ve kompleksitesi değerlendirildi. VEV'ler Lown sınıflamasına göre 0-1-2-3 benign, 4a-4b-5 ise malign olarak kabul edildi. Malign VEV, süreksiz ya da sürekli ventriküler taşikardi (VT) ve ventriküler fibrilasyon (VF) malign ventriküler aritmi sınıfında değerlendirildi. MI tanısından 40 gün sonra senkop mevcudiyeti sorgulandı. Birincil sonlanım AKÖ ya da ani kardiyak arrest olarak belirlendi. Hastalar ortalama 15.75±7.09 ay takip edildi ve çalışma bitiminde birincil sonlanım açısından sorgulandı. Bulgular: Çalışmamızda toplam 33 ölen hastadan 10'unda AKÖ, 3'ünde ani kardiyak arrest tespit edildi. MI sonrası 48. saat ile 40. gün arasında senkop deneyimleyen 4 hastadan birinde birincil sonlanım gerçekleşti. MI sonrası 48. saat ile 40. gün arasında birincil sonlanım grubundakilerin %7.7'sinde, sonlanım gerçekleşmeyenlerin %1.2'sinde senkop görüldü (p=0.181). Birincil sonlanım grubundakilerin %23.1'inde, sonlanım gerçekleşmeyenlerin %9.8'inde malign ventriküler aritmi tespit edildi (p=0.142). Süreksiz VT birincil sonlanım grubundakilerin %23.1'inde; sonlanım gerçekleşmeyenlerin ise %2.3'ünde tespit edildi (p=0.006). Çok değişkenli lojistik ve Cox regresyon analizlerinde süreksiz VT öne çıkan bir parametre olarak gösterilemedi. Lojistik regresyon analizinde kadın cinsiyet, kalp yetmezliği (KY) ve periferik arter hastalığı (PAH) öyküleri, beta bloker kullanılamaması, revaskülarizasyon yapılmaması ya da inkomplet revaskülarizasyon yapılması öne çıkan belirteçler olarak bulundu. Cox regresyon analizinde ise kadın cinsiyet, yüksek vücut kitle indeksi (VKİ), PAH öyküsü, EKG'de yüksek kalp hızı, revaskülarizasyon yapılmaması ya da inkomplet revaskülarizasyon yapılması dikkat çeken parametreler olarak saptandı.Sonuç: MI sonrası 48. saat ile 40. gün arasında Holter EKG ile tespit edilen süreksiz VT AKÖ ya da ani kardiyak arresti öngördürücü bir parametre olarak kullanılabilir. Olay sayısının az olması nedeniyle senkop açısından kesin yargıya varmak mümkün olamamaktadır. MI sonrası erken dönemde PAH ve KY öyküsü olan, başvuru EKG'sinde yüksek kalp hızı tespit edilen, komplet revaskülarizasyon yapılamayan, tedavide beta bloker kullanılamayan kadın hastalar AKÖ açısından yüksek riskli kabul edilmelidir. Anahtar Sözcükler: Miyokard enfarktüsü, senkop, ventriküler aritmi, ani ölüm, ani kardiyak arrest ABSTRACTAim: Sudden cardiac death (SCD) is still one of the most important complication after acute myocardial infarction (MI) in recent years despite the implementation of contemporary interventional and efficient medical treatments. It has been shown depressed left ventricular ejection fraction (LVEF) is the most significant independent risk factor after acute MI. Implantable cardioverter defibrilator (ICD) is recommended 40 days after acute MI with assessment of LVEF. Nonetheless, SCD was more frequently observed in the first month after MI. The aim of this study was to investigate correlation between ventricular arrythmias/ syncope occuring within 48th hour and 40th day of MI and SCD/ sudden cardiac arrest.Material and Method: Two hundred and sixty nine patients diagnosed with MI were enrolled in the study. 24 hour recording Holter electrocardiography (ECG) was applied to all patients between 48th hour to 40th day of MI. The number and complexity of ventricular extrasystole (VES) were assessed. According to Lown classification, classes 0, 1, 2 and 3 VES were identified as benign, classes 4a, 4b and 5 VES were identified as malignant. Malignant VES, sustained or nonsustained ventricular tachycardia (VT) and ventricular fibrilation (VF) were accepted as malignant ventricular arrythmias. Syncope was interrogated 40 days after MI. SCD or sudden cardiac arrest were defined as primary endpoint of the study. Patients were followed up to 15.75±7.09 months. Primary endpoint was interrogated at the end of the study.Results: Thirty three patients deceased during follow up including SCD in 10 patients and sudden cardiac arrest in three patients. Four patients experienced syncope between 48th hour to 40th day of MI and one of them ended up with primary endpoint. 7.7% of primary endpoint observed patients and 1.2% of other patients experienced syncope (p=0.181). Malignant ventricular arrythmias were detected in 23.1% of primary endpoint observed patients and 9.8% of other patients (p=0.142). Nonsustained VT was detected in 23.1% of primary endpoint observed patients and 2.3% of other patients (p=0.006). Nonsustained VT was not demonstrated to be an independent risk parameter by multivariate Cox and logistic regression analyses. Female sex, history of peripheral arterial disease (PAD) and heart failure (HF), inability to use beta blokers, incomplete revascularization or absence of revascularization were shown to be significant risk parameters in logistic regression analysis. Female sex, higher body mass index, history of PAD, higher heart rate in ECG, incomplete revascularization or absence of revascularization were shown to be significant risk parameters in Cox regression analysis.Conclusion: Nonsustained VT which is detected in Holter ECG between 48th hour to 40th day of MI might be used as a risk predictor for SCD or sudden cardiac arrest. It is not accurate to reach a precise decision for syncope because of insufficient event rates. Female patients with history of PAD and HF, higher heart rate in ECG, incomplete revascularization or absence of revascularization and inability to use beta blokers ought to be accepted in high risk group for SCD.Key Words: Myocardial Infarction, Syncope, Ventricular Arrythmia, Sudden Death, Sudden Cardiac Arrest 102
- Published
- 2017
7. Diyabet oluşturulmuş tavşan modellerinde postmortem vitröz sıvı ve kan düzeylerinin karşılaştırılması
- Author
-
Çelik, Ebubekir Burak, Hilal, Ahmet, and Adli Tıp Anabilim Dalı
- Subjects
Endocrinology and Metabolic Diseases ,Forensic Medicine ,Postmortem changes ,Vitreous ,Death-sudden ,Halk Sağlığı ,Glucose ,Diabetes mellitus ,Adli Tıp ,Forensic medicine ,Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları ,Public Health ,Rabbits ,Diabetes mellitus-experimental - Abstract
Amaç: Adli Tıp uygulamalarında ölümler doğal ve doğal olmayan ölümler olmak üzere ikiye ayrılır. Doğal ölümlerin önemli bir kısmını ani beklenmedik ölümler oluşturmaktadır. Ani beklenmedik ölümlerin sebepleri arasında sistemik bir hastalığın komplikasyonları da yer alır. Diyabet dünyada ve ülkemizde sık görülen sistemik bir hastalıktır. Diyabetin akut komplikasyonları ani beklenmedik ölümlere neden olabilmektedir. Ani beklenmedik ölümlerde ölüm nedeninin anlaşılabilmesi için otopside tüm incelemelerin yapılmasına rağmen bazen ölüm nedeni ortaya çıkarılamayabilir. Ölüm nedeninin ortaya konabilmesi için postmortem biyokimya çalışmalarının yapılması gerekmektedir. Otopsi sonrası yapılacak biyokimyasal incelemeler de kana göre daha korunaklı, bakteri kontaminasyonuna daha az uğrayan vitröz sıvıda yapılması daha doğru sonuçlar verecektir. Bu sebeple diyabete bağlı ölüm olgularında postmortem kan ve vitröz sıvı glukoz düzeyleri karşılaştırılarak diyabetin akut komplikasyonlarının tanısının konması amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem: Deneysel Tıp Araştırma ve Uygulama Merkezi'nden alınan 17 adet Yeni zelanda türü tavşan çalışmamız yapıldı. Tavşanlar 8 hiperglsemi, 8 hipoglisemi ve 1 kontrol grubu olarak ayrılmıştır. Tavşanlar deneysel diayebet oluşturulup 5 gün takip edilmiş, daha sonra ketamin ile öldürülerek ölüm anında kan ve vitröz sıvıları alınmış, tavşanların cesedleri kendi yaşam alanlarına bırakılıp postmortem 1.gün tekrar kan ve vitröz sıvı örenkleri alınmış, alına örnekler santrifüj edilerek -20 derecede dolaba konulmuştur. Toplanan kan ve vitröz sıvılar Çukurova Üniversitesi Biyokimya Anabilim Dalında glukoz oksidaz kiti ile çalışılmıştır. Çıkan veriler verilerin istatistiksel analizi, Studnt t testi kullanılarak yapılmış, p
- Published
- 2015
8. Moleküler otopsi: Ani beklenmedik ölüm olgularının postmortem KCNQ1 genetik varyasyonu açısından değerlendirilmesi
- Author
-
Kaya, Kenan, Gülmen, Mete Korkut, and Adli Tıp Anabilim Dalı
- Subjects
