Search

This study was aimed at determining and comparing the diagnostic accuracy of digital and optical Brix refractometers (D-Brix and O-Brix, respectively) for the estimation of passive immunity status (

In this study, sexual dimorphism in pigeons was investigated. Rensch's rule was evaluated across pigeon breeds. Body weight, body length, beak length, wingspan, tail length, and tarsus length were used for the analysis. We have divided the breeds in the five groups (form, frills and owls, tumbler and rollers, homer and highflyer, feral). The allometric relation in the traits between female and male measures were analyzed. The measure of sexual size dimorphism was measured for each trait as a simple male size divided by female size (Sexual Size Index, SSI). On average across traits, male birds have higher values than female birds, both across breed groups and overall. No deviation from isometric allometry can be observed except the tail length. No trends towards logarithmic female values according to the SSI could be identified. According to the results, the rules of Rensch for pigeon breeds are rejected. Sexual dimorphism exists between breeds and traits, mainly in favor of the male birds. In most cases, allometric relationships between breeds change, as do traits.

The interest in organic livestock and products produced from animals has increased considerably in recent years; Studies on this subject have been concentrated. In this review, organic and ecological production of chicken meat and eggs: review of legislative harmony between the EU and the Republic of Serbia., Organik hayvancılık ve hayvanlardan üretilen ürünlere olan ilgi son yıllarda oldukça artış göstermiş olup; bu konu ile ilgili çalışmalar yoğunlaşmıştır. Bu derlemede tavuk eti ve yumurtalarının organik ve ekolojik üretimi: AB ile Sırbistan Cumhuriyeti arasındaki mevzuat uyumunun gözden geçirilmesi üzerinde durulmuştur.

Bu araştırma, bireylerin organik bitkisel ve hayvansal üretim, organik ürün tüketim alışkanlıkları ile bilgi kaynaklarını ortaya koymak amacıyla yapılmıştır. Çalışmada Ana Kitle Oranlarına Dayalı Basit Tesadüfi Olasılık Örneklemesi Yöntemi’ne göre belirlenen 399 kişiyle anket çalışması yapılmıştır. Araştırmada, katılımcıların %95.0’i organik tarım hakkında bilgi sahibiyken, %5.0’i herhangi bir bilgiye sahip olmadıklarını bildirmişlerdir. “Tüketilen gıdanın güvenilir olduğunu düşünüyor musunuz?” sorusuna en yüksek frekansla “bazen” cevabı (%33.8) verilmiştir, “hayır” şeklinde cevap verenlerin oranının da %15.3 olduğu görülmüştür. En önemli gıda riski olarak, çoğunlukla (%60.4) kimyasallar, genetiği değiştirilmiş organizma (GDO), deli dana hastalığı ve radyasyon uygulamaları; en az oranda da (%16.0) mikroorganizmaların olduğu belirtmiştir. Katılımcıların %55.1’i gıda üzerindeki etiketleri bazen okuduklarını; %4.5’i ise hiçbir zaman okumadıklarını ifade etmişlerdir. Organik gıdayı daha mı güvenilir buldukları sorusuna ise, %77.9’u evet cevabını vermiştir. Katılımcıların %80.2’sinin organik ürün tükettiği belirlenmiştir. Organik ürün tüketmeyen tüketicilere, organik ürün satın almama nedenleri sorulduğunda, %55.9 ile organik olduğuna güvenmeme, %12.8 ile ek bir fayda getireceğine inanmama, %9.8 ile de fiyatının yüksek olması olarak belirtilmiştir. Katılımcıların çoğu (%84.2) daha önce organik yem kavramını duyduklarını ayrıca barınak koşullarının hayvansal ürün kalitesine etkisinin (%97.5) olduğunu belirtmişlerdir. Katılımcıların organik, güvenilir ve sağlıklı ürünlere daha fazla fiyat ödemeye razı oldukları (%78.7) ve organik hayvansal ürün satın alırken ürünlerin tanınmış marka olmasına dikkat ettikleri (%82.0) görülmüştür., This research was organized in order to reveal people's organic plant and animal production, product, information, and consumption habits. In this study, a survey was applied to 399 people. In the study, while 95.0% of the participants knew about organic agriculture, 5.0% reported that they had no information. Do you think the food consumed is safe? The most frequently answered question was sometimes (33.8%), and the rate of those who answered no was 15.3%. They stated that the most important food risk was chemicals (60.4%), GMOs, mad cow disease, and radiation applications, and the least amount (16.0%) was microorganisms. Considering the rate of those who read the labels on the food, 55.1% answered sometimes; 4.5% stated that they have never read. When asked whether organic food is more reliable, 77.9% replied yes. It was determined that 80.2% of the participants consumed organic products. When consumers were asked what their reasons were for not buying organic products, 55.9% said they did not trust that it was organic, 12.8% did not believe that it would bring any additional benefit, and 9.8% said it had a high price. Participants stated that they had heard of the concept of organic feed (84.2%) before, and that the conditions of the shelter affected the quality of animal products (97.5%). It has been observed that the participants are willing to pay more for organic, reliable, and healthy products (78.7%), and they pay attention to being a well-known brand (82.0%) when buying organic animal products.

Amaç: Amik Ovası pamuk bitkilerinde bitki tahtakuruları (Lygus gemellatus (HerrichSchäffer), Lygus pratensis Linnaeus ve Creontiades pallidus (Rambur)) (Hemiptera: Miridae)’nın mevsimsel popülasyon dalgalanmasının değerlendirilmesi.Yöntem ve Bulgular: Çalışmalar Hatay İli Amik Ovasının Kırıkhan, Reyhanlı, Kumlu, Demirköprü ve Uydukent İlçelerinde bulunan elli pamuk tarlasında gerçekleştirilmiştir. Her ilçeden 10 farklı pamuk tarlası seçilmiştir. Örneklemeler haftalık olarak her pamuk tarlasından 45 cm çapında atrapla 25 (ileri-geri) şeklinde alınmıştır. Her bir örnekleme yeri ve pamuk tarlası için bitki taktakurularının erginleri ve nimfleri bitki materyallerinden ayıklanmış, sayılmış ve kaydedilmiştir. Örneklenen beş ilçede (elli pamuk tarlası) toplam 1855 adet bitki taktakurusu atrap ile yakalanmıştır. En fazla bitki taktakurusu Demirköprü’de kaydedilirken, onu Reyhanlı, Uydukent, Kumlu ve Kırıkhan izlemiştir. Diğer örnekleme tarihlerine kıyasla en yüksek bitki taktakurusu ortalaması 8 Ekim'de kaydedilmiştir. Ayrıca, en büyük miktarda bitki taktakurusu Eylül ayında kaydedilmiş, bunu Ekim, Ağustos ve Temmuz ayları takip etmiştir. Genel olarak, Demirköprü, Reyhanlı, Uydukent ve Kumlu İlçelerinde bitki taktakurusu popülasyon yoğunluğu Kırıkhan İlçesine göre önemli ölçüde yüksek bulunmuştur.Genel Yorum: En fazla bitki taktakurusu Demirköprü'de kaydedilirken, onu Reyhanlı, Uydukent, Kumlu ve Kırıkhan İlçeleri izlemiştir. Ayrıca, en fazla sayıda bitki taktakurusu Eylül ayında kaydedilirken, bunu Ekim, Ağustos ve Temmuz ayları takip etmiştir.Çalışmanın Önemi ve Etkisi: Örneklenen beş bölgede toplam 1855 adet bitki taktakurusu atrap tarafından yakalanmıştır. En fazla bitki taktakurusu Demirköprü'de kaydedilirken, onu Reyhanlı, Uydukent, Kumlu ve Kırıkhan İlçeleri izlemiştir. Ayrıca, en büyük miktarda bitki taktakurusu Eylül ayında kaydedilmiş, bunu Ekim, Ağustos ve Temmuz ayları takip etmiştir. Genel olarak, Demirköprü, Reyhanlı, Uydukent ve Kumlu İlçelerinde bitki taktakurusunun popülasyon yoğunluğu Kırıkhan İlçesine göre önemli ölçüde yüksek bulunmuştur., Aims: Evaluation of seasonal population fluctuation of plants bugs (Lygus gemellatus (HerrichSchäffer), Lygus pratensis Linnaeus, and Creontiades pallidus (Rambur) (Hemiptera: Miridae) on cotton plants of Amik Plain.Methods and Results: The studies were carried out at fifty cotton fields located in Kırıkhan, Reyhanlı, Kumlu, Demirköprü and Uydukent districts of Amik Plain in Hatay province. Each of district contained 10 different cotton fields. The samplings were weekly taking by using a 45-cm diameter sweep-net, taking 25 (back-forth) sweep samples per site. The adults and nymphs of plant bugs were sorted out from plants materials, counted and recorded for each of the sampling locality and cotton field. A total of 1855 of plant bugs were caught by sweep-net at five (fifty cotton fields) sampled districts. The largest number of plants bugs were recorded in Demirköprü, followed by Reyhanlı, Uydukent, Kumlu and Kırıkhan. In addition, the highest mean of plant bugs were recorded on 8 October comparing to others sampling dates. Moreover, the largest amount of plants bugs were recorded in September, followed in October, August and July. In general, population density of plant bugs in Demirköprü, Reyhanlı, Uydukent and Kumlu districts were significantly higher than in Kırıkhan district.Conclusions: The highest number of plants bugs (Lygus gemellatus (HerrichSchäffer), Lygus pratensis Linnaeus, and Creontiades pallidus (Rambur) were recorded in Demirköprü, followed by Reyhanlı, Uydukent, Kumlu and Kırıkhan districts. Moreover, the largest number of plants bugs were recorded in September, followed in October, August and July.Significance and Impact of the Study: A total of 1855 of plant bugs were caught by sweep-net at five sampled districts. The highest number of plants bugs were recorded in Demirköprü, followed by Reyhanlı, Uydukent, Kumlu and Kırıkhan districts. Moreover, the largest amount of plants bugs were recorded in September, followed in October, August and July. In general, population density of plant bugs in Demirköprü, Reyhanlı, Uydukent and Kumlu districts were significantly higher than in Kırıkhan district.

The chick quality in broiler production is a major factor that has a direct impact on the profitability of both hatcheries and producers. In recent years, there has been considerable interest in the correlations between chick quality, which is measured by quantitative or qualitative methods, and yield characteristics. This study aims to compare the viability, performance traits, and meat quality characteristics of broiler chickens classified into two chick quality categories based on the Tona score method. In the study, broilers in the first-grade group had a lower mortality rate of 1.67%, while the average mortality rate of those with poor chick quality was 23.33% (P0.05). According to the Tona score, there were no differences between the mean values of body weight, feed efficiency, Gompertz growth curve parameters, slaughter carcass traits, and meat quality characteristics of first- and second-grade broiler chickens (all P>0.05). Although there is no difference between high and low quality chicks in terms of performance characteristics, it is possible that the use of low quality chicks in conventional broiler production will increase the general mortality of the flock. Due to their superior yield potential, it is recommended that low-quality chicks be utilized in more suitable production systems without culling, rather than in conventional broiler production.

