Search

Bu çalışmayla, lise öğrencilerinin anne-baba tutumlarının kişilerarası problem çözme becerileri ile İlgisi araştırılarak, ergenlerin kişilerarası problem çözme süreçlerinin anlaşılmasına bir katkı sağlamak amaçlanmıştır.Araştırma, 2016-2017 eğitim-öğretim yılında İstanbul İli Anadolu Yakasında liseye devam eden toplam 291, 9-12. Sınıf öğrencisini kapsamaktadır. Çalışmaya katılan öğrencilere, Kişilerarası Problem Çözme Envanteri (KPÇE) lise formu ve Leuven Algılanan Ana Babalık Ölçeği Ergen Formu (LAABÖ) anket yolyla uygulanmıştır. Öğrencilerin, babalarını, davranışsal denetim ve psikolojik kontrol bakımından orta düzeyde tutum gösterir olarak algıladıkları ancak duyarlık ve özerklik desteği bakımından ise yüksek düzeyde (olumlu) tutum gösterdiklerini düşündükleri bulunmuştur. Öğrencilerin, annelerini ise psikolojik kontrol bakımından düşük tutum, davranışsal denetim bakımından orta düzeyde tutum gösterir olarak algıladıkları, duyarlık ve özerklik desteği bakımından ise yüksek düzeyde (olumlu) tutum gösterdiklerini düşündükleri bulunmuştur.Öğrencilerin, kişilerarası problem çözme beceri düzeylerine ilişkin sonuçlara bakıldığında; probleme olumsuz yaklaşma ve kendine güvensizlik düzeylerinin düşük, yapıcı problem çözme, sorumluluk almama ve ısrarcı-sebatkâr yaklaşım düzeylerinin ise orta düzeyde olduğu anlaşılmaktadır.Öğrencilerin, anne-baba tutumlarının kişilerarası problem çözme becerileri üzerindeki etkisi doğrusal çoklu regresyon analizleri ile incelenmiş ve aşağıdaki sonuçlara varılmıştır;Baba psikolojik kontrol ve anne psikolojik kontrol alt boyutlarının anlamlı bir şekilde öğrencilerin probleme olumsuz yaklaşım düzeylerini yordamakta (tahmin etmekte) kullanılabileceği bulunmuştur. Baba psikolojik kontrol ve anne psikolojik kontrol alt boyutları ile öğrencilerin probleme olumsuz yaklaşım düzeyleri arasında pozitif yönlü bir ilişki olduğu, baba psikolojik kontrol boyutunun çok küçük bir farkla da olsa öğrencilerin probleme olumsuz yaklaşım düzeylerini açıklamada anne psikolojik kontrol boyutundan daha önemli bir değişken olduğu bulunmuştur.Baba özerklik desteği ve anne duyarlılık alt boyutlarının anlamlı bir şekilde öğrencilerin yapıcı problem çözme düzeylerini yordamakta (tahmin etmekte) kullanılabileceği bulunmuştur. Baba özerklik desteği ve anne duyarlılık alt boyutları ile öğrencilerin yapıcı problem çözme düzeyleri arasında pozitif yönlü bir ilişki olduğu, anne duyarlılık boyutunun küçük bir farkla da olsa öğrencilerin yapıcı problem çözme düzeylerini açıklamada baba özerklik desteği boyutundan daha önemli/etkili bir değişken olduğu bulunmuştur.Anne psikolojik kontrol alt boyutunun, anlamlı bir şekilde öğrencilerin kendine güvensizlik düzeylerini yordamakta (tahmin etmekte) kullanılabileceği bulunmuştur. Anne psikolojik kontrol alt boyutu ile öğrencilerin kendine güvensizlik düzeyleri arasında pozitif yönlü bir ilişki olduğu, diğer alt boyutların ise öğrencilerin kendine güvensizlik düzeylerini yordamakta (tahmin etmekte) katkıları olmadığı bulunmuştur.Baba psikolojik kontrol ve anne psikolojik kontrol alt boyutlarının, anlamlı bir şekilde öğrencilerin sorumluluk almama düzeylerini yordamakta (tahmin etmekte) kullanılabileceği bulunmuştur. Baba psikolojik kontrol ve anne psikolojik kontrol alt boyutları ile öğrencilerin probleme olumsuz yaklaşım düzeyleri arasında pozitif yönlü bir ilişki olduğu, anne psikolojik kontrol boyutunun çok küçük bir farkla da olsa öğrencilerin sorumluluk almama düzeylerini açıklamada baba psikolojik kontrol boyutundan daha önemli/etkili bir değişken olduğu bulunmuştur.Baba özerklik desteği ve anne duyarlılık alt boyutlarının anlamlı bir şekilde öğrencilerin ısrarcı-sebatkâr yaklaşım düzeylerini yordamakta (tahmin etmekte) kullanılabileceği bulunmuştur. Baba özerklik desteği ve anne duyarlılık alt boyutları ile öğrencilerin ısrarcı-sebatkâr yaklaşım düzeyleri arasında pozitif yönlü bir ilişki olduğu, anne duyarlılık boyutunun küçük bir farkla da olsa öğrencilerin ısrarcı-sebatkâr yaklaşım düzeylerini açıklamada baba özerklik desteği boyutundan daha önemli/etkili bir değişken olduğu bulunmuştur. With this study, it was aimed to contribute to the understanding of the interpersonal problem solving processes of adolescents by investigating the parental attitudes of high school students with their interpersonal problem solving abilities.The study was carried out in the year of 2016-2017 in Istanbul, Turkey. It includes the 291 high school students. The students who participated in the study were administered the Personal Problem Solving Inventory (high school form) and the Leuven Perceived Parenting Scale via a questionnaire.It was found that the students perceive their fathers as moderate attitudes in terms of behavioral and psychological control, but they think that they showed high (positive) attitudes in terms of sensitivity and autonomy support. It was found that the students perceived that their attitudes were low in respect of psychological control, perceived as moderate attitude in behavioral supervision, and high (positive) in attitude and autonomy support.When the results of the students' level of interpersonal problem solving skills were examined; approaching problems in a negative way and self-esteem levels were low, constructive problem solving, unwilling to take responsibility and insistent-persevering approach were moderate.The effect of students' parental attitudes on interpersonal problem solving skills was examined by linear multiple regression analyzes and the following conclusions were reached; It has been found that the subscales of parental psychological control and maternal psychological control can be used to predict students' probable approaching problems in a negative way. It had been found that there was a positive relationship between father's psychological control and maternal psychological control sub-dimensions and students' approaching problems in a negative way levels.It had been found that the subscales of parental autonomy and maternal sensitivity can be used to predict students' constructive problem solving levels significantly. It was found that there was a positive relationship between father autonomy support and maternal sensitivity subscales and constructive problem solving levels of students and mother sensitivity dimension was a more significant / effective variable in explaining constructive problem solving levels of students than in father autonomy support dimension.It had been found that the mother psychological control sub-dimension can be used to predict the levels of insecurity of the students in a meaningful way. It had been found that there was a positive relationship between the mother psychological control subscale and the self-insecurity levels of the students and the other subscales did not contribute to predict the self-insecurity levels of the students.It had been found that the subscales of parental psychological control and maternal psychological control can be used to predict (or predict) the level of non-responsibility of the students in a meaningful way. It had been found that there was a positive relationship between father's psychological control and maternal psychological control sub-dimensions and students' approaching problems in a negative way levels, mother's psychological control dimension was a more important / effective variable than father psychological control dimension in explaining the level of unwilling to take responsibility of students.Finally, it had been found that the subscales of parental autonomy and maternal sensitivity can be used to predict students' insistent-persevering approach levels. It was found that there was a positive relationship between the levels of father autonomy support and maternal sensitivity and insistent-persevering approach of the students and that the maternal sensitivity dimension was a more significant / effective variable in explaining the insistent-persevering approach levels of the students. 112