Moleküler Tıp ,Adli Tıp ,Genes ,Forensic medicine ,Gene analysis ,Genetics ,DNA mutational analysis ,Molecular Medicine ,Autopsy ,Genetik ,Forensic Medicine ,Molecular structure ,Death-sudden - Abstract
Amaç: Bilinen bir hastalığı olmayan kişinin ölü bulunması veya kısa bir süre içinde nedeni anlaşılamadan ölmesi, bilinen bir hastalığı olan ancak bu hastalığı ölüme neden olacak bir klinik göstermeyen kişinin ölmesi genellikle yakınları tarafından beklenmedik ölüm olarak değerlendirilir. Bu tarz olgularda ölüm sebebinin anlaşılabilmesi için otopsi yapılması gereklidir. Otopside tüm incelemelerin yapılmasına rağmen bazı olgularda ölüm nedeni ortaya çıkarılamaz ve bu durumlar negatif otopsi olarak adlandırılır. Bu grup gelecek adli tıbbının çözüm bekleyen sorunlarının başında gelmektedir. Yapılacak moleküler otopsi uygulamaları da negatif otopsi oranlarını düşürmek adına yapılması gereken çalışmaların başında gelmektedir. Bu sebeple ani beklenmedik ölüm olgularında postmortem KCNQ1 genetik varyasyonu açısından değerlendirme yapılmıştır.Gereç ve Yöntem: T.C.Adalet Bakanlığı Adli Tıp Kurumu Adana Grup Başkanlığı Morg İhtisas Dairesi'nde otopsileri yapılan ve ölüm nedenleri ileri çalışmalara rağmen saptanamayan, ani beklenmedik ölüm kapsamındaki 0 – 50 yaş arası olgular çalışmamız kapsamına alınmıştır. Olgulardan alınan örneklerin patolojik incelemeleri yapılarak, tüm tıbbi ve adli geçmişi incelenmiş ve ayrıca EDTA'lı tüplere alınan kan örneklerinde Anabilim Dalı'mızda ''KCNQ1'' genetik varyasyonu açısından değerlendirme yapılmıştır.Bulgular: Çalışmamıza 42 ani-beklenmedik ölüm olgusu ve 5 kontrol grubu olmak üzere toplam 47 olgu dahil edildi. Ani-beklenmedik ölüm olgularından 0-50 yaş grubu olan olgular çalışmaya alındı. 42 olgudan 15'inin (% 35,7) 40 – 50 yaş aralığında olduğu ve olgu sayısının yaşla birlikte arttığı gözlendi. Olguların 29'u (% 69) erkek, 13'ü (% 31) kadın idi. Olguların Vücut-Kitle İndeksine göre değerlendirmeleri Dünya Sağlık Örgütü Vücut-Kitle İndeksi Sınıflamasına göre yapıldı. En fazla 21 olgu (% 50) ile normal kilolu olguya rastlandı. Olgularımızın tüm olgular içerisinden rastgele seçilmiş olmaması sebebiyle obezite-risk değerlendirilmesi yapılamadı. Olguların ölüm yerlerine göre dağılımları yapıldı. 17 olgunun (% 45,9) evde öldüğü görüldü. 5 olgunun ise ölüm yeri kayıtlarına ulaşılamadı. Tüm olguların patolojik değerlendirmeleri yapıldı. (Myokard-koroner arter ve kardiyak ileti sistemi) Patolojik çalışmalar sırasında Hematoksilen-Eosin boyama yöntemi kullanıldı. Özellikle ileti sistemine ait çalışmalarda SA nodda 9 olguda (% 21,4), AV nodda 13 olguda (% 30,9) fibrozis ve yağlı değişikliğe ait görünüm izlendi. Olgulara ait KCNQ1 genetik analizlerimiz sonucunda; ekzon 13 1638. nükleotitidinde ve ekzon 16 1986. nükleotid pozisyonunda sekans varyasyonları tespit edildi. Çalışmamızda tespit edilen sekans varyasyonları birçok çalışmada mutasyon olarak yorumlanmıştır. Ancak mutasyon hakkında gerçekçi yorum yapılabilmesi için daha geniş serilerde çalışılması ve daha zengin primerlerin kullanılması gerektiği kanısındayız. Sonuç: Özellikle ileti sistemi patolojisi tespit edilen ve KCNQ1 genetik analizi sonucunda sekans varyasyonları tespit edilen olgular, bize negatif otopsi oranlarını düşürmek için bu uygulamaların rutin uygulamalar arasına girmesi gerektiğini göstermektedir. Genetik analizler yapılmadan otopsinin sonlandırılmaması gerektiği Avrupa Kardiyovasküler Patoloji Birliği tarafından da önerilmektedir. Bu şekilde ölüm nedeni saptanamayan olguların azalacağı ve adaletin daha hızlı işlemesine katkıda bulunacağına ve genetik analizler doğrultusunda kişinin ailesinde gelişebilecek muhtemel bir ölüme karşı önlemler alınabileceğine inanılmaktadır. Aim: Deaths occuring without a known disease and/or a known cause, deaths with non-lethal diseases are interpretated as sudden-unexpected-suspected deaths. Autopsy should always required to evaluate the cause of death. Some of the cases can be termed as negative autopsy since the cause of death can not be determined. This is one of the main interests of the future forensics. Molecular autopsies are one of the main practices of to reduce the negative autopsy ratios. Thus, post-mortem KCNQ1 genetic variation tests are done in sudden unexpected death cases.Material and methods: In this study 0 – 50 years old sudden-unexpected-suspected deaths autopsy cases were handled from the Morgue Department of the Adana Branch of the Forensic Medicine Council of Turkey. Samples taken from cases were evaluated pathologically, all medical and forensic history was examined and also `KCNQ1` genetic variation tests were done with blood samples taken into EDTA vials in our Department.Results: This study included 47 cases of 42 sudden unexpected death cases and 5 control group. Cases of 0 – 50 age group were included in sudden-unexpected death cases. 15 of 42 cases were between 40 – 50 age group and number of cases were increasing with age. 29 of cases (% 69) were male while 13 (% 31) were female. Evaluation of body-mass index of cases were done with World Health Organization Body-Mass İndex Classification. Normal weighted cases were the most common with 21 cases (% 50). Obesity-risk evaluation couldn't be done because our cases were not chosen randomly among all cases. All cases were distributed according to death locations. 17 cases had died (% 45,9) at home. Death location records of 5 cases couldn't be found. Pathological examinations of all cases were done (Myocardium-Coronary Artery and Cardiac Conduction System). Hematoxylin eosin staining method used during pathological examinations. We had identified fibrosis and fatty change appearances in SA node of 9 cases (% 21,4) and AV node of 13 cases (% 30,9) especially in conduction tissue examinations. As the result of KCNQ1 genetic analysis of cases, we identified sequence variations in 1638th nucleotid of exon 13 and 1986th nucleotid of exon 16. Although sequence variations identified in our study was interpreted as mutations in several studies, we believe that studies should be made in larger series and more primers should be used for realistic interpretations.Conclusion: Cases with conduction system pathology and sequence variations of KCNQ1 genetic analysis shows that we are in need of these tests among routine practice to reduce negative autopsy ratios. European Cardiovascular Pathology Assosication recommends not to finalise an autopsy without genetic analysis. These new methods and use of molecular autopsy will sure reduce the negative results and will explain the cause of deaths to us. Genetic analysis will give us the opportunity to explain the cause of deaths and the precautions that has to be taken for both justice and the relief of the families. 82
- Published
- 2015
9. Ani ölümlerde ateroskleroz bulgularında chlamydia pneumoniae'nin etkisinin araştırılması
- Author
-
Temel, Nevriye, Bilge, Yaşar, and Adli Tıp Anabilim Dalı
- Subjects
Death ,Adli Tıp ,Forensic medicine ,"null" ,Medical errors ,Forensic Medicine ,Chlamydophila pneumoniae ,Atherosclerosis ,Death-sudden ,Polymerase chain reaction - Abstract