The infectious bronchitis (IB) is divesting infectious diseases of poultry. Hence, this study determined the maternally derived antibody (MDA) titer of IBV and comparison of two IB vaccine in layer. A total of 1600 birds were equally allocated into two groups (group-A and group-B). The group-A and group-B were vaccinated by two different vaccines having the strain “B1-Strain of ND+Massachusetts B-41 Strains of IBV” and “Hitchner-B1 Strain of ND+Massachusetts H120 Strains of IBV” respectively. Blood samples were collected and antibody titer was detected by indirect ELISA test. Results showed that both groups had the protective level of MDA titer and both the vaccines significantly (p853).

The objective of this study was to monitor the effect of exposing hatching quail eggs to high light intensity on testicular function Quail eggs were distributed into four groups; dark application during the 18-day incubation period (C), light application during the 18-day incubation period (L), 5 days of light + 13 days of darkness (5L), and 5 days of darkness + 13 days of light (5K) and incubated. After the hatch, 40 chicks were selected from each group and placed in rearing cages. On day 42 after hatching the quails were weighed and their testes were removed and then embedded in paraffin. The blood glucose level of the 5K group was higher than the blood glucose level of the L group, but there was no statistically important difference (P

To examine the effect of supplementation of varying levels of the oil of Nigella sativa in Karadi lambs rations on nutrients digestibility, blood metabolites, and some rumen parameters, 18 Karadi lambs were allocated into three groups, and the first group was fed a basal diet as control whereas, the second (T2) and the third (T3) groups fed the basal diet being supplemented with 0.15 and 0.30% of DM Nigella sativa oil (NSO) respectively. All animals were fed individually on 1.5 kg/lamb/day. Results showed that dry matter (DM), crude protein (CP), organic matter (OM), and crude fiber (CF) digestibility was not affected (P>0.05) by NSO supplementation. Also, supplementing NSO had no significant effect on serum total protein (TP), albumin (Alb), globulin (Glb), triglycerides (TG), cholesterol (Chol), high density lipoprotein (HDL), and very low-density lipoprotein (VLDL) concentrations. There was an increasing trend (P=0.07) in LDL concentration of lambs fed on T2 and T3 as compared to control. Neither treatment nor interaction between time and treatment had an effect on rumen fluid pH. A significant decrease (P=0.008) was noted in rumen fluid pH value with the advances of time post feeding. The ammonia-nitrogen concentration in rumen fluid was generally lower upon oil supplementation, and it was significantly (P=0.03) decreased in the T2 group at 4 hours following morning feeding. It can be concluded that supplementing with 0.15 and 0.3% /DM of NSO showed a reduction in rumen ammonia-nitrogen while it had no effects on nutrient digestibility and blood metabolites in Karadi lambs.

The aim of this study was to determine the nutrient content, fermentation properties, and aerobic stability of grass ensiled with the addition of different doses of whey powder. Freshly cut grasses (Festuca arundinacea, Festuca rubra, Poa pratensis, and Lolium perenne) were ensiled with the addition of whey powder at a rate of 0, 2, 4, and 6% in the laboratory in 1.5-liter plastic jars with 4 replications. At the end of the 60-day ensiling period, the nutrient content, fermentation properties, and aerobic stability values of silages were investigated. The pH measurements revealed that the silages were of high quality. Although dry matter (DM), crude protein (CP), and ether extract (EE) values increased depending on the increase in whey powder rate in the silages, crude ash (CA), ADF, and NDF values decreased. The lowest pH and the highest Fleig Score (FS) were obtained in silage with a 6% whey powder addition. Except in the control group, no mold formation was detected in silage groups after the seven-day aerobic stability test. As a result, different mixing ratios of grass and whey powder did not cause negative results in silages and increased the quality. According to Fleig scores and aerobic stability results, the best quality silages were obtained from silages with 4 and 6% whey powder additions. It was concluded that the ensiling of grass with whey powder was effective in improving the nutritional and fermentation quality of silages and provided a partial solution to environmental pollution.

In this study, ear temperature and some behavioural data were determined in the four male animals of Anatolian Black cattle raised under the Institute conditions. For this purpose, a chip sensor (CowManager) was attached to the ears of the animals, and data of 51 days were obtained from each animal hourly. During the study, hourly temperature and humidity data of the barn where the animals were housed were collected, and hourly and daily Temperature - Humidity Index (THI) data were calculated from these values. According to these index values, daily THI values were classified in 3 groups, while hourly THI values were classified in 4 groups. In this study, the ear temperature of the bulls was found to be an average of 21.97 °C daily. The ear temperature values increased as the THI values increased, and the differences between the groups were found to be statistically significant (P, Bu çalışmada Enstitü koşullarında yetiştirilen dört baş erkek Yerli Kara sığırda kulak sıcaklığı ve bazı davranış verileri belirlenmiştir. Bu amaçla hayvanların kulaklarına çipli sensör (CowManager) takılarak, her hayvandan saatlik olarak toplam 51 gün veri alınmıştır. Çalışma süresince hayvanların barındırıldığı ahırın saatlik olarak sıcaklık ve nem verileri toplanmış olup, bu değerlerden saatlik ve günlük olarak sıcaklık-nem indeksi (SNİ) verileri hesaplanmıştır. Bu indeks değerlerine göre günlük SNİ değerleri 3 grupta sınıflandırılırken, saatlik SNİ değerleri 4 grupta sınıflandırılmıştır. Çalışmada boğaların kulak içi sıcaklıkları günlük olarak ortalama 21.97 °C olarak bulunmuştur. SNİ değerleri artarken kulak sıcaklığı değerleri artmış olup ve SNİ gruplar arası farklılıkları istatiksel olarak önemli (P

Bu çalışmanın amacı Rheum ribes L. ‘nin farklı olgunlaşma dönemlerinin kimyasal bileşiminine, kondanse tanen (KT) içeriğine, gaz ve metan üretimine, metabolik enerji (ME) ve organik madde sindirim derecesine (OMSD) etkisinin belirlenmesidir. Olgunlaşma dönemi kimyasal bileşimi, KT içeriğini, gaz ve metan üretimini, ME ve OMSD önemli derecede etkilemiştir (P, The purpose of the current work was to designate the effect of maturity stages potential nutritive value, the chemical composition, condensed tannin (CT), gas production (GP), methane production, metabolizable energy (ME), and organic matter digestibility (OMD) of Rheum ribes L. Maturity stages significantly affected (P

Amaç: Bu araştırmada Kastamonu ilinin merkez köylerinde üretilip piyasaya sunulan tereyağlarının bazı mikrobiyolojik ve fizikokimyasal özellikleri incelenmiştir.Yöntem ve Bulgular: Araştırmada kullanılan 13 adet tereyağı örneği 2021 yılının Nisan-Mayıs aylarında üretim yapan köylülerden temin edilmiştir. Tereyağı örneklerinde toplam aerobik mezofilik bakteri, MRS agarda gelişen laktik asit bakterileri, M17 agarda gelişen laktik asit bakterileri, koliform grubu bakteri, maya ve küf sayıları sırasıyla 5.34-7.07; 3.47-5.71; 3.60-6.62, Aims: In this study, some microbiological and physicochemical properties of butter produced in central villages of Kastamonu province of Turkey and put on the market were investigated.Methods and Results: The 13 butter samples used in the research were obtained from the villagers producing in April-May 2021. Total aerobic mesophilic bacteria, lactic acid bacteria growing on MRS agar, lactic acid bacteria growing on M17 agar, coliform group bacteria, yeast and mold counts were determined 5.34-7.07, 3.47-5.71; 3.60-6.62

Türkiye sığır popülasyonunda en yüksek pay Siyah Alaca ırkına aittir. Ülkemiz zootekni literatüründe sığır konusunda çok çalışılan konulardan biri Siyah Alaca sığır ırkıdır. Bu çalışmada Türkiye’de Siyah Alaca sığır ırkı ile ilgili çalışmalardan yararlanılarak ırka ait 305 gün laktasyon süt verimi, ilkine buzağılama yaşı ve buzağılama aralığı ortalamalarının yıllara bağlı değişiminin tespit edilmesi hedeflenmiştir. Çalışmanın materyalini Siyah Alaca sığır ırkıyla ilgili yapılmış olan 14 makale 10 yüksek lisans ve 9 doktora tezi oluşturmaktadır. İlkine buzağılama yaşı, buzağılama aralığı ve 305 gün laktasyon süt veriminin yıllara bağlı değişimine ilişkin tahmin edilen regresyon katsayıları ve standart hataları sırasıyla 44,3±11,3 l, -0,1±0,03 ay, 1,1±0,25 gün olarak belirlenmiş olup üçü de istatistiksel açıdan önemli bulunmuştur (P

Light is a very important factor in growth and reproduction. This study aims to determine the effect of two different lighting systems on the expression of MyoD, IGF-I and STAT5B genes in the leg muscles of the Japanese quail. For this aim, two lighting systems were used; 16 hours’ light: 8 hours’ darkness (16 h L: 8 h D) group I and 8 hours’ light: 16 hours’ darkness (8 h L: 16 h D) group II. Quantitative real-time PCR was used for assessment of the gene expression levels in leg muscles. When the Real Time PCR results were evaluated, it was determined that MyoD gene expression was higher in group I than in group II.On the other hand, when IGF-I and STAT5B gene expressions were evaluated, the opposite situation was found, namely higher expression in group II compared to group I., Işık büyüme ve üremede oldukça önemli bir faktördür. Bu çalışma, Japon bıldırcınlarının but kaslarında MyoD, IGF-I ve STAT5B genlerinin ekspresyonu üzerine iki farklı aydınlatma sisteminin etkisini belirlemeyi amaçlamaktadır. Bu amaçla iki aydınlatma sistemi kullanılmıştır; 16 saat aydınlık: 8 saat karanlık (16 saat U: 8 saat G) grup I ve 8 saat aydınlık: 16 saat karanlık (8 saat U: 16 saat G) grup II. But kaslarındaki gen ekspresyon seviyelerinin değerlendirilmesi için kantitatif real-time PCR kullanılmıştır. Real Time PCR sonuçları değerlendirildiğinde grup I'de grup II'ye göre MyoD gen ekspresyonunun daha yüksek olduğu belirlenmiştir. Öte yandan IGF-I ve STAT5B gen ekspresyonları değerlendirildiğinde ise tam tersi durum yani grup II'de grup I'e göre daha yüksek ekspresyon saptanmıştır.