Bu çalışma yetişkin bireylerin bağlanma stillerinin anksiyete ve umutsuzluk düzeyi ile ilişkisini incelemeyi amaçlamaktadır. Elde edilen demografik verilerle değişkenler arasındaki ilişkiyi incelemek için de gerçekleşmiştir. Bu doğrultuda 18-65 yaş aralığında 70 kadın ve 77 erkek olmak üzere Samsun ilinde ikamet eden 147 kişilik örneklem grubuna Sosyo-Demografik Bilgi Formu,İlişki Ölçekleri Anketi,Durumluluk-Sürekli Kaygı Envanteri ve Beck Umutsuzluk Ölçeği uygulanmış,elde edilen veriler analiz edilmiştir.Araştırma sonuçlarında bağlanma stilleri ile anksiyete ve umutsuzluk düzeyi arasında ilişki olduğu görülmektedir. Bağlanma stilleri ve anksiyete arasındaki ilişkide kaygı puanı arttıkça güvenli bağlanma ve kayıtsız bağlanma puanlarının azaldığı,korkulu bağlanma puanının ise arttığı görülmektedir.Bağlanma stilleri ve umutsuzluk düzeyi arasındaki ilişkide korkulu bağlanma ile umutsuzluk düzeyi arasında orta düzeyde pozitif yönlü anlamlı ilişki bulunmaktadır.Araştırma sonuçlarında sosyo-demografik veriler ile değişkenler arasında da ilişki olduğu görülmektedir. Kadın ve erkek katılımcılar arasında erkek bireylerin kayıtsız bağlanma puanları kadınlara göre daha yüksektir. Bireylerin yaş gruplarına göre kaygı puanları ve korkulu bağlanma puanları farklılık göstermektedir. Eğitim düzeylerinin anksiyete puanı, umutsuzluk puanı, güvenli bağlanma,korkulu bağlanma ve kayıtsız bağlanma sonuçları ile ilişkisinin olduğu,bu sonuçlara göre eğitim seviyesi daha düşük bireylerin eğitim seviyesi daha yüksek olan bireylere göre kaygı düzeyi,umutsuzluk düzeyi ve korkulu bağlanma puanlarının arttığı,güvenli bağlanmanın ise azaldığı sonucuna ulaşılmıştır. Bireylerin eğitim düzeyi arttıkça kayıtsız bağlanmaları da artmaktadır. Bekar bireylerin evli bireylere göre daha yüksek kayıtsız bağlanma gösterdiği görülmüştür.Çalışma durumlarına göre çalışan bireylerin çalışmayan bireylere göre güvenli ve kayıtsız bağlanma düzeyleri daha yüksekken; çalışmayan bireylerin kaygı düzeyleri,umutsuzluk düzeyleri,korkulu ve saplantılı bağlanma düzeyleri çalışan bireylere göre anlamlı olarak daha yüksektir.Gelir düzeyi daha düşük bireylerin gelir düzeyi daha yüksek bireylere oranla güvenli bağlanma ve kayıtsız bağlanma puanlarının azaldığı,korkulu bağlanma,kaygı puanları ve umutsuzluk düzeylerinin arttığı sonucuna ulaşılmıştır. This study aim that analyze the relation between attachment styles of adults and anxiety and hopelessness. it has been also researched to analyze relation between demographic datas and variables. In this direction, Socio-Demographic Information Note, Relationship Survey, State-trait Anxiety Inventory, Beck Hopelessness Scale was applied to 77 female and 70 male sample group aged between 18 and 65 years old residing in Istanbul and the datas obtained were analyzed.As a results of study, it is seen that there is a connection between attachment styles and anxiety and hopelessness level. It was observed that when the anxiety score increased in the relationship between attachment styles and anxiety, secure attachment score and dismissive avoidant score decreased, fearful attachment score increased. There is a mid-range and positive relation between fearful attachment and hopelessness level in the relationship between attachment styles and hopelessness level. As a result of study, it is also seen that there is a relation between socio-demographic datas and variables. The dismissive avoidant scores of male participant is higher than the female participant's among total participants. Anxiety scores and fearful attachment scores of participants vary across age groups. It was deduced that the level of education is related to anxiety score, hopelessness score, secure attachment, fearful attachment and dismissive avoidant results. According to the this results, it was concluded that low educated person's anxiety level, hopelessness level and fearful attachment scores is increased than highly educated person's, also secure attachment level is decreased. The dismissive level of individuals increases according as the level of education increases. It is seen that single individuals showed higher dismissive avoidant than the married individuals. While the secure attachment level and dismissive avoidant level of employed individuals is higher than the those who do not work, the level of anxiety, hopelessness and fearful attachment of unemployed individuals is higher than the those who work. It is deduced that the low-income individual's secure attachment score and dismissive avoidant score decrease as against the high-income individuals whereas fearful attachment, anxiety scores and hopelessness level increase. 80