Ani Ölümlerde Ateroskleroz Bulgularında Chlamydia Pneumoniae'nin Etkisinin Araştırılması Giriş ve amaç: Doğal ölümlerin %15-30'u ani beklenmeyen ölümler olup dünyada ve ülkemizde en sık nedeni aterosklerotik kardiyovasküler hastalıklardır. Ateroskleroz; yüksek morbidite ve mortaliteye sahip, nasıl kontrol edilebileceği hakkında tartışmalar olan bir hastalıktır. Klasik risk faktörleri epidemiyolojik değişiklikleri açıklamadığı için enfeksiyon da dahil edilmiştir. Chlamydia pneumoniae ateroskleroz ile kalp hastalıkları, miyokard infarktüsü ve ölüm gibi komplikasyonlar açısından risk faktörüdür. Chlamydia pneumoniae'nın ateroskleroz ve klasik risk faktörleri ile ilişkisini değerlendirmek amacı ile yapılmıştır. Materyal ve metot: Adli Tıp Kurumu Ankara Grup Başkanlığı Morg İhtisas Dairesi'ne otopsi için gönderilen 33 ani ölüm olgusu rastgele seçilmiştir. Ölüm şekli, ölüm yeri, postmortem intervaller, hipertansiyon, diabet, diğer kronik hastalıklar, aile öyküsü, sigara içiciliği kaydedilmiştir. Chlamydia pneumoniae antikorları için kan örnekleri alınarak santrifüj sonrası dondurularak MIF test yöntemi ile IgA ve IgG bakılıncaya dek saklanmıştır. İki damardan doku örnekleri Chlamydia pneumoniae genomu tespiti için serum fizyolojik içerisine konulmuştur. Chlamydia pneumoniae genom ekstraksiyonları yapılmış ve Polimeraz Zincir Reaksiyon yöntemi ile çoğaltılmıştır.Bulgular: Olgulara en geç 24 saat içerisinde otopsi yapılmıştır. Olguların çoğunluğu evde olmak üzere hastane, açık alan ve cezaevinde ölmüştür. Örneklemde yaş ortalaması 51,9032 olup, kadınlarınki erkeklerinkinden daha yüksektir. BKİ de eklenince olguların hepsinde bir veya birden fazla risk faktörü mevcuttur. Olgularda yoğun ve ileri düzey makroskobik ateroskleroz bulguları mevcuttur. Artmış CAYDK ile; ölüm şekli, hipertansiyon, diabet, sigara içiciliği, aile öyküsü arasında anlamlı fark bulunmamıştır. Artmış BKİ için de benzer sonuçlar elde edilmiştir. BKİ ile CAYDK anlamlı ilişkilendirilmiştir. Sigara içenlerin ve hipertansiflerin yaş ortalaması daha yüksek bulunmuştur. Erkeklere oranla kadınlarda daha fazla abdominal yağ oranı artışı söz konusudur. Erkekler kadınlara oranla daha yüksek risk profili taşımaktadır. Olgularda ortalama kalp ağırlığı normalin üstüdür. Erkeklerin ortalama kalp ağırlıkları kadınlarınkinden daha yüksektir. Tartışma: Olgularımıza göre en sık ölüm sebebi ateroklerotik kalp ve damar hastalığıdır. Beklenildiği üzere; en sık miyokard patolojisi iskemiye sekonder fibrozis ve hipertrofi ile iskemi ve akut MI bulgularıdır ve miyokard patolojisi ile ortalama yaş arasında anlamlı bir ilişki mevcuttur. En sık koroner patolojisi koroneri %70 ve üzeri daraltan aterom plağıdır. Ayrıca 2 olguda trombüs tespit edilmiştir ve ilerleyen yaşla beraber koronerde AS komplikasyonları artmaktadır. PZR sonucunda örneklerin hiçbirinde C. pneumoniae genomu tespit edilememiştir. Bununla birlikte bu durum sadece akut enfeksiyon olmadığının kanıtıdır. MIF test sonuçlarına göre %30,3 oranında seropozitiflik mevcuttur. Seropozitiflik yaşla beraber artmaktadır. Seropozitiflik ile AS'un komplikasyonlarından olan HT arasında anlamlı bir ilişki tespit edilmiştir. Örneklemimizde C. pneumoniae sıklığı; diğer literatürlerde Türkiye için verilen oranın üzerindedir. Bu durum bu konuda çözüm üretmemiz gereğini göstermektedir. Sonuç: C. pneumoniae sıklığının yüksek olması sebebi ile C. pneumoniae'nin erken ve ani ölüm ile ilişkili olduğu kanaatindeyiz. Uzun yıllardır aterosklerozla anılan ve ülkemizde varlığını kanıtlayan birçok antemortem çalışma mevcutken hala anti-klamidyal tedavilerin aterosklerotik hastalarda uygulanmaması bir tıpta uygulama hatası olarak düşünülebilir. Ülkemizde bu konuda yapılmış olan kısıtlı postmortem çalışmalar arttırılmalı, ölümün önlenebilir nedenleri ortaya konulmalıdır.Anahtar Kelimeler: Adli Tıp, Ani ölüm, Ateroskleroz, Chlamydia pneumoniae, Polimeraz Zincir Reaksiyonu, Mikroimmün Floresan, Tıpta Uygulama Hatası. Investigation of The Effect of Chlamydia Pneumoniae in Sudden Deaths with AtherosclerosisIntroduction and objective: 15-30 percent of natural deaths is sudden and unexpected death that the most common cause is atherosclerotic cardiovascular disease in our country and the world. Atherosclerosis is a highly morbid and mortal disease which has discussions about how it can be kept under the control. Infection was included due to classical risk factors don't explain epidemiological changes. Chlamydia Pneumoniae is a risk factor of atherosclerosis and complications of it like heart disease, myocardial infarction and death. The study was performed to evaluate the relationship of Chlamydia Pneumoniae with atherosclerosis and its classical risk factors.Material and Method: 33 sudden death cases were randomly selected which sent to Ankara Gruop Headship of Forensic Medicine Institutions for autopsy. Manner and place of death, postmortem intervals, hypertension, diabetes, other chronic diseases, history of family, cigarette smoking were recorded. Blood samples were cryopreserved after centrifugation until IgA and IgG antibodies of Chlamydia Pneumoniae investigated with MIF test method. Tissue samples taken from two vessels were put into saline solutioun to detection of Chlamydia Pneumoniae genome. Chlamydia pneumoniae genome extractions were performed and had been amplified with using polymerase chain reaction.Findings: Cases underwent autopsy procedure within 24 hours. The majority of cases died at home, also hospital, open space and prison. The mean age is 51,9032 and higher in females than in males. Adding in BMI all cases have one or more risk factors. There are intensive and advanced macroscobic atherosclerosis findings in cases. There was no significant difference between increased subcutaneous fat tissue thickness with manner of death, hypertension, diabetes, smoking, family history. Similar results were obtained for incresed BMI. Subcutaneous fat tissue thickness and BMI were significantly associated. The mean age of hypertensives and smokers were found higher. There is increased abdominal fat ratio, more in females than in males. Males have higher risk profile than females. In cases, the average heart weight is higher than normal. Average heart weight of males is higher than females. Discussion: According to our cases, the most frequent cause of death is atherosclerotic cardiovascular disease. As expected, the most frequent myocardial pathology is ischemia induced fibrosis and hypertrophy, ischemia and acute MI findings and there is a significant relationship between myocardial pathology with mean age. The most frequent coronary pathology is atherom plaque which contract coronars 70 percent or more. Also thrombus was detected in two case and AS complications in coronary increase with increasing age. Using PCR, C. pneumoniae. genome couldn't be detected in any samples. However, this situation is evidence that is not only acute infection. According to MIF test results, there is 30,3 percent seropositivity. Seropositivity increases with age. A significant relationship was detected between seropositivity with HT which is a complication of AS. In our cases, frequency of C. pneumoniae is higher than rates which was given for Turkey in other literatures. This situation shows that we need create solutions for this problem. Result: We think that C. pneumoniae is associated with sudden and unexpected death because of C. pneumoniae frequency is high. Not using of antichlamidial therapies in patients with ateherosclerosis may be a medical malpractice although there are many antemortem studies which prove of presence and referred to atherosclerosis for many years. In our country, the limited postmortem studies on this subject should be increased, preventable cause of death should be revealed.Key words: Forensic Medicine, Sudden Death, Atherosclerosis, Chlamydia pneumoniae, Polymerase Chain Reaction, Microimmunofluorescence, Medical Malpractice. 127
- Published
- 2014
10. Determination of increasing exercise induced intraventricular gradient in professional athletes and assessment the relationship of increased interventricular gradient in peak exercise with cardiac symptoms
- Author
-
Raedi, Farhad, Yazıcı, Hüseyin Uğur, and Kardiyoloji Anabilim Dalı
- Subjects
Kardiyoloji ,Cardiomyopathy-hypertrophic ,Cardiology ,Heart function tests ,Exercise ,Ventricular function ,Sports ,Death-sudden - Abstract