Objective: This study was aimed to identify IGF-1, LEP and PRLR polymorphisms by PCR-RFLP method in Saanen goats.Material and Methods: In the study, nasal samples were collected from 72 Saanen goats via swabs and DNA was extracted. Polymorphisms of IGF-1, LEP and PRLR were determined by PCR amplification followed by RFLP method using restriction enzymes Cac8I, NmuCI and Hin1II, respectively. Results: LEP/NmuCI produced three genotypes as TT, TC and CC with frequencies 90.3, 6.9 and 2.8%, respectively and two alleles (T=93.8%, C=6.2%). The frequencies of genotype for PRLR gene were CC (90.3%), CT (5.5%) and TT (4.2%) and allele frequencies were C (93.1%) and T (6.9%). The IGF-1/Cac8I locus was monomorphic in Saanen goat population. Conclusion: The present results may be useful for future studies conducted on goat genome with respect to IGF-1, LEP and PRLR genes., Amaç: Bu çalışmada Saanen keçilerinde IGF-1, LEP ve PRLR polimorfizmlerinin PCR-RFLP yöntemi ile saptanması amaçlanmıştır.Materyal ve Yöntem: Çalışmada, 72 Saanen keçisinden sürüntü yoluyla burun içi epitel hücre örnekleri toplanmış ve DNA izolasyonu yapılmıştır. IGF-1, LEP ve PRLR polimorfizmleri, sırasıyla Cac8I, NmuCI ve Hin1II restriksiyon enzimleri kullanılarak PCR amplifikasyonunu takiben RFLP yöntemi ile belirlenmiştir. Bulgular: LEP/NmuCI lokusunda genotip frekansları TT (%90.3), TC (%6.9) ve CC (%2.8) ve allel frekansları T (%93.8), C (%6.2) şeklinde tespit edilmiştir. PRLR/Hin1II için genotip frekansları CC (%90.3), CT (%5.5), CC (%4.2) ve allel frekansları C (%93.1) ve T (%6.9) olarak hesaplanmıştır. IGF-1/Cac8I lokusunun popülasyonumuzda monomorfik olduğu tespit edilmiştir. Sonuç: Bu sonuçların IGF-1, LEP ve PRLR genleri ile ilgili olarak keçi genomu üzerinde yapılacak gelecekteki çalışmalar için faydalı olabileceği düşünülmektedir.

Objective: In this study, it was aimed to determine the current situation of milking management practices of the dairy cattle enterprises in the central county of Ağrı province and to propose some solutions in consideration of the revealed problems. Material and Method: Survey data obtained from 400 dairy cattle enterprises in the central county of Ağrı province constituted the material of the study. Results: It was determined that in 25.2% of the surveyed enterprises udder cleaning is not performed, and in 93.5% of them the milking is done by hand. The average milk yield of 85.0% of dairy cattle enterprises was between 6-10 liters per animal and only 17.5% of the produced milk was sold. A significant proportion of this milk (95.7%) was marketed as raw milk, and milk in 4.3% of the enterprises was sold after processing into different products such as cheese, yogurt and butter. It was also found out that milk produced in 1.8% of the dairy cattle farms was stored in the cooling tank after milking. 13.6% of the farm owners fed their animals after milking, while 86.3% of them fed them prior to milking. It was also revealed that the calving occurs usually in the winter season and the lactation period of the cows varies between 5-6 months in 57.5% of the enterprises.Conclusion: In order to produce high quality and clean milk in the dairy cattle farms in the central county of Ağrı province, udder cleaning has to be performed properly as well as machine milking should be made widespread. It is necessary to increase the genetic capacity of cows and improve the milking practices of the dairy farms located in the central county of Ağrı province., Amaç: Bu çalışmada, Ağrı ili merkez ilçede bulunan süt sığırcılığı işletmelerin de sağım yönetimi uygulamaları bakımından mevcut durumun belirlenmesi ve ortaya konulan sorunlara yönelik çözüm önerileri sunulması amaçlanmıştır.Materyal ve Metot: Araştırmanın materyalini Ağrı ili merkez ilçede bulunan 400 süt sığırcılığı işletmesinden elde edilen anket verileri oluşturmuştur. Bulgular: Araştırma konusu işletmelerin % 25.2‘sinin meme temizliği yapmadığı, % 93.5’lik kısmın sağımı elle yaptığı belirlenmiştir. İşletmelerin % 85.0’inin ortalama süt verimlerinin 6-10 litre arasında olduğu ve üretilen sütün sadece % 17.5’inin satıldığı tespit edilmiştir. Bu sütün önemli bir kısmı (% 95.7) çiğ süt olarak satılmakta, işletmelerin % 4.3'ünde ise süt; peynir, yoğurt ve tereyağı gibi ürünlere işlendikten sonra pazarlanmaktadır. Yetiştiricilerin % 1.8 lik kısmının sütü sağım sonrası soğutma tankında depoladıkları belirlenmiştir. Ağrı ilindeki işletmecilerin % 13.6’sı sağım sonrasında hayvanlara yem verirken, % 86.3’ü ise sağım öncesinde yem verdiklerini ifade etmişlerdir. İl genelinde ineklerin genel olarak kış mevsiminde yoğun olarak buzağıladığı ve işletmelerin % 57.5’inde ineklerin laktasyon sürelerinin 5-6 ay arasında değiştiği tespit edilmiştir.Sonuç: Ağrı ili merkez ve ilçelerindeki süt sığırcılığı işletmelerinde kaliteli ve temiz süt üretmek için meme temizliğinin uygun şekilde yapılması, makineli sağımın yaygınlaştırılması ve elde edilen sütün soğuk zincir kurallarına göre depolanması gereklidir. İlçede bulunan süt çiftliklerinde, ineklerin genetik kapasitelerinin artırılması ve sağım uygulamalarının iyileştirilmesi gerekmektedir.

Kilis Goat National Breeding Project has been carried out for 12 years in cooperation with TheGeneral Directorate of Agricultural Research and Policies in the Ministry of Agriculture andForestry, Hatay Mustafa Kemal University and Sheep and Goat Breeders Association of KilisProvince. The aim of the manuscript is to inform about progresses made under the relevantproject. In the second five-year period of the project, 43 breeders take part in a total ofapproximately 6000 female and 300 male animals. Thirty-seven of these herds are base herdsand six of them are elite herds. In the study, the effects of gender, maternal age, separation asbreeding stock or not, birth types and years on birth and weaning weights were analysed byusing the SPSS package program. The effects of herd and age differences on lactation milk yieldin elite herds were also analysed by using the SPSS package program. They were determinedthat birth weights varied between 2.9-3.1 kg and weaning weights between 11.2-12.7 kg fordifferent years. And, milk yield in elite herds increased from 175.6 kg to 346.1 kg from 2016 to2020. As conclusion, it is recommended that the continuation of this project will be beneficial.

The alveolar macrophages (AMs) are frontier of defense against foreign materials that initiate immune response in lungs. Knowledge of the expression dynamics of major immune-related genes in the alveolar macrophages in response to lipopolysaccharide (LPS) and lipoteichoic acid (LTA) challenge can help to understand disease mechanism involved in several respiratory diseases. The aim of this study was to investigate the mRNA expression of selected immune-related genes in response to lipopolysaccharide (LPS) and lipoteichoic acid (LTA) challenge in sheep alveolar macrophages in vivo. Results revealed that Romanov lambs exhibited higher mRNA expression of TLR2, TLR4, NF-ĸβ, TNFα, IL-1β, IL-6, IL-8, and IL-10 genes as compared to Akkaraman lambs along with the control of all treatments. Moreover, the expression of TLR2, TLR4, NF-ĸβ, TNFα, IL-1β, IL-6, IL-8, and IL-10 genes was higher in combine treatment of LPS and LTA as compared to separate treatments of LPS and LTA in both breeds. The results showed that the mRNA expression of immune-related genes was significantly increased in the sheep AMs in response to LPS and LTA treatment whereas a synergistic effect was observed in LPS+LTS treatment. Also, breed comparison showed that the native Akkaraman was more resistant to disease compared to exotic Romanov., Alveolar makrofajlar (AM'lar), akciğerlerde bağışıklık tepkisini başlatan yabancı maddelere karşı savunma bariyeridir. Lipopolisakkarit (LPS) ve lipoteikoik asit (LTA) tehdidine yanıt olarak alveolar makrofajlardaki majör immün bağlantılı genlerin ekspresyon dinamiklerinin bilinmesi, çeşitli solunum yolu hastalıklarında yer alan hastalık mekanizmasının anlaşılmasına yardımcı olabilir. Bu çalışmanın amacı, koyun alveolar makrofajlarında lipopolisakkarit (LPS) ve lipoteikoik asit (LTA) stimülasyonuna yanıt olarak seçilen bağışıklıkla ilgili genlerin mRNA ekspresyonunu in vivo araştırmaktır. Sonuçlar, Romanov kuzularının TLR2, TLR4, NF-ĸβ, TNFa, IL-1β, IL-6, IL-8 ve IL-10 genlerinin mRNA ekspresyonunu Akkaraman kuzularına kıyasla kontrol grubuna göre daha yüksek saptandığını ortaya koymuştur. Ayrıca, her iki ırkta LPS ve LTA'nın kombine uygulanmasında TLR2, TLR4, NF-ĸβ, TNFa, IL-1β, IL-6, IL-8 ve IL-10 genlerinin ekspresyonu, LPS ve LTA'nın ayrı uygulamalarına kıyasla daha yüksektir cinste. Çalışmanın sonuçları, LPS ve LTA uygulamalarına yanıt olarak koyun AM'larında bağışıklıkla ilgili genlerin mRNA ekspresyonunun önemli ölçüde arttığını, LPS+LTS uygulamasında ise sinerjik bir etkinin gözlemlendiğini gösterdi. Ayrıca, ırk karşılaştırması, yerli Akkaraman'ın Romanov'a kıyasla hastalığa karşı daha dirençli olduğunu gösterdi.

This study was carried out in the form of a face-to-face survey with breeders in the cattle farms in Elmadağ and Yenimahalle counties of Ankara in 2021. The aim of this study is to investigate the adequacy of existing practices related to herd management, status of barns and status calf reared in farms. In determination as sample size was the Simple Random Sampling method and determined 200 farms. In the statistical evaluation of the data was used SPSS 20.0 package program Since the data were in classification (categorical) scale, in comparisons of data was used Chi-Square independence test. According to the results obtained, the average number of cattle in the farms was 39.60±2.76 heads, the average daily milk yield of the herd was 17.35±0.371 kg day herd-1, and the calf loss rate per farm was 4.65%. The average annual calf loss per farm was 1.01±0.12 heads. It may be indicated that the calf losses are low in the farms, and it was concluded that this is due to the timely giving of colostrum to the calves and the implementation of some vital practical applications at a high rate. As a result, animal products are a mode of production in which demand is a continued state. For this reason, a sustainable production is necessary to meet the continuous demand. In regions where animal husbandry is intense, first of all, it is necessary to reveal the current situation of animal husbandry and to determine the roadmap for sustainability. it is also required to implement eradication programs in order to protect the herds from common diseases with the aim of high milk yield and one calf per year, together with sustainable breeding in the enterprises. In order to help a sustainable production of farms are needed to more scientific studies to determine the productivity, structural status, problems and grower requests of the farm., Bu çalışmanın amacı Ankara ili Elmadağ ve Yenimahalle ilçelerinde sığırcılık işletmelerinde sürü yönetimi, barınakların durumu ve buzağı yetiştirme ile ilgili mevcut uygulamaların yeterliliğini araştırmaktır. Çalışma Ankara ili Elmadağ ve Yenimahalle ilçelerinde sığırcılık işletmelerinde 2021 yılında yetiştiricilerle yüz yüze anket çalışması şeklinde yürütülmüştür. Basit Tesadüfi Örnekleme yöntemiyle örnek büyüklüğü 200 işletme olarak belirlenmiştir. Verilerin istatistiksel değerlendirilmesinde, SPSS 20.0 paket programı kullanılmıştır. Verilerin sınıflama (kategorik) ölçeğinde olması nedeniyle karşılaştırmalarda Ki-Kare bağımsızlık testi kullanılmıştır. Elde edilen sonuçlara göre işletmelerde ortalama sığır sayısı 39.60±2.76 baş, sürü ortalaması günlük süt verimi 17.35±0.371 kg gün sürü-1, işletmeler bazında buzağı kaybı %4.65 ve ortalama yıllık işletme başına buzağı kaybı 1.01±0.12 baş olarak tespit edilmiştir. İşletmelerde buzağı kayıplarının az olduğu gözlenmiş olup, bunun sebebi olarak buzağılara zamanında ağız sütü verilmesi ve hayati öneme sahip bazı pratik uygulamaların yüksek oranda yapılmasının uygun olduğu kanaatine varılmıştır. Sonuç olarak, hayvansal ürünler talebin sürekli olduğu bir üretim şeklidir. Bu nedenle süreklilik gösteren talebi karşılamak için ise sürdürülebilir bir üretim gereklidir. Hayvancılığın yoğun olarak yapıldığı bölgelerde öncelikle mevcut hayvancılığın durumunun ortaya konulması ve sürdürülebilirliğin yol haritasının belirlenmesi gereklidir. İşletmelerde sürdürülebilir bir yetiştiricilikle birlikte yüksek süt verimi ve yılda bir buzağı alınması hedefi ile yaygın hastalıklardan sürüleri korumak için eradikasyon programlarının uygulanması gereklidir. İşletmelerin verimliliği, yapısal durumunu, problemler ve yetiştirici isteklerinin tespiti için daha fazla bilimsel çalışmaya ihtiyaç vardır.