Bu çalışmanın amacı evlilik doyumunun gebeliğe uyum süreci ile olan ilişkisini inceleyerek literatüre katkı sağlamaktır. Nicel araştırma tarzına göre hazırlanan çalışmaya 58 gebe katılmıştır. Gebelere; Sosyodemografik Bilgi Formu, Evlilik Doyumu Ölçeği, Gebelik Deneyimleri Ölçeği ve Durumluk-Sürekli Kaygı Ölçeği uygulanmıştır. İstanbul'daki bir özel hastanenin kadın-doğum polikliniğiyle anlaşılarak ölçekler gebelere uygulanmıştır. Katımcıların sosyodemografik verileri tanımlanmıştır. SPSS.25 paket programında analiz edilen verilere göre evlilik doyumu ve gebeliğe uyum arasında anlamlı bir ilişki bulunmamıştır (p>0,05). Evlilik Doyumu ve Gebelik Deneyimleri Ölçeğinin alt ölçekleri arasında da korelasyon analizi yapılmıştır. Ayrıca, evlilik doyumu skorları yüksek ve düşük olan iki grup gebelik deneyimleri skorları açısından karşılaştırılmıştır. Bu test sonucunda da iki grup arasında anlamlı bir farklılık bulunmamıştır (p>0,05). The purpose of this research is to contribute to the literature by investigating the relationship between marital satisfaction and adaptation to course of pregnancy. This study is quantitative research model and there are 58 participants in the research. Socio-demographic Data Form, Marital Satisfaction Inventory, Pregnancy Exprience Scale and State-Trait Anxiety Inventory were applied to 58 pregnant women. Inventories were applied in a gynaecology policlinic of a private hospital in Istanbul. Statistics of socio-demographic data of the participants were described. SPSS.25 packet program was used to analyze the data and it is found that there is no significant relationship between marital satisfaction and adaptation to course of pregnancy (p>0,05). The relationship between subscales Marital Satisfaction Inventory and Pregnancy Experience Scale was also investigated. Also, high marital satisfaction and low marital satisfaction groups are compared. The result is not significant (p>0,05). 65

Günümüzde internetin hızlı bir şekilde ilerlemesiyle birlikte sosyal medyanın öneminde artış olduğu gözlenmektedir. Bu artışla birlikte birçok problem yaşanmaktadır. Araştırmanın amacı, üniversite öğrencilerinin sosyal medyada ki gelişmeleri kaçırma korkusunun yalnızlık ve kişilerarası ilişki boyutları açısından bir ilişki olup olmadığını incelemektir. Araştırmanın örneklemi, Üsküdar Üniversitesi öğrencilerinden yaşları 18-24 olan bireyler oluşturmaktadır. Çalışma toplam 100 kişiye uygulanmıştır.Verilerin elde edilmesinde `Kişisel Bilgi Formu`; `Sosyal Medya Bağımlılığı Ölçeği` (Şahin ve Yağcı, 2017); `Sosyal Ortamlarda Gelişmeleri Kaçırma Korkusu Ölçeği`(Gökler ve ark., 2016); `Kişilerarası İlişki Boyutları Ölçeği`(İmamoğlu ve Aydın, 2009); `UCLA- Yalnızlık Ölçeği`(Demir, 1989) uygulanmıştır. Araştırma veri analizinde SPSS 24 programı ile analiz edilmiştir. Araştırma verilerin analizinde; t-testi, Kolmogorov-Smirnov testi, Mann Whitney U testi, Krusal Wallis H testi, Sperman korelasyon analizi ve regresyon analizi kullanılmıştır.Araştırmanın sonucuna göre; gelişmeleri karcıma korkusunun, kişilerarası ilişkiler ve yalnızlık arasında anlamlı bir ilişki bulunmamıştır. Bireylerde Kişilerarası ilişki boyutlarından duygu farkındalığında artış olduğunda, gelişmeleri kaçırma korkusunda bir azalma olmuştur. Kadınlarda sosyal medya bağımlılığı ve yaşadıkları sanal tolerans düzeyi erkeklere göre daha yüksek bulunmuştur. Öte yandan ölçek puanlarının bazı demografik değişkenlere göre anlamlı bir şekilde farklılaşma olduğu saptanmıştır. Son olarak bulguların sonuçlarına göre çeşitli önerilerde bulunulmuştur. Anahtar Kelimeler: gelişmeleri kaçırma korkusu, kişilerarası ilişki boyutları, sosyal medya, yalnızlık. Nowadays, with the rapid progress of the internet, it is observed that the importance of social media has increased. Many problems revial with this increase. The aim of the study is to examine whether there is a relationship between the fear of missing out development in social media and university students in terms of loneliness and interpersonal relationship dimensions. The sample of the research, Üsküdar University students consist of individuals aged 18-24. The study was applied to a total of 100 people.The following are used while obtaining the data; `Personal Information Form`; `Social Media Addiction Scale` (Şahin ve Yağcı, 2017); `The Fear Of Missing Out Scale At Social Enviroments`(Gökler ve ark., 2016); `Interpersonal Relationships Dimensions Scale`(İmamoğlu ve Aydın, 2009); `UCLA- Loneliness Scale`(Demir, 1989). The data were analyzed with SPSS 24 program in the data analysis. The data is analyzed with descriptive statistics, -test, Kolmogorov-Smirnov test, Mann Whitney U test, Krulus Wallis H test, Sperman correlation analysis and regression analysis were used.According to the result; No significant relationship was found between fear of development, interpersonal relationships and loneliness. In individuals, there was a decrease in the fear of abducting developments when there was an increase in emotional awareness from the dimensions of interpersonal relationships. Women's social media addiction and virtual tolerance level were higher than men. On the other hand it was determined that scale scores differ significantly according to some demographic variables. Finally variety of suggestions are given based on the consequences.Key Words: Fear of missing out developments, dimensions of ınterpersonal relationships, social media, loneliness. 137