Tüm dünyada ve Türkiye?de ani genç ölümleri en korkulan sağlık problemlerinden biridir. Türkiye?nin genç bir nüfus yapısı vardır, Türkiye nüfusunun yalnızca %7?si yaşlılardan(>65 yaş) oluşmaktadır. Biz çalışmamızda 18-68 yaş arasında profesyonel koşucu olan 21 erkek ve kontrol grubu olarak 21 sağlıklı erkek erişkin üzerinde egzersizin intraventriküler gradiyent artışı sıklığını ve intraventriküler gradiyent artışının sol ventrikül fonksiyonları üzerine etkisini ekokardiyografik yöntemlerle araştırmayı ve egzersiz şiddeti ile kardiyak semptom gelişimi arasındaki ilişkiyi araştırmayı amaçladık ve egzersiz koşu bandında (treadmill) yürütülerek hedef kalp hızının (Hedef kalp hızı= 220-Yaş) %85?unaulaşması sağlandı ve istirahat, zirve egzersiz ve egzersiz sonrası istirahat periyodunda intraventriküler gradiyent ve kalbin sistolik ve diyastolik fonksiyonlarını gösteren hemodinamik parametreleri ekokardiyografi ile ölçülmesi planlandı. Zirve egzersiz sonunda >30 mmHg intraventriküler gradiyent saptanması artmış intraventriküler gradiyent olarak kabul edildi. İntraventriküler gradiyent artışı olup olmamasına göre tüm çalışma populasyonunda ve her grubun kendi içinde semptom gelişimi, sistolik ve diyastolik fonksiyonlar açısından karşılaştırmalar yapıldı. Ayrıca semptom gelişimi, intraventriküler gradiyent artışı sıklığı, sistolik ve diyastolik fonksiyonlar açısından atletler ile kontrol grubu karşılaştırıldı.Profesyonel atletler ve kontrol grubundaki bireylerin tamamı öngörülen maksimum egzersiz düzeyine ulaştı. Çalışma populasyonuna ait hiçbir bireyde maksimum egzersiz düzeyine ulaşmayı engelleyen kardiyak ya da non-kardiyak bir semptom gelişmedi.Yapılan ekokardiyografik incelemede sporcularda hem bazalde hem de maksimumegzersiz sonrasında ölçülen zirve sistolik intraventriküler gradiyent kontrolgrubundan daha yüksek bulundu. Fakat çalışma populasyonuna ait hiçbir bireydezirve sistolik intraventriküler gradiyent >30 mmHg olmadı. Sonuç olarak yapısalolarak normal kalbe sahip profesyonel atletlerde egzersiz stres testi ile solventrikülde intraventriküler dinamik obstruksiyon gelişmedi. Bizim bulgularımızzorlu aerobik egzersizin yapısal olarak normal kalbe sahip bireylerde dinamikobstruksiyona yol açmayacağını düşündürdü.Anahtar Kelimeler: intraventriküler gradiyent,hipertrofik kardiyomiyopati,ani ölüm Sudden death of the young is one of the most intimidating health problems in ourcountry and around the globe. The population of Turkey is overwhelmingly youngand the elderly (>65) form only 7% of it. In the present study, we study 21professional male athletes at age 18-68 and 21healthy male control. Usingechocardiographic methods, we studied the affect of exercise on the increase inintraventricular gradient and cardiac hemodynamic functions. Participants will beasked to run on the treadmill till their heart rate reached 85% of targeted heart rate(heart rate = 220-Age) and will be closely monitored for the development ofcardiovascular symptoms. In addition, we are going to echocardiographically studyhemodynamic functions including intraventricular gradient, systolic and diastolicfunctions of the participants during rest, peak treadmill exercise. An increase inintraventricular gradient >30mmHg will be accepted as increased intraventriculargradient. We compared development of cardiac symptoms, systolic and diastolicfunctions within each group and between the groups with respect presence orabsence of an increase in intraventricular gradient. In addition, we are going tocompare development of symptoms, the frequency in the increase of intraventriculargradient, systolic and diastolic functions between athletes and controls. In summary,we are planning to investigate potential relationship between the frequency in theincrease of intraventricular gradient and increased intraventricular gradient andcardiovascular symptoms and the left ventricular functions in professional athletesand healthy adults during exercises. Professional athletes and control groupindividuals reached the level of predicted maximum exercise. In our study there was no cardiac or non-cardiac symptoms to prevent achieving maximum level of exercise, was seen. Athletes at baseline and after exercise had higher maximum peak systolic intraventricular gradient in comparision with control group in echocardiographic study. But, in none of our cases the peak systolic intraventricular gradient was more than 30 mmHg.As a result, in professional athletes with structurally normal heart, left ventricle intraventricular dynamic obstrction was not developed. Our results suggest that in patients with structurally normal heart aerobic exercise will not lead to dynamic obstruction.Key Words: intraventricular gradiyent, hypertrophic cardiomyopathy, sudden death. 68
- Published
- 2013
11. Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğunda kalp ritmi ve otonom fonksiyonların 24 saatlik holter ekg ve kalp hızı değişkenliği ile değerlendirilmesi ve metilfenidatın bu fonksiyonlara etkisi
- Author
-
Soysal, Yasemin Dilek, Akalın, Figen, and Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı
- Subjects
Çocuk Hastalıkları ,Arrhythmia-cardiac ,Heart rate ,Methylphenidate ,Electrocardiography-ambulatory ,Autonomic nervous system ,Çocuk Sağlığı ,Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları ,Child Health and Diseases ,Attention deficit disorder with hyperactivity ,Death-sudden - Abstract
ÖZET Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu (DEHB) okul çağındaki çocuklarda en sık görülen nörodavranışsal bozukluktur. Hem DEHB’nin, hem de bu hastalığın tedavisinde kullanılan metilfenidatın (MPH) otonom sinir sistemi (OSS) fonksiyonları ve kalp ritmi üzerindeki etkileri tartışmalıdır. Kalp hızı değişkenliği (KHD), OSS fonksiyonları ile ani ölüm ve aritmi riskinin değerlendirilmesinde kullanılabilir. Çalışmamızda, DEHB saptanan çocuklarda EKG, 24 saatlik Holter monitorizasyonu ve KHD parametreleri kullanılarak OSS fonksiyonları ve aritmi riski araştırılmıştır. Çalışmaya yaşları 6 ile 13 arasında değişen (Ort±Ss=9,46±2,0) DEHB tanılı 28 çocuk (6 kız, 22 erkek) ve aynı yaş grubunda (Ort±Ss=9,57±2,0) 20 sağlıklı çocuk (7 kız, 13 erkek) alındı. Hastaların 11’i Dikkat Eksikliği Baskın tip ve 17’si Bileşik tip olarak değerlendirildi. Tüm olgulara ayrıntılı öykü ve fizik muayeneye ek olarak 12 derivasyonlu yüzey EKG, ekokardiyografi ve 24 saatlik Holter EKG monitorizasyonu uygulandı. DEHB hastalarında aynı değerlendirmeler tedavinin 4 ila 8. haftaları arasında (Ort±Ss=53,4±15,5 gün), hastalar 0,25-1mg/kg dozunda (Ort±Ss=0,62±0,2 mg/kg) MPH kullanırken tekrarlandı. İlaç öncesi ve sonrası fizik muayene, EKG, Holter monitorizasyonu bulguları ile KHD parametrelerinden zaman alanlı SDNN, SDANN, SDNNi, rMSSD ve pNN50 ve frekans alanlı LF, HF, LF/HF oranı karşılaştırıldı. İlaç dozu ile tüm parametreler arasında ilişki olup olmadığı çalışıldı. DEHB’li hastalarda QTc ölçümü kontrol grubuna göre daha uzun bulundu (sırasıyla 421,9±22,3 ms; 410,4±21,6 ms, p=0,039). 24 saatlik Holter kayıtlarından elde edilen KHD parametrelerinden SDNN uyku dilimi (22:00-08:00) değeri DEHB grubunda düşüktü (sırasıyla 108,7±24,1 ms; 126,5±30,3 ms, p=0,039). Hasta ve kontrol gruplarında önemli aritmi saptanmadı. MPH tedavisi sırasında kalp tepe atımı (KTA) ve diyastolik kan basıncı (DKB) ölçümleri tedavi öncesine göre yüksek bulundu (KTA için MPH öncesi: 89,8±8,6 atım/dk; MPH sonrası: 96,5±12,5 atım/dk; p=0,014; DKB için MPH öncesi: 62,5±9,7 mmHg; MPH sonrası: 66,9±7,6 mmHg, p=0,03). Bileşik tip DEHB hastalarında QT dispersiyonu MPH tedavisi ile anlamlı artış gösterdi (MPH öncesi: 33,0±16,7 ms; MPH sonrası: 41,8±18,3 ms, p=0,038). SDNN uyku dilimi değeri (MPH öncesi: 108,7±24,1 ms; MPH sonrası: 124,6±39,3 ms, p=0,015) ve SDANN değeri (MPH öncesi: 123,4±26,5 ms; MPH sonrası: 140,2±40,3 msn, p=0,016) artmış olarak saptandı. pNN50 değerinin ise gün boyunca ve uyanıklık dilimindeki (08:00-22:00) kayıtlarda MPH kullanımı ile azaldığı gözlendi (MPH öncesi: %19,4±9,8; MPH sonrası: %15.8±8,5, p=0,003). Bu bulgular, özellikle Dikkat Eksikliği Baskın tipte belirgindi. Bir hastada MPH altında 4-5 atımlık ventriküler taşikardi atağı görüldü. DEHB hastalarında uykuda otonom sinir sistemi fonksiyonları sağlıklı çocuklarınkine göre farklılık gösterirken MPH tedavisinin bu farklılıkları düzeltici yönde etkileri görüldü. MPH’nin etkili olduğu uyanıklık saatlerinde parasempatik aktivitenin baskılandığı sonucuna varıldı. MPH başlamadan önce aritmi riski taşıyan hastaların ayrıntılı incelenmesi ve yakın izlemi önerilir. ANAHTAR SÖZCÜKLER: Ani Ölüm, Aritmi, Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu, Kalp Hızı Değişkenliği, Metilfenidat, Otonom Sinir Sistemi.ABSTRACT Attention Deficit Hyperactivity Disorder (ADHD) is the most common neurobehavioral disorder of school-age children. The effects of ADHD and methylphenidate (MPH) – the latter is used in the treatment of ADHD – on autonomic nervous system (ANS) functions and heart rhythm are controversial. Heart rate variability (HRV) can be used to assess the ANS functions and risk of sudden death and arrhythmia. In this study electrocardiogram (ECG), 24-hour-ambulatory Holter monitoring, and HRV are used to investigate ANS functions and risk of arrhythmia in ADHD patients. The study group included 28 children (6 girls and 22 boys) with ADHD in between the ages of 6-13 (mean±SD=9.46±2.00 years) and 20 healthy children (7 girls and 13 boys) at the same age interval (mean±SD=9.57±2.00 years). 