The aim of this study is to determine the consumption of goat milk and dairy products according to the demographic characteristics of consumers residing in the urban areas of Ankara and to determine the factors affecting the buying and consuming behaviors of these products. Within the scope of the study, face-to-face questionnaires were conducted in supermarket chains with 269 consumers. The surveys were conducted in 9 districts of Ankara including Altındağ, Çankaya, Etimesgut, Gölbaşı, Keçiören, Mamak, Pursaklar, Sincan and Yenimahalle. The results of the research were analyzed with chi-square statistical method and cross table. Average monthly consumption of consumers was found to be 0.25 L for goat milk, 0.62 kg for goat cheese and 0.40 kg for goat ice cream. As a result of the chi-square analysis, the differences between consumption of goat cheese and ice cream with age distribution, consumption of goat milk and cheese with number of years in Ankara were found to be statistically significant. (P < 0.05). It is thought that the results will contribute to the studies aimed at increasing the consumption of goat milk and dairy products in Türkiye.

The purpose of this study was to draw attention to the number of the lumbar vertebrae in BA B1 crosses (Bafra×F1 (Bafra×Akkaraman)) lambs (75% Bafra and 25% Akkaraman), and the effect of 7 lumbar vertebrae on some carcass traits. Even though some studies reported that the number of the lumbar vertebrae might be considerably different dependent on the sheep genotype, this has not been reported for Turkish breeds. While a study on the BA B1 lambs has been performed, seven lumbar vertebrae have been identified in four of the eighteen lambs. The means of the carcass length (80.800±0.583 and 84.375±1.375 cm) (P=0.036), leg weight (5.942±0.079 and 6.209±0.052kg) (P=0.032), loin weight (1.560±0.096 and 1.849±0.060 kg) (P=0.048), and loin’s lean weight (0.875±0.059 and 1.058±0.032 kg) (P=0.040) were statistically different between the groups of lambs (6 and 7 lumbar vertebrae, respectively). In conclusion, the number of lumbar vertebrae has economically affected important parts of the carcass.

The study that researched the effect of zinc added to the rations of rams on kisspeptin and melatonin levels was conducted on 2 years old 12 Kivircik crossbreed rams (6 control, 6 experimental) for 1 year. In addition to the ad libitum dry alfalfa straw, it was given mixed feed (barley, salt and vitamin-mineral mixture as standard) supplemented with 25 mg/kg/ DM ZnO, for the control group and 125 mg/kg/ DM ZnO for experimental group per day. During the study, blood samples were taken once a month and kisspeptin and melatonin levels were measured with ELISA in plasmas obtained from blood samples. Melatonin levels were found to be between 62.8-164.5 ng/L in experimental group and 22.1-105.9 ng/L in control group. Kisspeptin levels were determined to be between 209.8-514.2 ng/L in experimental group and 92.6-356.6 ng/L in control group. Zinc supplementations showed numerical increases in kisspeptin and melatonin levels but because of the individual variations, no statistical significance was found (P > 0.05).

Inbreeding, which is the mating of related individuals, increases homozygosity and leads to depression, especially in traits with low heritability. In this study, parent-offspring, full-sibling and half-sibling mating groups were formed and their effects on embryo loss and hatch weight were investigated. In the study, a total of 2130 fertile Japanese quail eggs were used. Embryo losses were divided into three periods; early period (first 5-day), middle period (6-12th days) and late period (13-17th days). It was observed that mating groups affect all traits subject of this study (P≤0.0001). The lowest hatchability of fertile eggs was observed in dam-male offspring mating (DM), while the highest was observed in half-sibling (HS) and control (C) matings (P≤0.05). However, the highest hatch-weight were found in eggs of DM matings (P≤0.05). DM has also the highest embryo losses for all periods (P≤0.05). Most of the embryo losses, except the half-sibling group, occurred in the early period.

Eggshell is the most abundant agricultural (hatchery) and industrial (confectionary) natural waste approximately reaching up to 50000 tons per year and is a threat to the environment and the public. Eggshell membrane and shell waste can be used for biomedical and industrial applications as value-added products. Hence, a scoping review was planned to understand the present scenario and knowledge gap; it also explored eggshell membrane separation methods available commercially for the routine utility to understand the knowledge gap. A systematic search was performed in PubMed, Scopus, and ProQuest databases using Eggshell/Eggshells/Egg shell, Membrane, Separation/separator as keywords with and/or as Boolean operators within the field of title, abstract, keywords. The search was done from the period of inception (as per the database) till 4th October 2021 and a total of seven full-text articles were included in the review. The methods mentioned in the literature were Microwave treatment, Acid Dissolution, Dissolved Air Floatation, using proteolytic enzymes, and grinding followed by mechanical agitation. This research concludes that no equipment is commercially available. Hence there is a need for technology development as the majority of publications mentioned manual peeling, Microwave treatment, acid dissolution, dissolved air floatation, grinding, and mechanical stirring as the methods at laboratory scale.

Bu araştırmada, Anadolu Merinosu kuzuların rasyonlarına humik asit ilavesinin besi performansı ve tiyol/disülfit denge ölçüm yöntemi ile bazı oksidatif stres parametreleri üzerine etkilerini belirlemek amaçlanmıştır. Araştırmada, tekiz doğmuş, ortalama 2,5 aylık yaşta 40 baş Anadolu Merinosu erkek kuzu kullanılmıştır. Deneme, katkısız bir kontrol grubu ile üçü humik asit katkılı (2, 4, 6 g/kg) olmak üzere 4 deneme grubu oluşturularak ve her grupta 10 tekerrür ile toplam 70 day yürütülmüştür. Grup bölmelerinde barındırılan kuzuların, deneme bitimine kadar, kaba yem olarak 400 g/day/baş kuru yonca otu ve 2750 kcal/kg KM ME, %16 HP içeren kuzu büyütme yemi ile ad-libitum beslenmeleri sağlanmıştır. Araştırmanın sonunda; grup içi nativ tiyol (NTL, μmol/L) değerlerinin kontrol grubu hariç tüm gruplarda 30. dayde (P, In this study, it is aimed to determine the effects of adding humic acid to ration of Anatolian Merino lambs on the fattening performance and some oxidative stress level by using thiol / disulfide balance measurement method. In the study, singleton 32 male Anatolian Merino lambs with an average age of 2.5 months were used. The experiment was carried out by forming a control group without additives and four trial groups, three of which were added with humic acid (2, 4, 6 g/kg), with 8 replications in each group for a total of 70 days. The lambs housed in the group partitions were fed with 350g/day/head of alfalfa grass as roughage and lamb grower feed ad-libitum containing 2750 kcal/kg DM ME, 16% HP until the end of the trial. At the end of the research; intra-group native thiol (NTL, μmol/L) values increased on the 30 th day (P

An experiment was carriedout to investigate the effect of dietary energy level levels on feed intake of modern broiler chickens during the growth period. A total of 160 Ross broiler chicks (mixed-sex) in a completely randomized design with 4 treatments and 4 replicates (10 birds) were used. The chicks were fed from 11 to 24 days of age with dietary treatments, including 4 grower diets with 2800, 2900, 3000, and 3100 kcal/kg ME and constant nutrient to ME ratios. All chicks were fed the recommended Ross diet during starter (1- 10 days) and finisher (25- 42 days) periods. At the end of experimentperiod (42 days), growth performance and carcass characteristics were measured.The results showed that the energy level had no significant effect on the average daily feed intake for the grower period, but the grower's dietary energy level had a significant effect on daily body weight gain and feed conversion ratio.Also, there was no significant difference in final live weight and relative carcass yield at the end of theexperimentalperiod. In conclusion, during the growing period, modern broiler chicks consume feed regardless of the energy level of the diet and continue up to physical satiety.

Bu çalışma, yetiştirici görüşleri doğrultusunda sığır ırklarının tercihi ve nedenlerinin tespit edilmesi amacıyla yapılmıştır. Çalışmada anket sayısı basit Tesadüfi örnekleme yöntemi ile 487 kişi olarak belirlenmiştir. Yetiştiricilerin cevap verdikleri her soru kategorisine ait tanımlayıcı istatistiki değerler, IBM SPSS 20.0 paket programı kullanılarak yapılmıştır. Yetiştiricilerin Irk tercihinde %31.2 ile Simental ırkı ilk sırayı almıştır. Bu ırkı, %27.9 ile Holstein Friesian ırkı (Siyah Alaca) ve %14.8 ile Brown Swiss (Esmer) ırkı izlemiştir. Diğer ırkların tercih edilme oranı ise %26.1 olmuştur. Yetiştiricilerin ırk tercihinde etkili nedenlerin arasında süt verimi ilk sırayı (%18.9) almıştır. Bu tercih nedenini tercih oranı birbirine eşit olan süt yağı verimi, döl verimi ve satış kabiliyetinin (sırasıyla %11.9, %11.9 ve %11.3) izlemiştir. Hayvan başına karkas verimi ise ırk tercih nedenleri sıralamasında 3. sırada (%10.2) yer almıştır. Yetiştiricilerin %46.0’sı yetiştireceği ırkı tercih ederken; ayak-tırnak sağlamlığı, kolay bakım, meme hastalıklarına dayanıklılık, mizaç, süt proteini ve ırka duyulan sempatinin etkili olduğunu bildirmişlerdir. Sonuç olarak, yetiştiricilerin sığır genotipi tercihinde önceliği kombine ırklara (Simental, Brown Swiss) verdiği, kültür ırklarını tercih etmedeki eğilimin yetiştirici yaşının ilerlemesine bağlı olarak arttığı belirlenmiştir. Irk tercihinde öncelik Simental ırkına ait olup, bu ırkı Holstein Friesian ve Brown Swiss ırkları izlemektedir. Irk tercihinde en önemli nedenin yüksek süt veriminin olduğu belirlenmiş olup, bunu yüksek döl verimi (yavru verimi), pazarlanmandaki kolaylık ve yüksek süt yağı oranı izlemektedir. Son yıllarda artan küresel ısınmaya bağlı olarak ortaya çıkan kuraklığın yakın gelecekte ırk tercihini önemli ölçüde etkileyeceği tahmin edilmektedir. Bu nedenle sıcaklık toleransı yüksek ve hastalıklarına karşı dirençli ırkların elde edilmesi için ıslah çalışmalarına hız verilmesi tavsiye edilmektedir., This study was carried out in order to determine the preferences and reasons of cattle breeds in line with the opinions of breeders. In the study, the number of questionnaires was determined as 487 people by simple random sampling method. Descriptive statistical values of each question category answered by the breeders were made using the SPSS 20.0 package program. As a result of the evaluations, In the breed preference of the breeders, 31.2% of the breeders took the first place with the Simmental breed. This breed was followed by Holstein Friesian (Black and White) breed with 27.9% and Brown Swiss breed with 14.8%. The rate of preference for other races was 26.1%. Among the effective reasons for breeders' breed preference, milk yield was the first (18.9%). The reason for this preference was followed by milk fat yield, progeny yield and sales ability (11.9%, 11.9% and 11.3%, respectively), which had equal preference rates. Carcass yield per animal was ranked 3rd (10.2%) in the list of reasons for breed preference. While 46.0% of the breeders prefer the breed they will breed; reported that toe-nail strength, easy care, resistance to mammary diseases, temperament, milk protein and sympathy for the race were effective. As a result, the priority in the race preference belongs to the Simmental breed, followed by the Holstein Friesian and Brown Swiss breeds. The most important reason for racial preference was high milk yield, followed by reproduction (offspring yield), ease of marketing and high milk fat ratio. It is estimated that climate change and drought due to increasing global warming will significantly affect the breed preference in the near future. For this reason, in order to obtain breeds with high temperature tolerance and resistant to blood parasitic diseases such as Theileriosis and Anaplasmosis, it is recommended to focus on crossing the culture breeds in Turkey with the Southern Anatolian Red breed, as well as supporting the crossing studies with genome-wide analysis method.