Bu araştırmada, ergenlik dönemindeki bireylerin, aile içerisinde karşılaştıkları tutum, davranış ve problemler belirlenerek karşı cinse yönelimleri arasında ilişki kurulması ve ergen sağlığı ile ilgili önerilerde bulunmamızı sağlayacak analizlerin yapılması amaçlanmıştır. Bu doğrultuda, İstanbul ilinde bulunan orta öğretim kurumlarında öğrenim gören 14-20 yaş aralığındaki 139 kız 131 erkek olmak üzere toplam 270 örneklem grubu oluşturulmuştur. Katılımcılara sırasıyla, aile içi sorunlarını ölçmek için Gençlik Döneminde Aile Sorunlarını Değerlendirme Ölçeği(GDASDÖ) ve demografik özellikleri ve karşı cinse yönelimi ölçmek için Kişisel Bilgi Formu uygulanmıştır. Araştırma, bir adet hipotez ve onun alt hipotezleri üzerinden gerçekleştirilmiştir. Gerekli varsayımlar incelendikten sonra analiz sürecine geçilmiştir. Karşı cinse yönelim değişkenlerinin iki gruptan oluşan kategorik yapısı ve analizlere ilişkin varsayımlara bağlı olarak, aile içi sorunları açısından karşı cinse yönelimi incelemek amacıyla bağımsız örneklemler için t-testi Bağımsız (independent sample t-test) kullanılmıştır. Araştırma kapsamındaki tüm analizler SPSS 25 ve .05 anlamlılık düzeyiyle incelenmiştir. Araştırma bulguları temel hipotez doğrultusunda aile içi sorunları yüksek olan ergenlik dönemindeki bireylerin aile içi sorunları düşük olan ergenlik dönemindeki bireylere göre karşı cinse daha fazla yönelim gösterdiği sonucuna ulaşılmıştır. Alt hipotezler doğrultusunda, otoriter-baskısı tutumu benimseyen, sosyal etkinliklerde kısıtlılık yaşayan, ekonomik sorun yaşayan, aile içerisinde duyarsız ve tutarsız davranışlara maruz kalan, aile ilişkilerinde sınırsızlık ve istismar yaşayan, anne-baba ilişkileri uyumsuz olan ailelerin çocuklarının karşı cinse daha fazla yönelim gösterdiği analiz sonuçlarında istatiksel olarak anlamlı düzeyde etkiye sahip olduğunu göstermiştir. Çalışmada elde edilen bulgular, literatür ışığında tartışılmıştır. Anahtar Kelimeler: Aile, Aile İçi Sorunlar, Ergenlik Dönemi, Karşı Cinse Yönelim. In this study, it was aimed to examine the relationship between family problems and the opposite gender orientation of the individuals in adolescence. In this respect, the data was collected from a total of 270 adolescents as 139 girls and 131 boys, aged 14-20 years, who were studying high schools in Istanbul. Participants were administered the Family Problems of Young Adulthood Evaluation Scale to measure family problems and Personal Information Form to assess democratic characteristics and the opposite gender orientation. The study was conducted based on one hypothesis and its sub-hypotheses. Depending on the categorical structure of the opposite gender orientation variables comprising of two groups and the assumptions related to the analyses, independent sample t-test was used to investigate the opposite gender orientation in term of family problems. All analyses were performed using SPSS 25 and .05 significance level. According to the main hypothesis, findings of the study revealed that individuals in adolescence with high levels of family problems shown greater the opposite gender orientation than those with low levels of family problems. According to the sub-hypotheses, analysis results showed that adolescents who had authoritarian-oppressive attitude, insensitivity and inconsistency in relations, disharmony between parents, limited social activity, disorder in the house, financial problems, intrusion and abuse, and health and social problems family structure significantly reported more the opposite gender orientation. Finding of the study were discussed in light of the literature.Keywords: Family, Family Problems, Adolescence, the Opposite Gender Orientation. 93

İnsan toplum içinde yaşayan, çeşitli etkilere maruz kalan ve bunlara tepki veren bir varlıktır. Günlük yaşam, insanın belli faktörlere bağlı olarak gerçekleşen duyuş, algılayış, düşünüş ve davranışlarını kapsayan karmaşık bir süreçtir. Psikoloji bu karmaşık süreçleri inceleyen bir bilimdir. Psikoloji ile ilgili yapılan tariflere bakıldığında, bunların, bireyin davranışlarının yanı sıra çevresiyle olan ilişkilerini de kapsadığı görülmektedir. Psikoloji, görünen insan davranışlarının ortaya çıkış nedenlerini, insanda meydana gelen davranış süreçlerinin nasıl meydana geldiğini de araştıran bir bilimdir. İnsanın yaşam alanlarının çeşitliğine bağlı olarak, gelişim sürecinde olan psikoloji, çeşitli uzmanlık alanlarına ayrılmıştır. Yirminci yüzyılın başlarında gelişen endüstriye paralel olarak insanların yaşam biçimlerinin yanı sıra çalışma şekilleri de değişmiş; bu durum bir takım sorunları beraberinde getirirken, diğer yandan birim zamanda insandan daha fazla verim alma problemini de ortaya çıkarmıştır. Bu araştırmanın amacı, maden çalışanlarında, farklı meslek gruplarına sahip bireylerin (işçi, mühendis ve memur) mesleki doyum, depresyon ve kaygı düzeyleriyle olan ilişkilerinin değerlendirilmesidir. Araştırma verileri `Mesleki Doyumu Ölçeği`, ` Kaygı Düzeyi Ölçeği` ve `Depresyon Ölçeği` ile toplanmıştır. Veriler SPSS 22.0 Programı ile çözümlenmiştir. Human being is an entity living in society, exposed to various influences and reacting to them. Daily life is a complex process involving feelings, perceptions, thoughts and behaviors of people depending on certain factors. Psychology is a study of these complex processes. When looking at the psychology-related texts, it seems that they include relationships with the environment as well as the behavior of the individual. Psychology is a science that investigates the reasons for appearance of visible human behavior and how the behavioral processes that take place in the human body are shaped. Depending on the diversity of people's living spaces, the psychology that is in development is devoted to various areas of specialization. Parallel to the industry that developed in the early twentieth century, people's lifestyles as well as the way they work have changed; While this brings with it a number of problems, it also reveals the problem of getting more efficiency from the people on the one hand. The purpose of this research is to investigate the extent to which the blue collar working group has achieved job satisfaction and burnout. . The aim of this research is to evaluate the relationships between occupational satisfaction of depressed and anxious levels of individuals (workers, engineers and civil servants) with different occupational groups in mining workers. The research data were collected by `Occupational Satisfaction Scale`, `Anxiety Level Scale` and `Depression Scale`. The data was analyzed with the SPSS 22.0 program. 92