11 patients were evaluated as of pre-dominantly inattentive subtype while 17 were of the combined subtype. In addition to a detailed history and physical examination, 12-lead-surface ECG, echocardiography, and 24-hour-ambulatory Holter monitoring were performed on all subjects. Same evaluations were repeated while the patients were receiving MPH between the dosages of 0.25-1 mg/kg (mean±SD=0.62±0.20 mg/kg) in between the fourth and eighth weeks of the treatment (mean±SD=53.4±15.5 days). Pre and post-treatment physical examination, ECG, and Holter ECG findings, and HRV parameters including time domain (SDNN, SDANN, SDNN-i, r-MSSD, pNN50) and frequency domain (LF, HF, LF/HF) were all compared. The relation between MPH dosage and all the parameters was studied. In ADHD group QTc duration was measured higher than the control group (421.9±22.3 ms vs. 410.4±21.6 ms, p=0.039 resp.). In ADHD group SDNN sleep segment (10pm-8am) measured out of the 24-hour Holter recordings was lower than the control group (108.7±24.1 ms vs. 126.5±30.3 ms, p=0.039 resp.). None of the patients in each group had significant rhythm abnormalities. Average heart rate (AHR) and diastolic blood pressure (DBP) measurements were higher during MPH treatment than pre-treatment measurements (AHR Pre-MPH: 89.8±8.6 bpm; Post-MPH: 96.5±12.5 bpm, p=0.014; DBP Pre-MPH: 62.5±9.7 mmHg; Post-MPH: 66.9±7.6 mmHg, p=0.03). A significant increase in QTdispersion measurements was found in the combined subtype patients after MPH treatment (Pre-MPH: 33.0±16.7 ms; Post-MPH: 41.8±18.3 ms, p=0.038). During MPH treatment SDNN sleep segment values (Pre-MPH: 108.7±24.1 ms; Post-MPH: 124.6±39.3 ms, p=0.015) and SDANN values (Pre-MPH: 123.4±26.5 ms; Post-MPH: 140.2±40.3 ms, p=0.016) were observed significantly higher than pre-treatment values. A significant decrease was further observed in pNN50 values during all day long and awake segment (8am-10pm) recordings after MPH treatment (Pre-MPH: 19.4±9.8 %; Post-MPH: 15.8±8.5 %, p=0.003 respectively). These findings were notable in particular in the pre-dominantly inattentive subtype patients. A 4-to-5 beat long ventricular tachycardia was found in one patient under MPH treatment. Autonomic nervous system functions of the ADHD patients in sleeping hours differed from those of the healthy children while the effects of MPH treatment were in an ameliorating trend. It is concluded that parasympathetic activity is suppressed during the awake hours when MPH is most effective. Close examination and follow-up are suggested before starting an MPH treatment on the patients who may be under risk of arrhythmia. KEYWORDS: Arrhythmia, Attention Deficit Hyperactivity Disorder, Autonomic Nervous System, Heart Rate Variability, Methylphenidate, Sudden Deat
- Published
- 2013
12. Epilepsi hastalarında kardiyak otonomik disfonksiyona bağlı kalp hızı değişkenliğinin 24 saatlik ritm holter ile değerlendirilmesi
- Author
-
Erkuzu, Mehmet Atilla, Tombul, Temel, and Nöroloji Ana Bilim Dalı
- Subjects
Nöroloji ,Epilepsy ,Neurology ,Heart rate ,Autonomic nervous system ,Electrocardiography-ambulatory ,Death-sudden - Abstract
Amaç: Bu çalışmanın amacı epilepsi hastalarında kalp hızı değişkenliğinin 24 saatlik ritm holter tekniği kullanılarak değerlendirilmesi, kontrol grubuyla karşılaştırılması ve epilepsi hastalarında antiepileptik ilaçlar, nöbet tipi, nöbet konrolü ve sıklığı, hipokampal skleroz, yaş, cinsiyet, hastalık süresi, kullanılan AEİ sayısı gibi çeşitli klinik ve nöroradyolojik özelliklerin KHD ve otonomik kardiyovasküler disfonksiyon (OKDF) üzerinde herhangi bir etkisinin olup olmadığını belirlemektir. Gereç ve Yöntem: Retrospektif olarak planlanan bu çalışma 2009-2012 yılları arasında nöroloji kliniğine başvuran epilepsi hastalarından kardiyoloji kliniği tarafından 24 saatlik ritm holter yapılması uygun görülen, 50 hasta ve benzer yaş grubunda 50 sağlıklı gönüllüden oluşan kontrol grubu dâhil edilerek yapılmıştır. Epilepsili olguların 23?ü kadın 27?si erkekti. Olgular 19-60 yaşları arasında 22?si parsiyel ,28?i jeneralize nöbeti olan toplam 50 hastadan oluştu.Bulgular: Epilepsi hasta grubunda SDNN,SDANN,RMSSD ve LF/HF değerleri kontrol grubuna göre daha düşüktü, HF değeri ise daha yüksekti (P
- Published
- 2013
13. Erken repolarizasyon bulunan kişilerde ani ölüm ve aritmi belirteci testlerin değerlendirilmesi ve KCNJ8-S422l gen mutasyonu ilişkisi
- Author
-
Ermiş, Emrah, Çiftçi, Çavlan, and Kardiyoloji Ana Bilim Dalı
- Subjects
Kardiyoloji ,Arrhythmia-cardiac ,Electrocardiography ,Genes ,Mutation ,Heart rate ,Cardiology ,Death-sudden - Abstract
ÖZETGiriş: Erken repolarizasyon (ER), EKG'de J noktasının izoelektrik hatta göre ardışık 2derivasyonda en az 1 mm (0.1mV) yükselmesi olarak tanımlanmaktadır. Çoğunlukla yapısalkalp hastalığı bulunmayan kişilerde görülen Erken Repolarizasyon Sendromu (ERS),günümüzde Brugada Sendromu (BS) ile olan benzerlikleri nedeniyle `J Dalga Sendromları'başlığı altında incelenmeye başlanmıştır. Yayınlanan çok merkezli çalışmalar sonucunda ERSile ani kardiyak ölüm (AKÖ) arasındaki ilişkinin ortaya konmasıyla beraber hayatı tehdit ediciventriküler aritmilere neden olabileceği bilinmektedir.Amaç: ERS tanısı alan kişilerde aritmi belirteçleri olan testler ile riskli hasta grubunubelirleyebilmek ve son yıllarda literatürde AKÖ gerçekleşmiş ERS tanısı alan kişilerdebildirilen KCNJ8 geni S422L mutasyonunun varlığını araştırmaktır.Gereç ve Yöntem: Kardiyak açıdan semptomatik ya da asemptomatik 50 erkenrepolarizasyon tanısı almış bireyler ile 50 normal EKG özelliğine sahip kontrol grubuçalışmaya alındı. Koroner arter hastalığı (KAH) bulunmayan ve ekokardiyografi sonucunormal olan kişiler çalışmaya dahil edildi. Çalışmaya alınan bireylerin yaş ortalaması hastagrubunda 33.1±9.7, kontrol grubunda 45.8±9.9 idi. Holter monitörizasyonu ile aritmi varlığı,kalp hızı değişkenliği ve geç potansiyellerin varlığına ER bulunan grupta bakıldı. Her ikigrupta `allel spesifik PCR yöntemi' ile KCNJ8 geni S422L mutasyonu genotiplendirildi.Bulgular: Çalışmamızda ER bulunan kişilerde `ER EKG paterni' tiplendirmesinde%54'ünde tip l, %42'sinde tip 2, %4'ünde ise tip 3 ER EKG paterni izlendi. Kontrol grubu ilekarşılaştırıldığında düzeltilmiş QT mesafesi (QTc)'nin, ER grubunda daha kısa olduğugörüldü. Fakat sonuç istatiksel anlamlılığa ulaşmadı (ER bulunanlarda ortalama QTc;371±28.7 msn, kontrol grubunda ise 381±31.4 msn, p =0.08). ERS grubunda bakılan ritmholter kayıtlarında hiçbir hastada couplet, triplet prematür ventriküler kompleks (PVC) ya dasüreksiz VT atağı izlenmedi.Kalp hızı değişkenliği (KHD) zaman alanlı metodlar kullanılarak bakıldığında hastaların%26'sında azalmış olarak izlendi.Hastaların sinyal ortalamalı EKG (SOEKG) ile %14'ünde geç potansiyeller (LP) izlendi.Yakın zamanda yapılmış çalışmalardaki rakamlarına benzer sonuçlar elde edildi.Nörolojik değerlendirmeleri normal bulunan sadece 2 hastada açıklanamayan senkop öyküsübulunmaktaydı ve senkop ile ERS ilişkisi değerlendirildiğinde ise istatistiksel anlamlılığaulaşmadı (p=0.15).Her iki grupta bakılan KCNJ8-S422L mutasyonu ise hasta grubunda değil kontrol grubundanbir hastada bulundu. Böylece KCNJ8-S422L mutasyonu ile ERS ilişkisi istatiksel olarakanlamsız bulundu. Fakat belirtmek gerekir ki çalışmamıza dahil ettiğimiz ERS hastalarınınhiçbirisinde ve ailelerinde AKÖ öyküsü bulunmamakta idi ve yalnızca 50 ER bulunan kişiçalışmaya dahil edilmişti.Sonuç: Primer aritmojenik sendromlar ve kanolopatiler başlığı altında incelediğimiz