Günümüzde ruh-beden ikiciliği/düalizmi denilince akla gelen görüş Descartes’ın (öl. 1650) sistematize etmiş olduğu cevher ikiciliğidir. Adından da anlaşılacağı gibi cevher ikiciliği, iki farklı türde cevherin var olduğu imasında bulunur. Benzer şekilde İbn Sînâ (öl. 428/1037) da nefsin maddeden farklı türde bir cevher olduğunu ifade ederek bir tür cevher ikiciliği benimsemişse de onun ikiciliği Descartes’ınkinden önemli açılardan ayrılmaktadır. Bu önemli ayrılığın, her iki düşüncenin de bambaşka geleneklere ait olmalarından kaynaklandığı söylenebilir. İbn Sînâ’nın ikiciliği Aristocu hilomorfizmin izlerini taşırken, Kartezyen düşünce ise Newton sonrası mekanik evren anlayışı üzerine inşa edilmiştir. Bu önemli fark, her iki filozofun ruh-beden anlayışını da derinden etkilemiştir. Bu çalışmanın amacı da farklı geleneklere bağlı olan bu filozofların ruh-beden bağlamındaki ikici anlayışları arasındaki temel ayrılıkları açığa çıkarmaktır. Böylelikle İbn Sînâcı bir düalizmin çağdaş zihin felsefesi açısından nerede durduğu da daha açık bir hale gelecektir. Bu bağlamda, burada üzerinde durulacak ilk soru, her iki filozofun da insanın gayri-maddi cevheri ile kastettikleri şeyin aynı olup olmadığıdır. Bu sorunun cevabı olumsuzdur. Yani İbn Sînâ ve Descartes’ın gayri-maddi cevhere atfettikleri işlevler, birbirinden oldukça farklıdır. Descartes’a göre, ruh, aslında zihinle özdeştir. Zira o, ruhu, özü düşünmek olan cevher şeklinde tarif eder. Descartes’ın düşünme ile kastettiği şey, yalnızca teorik düşünme tarzı değildir. Aynı zamanda o, çağdaş zihin felsefesinde qualia olarak da isimlendirilen, fenomenal bilinci yani bilinçli deneyimleri de kapsamaktadır. Dolayısıyla, Kartezyen geleneğe göre ruh/zihin (gayri-maddi cevher) ile beden arasındaki temel ayrım, fenomenal bilinçtir. Bir şey, ancak ve ancak fenomenal bilince sahip olabiliyorsa ruhanidir. Oysa İbn Sînâ, günümüz Kartezyen düalist geleneğin ruha atfettiği en temel işlev olan fenomenal bilinci, gayri-maddi cevherin temel işlevi olarak görmemektedir. Diğer bir ifadeyle, ona göre, insan nefsinin asıl işlevi hissetmek/deneyimlemek veya fenomenal bilinç sahibi olmak değildir. Zira bu tür işlevleri, gayri-maddi bir cevhere sahip olmayan hayvanlar da yerine getirebilmektedir. İbn Sînâ’ya göre, insan nefsinin asıl işlevi, teorik veya tümel düşünmek ve öz-bilinçtir. Bu sebeple İbn Sînâ, maddi bir cevherin de fenomenal bilince sahip olabileceğini düşünmüştür. Bu ayrımın en net görülebileceği yerlerden biri de söz konusu iki filozofun hayvan ruhları hakkındaki düşünceleridir. Her iki filozof da hayvanların, maddi bedenlerine ek olarak gayri-maddi bir cevhere daha sahip olmadıklarını öne sürerler. Ancak bu durum, bir filozof için (Descartes) hayvanların bilinçsiz birer otomat oldukları anlamına gelirken, diğeri için ise böyle bir şey ifade etmez. Zira İbn Sînâ’ya göre, bilinç veya his sahibi olmak için gayri-maddi bir cevher gerekli değildir. Oysa Descartes’a göre, bir varlığın bilinçli ya da his sahibi olabilmesi, onun gayri-maddi bir cevhere sahip olmasını gerektirir. Hayvanlarda da bu türden (cevhersel) ruhlar olmadığından, Descartes, onları bilinçsiz birer robot olarak görmüştür. Yine aynı hususun gözlemlenebileceği diğer bir nokta da İbn Sînâ’nın, insandaki gayri-maddi cevheri kanıtlamak için öne sürdüğü bir argümandır. Bu argümana göre, gayri-maddi cevherin varlığı, insanın tümel bilgilere erişimi için gereklidir, bilinç sahibi olmak için değil. Oysa Kartezyen gelenek içerisinde kullanılan ve “bilincin birliği argümanı” olarak isimlendirilen argümana göre, gayri-maddi cevherin varlığı, (bilginin değil) bilincin birliği için gereklidir. Elinizdeki çalışma, İbn Sînâ ve Descartes’ın ikiciliğindeki bu tür farklılıklar üzerine odaklanmaktadır. Bu farkları açığa çıkarmak için şu iki nokta üzerinden hareket edilecektir: Hayvanların bilinçli olup olmadıkları meselesi ve İbn Sînâ’nın yukarıda bahsi geçen argümanı. Zira her iki filozofun da bu iki meseleyi ele alışındaki farklılıklar, onların ikici anlayışlarındaki temel farkları ortaya koymamız için bize yol gösterecektir. Bu çalışmada, özellikle bu iki mesele üzerinden, İbn Sînâ ile Descartes’ın ruh-beden bağlamındaki ikici anlayışlarının radikal bir biçimde birbirinden farklı olduğu iddia edilecektir.