Bu çalışma yumurtlayan bıldırcınların karma yemlerine 0, 100, 200 ve 400 mg/kg seviyesinde sodyum format ilavesinin performansa ve yumurta kalitesine olan etkisini belirlemek amacıyla yürütülmüştür. Denemede 8 haftalık yaşta toplam 80 adet yumurtacı bıldırcın 5 tekerrürlü 4 muamele grubuna rastgele dağıtılmıştır. Araştırma sonunda karma yeme farklı düzeylerde sodyum format katkısının canlı ağırlık değişimi, yumurta verimi, yumurta ağırlığı ve yumurta kitlesine etkisi önemsiz olurken (P>0,05), karma yeme 200 mg/kg seviyesinde sodyum format ilavesi ile yem tüketimi azalmış ve yemden yararlanma oranı iyileşmiştir (P0,05). Bıldırcın karma yemlerine 100 ve 200 mg/kg seviyesinde sodyum format ilavesi kabuk kırılma direncini düşürmüş ve Haugh birimini arttırmıştır. Sonuç olarak karma yeme yüksek seviyede (200 mg/kg) sodyum format ilavesi yem değerlendirmeyi ve yumurta iç kalitesini olumlu etkilerken, kabuk kırılma direnci olumsuz etkilenmiştir., This study was carried out to determine the effect of adding sodium formate at the level of 0, 100, 200 and 400 mg/kg to the diet of laying quails on performance and egg quality. In the experiment, a total of 80 laying quails at 8 weeks of age were randomly distributed to 4 treatment groups with 5 replications. At the end of the study, the effects of sodium formate additives at different levels on body weight change, egg production, egg weight and egg mass were insignificant (P>0,05), while sodium formate addition to the diet at the level of 200 mg/kg decreased feed consumption and improved feed conversion rate (P0,05). Addition of sodium formate at the levels of 100 and 200 mg/kg to quail compound feeds decreased the shell breaking strength and increased the Haugh unit. As a result, the addition of high level (200 mg/kg) sodium formate to the diet affected feed evaluation and egg internal quality positively, while shell breaking resistance was negatively affected.

Chemical composition of forage crops (35% hungarian vetch, 35% forage peas, 10% oats, 10% triticale, 10% wheat) of different harvest times and fertilizer applications at different doses, relative feed value (RFV), relative feed quality (RFQ , energy contents (ME, NEL), in vitro digestibility parameters (TNDFD, TOMD, TDN, DMI), in vitro gas production, methane (CH4) production, fractionation factor (PF), microbial protein (MP) and microbial protein synthesis efficiency Ankom Daisy in vitro fermentation system and in vitro gas production technique were used in the research carried out to determine their effects on (MPSE) and true degree of digestion (TDD). Harvesting at different times significantly affected (P, Farklı hasat zamanı ve farklı dozlarda gübre uygulamalarının yem bitkileri karışımının (%35 macar fiği, %35 yem bezelyesi, %10 yulaf, %10 tritikale, %10 buğday) kimyasal kompozisyonu, nispi yem değeri (NYD), nispi yem kalitesi (NYK), enerji içerikleri (ME, NEL), in vitro sindirilebilirlik parametreleri (GNDFS, TOMS, TSB, KMA), in vitro gaz üretimi, metan (CH4) üretimi, taksimat faktörü (PF), mikrobiyal protein (MP) ile mikrobiyal protein sentezleme etkinliği (MPSE) ve gerçek sindirim derecesi (GSD) üzerine olan etkilerini belirlemek amacıyla yürütülen araştırmada Ankom Daisy in vitro fermentasyon sistemi ve in vitro gaz üretim tekniği kullanılmıştır. Farklı zamanlarda yapılan hasat karışımın, HP, HS, NYD, NYK, ME ile NEL, GNDFS, TOMS, TSB, KMA, GÜ, Metan (ml), GSKM ve GSD değerlerini önemli derecede (P

Bu araştırmada, Phanerochaete chrysosporium (PC) ve Pleurotus eryngii (PE) mantar türlerinin, buğday samanının in-situ parçalanabilirliği sonucunda kuru madde (KM) ve ham protein (HP) değerleri üzerindeki etkileri incelenmiştir. Buğday samanı örnekleri, PC ve PE fungus türleri ile (%10 ağırlık/hacim) ile inokule edilip, in-situ parçalanabilirlikleri ve kimyasal bileşimleri belirlenmek üzere katı hal fermentasyon koşulları altında 30 °C'de 30 gün inkübe edilmiştir. Kanül takılı 4 baş Siyah Alaca boğa (yaklaşık 400 kg canlı ağırlığa sahip) 45:55 oranında (KM esasına dayalı) konsantre / kaba yem ile beslenmiştir. Yem örnekleri rumende naylon torbalarda 0, 4, 8, 16, 24, 48, 72 ve 96 saat süreyle inkübe edilmiştir. Sonuçlar, PC ve PE'nin inokulasyonunun, kontrol grubuna göre KM ve HP'nin in-situ ruminal parçalanabilirliğini yükselttiğini göstermiştir (P < 0.01). PC ile inkübe edilen buğday samanı, 24 saat inkübasyondan sonra en yüksek in-situ KM parçalanabilirliğine sahip olmuştur (P < 0.01). PC ve PE'nin inokulasyonu, diğer muamelelere göre in-situ rumen ham protein (HP) parçalanabilirliğini (P < 0.01) artırmıştır. Sonuç olarak, fungus inokulayonu ve üre muamelesinin, buğday samanındaki KM ve HP’in parçalanabilirliğini yükselttiği gözlemlenmiştir., The Phanerochaete chrysosporium (PC) and Pleurotus eryngii (PE) were observed for their potential to increase the in situ dry matter (DM) and crude protein (CP) degradability of wheat straw. The wheat straw samples were inoculated with the PC and PE fungi (10% weight/volum) and incubated under solid state fermentation conditions at 30 ◦C for 30 days to determine their in-situ degradability and chemical composition. In situ ruminal degradability was determined by using four ruminal cannulated Holstein bulls (approximately 400 kg BW) fed on a diet a concentrate-to-roughage ratio of 45:55 (dry matter (DM) basis). The samples were incubated in nylon bags for 0, 4, 8, 16, 24, 48, 72 and 96 h in the rumen. The results showed that increased in situ ruminal degradation of DM and CP in PC and PE groups in comparison to the control group (P < 0.01). The wheat straw incubated with PC had the greatest in situ DM degradability after incubation for 24 h (P < 0.01). The inoculation of PC and PE increased in situ ruminal crude protein (CP) degradation (P < 0.01) in comparison to the other treatments. As a result, the fungal inoculants and urea treatment increased the degradability of DM and CP in wheat straw.

This study was conducted to evaluate the effect of pennyroyal (Mentha pulegium L.) leaf powder supplementation in ration on performance, some blood serum biochemical parameters and antioxidant status in weaned Tuj lambs. Twenty-four Tuj male lambs with an average body weight of 11.5±0.3 kg in were allocated to three groups. While no supplementation was added to the basal ration of the control group, dried leaves of pennyroyal at the levels of 0.1% (P1) and 0.2% (P2) was added to the basal ration of treatment groups, respectively. During the experimental period (54 days) the lambs were to weighted individually twice a week and body weight gain (BWG), feed consumption (FC) and feed conversion ratio (FCR) were estimated. Also, blood biochemical parameters and activity of antioxidant were determined. According to the study results, BWG, FC and FCR were not affected by pennyroyal supplementation. Moreover, there was no difference between the control and pennyroyal treatment groups regarding serum biochemical parameters such as glucose, triglyceride, and total protein in the study. Mineral substances as calcium and phosphorus levels were not influenced by supplementation of pennyroyal to the basal ration. malondialdehyde and glutathione were affected of Pennyroyal supplementation on 14th day. In conclusion, the supplementation of pennyroyal to lamb ration did not have a significant act on health and performance., Bu çalışma, sütten kesilmiş Tuj kuzularında rasyona kurutulmuş yarpuz (Mentha pulegium L.) tozu ilavesinin performans, bazı kan serumu biyokimyasal parametreleri ve antioksidan durumu üzerine etkisini değerlendirmek amacıyla yapılmıştır. Çalışmada ortalama canlı ağırlığı 11,5±0,3 kg kg olan 24 adet Tuj erkek kuzu üç gruba ayrılmıştır. Kontrol grubunun bazal rasyonuna herhangi bir katkı maddesi ilave edilmezken, muamele gruplarının bazal rasyonlarına sırasıyla %0.1 (P1) ve %0.2 (P2) seviyelerinde yarpuzun kurutulmuş yaprakları ilave edilmiştir. Deneme süresi boyunca (54 gün) kuzular haftada iki kez ayrı ayrı tartılarak, canlı ağırlık artışı (CAA), yem tüketimi (YT) ve yem dönüşüm oranı (YYO) belirlenmiştir. Ayrıca serum biyokimyasal parametreleri ve antioksidan aktivitesi tespit edilmiştir. Çalışma sonuçlarına göre, CAA, YT ve YYO yarpuz ilavesinden etkilenmemiştir. Ayrıca, çalışmada glukoz, trigliserit ve total protein gibi serum biyokimyasal parametreleri açısından kontrol ve yarpuz muamele grupları arasında fark bulunmamıştır. Rasyona yarpuz ilavesinden kalsiyum ve fosfor gibi mineral maddelerin seviyeleri etkilenmemiştir. Yarpuz, 14. günde serum malondialdehit ve glutatyon seviyeleri üzerine etkili olmuştur. Sonuç olarak, kuzu rasyonlarına yarpuz ilavesinin kuzu sağlığı ve performansı üzerinde önemli bir etkisi olmadığı tespit edilmiştir.