veönceleri tamamen benign bir EKG bulgusu olarak değerlendirilen ERS, son zamanlarda BS ileolan benzerliği ve AKÖ ilişkisinin ortaya konması nedeniyle ilgi çekmektedir. Biz de buhastalarda aritmi belirteci testler ile riskli hastaları belirleyebilmek amacıyla bu çalışmayıplanladık ve KCNJ8-S422L mutasyonu varlığı ile ERS arasındaki ilişkiyi inceledik.AKÖ geçiren ERS hastalarında sekonder korumada tek tedavinin implante edilebilenkardiyoverter defibrilatör (ICD) olduğu bilinmektedir. Asıl problem özellikle de gençlerdeyaklaşık %5 gibi yaygın gözlenen bu EKG paternininin primer koruma açısından hangihastalarda ölümcül aritmilere neden olabileceğinin belirlenmesidir. Klinikte literatürdebildirilen kriterlere uygun riskli hastaların belirlenmesi gereklidir. ER paterni bulunankişilerde açıklanamayan senkopun varlığı veya ailede açıklanamayan AKÖ öyküsününbulunması, inferior/inferolateral (tip2) veya tüm derivasyonlarında (tip3) >0,2 mv J noktasıelevasyonu bulunması ve EKG'de ST segment elevasyonunun yatay/inen tarzda olması, ERpaterni ile birlikte kısa QT'nin varlığı, son olarak da couplet PVC'lerin görülmesi birer riskişareti olarak değerlendirilmelidir.Yüksek risk işareti bulunan her hastada primer tedavinin gerekliliği konusunda ve buhastaların nasıl takip edileceği ile ilgili sorular ise ilerleyen yıllarda genetik çalışmaların daışığı altında yapılan çalışmalar ile yanıt bulacaktır. SUMMARYIntroduction: Early repolarization (ER) is defined as the elevation of J point at least 1mm(0.1mV) in 2 consequent derivations on ECG. Early Repolarization Syndrome (ERS) which isusually seen in people without structural heart disease is considered under the title of `J wavesyndromes? because of its similarities with Brugada syndrome (BS). As a result of multicenterstudies, the association of ERS with sudden cardiac death (SCD) established and itsnow known that ERS is a cause of life threatening ventricular arrhytmias.Purpose: Aim of the study to detect the individuals at risk among the patients with ERS usingthe arrhytmia markers and investigate the existence of reported S422L mutation in the KCNJ8gene, that are detected in the patients with SCD an diagnosed ERS.Methods: Study included 50 symptomatic or asymptomatic patients with diagnosed ERS and50 people with normal ECG as the control group. People without coronary artery disease andwith normal echocardiography results are included. Mean age was 33.1±9.7 in the studygroup and 45.8±9.9 in the control group. The existence of arrhytmia, heart rate variability andlate potentials is examined in ER group. In both groups S422L mutation in the KCNJ8 gene isgenotyped using allele specific PCR.Results: In our study using the `ER ECG pattern typing? 54% of the patients with ER aredefined as type l, 42% type 2 and 4% are type 3 ER pattern. It is found that corrected QTdistance (QTc) is shorter in the ER group than in the control group, but in the level ofstatistical significance (In the ER group mean QTc; 371±28.7 ms, in the control group meanQTc; 381±31.4 ms, p =0.08). No couplet/trıplet VPC or nonsustained ventricular tachycardiais detected in the holter recordings of ERS group.Heart rate variability is found to be decreased 26% in the patients, using the time domainmethods.By using signal averaged ECG.in late potentials are detected in 14% of the patients. Thesefinding is consistent with the results of contemporary studies.History of unexplained syncope is found in 2 patients with normal neurologic assessment andthe association of syncope with ERS was not statistically significant ( p=0.15).The S422L- KCNJ8 gene mutation which is investigated in both groups, is detected in thecontrol group, but not in the study group, making the association of mutation with ERSstatistically insignificant. Neverthless, it should be stressed that no ERS patients in the studyhas sudden cardiac death in themselves and their families and only 50 patients with ER areincluded in the study.Conclusion: ERS which is included under the title of primary arrthytmogenic syndromes andchannelopaties and considered as a completely benign ECG finding, has drawn attention dueto its similarities with BS and association with SCD. We planed this study to detect thesusceptible population with arrhytmia markers,and investigate the relationship of KCNJ8-S422L mutation with ERS.It is known that the only treatment secondary prevention in ERS patients with SCDimplantable cardioverter defibrilator (ICD). The emerging problem is to detect whichindividuals with this ECG finding is susceptible to SCD, and could be protected by primaryprevention.In clinical practise, patients at risk should be detected using the criteria proposed in literature.In patients with ER pattern, history of unexplained syncope or SCD in family, >0,2mV J pointelevation in inferior/inferolateral (type 2) or all derivations (type 3), existence ofhorizontal/downslopping ST segment elevation or short QT with ER pattern, and finallydetection of couplet VPC are cosidered at risk factors.The question regarding the need of primary treatment and follow up and all patients with highrisk factors will find an answer light of future genetic investigations. 70
- Published
- 2012
14. Tezer Özlü'nün yapıtlarında aşk-özgürlük-ölüm
- Author
-
Gürgöz, Nevruz, Sakallı, Cemal, and Türk Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı
- Subjects
Freedom ,Özlü, Tezer ,Existentialism ,Literature ,Türk Dili ve Edebiyatı ,Suburban ,Turkish Language and Literature ,Anxiety ,Turkish literature ,Love ,Sexuality ,Death-sudden - Abstract
Tezer Özlü, 1970'li yıllarda ve kendi yaşamından yola çıkarak oluşturduğu yapıtlarıyla Türk edebiyatının önemli kadın yazarları arasında yerinin alır. Edebiyatı iç dünyasını anlatmanın bir aracı olarak gören Özlü, düşünsel eğilimlerinin ve büyük oranda yaşantılarının tesiriyle döneminin edebi çevresini de besleyen varoluşçuluk akımından etkilenir.Çocukluk yaşlarından itibaren kendi varoluşu üzerine düşünerek yapıtları aracılığıyla bir anlam arayışına giren Özlü, ?ölüm, özgürlük, yalıtım (yalnızlık), anlamsızlık? gibi varoluşçuluğun temel kavramları etrafında yaşamını sorgular. Ancak bu sorgulama, sadece felsefi bir boyut taşımaz. Tezer Özlü'nün kendisi olan yapıtlarının anlatıcısı, bu kavramları kaygı boyutunda yaşar.Varoluşçu felsefenin psikanalizme uygulanmasıyla ortaya çıkan varoluşçu psikanalizm anlayışına göre nihai varoluşsal kaygılar olarak nitelendirilen ?ölüm, özgürlük, yalıtım ve anlamsızlık?, insanın anlam arayışında yüzleşmesi gereken durumlardır. Bu noktada Özlü'nün, bu çalışma kapsamında incelenen ?Çocukluğun Soğuk Geceleri, Yaşamın Ucuna Yolculuk, Eski Bahçe&Eski Sevgi? adlı yaşantı ürünü olan yapıtlarında, anlatıcı kişinin yaşadığı ölüm ve özgürlük kaygıları ile temelini bu kaygılardan alarak ortaya çıkan yalıtım (yalnızlık) ve anlamsızlık kaygıları, varoluşçu psikanalizm yaklaşımına göre irdelenmiştir. Anlatıcının aşkı ve cinselliği algılayışı da yaşadığı kaygıları yansıtan önemli bir insanlık durumu olarak ele alınmıştır. Tezer Özlü occupies an important place among the leading female authors of the Turkish literature with her works created in 1970s, mostly inspired by her own life. Regarding at literature as an instrument to tell one?s inner world, Özlü was impressed with existentialism, a movement which also fed the literary periphery in that era, with the influence of her intellectual tendencies and majorly of her own experiences.Özlü, who started to think about her own existence from her childhood, looks for a meaning through her works, and questions life around the basic concepts of existentialism, such as ?death, freedom, isolation (loneliness), meaninglessness?. However, this questioning does not only employ a philosophical aspect. Tezer Özlü, speaking through the narrator of her works, experiences these concepts at a level of anxiety.According to the existentialist psychoanalysm which came out through the application of the existentialist philosophy into psychoanalysm, ?death, freedom, isolation, and meaninglessness?, which are considered as the ultimate existentialist anxieties, are the facts which are to be faced by the man in pursuit of a meaning. At this point, in Özlü?s works named ?Çocukluğun Soğuk Geceleri (Cold Nights of Childhood), Yaşamın Ucuna Yolculuk (A Journey to the End of Life), Eski Bahçe&Eski Sevgi (Old Garden & Old Love)?, which were reviewed in this study and which were born out of real life experiences, the anxieties of the narrator about death and freedom, and the anxieties of isolation (loneliness) and meaninglessness that arise based on these anxieties were studied on according to the existentialist psychoanalistical approach. Perception of the narrator of love and sexuality was taken as an important fact of humanity that reflects the anxieties experienced by the author. 182