Amaç: Bu çalışmanın amacı panik bozukluğu tanısı alan bireylerde sağlıklı kontrol grubuna göre daha yüksek oranda çocukluk çağı travmalarının varlığını saptamaktır. Yine panik bozukluğu tanısı alan ve çocukluk çağı travmaları yaşayan bireylerin yaşam kalitelerini hangi düzeyde etkilediğini belirlemektir. Yöntem ve Gereç: Çalışmaya Bursa Devlet Hastanesi psikiyatri polikinliğine ayaktan başvuran 18-65 yaş arası 50 panik bozukluk hastası ile geçmiş ve şimdiki öyküsünde psikiyatrik hastalığı olmayan 50 sağlıklı kontrol grubu dâhil edilmiştir. Hasta ve kontrol grubuna kişisel bilgi formu, çocukluk çağı travmaları ölçeği ve yaşam kalitesi ölçeği uygulanmıştır.Bulgular: Panik bozukluğu tanısı alan bireylerin çocukluk çağı travmaları ölçeği puanları kontrol grubuna göre anlamlı olarak yüksek bulundu. hasta ve kontrol gruplarına bağlı olarak kişilerin cinsiyetlerine göre emosyonel istismar, fiziksel ihmal, cinsel istismar, çocukluk çağı travma puanları arasındaki farklılıkların istatistiksel olarak anlamlı olmadığı ; fiziksel istismar ve emosyonel ihmal puanları arasındaki farklılıkların istatistiksel olarak anlamlı olduğu gözlenmiştir. Hasta grubun WHOQOL- Bref yaşam kalitesi ölçeğinin toplam ve alt ölçek puanlarına bakıldığında kontrol grubuna göre yaşam kaliteleri daha düşük bulunmuştur.Sonuç: Çocukluk çağı travmalarının varlığı ve alt çeşitleri bireylerde panik bozukluğun görülme oranını artırmaktadır. Anahtar Kelimeler: Panik Bozukluk, Çocukluk Çağı Travmaları, Yaşam Kalitesi. Aim: The goal of this research is to determine people who diagnosed with panic disorder will have more childhood trauma and also to investigate at which level childhood trauma will affect the quality of life with people who diagnosed with panic disorder.Method and Materials: This research was conducted with 50 panic disorder patients who were aged between 18-65 at psychiatry clinic in Bursa State Hopital and also 50 healthy people who do not any have psychiatric disorder were added to this research. Scale for quality of life, childhood trauma scale and personal information form were used to patient and control group.Findings: The results of childhood trauma scale in people with diagnosed panic disorder were significantly higher than control groups. Based on gender there are no statistically significant differences between the results of emotional abuse, physical neglect, sexual abuse, childhood trauma with patients and control groups. There are statistically significant differences between the results of physical abuse and emotional neglect. The quality of life is higher in control grups than in patients group according to reuslt of the WHOQOL-Bref quality of life scale's total and subscale scores.Results: The presence and sub-types of childhood trauma increase the probability of getting panic disorder.Key Words: Panic Disorder, Childhood Trauma, Quality of Life 82

Bu çalışmanın amacı, yataklı psikiyatri servisinde tedavi gören farklı hasta grupları üzerinde çocukluk çağı travması ve alt gruplarının etkilerini incelemektir. Ek olarak, araştırmada cinsiyet ve eğitim durumunun travmayla ilişkisine de bakılmıştır.Araştırmanın örneklemini İstanbul ili Ümraniye ilçesi özel NP Beyin hastanesinde yatarak tedavi görmüş 33 depresyon, 34 anksiyete bozukluğu ve 37 duygudurum bozukluğu tanısı almış toplam 104 hasta oluşturmaktadır. Veri toplama araçları olarak 'Çocukluk Çağı Travma Ölçeği', ' Beck Depresyon Envanteri', 'Beck Anksiyete Ölçeği' ve ''Duygudurum Bozuklukları Ölçeği' kullanılmıştır. İstatistiksel analizler için SPSS (Statistical Package for Social Sciences) 22 programı kullanılmıştır. Çalışma verileri değerlendirilirken tanımlayıcı istatistiksel metotların (Ortalama, Standart Sapma, Medyan, Frekans, Oran, Minimum, Maksimum) yanı sıra niceliksel verilerin karşılaştırılmasında normal dağılım göstermeyen değişkenlerin iki grup karşılaştırmalarında Mann Whitney U testi kullanıldı. Normal dağılım gösteren üç ve üzeri grupların karşılaştırmalarında Oneway Anova Test, normal dağılım göstermeyen üç ve üzeri grupların karşılaştırmalarında ise Kruskal Wallis test kullanıldı. Değişkenler arasındaki ilişkinin belirlenmesi amacıyla Spearman's Korelasyon Analizi kullanıldı. Niteliksel verilerin karşılaştırılmasında ise Pearson Ki-Kare testi kullanıldı. Anlamlılık en az p

Bu araştırmanın amacı Üniversite öğrencilerinde erken dönem uyumsuz şemaların yaşam amaçlarını belirlemede etkisini test etmektir. Araştırmanın çalışma grubuna Üsküdar Üniversitesi Lisans ve Yüksek Lisans öğrencilerinden oluşan 18-30 yaş aralığı72 kız 58erkek olmak üzere toplam 130 öğrenci katılmıştır. Verilerin toplanmasında Sosyo-demografik bilgi formu, Young Kısa Semptom ölçeği ve Yaşam amaçları ölçekleri kullanılmıştır. Üniversite öğrencilerine uygulanan Young şema ölçeği ve Yaşam amaçları ölçeği sonuçlarına göre istatistiksel olarak anlamlı farklılık tespit edilmiştir. Ayrılma-reddedilme şema alanı, zedelenmiş özerklik ve kendini ortaya koyma, zedelenmiş sınırlar, diğeri yönelimlilik aşırı tetikte olma ve bastırılmışlık şema alanına sahip şemalarla yaşam amaçları alt boyutlarıyla anlamlı farklılık tespit edilmiştir. Şema alt boyutlarına göre demografik değişkenler açısından anlamlı farlılık tespit edilmiştir. Yaşam amaçlarıyla demografik değişkenler arasında cinsiyete göre anlamlı farklılık tespit edilmiştir. Sonuç olarak, bulgular erken dönem uyumsuz şemalar ve yaşam amaçları arasında ilişki olduğu göstermiştir. Demografik değişkenlere göre yaşam amaçları ve erken dönem uyumsuz şemaların farklılaştığı tespit edilmiştir.Anahtar Kelimeler: Erken Dönem Uyumsuz Şemalar, Yaşam Amaçları The aim of this research is to test the effect of early maladaptive schemes in determining life goals of University students. A total of 130 students, consisting of 72 girls and 58 men, aged 18-30, The Üsküdar University undergraduate and graduate students have participated in the study group. Socio-demographic information form Young Brief Symptom Scale and Life Goals Scale were used to collect data. There was a statistically significant difference according to the Young Schema scale and Life purpose scale scores applied to university students. A meaningful relationship was found between life sciences and life goals in terms of separation-rejection schema area, injured autonomy and self-disclosure, injured borders and other orientation schemes, however there were no significant differences in life purpose subscales with schedules with extreme vigilance and suppression schemes. According to schema subdimensions, significant differences were found in terms of demographic variables. Significant differences were found between sexographic and statistical purposes. In conclusion, findings show that there is a relationship between early incongruent schemes and life goals. It has been found that life goals and early incongruent schemes differ according to demographic variables.Keywords:Early Maladaptive Schemes,Life goals 68