This study was make in order to determine according to the order of lactation, the composition of milk, Murrah x Anatolian Water Buffaloes (M x A) crossbreds raised in Institute conditions. The animal material consisted of total of 47 heads M x A crossbreeds cows. The data of the study included between February 2016 - January 2018. Actual milk yield was used to determine average lactation length and lactation milk yield. Milk samples were taken to specify the milk components. The fat, nonfat dry matter, protein, and lactose contents of water buffalo milk samples were determined by using a Funke Gerber® milk analyzer. Lactation length and lactation milk yield were found to be 259 days and 1343.14 liters respectively. The least square means were found fat, nonfat dry matter, protein, and lactose, 7.20%, 10.66%, 4.00%, and 5.88% respectively. The milk yield in the first and second lactations of G2 (M x A) crossbreeds and Murah genotype were higher than others in the present study. A negative correlation between milk yield and milk fat is expected. Although not statistically significant, a negative correlation was determined as expected.

Amaç: Bu çalışmada etlik piliç karma yemlerine ilave edilen karotenoidlerin et kalite özellikleri üzerine etkilerinin belirlenmesi amaçlanmıştır.Materyal ve Yöntem: Çalışmada hayvan materyali olarak 840 adet günlük yaşta Ross 308 erkek etlik civciv kullanılmış ve eşit sayıda rastgele yedi gruba ayrılmışlardır. Birinci grup (K); renk maddesi katkısı yapılmayan ve standart yemle beslenen kontrol grubu, ikinci grup (LK); standart karma yeme 80 ppm likopen ilaveli, üçüncü grup (LT); standart karma yeme 80 ppm lutein ilaveli, dördüncü grup (ZK); standart karma yeme 80 ppm zeaksantin ilaveli, beşinci grup (LK+LT); standart karma yeme 40 ppm likopen ve 40 ppm lutein ilaveli, altıncı grup (LK+ZK); standart karma yeme 40 ppm likopen ve 40 ppm zeaksantin ilaveli, yedinci grup (LT+ZK) ise 40 ppm zeaksantin ve 40 ppm lutein ilaveli yemlerle beslenen gruplar olacak şekilde düzenlenmiştir. Hayvanlara yem ve su ad-libitum olarak sunulmuştur.Bulgular: Etlik piliçlere ait göğüs eti malondialdehid değerleri (MDA) ile karbonil değerleri, göğüs ve but eti besin madde içerikleri ve pH değerleri, göğüs eti renk değerleri, duyusal özellikleri (koku, yumuşaklık, tat, sululuk, görünüm, genel beğeni), göğüs etine ait fiziksel özellikler (çözdürme ve pişirme kayıpları, su tutma kapasitesi, tekstür), saptanmıştır.Sonuç: Karma yemlere renk maddeleri ilavesi, göğüs eti MDA değerleri, göğüs eti “b” renk değeri ile etin sululuğu ve görünümü üzerinde önemli farklılıklara sebep olmuştur (P, Objective: In this study, the effects of carotenoids addition in broiler feeds on meat quality was investigated.Materials and Methods: Eight hundered forty of Ross 308 one day old male broiler chicks are randomly divided into seven groups. The first group (K) as the control group was fed with basal diet without any pigment additives, the second group (LK) was fed with 80 ppm lycopene added basal diet, the third group(LT) was fed with 80 ppm lutein added basal diet, the fourth group (ZK) was fed with 80 ppm zeaxanthin added basal diet, the fifth group (LK+LT) was fed witth 40 ppm lycopene and 40 ppm lutein added basal diet, the sixth group (LK+ZK) was fed with 40 ppm lycopene and 40 ppm zeaxanthin added basal diet and the seventh group (ZK+LU) was fed with 40 ppm zeaxanthin and 40 ppm added basal diet, were designed. Feed and water were provided as ad-libitum.Result: When the results obtained from the study were examined, body weight, breast meat MDA values, color of the breast meat’s “b” color value and sensory analyzes, color and water content were found to be statistically significant (P

Günümüzde fonksiyonel gıdalara olan ilgi giderek artmaktadır. Arı ürünlerinden biri olan arı sütü de fonksiyonel gıdalar arasında yer alır. Arı sütü genç yaştaki (5-15 gün) işçi arılar tarafından salgılanır ve kolonide işçi arı larvasının ana arı larvasına dönüşmesini sağlar, kısaca kast belirleyici gıda olarak da bilinir. Arı sütünün içeriğinde temel olarak, su (%60 -70), protein (%9-18), lipit (%3-8), karbonhidrat (%7-18), kül (%0.8-3),10-hidroksi-2-dekenoik asit (10-HDA) (>%1.4), az miktarda vitamin, tuz ve serbest amino asit bulunur. Şu anki bilgilere göre, arı sütüne fonksiyonel özellik veren en önemli iki içerik, 10-HDA ve major arı sütü proteinleridir. Arı sütündeki toplam proteinin %82-90’ını major arı sütü proteinleri (MASP) oluşturur. MASP ailesi 10 üyeden oluşur. MASP ailesinde ilk keşfedilen ve en bol olan MASP1 üzerine son yıllarda çok sayıda araştırmalar yapılmıştır. Yapılan araştırmalar, MASP ailesinin genel olarak ömür uzunluğu, anti-tümör ve antioksidan etkisi, bağışıklık düzenleyici etkilerinin olduğunu ortaya koymuştur. Bu derlemede, arı sütünde bağışıklık proteinleri olarak da adlandırılan MASP ailesi ayrıntılı bir biçimde ele alınacaktır, Today, interest in functional foods is increasing. Royal jelly, one of the bee products, is among the functional foods. Royal jelly (RJ) is secreted by worker bees at a young age (5-15 days) and enables worker bee larvae to turn into queen bee larvae in the colony, it is also known as caste determinant food . The content of RJ mainly includes water (60 -70%), protein (9-18%), lipid (3-8%), carbohydrate (7-18%), ash (0.8-3%), 10-Hydroxy- 2-Decenoic acid (10-HDA) (> 1.4%), contains small amounts of vitamins, salt and free amino acids. According to current knowledge, the two most important ingredients that give RJ functional properties are 10-HDA and major royal jelly proteins. Major royal jelly proteins (MRJP) constitute 82-90% of the total protein in RJ. MRJP family consists of 10 members. In recent years, many studies have been conducted on MRJP1, which is the first and most abundant in the MRJP family. Studies have shown that the MRJP family generally has longevity, anti-tumor and antioxidant effects, and immunomodulatory effects. In this review, the MRJP family, also called immune proteins in RJ, will be discussed in detail.

Objective: The aim of this study was to investigate the antioxidant status of post-weaned Menemen breed lambs fed with oregano (Oregano Onites L.) essential oil or hot pepper extract (capsicum oleoresin) supplemented feeds.Material and Methods: A total number of 36 post-weaned menemen breeds lambs at the age of eight weeks were divided into three groups as will be 6 females and 6 males in each randomly by control, oregano and pepper. During the experiment, all groups had access to fresh water and feed ad libitum, and the lambs were fed with a similar lamb grower feed for 56 days. Unlike the control group, 300 mg/kg of oregano essential oil or capsicum oleoresin extract were added to the feeds of the oregano and pepper groups.The experiment was maintained for 56 days. Lambs were fed lamb grower feed and fresh water was available ad-libitium during the experiment. At the end of the experiment, 6 female and 6 male lambs from each group were slaughtered in a commercial slaughterhouse and 2.5 cm thick tissue samples were taken from the longissimus dorsi muscle on the left half of each carcass to be used in the analysis.Results: It was determined that the malondialdehyde (MDA) level of the control group was higher, but the glutathione peroxidase (GPx) level was lower than the treatment groups (P, Amaç: Bu çalışmanın amacı kekik uçucu yağı (Oregano Onites L.) ve acı biber ekstraktı (Capsicum Oleoresin) ilavesinin, sütten kesilmiş Menemen ırkı kuzuların antioksidan durumu üzerine etkisini incelemektir. Materyal ve Metot: Sekiz haftalık yaşta, sütten kesilmiş toplam 36 adet Menemen ırkı kuzu, her grupta 6 dişi, 6 erkek olacak şekilde kontrol, kekik ve biber olmak üzere rastgele üç farklı gruba ayrılmıştır. Deneme boyunca tüm grupların taze suya ve yeme ad-libitum erişimi sağlanmış ve 56 gün süresince kuzular benzer kuzu büyütme yemi ile beslenmiştir. Kontrol grubundan farklı olarak kekik ve biber gruplarının yemlerine 300 mg/kg düzeyinde kekik uçucu yağı veya acı biber ekstraktı ilave edilmiştir. Deneme sonunda her gruptan 6 dişi ve 6 erkek kuzu ticari bir kesimhanede kesilerek analizlerde kullanılmak üzere karkasların her birinin sol yarısındaki longissimus dorsi kasından 2.5 cm kalınlığında doku örnekleri alınmıştır.Bulgular: Kontrol grubunun malondialdehit (MDA) düzeyinin muamele gruplarına göre daha yüksek, glutatyon peroksidaz (GPx) düzeyinin ise daha düşük olduğu saptanmıştır (P

Alpine x Damascus goat crossbreeding was carried out in a private farm which breeds Damascus goats, in order to develop a goat genotype that will give more milk in the hot and humid climate of Çukurova in summer. This study was carried out with the aim of evaluating the fattening characteristics of the kids born with the crossbreeding, by comparing them with the Damascus kids. The animal material of the study consisted of 15 pure Damascus goats and Alpine x Damascus crossbred (F1) male kids. All kids that were reared under the same conditions during the suckling period and were weaned at 60 days of age were fed ad libitum after 10 days of familirization feeding. The fattening continued for 60 days and during this period, the kids were fed with kid fattening concentrate and alfalfa hay with a ratio of 5:1. Kids were weighed every 15 days. In the experimental period, daily live weight gain was determined as 201.7±10.16 g and 246.1±10.54 g, and daily average feed consumption was 1.56 kg and 1.57 kg for the crossbred and Damascus kids, respectively. As conclusion, it was determined that Damascus goats had better fattening performances than crosses., Şam keçisi yetiştiriciliği yapılan özel bir işletmede, yaz mevsiminde sıcak ve nemli olan Çukurova ikliminde süt verimi yüksek bir keçi genotipi geliştirmek amacı ile Alpin x Şam keçisi melezlemesi yapılmıştır. Bu çalışma söz konusu melezleme (F1) ile doğan oğlakların besi özelliklerinin Şam keçisi oğlakları ile karşılaştırılarak değerlendirilmesi amacı ile yapılmıştır. Çalışmanın hayvan materyalini 15’er baş saf Şam keçisi ve Alpin x Şam melezi erkek oğlaklar oluşturmuştur. Süt emme döneminde aynı şartlarda büyütülen ve 60 günlük yaşta sütten kesilen oğlaklar 10 günlük alıştırma beslemesinden sonra ad libitum besiye alınmışlardır. Besi 60 gün devam etmiş ve bu dönemde oğlaklara oğlak besi yemi ve yonca kuru otu 5:1 oranı ile verilmiştir. Besi dönemi gelişimlerinin takibi için oğlaklar 15 gün ara ile tartılmışlardır. Deneme döneminde melez ve Şam keçilerinde sırası ile beside günlük canlı ağırlık artışı 201.7±10.16 g ve 246.1±10.54 g, günlük ortalama yem tüketimleri 1.56 kg ve 1.57 kg olarak belirlenmiştir. Sonuç olarak Şam keçilerinin besi performanslarının melezlere göre daha iyi olduğu belirlenmiştir.