- Published
- 2010
15. Medikolegal otopsilerde erken miyokart enfarktüsünün triphenyl tetrazolium chloride, immünohistokimya ve histokimya yöntemleri ile değerlendirilmesi
- Author
-
Bilgin, Nursel, Gülmen, Mete K., and Adli Tıp Anabilim Dalı
- Subjects
Myocardial infarction ,Adli Tıp ,Forensic medicine ,Autopsy ,Forensic Medicine ,Immunohistochemistry ,Death-sudden - Abstract
ÖZET Adli tahkikat ve dış muayenede ölüm nedeni hakkında fikir verecek bulgu saptanamayan ve ölüm nedeninin bu aşamada anlaşılamadığı ölümler `Ani Beklenmedik Şüpheli Ölüm` olarak tanımlanmaktadır. Ani ölüm genellikle kardiyak kaynaklı akut bir olaym başlamasından saniyeler, dakikalar veya saatler sonra ortaya çıkan bir ölümdür. Akut miyokart enfarktüsü; koroner kan akımında azalma ya da tamamen kesilmeye bağlı olarak miyositlerde meydana gelen nekroz olarak tanımlanmaktadır. Nekrozu tanımaya yarayan morfolojik yöntemlerin gerçekleşmesi için bireyin yaşaması gerekmektedir. Doku preparatlannın optimal düzeyde sağlandığı çalışmalarda bu sürenin 4-6 saat olduğu belirtilmektedir. Miyokart enfarktüsünün postmortem tanımlanabilmesi için ile histokimyasal, immünoenzimatik ve makroskobik olarak enfarktüs alanının gösterilebilmesi amacı ile TTC, NBT gibi solüsyonların kullanıldığı bildirilmektedir. Bu çalışmada, Adli Tıp Kurumu Adana Grup Başkanlığı Morg İhtisas Dairesinde otopsileri yapılan, makroskobik olarak eski veya yeni enfarktüs alanı saptanan veya şüphelenilen 30 olgudan örnekler alındı. Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalı Patoloji laboratuarında erken miyokart enfarktüsünün; TTC morfolojik tanı yöntemi, histokimyasal ve immünoenzimatik yöntemler kullanarak postmortem tanısı araştırıldı. Sonuç olarak TTC morfolojik tanı yöntemi ile yeni olarak şüphelenip örneklediğimiz 23 olgunun 16'sında ve yeni enfarktüs görmediğimiz 7 olgunun 3'ünde toplam 19 olguda, yapılan H+E, histokimyasal ve immünoenzimatik boyalar ile TTC sonuçlarının paralellik gösterdiğim saptadık. Bu çalışmanın amacı; Adli Tıp günlük uğraşısında sorun oluşturan `Ani Beklenmedik Şüpheli Ölümlerde` erken miyokart enfarktüsü'nün tanımlanması ve böylece ölüm nedenin belirlenmesini sağlayarak, adli olgulara açıklık getirmek, erken miyokart enfarktüsü mekanizması hakkında bilgi edinmek ve halk sağlığına yönelik veri tabanı oluşturmaktır. Anahtar sözcükler: Ani Ölüm, Miyokart Enfarktüsü, İmmünohistokimya, Otopsi, TTC. vn EVALUATION OF EARLY MYOCARDIAL INFARCTION IN MEDICOLEGAL AUTOPSY CASES WITH TTC, HISTOCHEMICAL AND IMMUNOHISTOCHEMICAL METHODS ABSTRACT Sudden Unexpected Death is one of the major interest in Forensic Medicine and most of them are apparent as natural caused deaths. Cardiac pathologies are mostly responsible from the deaths. Early myocardial infarction can be defined as the necrosis of the myocyte due to a total occlusion in the coronary arteries or a serious decrease in the blood flow. An individual should survive for enough period of time till morphological changes occur in the myocytes. The optimal period of time for this is four to six hours. TTC, NBT solutions are used to the infarction region macroscopically as well as histochemical and immunoenzymatic methods. In this study, 30 medico-legal autopsy cases were selected in accordance to early infarct of their suspected areas of hearts. Early myocardial infarction was evaluated with using TTC, histochemical and immunoenzymatic methods at the pathology laboratory at Department of Forensic Medicine. As the results, TTC helps to identify 16 cases out of 23. H+E, histochemical and immunoenzymatic stains showed parallel results with the TTC. The aim of this study is trying to find out a morphological method in defining the early myocardial infarction. It will also help to solve cases in daily routine problems in the Forensic Medicine. Also this study aims to understand the mechanisms of early myocardial infarction and to bring up data for public health issues. Key words: Sudden Death, Myocardial Infarction, Immunohistochemistry, Autopsy, TTC. vm 52
- Published
- 2000
16. Ani çocuk ölümlerinin orta zincir açildehidrogenaz enzim bozukluğu ile ilişkisinin moleküler düzeyde incelenmesi
- Author
-
Bozkurt, Nilüfer, İsbir, Turgay, and Diğer
- Subjects
Heterozygote ,Homozygote ,Coenzymes ,Exons ,Medical Biology ,Tıbbi Biyoloji ,Death-sudden - Abstract
6. ÖZET Çalışmamızda ani bebek ölümleri ile orta zincirli yağ asitleri dehidrogenaz ( MCAD) enzim genindeki mutasyonlar arasındaki olası bağıntıyı incelemek amaçlı olarak annelerden alınan 35 örnek ve 35 bebekten alınan kordon kanı kullanılarak MCAD enzim geni incelenmiştir. Toplam 70 örnekten elde edilen DNA'lardan MCAD geni yapısındaki olası mutasyonları inceleyebilmek için Polimeraz Zincir Reaksiyonu ( PCR), restriksiyon enzim kesimi, agaroz jel elektroforezi ve dizileme reaksiyonu teknikleri kullanılmıştır. Çalışmamız sonucunda bebeklerde 4/35 oranında 11. Ekzondaki 11 sıcak noktadan biri olanllöl noktasında heterozigot A1161G mutasyonuna rastlanmış, diğer hiçbir mutasyon gözlenmemiştir. Annelerde ise herhangi bir mutasyon gözlenmemiştir.Bebeklerde görülen bu mutasyon miktarı istatiksel olarak annelere göre anlamlı derecede yüksek olmakla beraber çekinik etkiye sahip bu alelin heterozigot durumda beklendiği şekilde herhangi bir metabolik etkisi görülmemiştir. Bu sonuçlara göre Türk toplumunda diğer incelenilen toplumlara göre Al 161 G mutasyonunun beliğin derecede yüksek olduğu gözlenmiştir.Random seçilen bebeklerdeki bu yüksek alel oranı daha büyük bir grup ile yapılan çalışmalarda homozigot mutasyonun bulunabileceğini ve homozigot gen yapısı ile ani bebek ölümleri arasındaki bağıntının incelenebileceğini akla getirmektedir. 44 7. SUMMARY The relationship between Medium Chain Acyl CoA (MCAD) deficiency and sudden infant death syndrome (SID) were studied in 70 samples, 35 from mother, and 35 from chord blood. of newborns. Poimerease Chain Reaction ( PCR), restriction enzyme digestion, sequencing and agarose jel electrophoresis techniques were used to identify the probable mutations that may occur on exon 11. We ended up with A 1 161G mutation in 4 / 35 newborns, and no A985G mutation in newborn groups.No mutation were detected in mothers. When Al 161G mutation was compared between newborns and mothers, mutation in newborn group was found to be statistically significant (p< 0.05 ) but as the mutation was heterozygous and the gene was recessive, the effect of the mutation at protein level couldn't be observed. As a result, we found that Gl 161 allele frequncy is muchmore higher in Turkish population then in any other populations.We think that if we increase the amount of the samplesfrom the newborns, we may end up with homogeneous mutations and by that way we can check the effect of the mutation on enzyme activity. 45 65
- Published
- 1998
17. Non Nosocomial Cardiac Arrest: Impact on Intensive care Units. Descriptive Study 1989-1992
- Author
-
Massimo Vaghi, Carla Pessina, Massimo Panozzo, Isaac Bayarri, Gianni Reschini, and Ana Mandelli
- Subjects
medicine.medical_specialty ,Resuscitation ,Death-Sudden ,Unidad de Terapia Intensiva ,law.invention ,law ,Intensive therapy ,Intensive care ,medicine ,General Environmental Science ,Resucitación ,Heart massage ,business.industry ,Cardiorespiratory arrest ,Masqje cardíaco ,Heart arrest ,medicine.disease ,Intensive care unit ,Surgery ,Intensive Care Units ,Emergency medicine ,Ventricular fibrillation ,General Earth and Planetary Sciences ,Muerte súbita ,business ,Paro cardíaco - Abstract