Bu çalışma, şizofreni tanısı alan bireylerin algıladıkları duygu dışavurumu ile içselleştirilmiş damgalanma arasındaki ilişkiyi incelemek amacıyla yapılmıştır. Araştırma örneklemi, `Bursa Huzur Özel Bakım Merkezi` ve `Bursa Bizim Aile Özel Bakım Merkezi` nde bakım gören ve bu merkezlere yeni gelen 24'ü kadın, 26'sı erkek 50 şizofreni hastasından oluşmaktadır. Katılımcılara `Sosyodemografik Veri Formu`, `Duygu Dışavurumu Düzeyi Ölçeği` ve `Ruhsal Hastalıklarda İçselleştirilmiş Damgalanma Ölçeği` uygulanmıştır. Araştırmada yer alan verilerin analiz çalışması, IBMM SPSS Statistics 24 programı kullanılarak yapılmıştır. Araştırma sonucuna göre, şizofrenlerin algıladıkları duygu dışavurumu ile içselleştirilmiş damgalanma arasında bir ilişki olduğu görülmüştür. Buna ek olarak, ölçekler ile bazı alt boyutlar arasında da ilişki bulunmuştur. Tüm bu sonuçlar doğrultusunda, şizofrenlerin algıladığı yüksek duygu dışavurumunu ve içselleştirilmiş damgalanmayı azaltmak için, hasta ve ailesinin yaşam kalitesini ve olumlu aile ilişkisini artıracak hem ailesel hem de toplumsal eğitim ve destek çalışmaları yapılabilir.Anahtar Kelimeler: Şizofreni, Duygu Dışavurumu, İçselleştirilmiş Damgalanma This study was conducted to investigate the relationship between expressed emotion and internalized stigma perceived by individuals who were diagnosed with schizophrenia. The research sample consisted of 50 schizophrenic patitens, 24 of whom were female and 26 of whom were male and who were admitted to the `Bursa Peace Special Care Center` and `Bursa Our Family Special Care Center`. `Sociodemografic Data Form`, `Level of Expressed Emotion Scale` and `Internalized Stigma of Mental İllness Scale` were applied to participants. Analysis of the data in the study was performed using the IBMM SPSS Statistics 24 program. According to the results of the research, there is a relationship between the expressed emotion perceived by schizophrenics and internalized stigma. In addition, there is a relationship between scales and some sub-dimensions. In the light of all these results, both familial and social education and support studies can be done to increase the quality of life of the patients and theirs family and the positive family relationship in order to reduce the high expressed emotion perceived by schizophrenics and internalized stigma.Key Words: Schizophrenia, Expressed Emotion, Internalized Stigma 90

Bu çalışma 18 yaş üzerindeki bireylerin depresyon, benlik saygısı ve bağlanma stilleri arasındaki ilişkiyi incelemek amacıyla yapılmıştır. Araştırma Kocaeli, İstanbul, Zonguldak, Samsun, Bursa, Ankara, Mersin, Edirne, İzmir, Trabzon illerinden, 62'si kadın 62'si erkek olmak üzere 124 kişilik örneklem ile gerçekleştirilmiştir.Araştırmada katılımcıların kişisel bilgilerini almak amacıyla Sosyodemografik Bilgi Formu, depresyon düzeylerini belirlemek amacıyla Beck Depresyon Envanteri, benlik saygılarını belirlemek amacıyla Rosenberg Benlik Saygısı Ölçeği, bağlanma stilleri ölçmek amacıyla İlişki Ölçekleri Anketi kullanılmıştır. Araştırma sonuçlarına göre demografik değişkenler ile araştırma değişkenleri arasında anlamlı ilişki olduğu görülmüştür. Gelir düzeyi düşük olan bireylerin depresyon düzeyinin gelir düzeyi yüksek olan bireylerden daha yüksek olduğu, kadınların erkeklere oranla depresyon düzeylerinin daha yüksek olduğu, bekar ve ebeveynleri ile yaşayan bireylerin depresyon düzeylerinin evli bireylerden daha yüksek olduğu bulunmuştur. Bireylerin yaşla beraber benlik saygısı ve güvenli bağlanma ölçeğinden aldıkları puanların artmakta olduğu gözlenmiştir. Evli olan bireylerin benlik saygısı ve güvenli bağlanma ölçeğinden aldıkları puanların bekar olan bireylere göre daha yüksek olduğu saptanmıştır. Bekar olan bireylerin depresyon ölçeğinden aldıkları puanların evli olan bireylere oranla daha yüksek olduğu görülmüştür. Psikiyatrik öyküsü olmayan bireylerin güvenli bağlanma ölçeğinden aldıkları puanların daha yüksek olduğu bulunmuştur. Araştırma değişkenleri arasındaki ilişki incelendiğinde, bireylerin benlik saygısı düştükçe depresyon düzeylerinde artma olduğu görülmüştür. Bireylerin kayıtsız bağlanma ölçeğinden aldıkları puanlar arttıkça bireylerin saplantılı bağlanma ölçeğinden aldıkları puanların da artmakta olduğu görülmüştür. Bireylerin korkulu bağlanma ölçeğinden aldıkları puanlar arttıkça, bireylerin saplantılı bağlanma ve kayıtsız bağlanma düzeylerinin de arttığı görülmüştür. Korkulu bağlanma stiline sahip olan bireylerin depresyon düzeyinin diğer bağlanma stillerine sahip bireylerin depresyon düzeyinden daha yüksek olduğu saptanmıştır.Bu çalışma, yetişkin bağlanma stilleri, olarak benlik saygısı ve depresyon düzeyleri ile ilgili sosyokültürel değişkenlere ilişkin önemli bilgiler sunmaktadır. Bireylere doğru yönlendirme ve müdahalelerin bu çalışmada elde edilen bulgular doğrultusunda yapılmasının uygun olacağı düşünülmektedir. This study is aimed to analyze the relationship between depression, self-esteem, and attachment styles of people over age 18. This research was carried on over 124 people, half which were women, from Kocaeli, Istanbul, Zonguldak, Samsun, Bursa, Ankara, Mersin, Edirne, Izmir and Trabzon. In this research, in order to get personal information of the participants, socio-demographical information form was used and to determine their intensity of depression the Beck's Depression Inventory was used. Moreover, in order to determine their self-esteem the Rosenberg Self-esteem Scale was used, and to determine their attachment styles the Measure of Association Test was used.According to the research data, there is a positive correlation between demographical variables and variables of the analysis. In this research, it has been observed that people with lower income levels have a more intense depression than people with higher income levels, women have a more intense depression than men, single people living with their parents have a more intense depression than people that are married, as individuals grow older, their self-esteem and scores from the Secure Attachment Scale rise, married people's self-esteem and scores from the Secure Attachment Scale are higher than single individuals', single individuals have higher scores than married ones from depression scale, and individuals that do not have a psychiatric story have higher scores from the Secure Attachment Scale. Moreover, when the connection between the variables of this analysis is examined, it is concluded that as self-esteem of individuals diminish, their intensity of depression increases. In addition to that, it has been observed that as the scores of individuals from the Dismissive Avoidant Test increase, their scores from the Preoccupied Attachment Test also increase and as the scores of individuals from the Fearful Attachment Scale increase, their tendency for preoccupied attachment and dismissive avoidant also increases.As a conclusion, this study presents significant information about self-esteem and depression which are adult attachment styles in terms of socio-cultural variables. It is assumed that the data gathered from this research could be useful to appropriately treat and guide individuals. 95