The aim of study was to investigate the effect of corpus luteums (CL) size that detected before embryo transfer on conception in recipient Holstein cows. The recipient cows utilized had at least one birth and aged 3-8 years old. PGF2α was injected 2 times space 14 days apart to cows and 87 cows which show estrous symptoms were determined as recipient. Fresh embryos were transferred after estrous in 6th-8th days. Ovaries were examined by ultrasound before transfer and CL sizes were measured. A scale of ‘++++’ were set as a result of measurements. Recipient cows were into 3 groups. The first group was named as CL2+ (n=25) and consisted of cows with ‘++’ (≥15-20< mm) size CL. The second group was named as CL3+ (n=52) and consisted of cows with ‘+++’ (≥20-25< mm) size CL. The third group was named as CL4+ (n=10) and consisted of cows with ‘++++’ (≥25 mm) size CL. The embryos were transferred to the uterine horn on the side of the CL (ipsilateral). Pregnancy rate was respectively 36%, 46.2% and 40% for groups. No statistically significant difference was found between groups in terms of the effect of CL on conception (P>0.05). As a result, it was concluded that the size of the corpus luteum has no effect on the conception of cows utilized as recipients in embryo transfer.

Arıcılıktaki araştırmalar birçok bilim dalının ışığında yapılmakta olup biyoteknoloji bunlardan biridir. İklimde yaşanan değişimler, arıların beslenme ve besin kaynaklarını etkilerken, son yıllarda hastalık ve zararlıların giderek artması ve kimyasal ilaçlara karşı gerek arının gerekse de parazit ve patojenlerin direnç geliştirmeleri sebebiyle hastalık etmenlerine bu kimyasalların çare olamaması arıcılıkta biyoteknolojik çalışmalara yönelimi hızlandırmıştır. Hastalıklara dirençli / verimli arı ırklarının ve mevcut katkı maddelerinin geliştirilmesiyle birlikte, yeni yem kaynakları oluşturulmasına yönelik biyoteknolojik araştırmalar yapılmaktadır. Özellikle dünyadaki gelişmelere uyum sağlamak sürdürülebilir arıcılık faaliyetleri açısından da oldukça önem taşımaktadır. Bu çalışmada bal arısı ve arıcılık sektöründe yapılmış bazı biyoteknolojik araştırmalar incelenerek bu alandaki gelişmelerin ortaya konulması ve yakın gelecekte yapılacak çalışmalara ışık tutulması amaçlanmıştır., Research in beekeeping is carried out in the light of many branches of science, and biotechnology is one of them. While the changes in the climate affect the nutrition and food resources of the bees, the increase of diseases and pests in recent years and the resistance of both bees and parasites and pathogens against chemical pesticides has accelerated the orientation to biotechnological studies in beekeeping. Many studies are being carried out to develop resistant / efficient bee breeds to improve existing additives and to create new food resources. Especially adapting to the developments in the world is essential to sustainable beekeeping activities. This review aims to reveal the developments in this field and shed light on the studies in the near future by examining some biotechnological research conducted in the honey bee and beekeeping sector.

It is a valuable and good food source with the ingredients it contains in milk, but if hygienic conditions are not ensured during milking, storage and processing, diseases related to milk and dairy products are likely to occur. More than 90% of these diseases are of bacterial origin. B. cereus, found in the Bacillaceae family, is a significant source of contamination in milk and dairy products due to the presence of psychrotrophic strains. In recent years, it has been reported that milk and milk products contaminated with B. cereus have adverse effects on human health, and toxic substances are formed during the storage of contaminated milk and milk products. This study, it is aimed to molecularly identify the B. cereus bacteria species that cause adverse effects such as food poisoning and loss of quality in milk. In this study, the DNA of Bacillus cereus, one of the microorganisms found in raw milk, was isolated and toxic gene regions were determined at the molecular level by PCR method using specific primers to the gene regions Bacillus cereus. Six primers specific for nheA, nheB, nheC, hblA, hblC, hblD and 16S rRNA gene regions were used for molecular detection of B. cereus in milk samples. At the end of the study, Bacillus cereus bacteria were detected in 8 of the 13 milk samples. It has been revealed that B. cereus can be detected quickly and reliably in milk and dairy products by molecular species identification using specific primers.

The objective of this study was to assess the effects of using Acacia karroo pods and leaves for fattening of goats. The experiment was carried out at a farm in Mashava, an area located in Masvingo Province within latitude 20° 2´ 43˝ S and longitude 30° 40´ 29˝ E in the south-eastern part of Zimbabwe. Mixed dried leaves and pods of Acacia karroo were ground using a 2 mm screen and then included at levels of 0, 20, 60 and 100%, replacing ground maize in the diets. Weaned goats (n=64) were allocated in weight order to groups of four animals and randomly assigned to the four treatments in a randomised block design. Growth rates of goats fed with diet containing 100% A. karroo had higher (15.48 ±0.069 kg) final weight compared to any other diets followed with goats fed diet containing 60% of A. karroo and results showed significant differences (p

Bu araştırma, Malatya ilindeki koyunculuk işletmelerinde bazı yetiştiricilik uygulamalarının belirlenmesi amacıyla yapılmıştır. Bu amaçla 193 adet koyunculuk işletmesi araştırma kapsamında değerlendirilmiş ve sahipleriyle yüz yüze anket gerçekleştirilmiştir. Yapılan araştırmada, koyunculuk işletmelerinin yetiştiricilik uygulamalarına ait bazı kriterler bakımından olumlu özelliklere sahip oldukları bununla birlikte bazı tercihler açısından ise birtakım eksikliklerinin bulunduğu belirlenmiştir. Çalışmada, yetiştiricilerin %65.11’inin 100-299 baş koyun varlığına sahip oldukları, %79.58’inin sürülerini 6 ay ağıl ve 6 ay merada olacak şekilde yetiştirdikleri, %84.97’unun çobanlığı kendisinin yaptığı, %54.69’unun damızlık teminini kendi işletmesinden sağladığı, %57.59’unun ihtiyaç fazlası damızlık koyunları tüccarlara besi için sattıkları, %47.90’ının işletme kayıtlarını tuttukları, %98.92’sinin sağımı elle yaptıkları, %45.70’inin kuzuları 3 aylıkken sütten kestikleri, %96.77’sinin kuzularda doğal büyütmeyi tercih ettikleri, %80.42’sinin koyunlarına kaba yem olarak saman ve %79.46’sının kesif yem olarak arpa yedirdikleri, %90.86’sının ek yemleme yapmadıkları fakat yeme tuz ve mineral ilavesi yaptıkları, %90.32’sinin serbest aşım metodunu tercih ettikleri, %80.75’inin koçları ilk kez 2 yaşındayken damızlıkta kullandıkları, %88.65’inin koçları sürüde kızgınlık süresince tuttukları ve %72.59’unun 2-3 yılda bir dışarıdan damızlık koç aldıkları saptanmıştır. Sonuç olarak, Malatya ili koyun varlığında son 6 yılda az da olsa bir azalma meydana geldiği, işletmelerde yetiştiricilik uygulamalarına dair yöntemler ve tercihlerde nitelik ve nicelik bakımından değiştirilmesi ve geliştirilmesi gereken bazı hususlar olduğu tespit edilmiştir. Problemlerin çözümüne yönelik alınacak yapısal önlemler ile gerçekleştirilecek sosyal, teknik ve ekonomik iyileştirmeler yanında yetiştiricilere yönelik eğitim faaliyetlerinin artırılmasının daha kârlı, etkin ve başarılı bir yetiştiricilik yapılmasına imkân sağlayacağı düşünülmektedir., This research was carried out to determine some breeding practices in sheep farms in Malatya province. For this purpose, 193 sheep farms were evaluated within the scope of the research and a face-to-face questionnaire was conducted with their owners. In the research, it was determined that sheep farming enterprises have positive characteristics in terms of some criteria of breeding practices, however, there are some deficiencies in terms of some preferences. In the study, 65.11% of the breeders had 100-299 sheep existence, 79.58% raised their herds for 6 months in farms and 6 months in the pasture, 84.97% of them shepherds their own herd, 54.69% provided breeding animals from their business, 57.59% sold surplus breeding sheep to traders for fattening, 47.90% kept business records, 98.92% milked the sheep by hand, 45.70% weaned lambs when they were 3 months old, 96.77% preferred natural breeding in lambs, % 80.42 of them feed their sheep as roughage with straw and 79.46% of them feed as concentrate feed with barley, 90.86% of them do not feed additional but add salt and minerals to the food, 90.32% of them prefer the free-insemination method, 80.75% first used rams for insemination when they were 2-3 years old, 88.65% kept the rams in the herd during estrus, and 72.59% bought an outside breeding ram every 2-3 years. As a result, it has been determined that there has been a slight decrease in the presence of sheep in Malatya province in the last 6 years, and there are some issues that need to be changed and improved in terms of quality and quantity in terms of breeding practices in enterprises. In addition to the structural measures to be taken to solve the problems and the social, technical and economic improvements to be realized, it is thought that increasing the training activities for the breeders will enable a more profitable, effective and successful breeding.

Bu çalışmanın amacı Simental ırkı ineklerde ilk buzağılama yaşı ile laktasyon süt verimi ve belirli hastalıklar arasındaki ilişkiyi araştırmaktır. Çalışmada kullanılan, 2018-2020 yılları arasında ilk laktasyonunu tamamlamış ve ikinci buzağılamasını yapmış 514 baş ineğe ait tüm veriler, Bursa-Karacabey bölgesinde yer alan ticari bir süt sığırı işletmesinin kayıtlarından elde edilmiştir. Sürüde ortalama ilk buzağılama yaşı, laktasyon süt verimi ve buzağılama aralığı sırasıyla 710,14 ± 2,18 gün, 6972,50± 42,25 litre ve 379,26± 1,82 gün olarak bulunmuştur. Diğer taraftan, ilk buzağılama yaşı ve hastalık insidansı arasında önemli bağlantılar saptanmıştır. Herhangi bir sağlık sorunu olmayan hayvanların diğerlerine göre durumuna bakıldığında, en az 1 sağlık sorununa sahip hayvanların sağlıklı hayvanlara göre ilk buzağılama yaşının yaklaşık 16 gün ve buzağılama aralığının yaklaşık 8 gün daha fazla olduğu görülmüştür. İlk buzağılama yaşına göre, en düşük hastalık insidansının 661≤ İBY≤710 gün ve en yüksek hastalık insidansın 809>İBY>859 gün yaş aralığında olduğu belirlenmiştir. İlk buzağılama yaşı ve laktasyon süt verimi arasındaki ilişki ise önemsiz bulunmuştur. Sonuç olarak Simental sütçü sürülerde, düşük hastalık insidansı için optimum ilk buzağılama yaşı aralığının 661≤ İBY≤710 gün olduğu söylenebilir. İlk buzağılama yaşına göre ortalama laktasyon süt verimleri arasında istatistiksel açıdan önemli bir fark bulunmadığından, en iyi laktasyon süt verimi için aynı aralık optimum olarak kabul edilebilir ve bu aralıkta ortalama laktasyon süt verimi 6987,8 ± 54,6 litre olarak gerçekleşmiştir.