En numerosos trabajos se evidencia una gran variabilidad en la supervivencia de los pacientes sonietidos a RCP por paro cardiorrespiratorio (PCR) extrahospitalario. La mayor parte de los pacientes mueren durante el intento de RCP, muchos de los reanimados mueren en terapia intensiva después de las primeras insuficiencias orgánicas y algunos sobreviven con un grave daño cerebral y enormes costos afectivos, médicos y sociales. En este estudio descriptivo examinamos retrospectivamente el fenómeno «PCR extrahospitalario», en el período 1989-1992, analizando los datos relativos a los pacientes aceptados en el Servicio de Emergencia (SE) con diagnóstico de PCR Y expuestos a RCP, evaluando después el impacto de tal patología en las Unidades de Cuidados Intensivos (UCI y, UCC), en relación a la condición del paciente al alta y al promedio de días de hospitalización. Por último, se efectuó el estudio descriptivo de la evolución de los pacientes del año 1992. Hemos considerado 210 pacientes, de los cuales 55 pertenecen al año 1992. La sobrevida promedio en el PS es 32%, con un aumento de 28,6% a 36,4%. De los 68 pacientes reanimados exitosaniente por el Servicio de Atención Rápida (SAR), el 38% fue recibido en UCC y 62% en UCI. Veintinueve de los 68 pacientes fallecieron en cuidados intensivos (43%). La sobrevida sobre el total de atenciones por el SAR ha aumentado de 8% a 16% (promedio 13,8%). El promedio de días de hospitalización de los fallecidos en cuidados intensivos resulta siempre menorr, comparado al de los pacientes con evolución favorable. La sobrevida de los pacientes en fibrilación ventricular (FV) es 28%. Los resultados obtenidos no se diferencian signiticativamente de los datos encontrados en la literatura., Various studies slhow differences iii survival of patients who undernent CPR for non nosocomial cardiorespiratory arrest (CRA). Most patients die during CPR intent, many of the resuscitated patients die during intensive therapy after initial organic failures, and some survive with severe cerebral impaiment and high emotional, medical and social costs. ln this descriptive trial we retrospectively examined the «non nosoconfial CPR» phenonienon ocurred from 1989 till 1992, analizing data related to patients adinitted to the Emergeny Service (ES) with the diagnosis of CRA and who underwent CPR. We assessed the impact of this entity on Intensive Care Units (ICU and CCU) in relation to patient's condition at discharge and days of hospitalization. In addition, evolution of patients during 1992 was acquainted. We studied 210 patients, 55 of them attended during 1992. The average survival in ES is 32% and increased from 28,6% to 36,4%. From 68 patients successfully reanimated by the Rapid Assistance.Service (RAS), 38% were admitted to UCC and 62 % to lCU. Twenty-nine of 69 patients died in the intensive care unit (43%). Total survival for RAS has increased from 8% to 16 % (average 13,8%). Hospitalization days of patients that died in ICU usually less than patients with favourable evolution Survival of patients with ventricular fibrillation (VF) is 28%. Results obtained are not significatively different froni data encoutered in the literature.
- Published
- 1996
18. Paro Cardíaco Extrahosp¡talario: Impacto en las Unidades de Cuidados Intensivos
- Author
-
Vaghi, Massimo, Pessina, Carla, Panozzo, Massimo, Reschini, Gianni, Mandelli, Ana, and Bayarri, Isaac
- Subjects
Resucitación ,Intensive Care Units ,Heart massage ,Resuscitation ,Masqje cardíaco ,Muerte súbita ,Heart arrest ,Death-Sudden ,Paro cardíaco ,Unidad de Terapia Intensiva - Abstract
Various studies slhow differences iii survival of patients who undernent CPR for non nosocomial cardiorespiratory arrest (CRA). Most patients die during CPR intent, many of the resuscitated patients die during intensive therapy after initial organic failures, and some survive with severe cerebral impaiment and high emotional, medical and social costs. ln this descriptive trial we retrospectively examined the «non nosoconfial CPR» phenonienon ocurred from 1989 till 1992, analizing data related to patients adinitted to the Emergeny Service (ES) with the diagnosis of CRA and who underwent CPR. We assessed the impact of this entity on Intensive Care Units (ICU and CCU) in relation to patient's condition at discharge and days of hospitalization. In addition, evolution of patients during 1992 was acquainted. We studied 210 patients, 55 of them attended during 1992. The average survival in ES is 32% and increased from 28,6% to 36,4%. From 68 patients successfully reanimated by the Rapid Assistance.Service (RAS), 38% were admitted to UCC and 62 % to lCU. Twenty-nine of 69 patients died in the intensive care unit (43%). Total survival for RAS has increased from 8% to 16 % (average 13,8%). Hospitalization days of patients that died in ICU usually less than patients with favourable evolution Survival of patients with ventricular fibrillation (VF) is 28%. Results obtained are not significatively different froni data encoutered in the literature. En numerosos trabajos se evidencia una gran variabilidad en la supervivencia de los pacientes sonietidos a RCP por paro cardiorrespiratorio (PCR) extrahospitalario. La mayor parte de los pacientes mueren durante el intento de RCP, muchos de los reanimados mueren en terapia intensiva después de las primeras insuficiencias orgánicas y algunos sobreviven con un grave daño cerebral y enormes costos afectivos, médicos y sociales. En este estudio descriptivo examinamos retrospectivamente el fenómeno «PCR extrahospitalario», en el período 1989-1992, analizando los datos relativos a los pacientes aceptados en el Servicio de Emergencia (SE) con diagnóstico de PCR Y expuestos a RCP, evaluando después el impacto de tal patología en las Unidades de Cuidados Intensivos (UCI y, UCC), en relación a la condición del paciente al alta y al promedio de días de hospitalización. Por último, se efectuó el estudio descriptivo de la evolución de los pacientes del año 1992. Hemos considerado 210 pacientes, de los cuales 55 pertenecen al año 1992. La sobrevida promedio en el PS es 32%, con un aumento de 28,6% a 36,4%. De los 68 pacientes reanimados exitosaniente por el Servicio de Atención Rápida (SAR), el 38% fue recibido en UCC y 62% en UCI. Veintinueve de los 68 pacientes fallecieron en cuidados intensivos (43%). La sobrevida sobre el total de atenciones por el SAR ha aumentado de 8% a 16% (promedio 13,8%). El promedio de días de hospitalización de los fallecidos en cuidados intensivos resulta siempre menorr, comparado al de los pacientes con evolución favorable. La sobrevida de los pacientes en fibrilación ventricular (FV) es 28%. Los resultados obtenidos no se diferencian signiticativamente de los datos encontrados en la literatura.
- Published
- 1996
19. Adli Tıp Kurumu Ankara grup başkanlığında yapılan 100 adli otopsi vakasında koroner ve serebral arteroskleroz bulgularını araştıran kör bir çalışma
- Author
-
Bilge, Yaşar, Tunalı, İbrahim, and Adli Tıp Anabilim Dalı
- Subjects
Adli Tıp ,Intracranial arteriosclerosis ,Forensic medicine ,Autopsy ,Microscopy-electron ,Forensic Medicine ,Coronary artery disease ,Death-sudden - Abstract
Bu araştırmada Adli Tıp Kurumu Ankara Grup Başkanlığında pılan 100 otopside beyin ve kalp arterlerinde ateroskleroz İguları' ve olguların sosyodemograf ik özellikleri celenmiştir. Doğal sebeplere bağlı ölüm, olguların %31'ini şkil etmektedir. Bunun % 38.9'u aterosklerot ik kalp ve beyin stalıgına bağlıdır» Aterosklerotik kalp hastalığı erosklerotik beyin hastalığına göre daha sıktır, erosklerotik kalp ve beyin hastalığına bağlı ölümler sıklıkla -50 yaş grubu sigara içen erkeklerde hastane dışında maktadır- Ateroskleroz kompl ikasyonuna bağlı ölüm olgularında, ger ölüm sebeplerinden ayırıcı tanı yapılması, mümkün olduğu dar fasla arter kesit yaparak makroskopik bulguların
- Published
- 1993
Catalog
Discovery Service for Jio Institute Digital Library
For full access to our library's resources, please sign in.