Bu çalışma2017 yılında NP İstanbul Beyin Hastanesi'nde madde bağımlılığı tanısı alan 100 erkek bireye uygulanmıştır. Sosyal anksiyete bozukluğu yaygınlığı ve bu kişileri alkol ve uyuşturucu maddelere yönelten motivasyonlar araştırılmıştır.Yapılan çalışma gönüllülük esas alınarak sürdürülmüştür. Araştırma örneklemine araştırmacı tarafından hazırlanan Madde Kullanım Formu ve Liebowitz Sosyal Fobi Ölçeği uygulanmıştır.Kişilerin kaygı ve kaçınma durumları maddeye başlama yaşı,kullanılan maddeler, ve demografik bilgilere göre incelenmiştir. Araştırma sonuçlarına göre sosyal anksiyete bozukluğu ile madde bağımlılığı arasında anlamlı bir bağ bulunamamıştır.Kişileri madde kullanmaya yönelten motivasyonlar 'rahatlama' ve 'daha mutlu olmak' olarak bulunmuştur.Maddeye ilk başlama yaşı '18 ve sonrası' olarak bulunmuştur.Bu çalışma madde bağımlılığı ile sosyal anksiyete bozukluğunu farklı değişkenler devreye sokulmadan incelemiştir ve madde kullanımına yönelten motivasyonları bulması amacıyla yeni yapılacak araştırmalara yardımcı olacak niteliktedir.Anahtar kelimeler:sosyal anksiyete bozukluğu,madde bağımlılığı,motivasyon In this study, NP İstanbul Hospital of Brain 2017 male brain at every 100 individuals who are diagnosed with substance abuse was applied. Social anxiety disorder and these people investigated the motivations that led to the prevalence of alcohol and drugs. The study was carried on a voluntary basis.The research sample Liebowitz social anxiety scale prepared by researcher was applied in the Form of and Substance Use. Individuals anxiety and avoidance conditions ;drug-age,dulling substances used, and demographic information were analyzed. . According to the research results, a significant link has been found between social anxiety disorder and substance abuse. The motivations that led people to use substances for 'relaxation' and was found' to be happier'the first drugs 'after age 18' was found.This study examined social anxiety disorder and substance abuse the different variables without being activated and that led to drug abuse motivations for new research in order to find supportive.Keywords:social anxiety disorder,substance abuse,motivation 77

Bu araştırmada; üniversite öğrencilerinin yakın ilişkilerinde ayrılma kaygısı ile oluşan otomatik düşünceler ve bağlanma biçimlerinin ilişkisi araştırılmıştır. Araştırmaya Üsküdar Üniversitesi'nde eğitime devam etmekte olan, 50'si kız,50'si erkek olmak üzere toplam 100 öğrenci katılmıştır. Yapılan çalışma, gönüllülük esas alınarak sürdürülmüştür. Araştırma örneklemine araştırmacı tarafından oluşturulan, sosyodemografik özelliklerin belirlenebilmesi için ''Sosyodemografik Bilgi Formu'', bağlanma biçimlerini araştırmak amacıyla ''Üç Boyutlu Bağlanma Stilleri Ölçeği'', otomatik düşünceleri belirlemek amacıyla ''Otomatik Düşünceler Ölçeği (ODÖ)'', ayrılma anksiyete düzeylerini incelemek için ''Yetişkin Ayrılma Anksiyetesi Anketi (YAA)'' uygulanmıştır. Araştırmadan elde edilen bulgular hipotez ile uyumlu sonuçlanmıştır. In this research, the correlation between the automatic thoughts emerging with the separation anxiety and the types of attachment in the close relationships of undergraduate students has been studied. A total of 100 undergraduate students at Uskudar University, consisting of 50 women and 50 men, have participated in this study. The study has been conducted with the voluntary participation of the subjects.The Sociodemographic Information Form' in order to determine the sociodemographic characteristics of the participants, 'Three Dimensional Attachment Styles Scale' in order to study their attachment styles , 'Automatic Thoughts Scale'(ATS) in order to define the automatic thoughts, 'The Adult Separation Anxiety Survey' (ASAS) in order to analyse the anxiety levels, have been prepared and applied to the research sample by the researcher. The results from the research have been in rapport with the hypothesis. 85