In this study, the aim was to determine the diseases and important problems in sheep enterprises in Ordu province. For this purpose, enterprises with a minimum size of 80 sheep heads have been taken into consideration. To determine the enterprises, random selection method was used and face to face surveys were conducted in 86 sheep enterprises.It has been determined that 30.23% of the enterprise owners were between the ages of 25-40 and 34.88% were between the ages of 41-55, whereas proportion of the owners over the age of 56 is 34.88%. Moreover, the study revealed that 29.07% of the owners did not have any social insurance and a significant portion (59.30%) of the owners were primary school graduates.In the analyzed enterprises, the ratios of lameness and scabies were found to be 19.77% and 9.30% respectively, and it has been determined that in 22.09% of these enterprises, drug and vaccine applications were carried out by the owners. In addition, in 4.65% of the enterprises, vaccination and drug applications were carried out by free veterinarians whereas in 10.47% of the enterprises, these were applied by the public. During the survey, 18.60% of the enterprise owners stated that most important problem was the high feed prices and only 1.16% of the owners stated low product prices as the most important problem., Bu araştırmada, Ordu ilindeki koyunculuk işletmelerinde görülen hastalıkların ve önemli sorunların belirlenmesi amaçlanmıştır. Araştırmada, en az 80 baş sürü büyüklüğüne sahip işletmeler dikkate alınmıştır. İşletmelerin belirlenmesinde rastgele seçim yöntemi kullanılmış ve toplam 86 işletmede yüz yüze anket çalışması yapılmıştır. İşletme sahiplerinin %30.23’ünün 25-40 yaş, %34.88’inin 41-55 yaş arasında ve 56 yaşından büyük olan işletme sahiplerinin oranının ise %34.88 olduğu saptanmıştır. Yine, işletme sahiplerinin %29.07’sinin herhangi bir sosyal güvencesinin olmadığı ve işletme sahiplerinin önemli bir kısmının (%59.30) ilkokul mezunu olduğu belirlenmiştir.İşletmelerin %19.77’sinde topallık ve %9.30’unda ise uyuz hastalığı görülmüş olup işletmelerin %22.09’unda ilaç ve aşı uygulamalarının işletme sahipleri tarafından yapıldığı belirlenmiştir. Yine, işletmelerin %4.65’inde aşı ve ilaç uygulamaları serbest veteriner hekimler, %10.47’sinde ise kamu tarafından yapılmaktadır. Yetiştiricilerin %18.60’ı en önemli sorun olarak yem fiyatlarının yüksek olmasını ve sadece %1.16’sı en önemli sorun olarak ürün fiyatlarının düşük olmasını belirtmiştir.

In this study, we analyzed microsatellite variation in DNA obtained from hair samples collected from 46 local Greek horse populations originating from the islands of Skyros (Skyros Small Horse; n=9), Rhodes (Rodos Small Horse; n=6), Lesvos (with the traditional miniature Midili Small Horse (n=2) and the larger Lesvos Gaiter (n=22)) and Crete (Messara) (n=7). We used 15 autosomal microsatellite markers (VHL20, HTG4, AHT4, HMS7, HTG6, AHT5, HMS6, ASB2, HTG10, HTG7, HMS3, HMS2, ASB17, ASB23 and LEX33) for the genetic characterization of the above populations and exploration of their genetic structure and diversity levels. A total of 120 alleles were detected across the 15 loci with a minimum of 4 alleles in HTG7 locus and a maximum of 13 alleles in ASB17 locus. Τhe total per population number of alleles was 42 (Skyros Small Horse), 20 (Rodos Small Horse), 71 (Lesvos Gaiter), 52 (Messara breed) and 21 (Midili Small Horse). The effective number of alleles (Ne) per locus ranged from 1.47±0.13 (Rodos Small Horse) to 4.67±0.31 (Lesvos Gaiter). The allelic richness (Ar) was between 1.50±0.12 (Rodos Small Horse) and 2.93±0.08 (Lesvos Gaiter) and the average Polymorphism Information Content (PIC) values varied from 0.200±0.035 (Rodos Small Horse) to 0.733±0.026 (Lesvos Gaiter). No significant deviations from H-W equilibrium were found except for three loci (ASB2, HTG10 and LEX33) in Messara and one locus (ASB23) in Lesvos Gaiter. Τhe inbreeding coefficient (Fis) ranged from -0.130 (Rodos Small Horse) to 0.042 (Lesvos Gaiter). The observed (Ho) and expected (He) multilocus heterozygosity mean estimations were highest in Lesvos Gaiter (0.764±0.027 and 0.783±0.024, respectively) and smallest in Rodos Small Horse (0.300±0.075 and 0.269±0.064, respectively). Across loci, the total genetic diversity HT was 0.741, the diversity among subpopulations HS was 0.621 and the multilocus genetic differentiation GST was 0.161, which was rather high. The population of Rodos Small Horse separated from the remaining horses as shown by factorial correspondence analysis, population assignment and metric multidimensional scaling diagrams. This study highlights the loss of genetic diversity in small isolated horse populations and the urgent need to take protective measures to preserve them.

The epidemic disease called COVID-19 (SARS-CoV-2) has affected the whole world. With the spread of the epidemic, various measures such as distance education, home-office, especially movement restrictions, have been tried to be taken. These measures have increased people's demand for healthy food. The formation of food safety awareness in consumers has revealed the necessity of control of the food chain (production, storage, transportation of products, etc.). In this process, animal products gained importance, especially as people paid more attention to their nutrition compared to previous years. Especially in this process, animal production should be systematically sustainable in order to meet the increasing animal protein needs of people. In this review, it aims to compile sensitive livestock systems in order to ensure the sustainability of animal production, the production of healthier animals and the production of the obtained products within the framework of food safety rules, with the cessation of mobility due to the measures taken under quarantine and social distance in the COVID-19 epidemic. Thus, in addition to reducing the human workforce during the epidemic process, the data collected with modern animal husbandry will prevent diseases, and the diagnosis and treatment process in case of disease will be facilitated. With the use of information and communication technologies (ICT), which have an important place in this system, the data obtained through the modern livestock system can be easily processed, managed, and shared, thus reducing the possibility of disease transmission during the pandemic process.

Akkaraman ve Anadolu Merinosu koyunların, ilk doğumları gözlenerek doğum saatleri ve doğum tipleri, kuzuların doğum ağırlıkları ve cinsiyetleri kayıt altına alınmıştır. Doğum ağırlığını etkileyen değişkenleri belirlemek amacıyla CHAID algoritması ile oluşturulan regresyon ağacı yöntemi kullanılmıştır. Elde edilen sonuçlara göre 2. periyotta tekiz doğan Akkaraman kuzular diğer periyotlardan 500 g daha düşük doğum ağırlığına sahiptir. Her iki ırkta da gündüz saatlerinde doğan ikizlerin doğum ağırlığı, gece saatlerinde doğanlara göre 500 g daha fazladır. Yine öğleden sonra doğan akkaraman dişi kuzuların diğer periyotlarda doğanlara göre 223 g daha düşük doğum ağırlığına sahip olduğu görülmüştür.

Climate change is seen as a significant threat to the sustainability of many species, ecosystems and livestock production systems in many parts of the world. With the rise of average temperatures at the global level, a number of effects occur. These effects lead to different changes in climate, regionally and globally. Livestock sector in Turkey is the leading sector that is most affected by the global climate change due to the predomination of rural economic structure and industries based on developing livestock breeding. Health and welfare in animal production are an integral part of environmental sustainability. Extreme events and seasonal fluctuations affect the welfare of the animals and cause a decline in yield and reproductive performance. Sheep and goat are animals that can make the best use of pasture and use it in every season of the year. In addition to the effects of climate change on ecosystems, it is inevitable that it will create important problems on the natural resources that form the basis of animal production. Climatic characteristics such as temperature and precipitation patterns have a significant impact on the availability of pasture and other resources throughout the year of animals. In this study, it was aimed to reveal the effects of climate change on animal husbandry and especially on sheep and goat breeding.

Tef (Eragrostis tef [Zucc.] Trotter) is a tiny-seeded cereal with huge importance in Ethiopia. Creation of variability by hybridization and the subsequent selection of RILs is very important towards variety development. In order to identify superior tef genotypes, evaluation of RILs was performed on eight environments using three times replicated randomized complete block design. The result revealed that genotypes (G), environments (E) and genotype-environment interaction (G×E) significantly (p

In this study, it is aimed to determine the organic product consumption habits of the students who go to theexam preparation centers (private teaching center). For this reason, face to face surveys were applied to 227 people and a 24-question questionnaire was applied to them. Surveys were conducted in 2019. In the study, the factors affecting the consumption preference of organic products were the not harmful to health and being natural price, being safe, nutritional value. In the study, the factors affecting the price of organic products are the low cost of production (41.7%), the low amount of production (33.3%) and the difficult production (25.0%); the factors affecting the price of organic products were found to be difficult in production (25.0%), low production cost (41.7%) and low production (33.3%) in the study. In the study, it was determined that the logo (58.3%), label (22.2%), packaging (19.5%) were looked at when buying organic products; the expiration date of the products, information on the packaging, promotion and discounts and advertisementsplayed an active role when consuming organic products. In the study, organic fresh vegetables and fruits (38.9%), organic tomato paste and olive oil (36.1%) are in the first place in terms of consuming organic product groups., Bu çalışmada, sınava hazırlık merkezlerine (dershane) giden öğrencilerin organik ürünler ile ilgili duygu vedüşünceleri saptanmak istenmiştir. Bu nedenle 227 kişiye yüzyüze anket çalışması uygulanarak 24 soru sorulmuştur. Çalışma 2019 yılı Eylül ayında düzenlenmiştir. Çalışmada organik ürün tüketimini etkileyen faktörlerin doğal olması, güvenli olması, sağlığa zararlı olmaması, besin değeri ile organik ürünlerin fiyatı olduğu saptanmıştır. Çalışmada elde edilen organik ürünlerin satılırken değerini etkileyen özelliklerin üretimin kolay olmaması (%25.0), üretim maliyetinin fazla olmaması (%41.7) ile üretim miktarının düşük olması (%33.3) olduğu görülmüş; organik ürünlerin satışını etkileyen faktörlerin %38.9 ile temizlik, hijyen; %25.0 ile fiyat, %16.7 ile firma güvenirliliği, %13.5 ürün çeşitliliği ve %5.5 tavsiye olduğu tespit edilmiştir. Çalışmada organik ürünler alınırken logosuna (%58.3), etiketine (%22.2), ambalajına (%19.5) bakıldığı; organik ürün tüketilirken ürünlerin son kullanma tarihi, ambalaj üzerindeki bilgi, promosyon ve indirimler ile reklamların etkin rol oynadığı saptanmıştır. Çalışmada organik yolla elde edilen yaş sebze ve meyveler (%38.9) ile organik salça ve zeytinyağı (%36.1), organik ürün gruplarını tüketme bakımından ilk sıralardadır.