Bu araştırmada, bakım merkezinde bakım gören şizofreni hastaları ile evde bakım gören 19 yaş üstü 100 şizofreni hastasının depresyon ve işlevsel iyileşme düzeyleri açısından karşılaştırılması yapılmıştır. Bu araştırma ile elde edilmiş olan veriler şizofreni tanısı almış olan bireyler ve yakınları için farkındalık düzeylerini arttıran bir çalışma olması amaçlanmıştır. Katılımcılara; Sosyo-Demografik Veri Formu, Beck Depresyon Ölçeği, Şizofrenide İşlevsel İyileşme Ölçeği ve Pozitif–Negatif Sendrom Ölçeği uygulanmıştır. Yapılmış olan bu araştırmada elde edilen veriler, Sosyal Bilimler İstatistik Paket Programı (SPSS) 21.0 kullanılarak çözümlenmiştir.Elde edilen sonuçlara göre; evde bakım gören şizofreni hastalarının, yatılı tedavi merkezinde bakım gören şizofreni hastalarına göre; depresyon düzeylerinin, pozitif-negatif belirtilerinin yüksek olduğu ayrıca sosyal, mesleki, sağlık ve günlük yaşam becerileri gibi işlevselliklerinin ise düştüğü tespit edilmiştir.Evde bakım gören şizofreni hastalarının depresyon düzeyleri, yatılı tedavi merkezinde bakım gören şizofreni hastalarının depresyon düzeylerinden anlamlı şekilde yüksek bulunmuştur.Yatılı tedavi merkezinde bakım gören şizofreni hastalarının sosyal işlevsellik düzeyleri, evde bakım gören şizofreni hastalarının sosyal işlevsellik düzeylerinden anlamlı şekilde yüksek bulunmuştur.Genel olarak şizofreni hastalarında depresyon düzeyi arttıkça sosyal işlevsellik azalmaktadır, pozitif- negatif sendrom düzeyi artmaktadır. Şizofreni hastalarında sağlık ve tedaviye gösterilen özen arttıkça pozitif ve negatif sendrom düzeyleri düşmektedir.Şizofreni hastalığında; hastanın herhangi bir gelişim göstermeden hastalığının yıllar boyu sürmesi, beraberinde işlevselliğinin büyük ölçüde bozulması bakım verenin yükünü arttırmaktadır. Sağlık sistemi içinde yatılı tedavi merkezinde bakımları süren şizofreni hastalarının işlevselliklerinin daha iyi olmasının sebebi bakım verenin duygusal yüküyle ortaya çıkan etkileşimsel tabloya maruz kalmamalarından kaynaklandığı düşünülmektedir.Anahtar Kelimeler: şizofreni, bakım merkezi, yatılı bakım, evde bakım, sosyal işlevsellik, depresyon In this research, 100 schizophenic patients aged 19 and older who get special care at daycare center and at home are compared in the aspect of functional recovery degrees and depression. The aim of this research is to contribute to raising awareness in people diagnosed with schizophrenia and their inner circle. Socio-Demographic Data Form, Beck Depression Scale, Functional Recovery for Schizophrenia Scale and Assessment of Positive-Negative Symptoms were applied to participants. The data received from this research is solved by using Statistical Package for Social Sciences (SPSS) 21.0.Based on the results; depression levels and postive-negative symptoms are higher and functionality for daily activities such as working, maintaining health is lower in the schizophrenic patients that are under special care at home, compared to the patients at the daycare center. The depression levels of patients at home are found to be relatively higher than those of the patients at daycare center. Social functionality levels of patients at daycare center are found to be relatively higher than those of patients at home.Usually the higher depression level goes, the lower social funtionality gets and the higher goes the positive-negative syndrome level in schizophrenic patients. The further care of health and cure for schizophrenic patients lowers the positive-negative syndrome levels.For schizophrenia cases, illness being consistent in a patient with no development for years and corrupting the functionality becomes a burden to the care assistant. The reason why the functionality of a schizophrenic patient at daycare center becomes better is thought to be because of the care assistant's noninvolvement with the emotional interaction.Key Words: Scizophrenia, care center, home care, social functioning, depression 78

Üniversite ortamı öğrencilerin belki de ailelerinden, yakın çevrelerinden ilk kez uzaklaştıkları eğitim ortamıdır. Bu nedenle de öğrenciler üzerinde pek çok etkiye sahiptir. İnsanoğlu yaşamın en erken döneminden itibaren bağlanma davranışı geliştirmeye başlamakta olup bu bağlanma davranışı biçimi gelecekteki yaşamında da etkisini göstermektedir. Olumlu bağlanma geliştirenlerin ileriki yaşamlarında diğerlerine göre çok daha başarılı oldukları aşikardır. Bağlanmanın türüne bağlı olarak insanlarda çok sayıda psikolojik, fiziksel ve sosyal sorunlar ortaya çıkabilmektedir. Bağlanmanın kaygı üzerinde de etkili olduğu yapılan çalışmalarla gösterilmiştir. Bu çalışmada üniversite öğrenimi için göçle yeni gelmiş öğrencilerle yerleşik öğrencilerin kaygı düzeyleri ve bağlanma stillerinin incelenmesi amaçlanmıştır. Bu amaç doğrultusunda toplam 97 üniversite öğrencisi ile görüşülmüştür. Çalışmada veri toplama aracı olarak anket kullanılmıştır. Çalışmadan elde edilen veriler SPSS programı ile analiz edilmiştir. Elde edilen verilerin analizi sonucunda öğrencilerin kaygı düzeylerinin orta seviyede olduğu, olumlu bağlanma stillerine sahip öğrencilerde kaygı düzeyinin diğerlerinden daha düşük olduğu görülmüştür. The university environment is perhaps the first educational environment in which students move away from their closed family. For this reason, it has many influences on the students. Mankind is beginning to develop attachment behavior from the earliest days of life, and this form of attachment behavior is also influential in future life. Those who develop positive attachment are much more successful in their future lives than others. Depending on the nature of the attachment, many psychological, physical and social problems can emerge in people. Studies have shown that bonding is also an effect on anxiety. In this study, it is aimed to investigate the anxiety levels and attachment styles of the students who are newly arrived by immigration for university learning. A total of 97 university students were interviewed for this purpose. Questionnaire was used as data collection tool in the study. Data obtained from the study were analyzed by SPSS program. Analysis of the data obtained showed that the anxiety levels of the students were moderate, and the anxiety levels of the students with positive attachment styles were lower than the others. 89