Search

Background: The simple explanation of burnout syndrome is exhaustion from work and work-related factors. It is more common in work that requires face-to-face contact with people, such as dentists. In this study, we researched the burnout levels of dentists working in Turkey and evaluated them according to gender, title, place of work and experience. Methods: Burnout scores were determined by the Copenhagen Burnout Inventory. This questionnaire was delivered to dentists online through various social media applications. We analyzed data via SigmaPlot Software. Results: The answers of a total of 477 dentists were considered valid. We observed that 73,5% of them had high burnout scores. A statistically significant difference was found in the evaluations according to the title and workplace. Experience and gender do not statistically affect burnout scores. Conclusion: It has been observed that dentists working in Turkey are more likely to face burnout syndrome at high levels. It has been predicted that patient burden may be closely related to burnout syndrome.

İntraoral Lipom: Bir Olgu Sunumu Amaç Lipomlar, fibröz doku tarafından lobüllere ayrılan, adipoz doku orijinli, çoğunlukla normal mukoza ile örtülü, asemptomatik, benign mezenşimal neoplazmlardır. Genellikle sebebi bilinmese de etyolojide ailesel yatkınlık, travma, alkol, radyasyon ve bazı kronik hastalıklar suçlanmaktadır. Erkeklerde kadınlara göre daha fazla saptanmıştır. Bu olgu sunumunda yanakta az rastlanan ve oldukça büyük boyutlara ulaşmış lipomun tedavisi sunulacaktır. Olgu Yirmi yedi yaşında kadın hasta, uzun süredir mevcut olan ve boyutları giderek artan sağ yanakta şişlik şikâyetiyle kliniğimize başvurdu. Yapılan muayenede sağ bukkal mukoza bölgesinde yaklaşık 2x2 cm boyutunda, yumuşak kıvamlı, hareketli ve düzgün sınırlı kitle tespit edildi. Lokal anestezi altında intraoral yaklaşımla kitle total olarak eksize edildi. Histopatolojik inceleme sonucu, lipom olarak gelen hastanın, 2 yıllık takibinde nüks görülmedi. Bulgular Lipomlar, kapsüler adipoz dokunun benign neoplazmları olup, genellikle subkutanöz dokularda görülseler de derin dokularda da görülebilirler. Maksillofasiyal bölgede nisbeten az rastlanırlar. En sık parotis bölgesinde görülürler, bunu yanak izler. Tanı amacıyla ince iğne aspirasyon biyopsisi, ultrason, BT ve manyetik rezonans görüntüleme yöntemleri kullanılmaktadır. Ayrıcı tanıda, fibroepitelyal polip, anjioma, dermoid kist, fibroma ve liposarkom düşünülmelidir. Temel tedavi şekli cerrahi eksizyon olan lipomlar, fonksiyonel veya kozmetik nedenlerle eksize edilebilirler ve total rezeksiyonu takiben genellikle rekürrens göstermezler. Sonuç Lipom benign bir tümör olup tüm vücutta yaygın görülmekle beraber ağız içi lipomlar, rutin diş muayeneleri sırasında fark edilebilen nadir bir antitedir. Etyolojisi net olarak bilinmemektedir. Kesin tanı ve tedavisi için cerrahi eksizyon uygundur. Bukkal bölgedeki lipomlar intraoral yolla güvenli bir şekilde total olarak eksize edilebilir. Bu olguda total olarak eksize edilen lipomun 2 yıllık takibinde herhangi bir şikâyet ve nüks görülmedi. Anahtar kelimeler: bukkal mukoza, oral lipom, patoloji

ÖZ Amaç : Anksiyete korku, sıkıntı ya da kuruntunun meydana getirdiği belirgin huzursuzluk durumudur. Belli bir aşamaya kadar gayet normal olan bu duygu, anormal seviyeye çıktığında kişinin yaşamını, sosyalliğini ve faaliyetlerini etkileyebilir. Dental anksiyete ise, genel anksiyeteye nazaran daha spesifik olarak değerlendirilebilir. Bu anksiyeteyi; diş tedavileri için kişide oluşan endişe olarak açıklayabiliriz. Dental anksiyetesi olan bireylerin diş hekimi tarafından farkedilmesi, uygulanacak tedavilerin ne gibi protokollerle yapılması gerektiğinin bilinmesi bakımından ciddi önem arz eder. Çalışmamızın amacı, gömülü 3.molar cerrahisi öncesinde uygulanabilecek 3 farklı bilgilendirme tekniğinin karşılaştırılması ve ideal bilgilendirme yönteminin araştırılmasıdır. Gereç ve Yöntemler : Bu çalışma, herhangi sistemik veya psikolojik problemi olmayan, yaşları 18 ile 44 arası değişen, 29’u erkek 31’u kadın olmak üzere 60 gönüllü hasta üzerinde gerçekleştirilmiştir. Hastalar 3 gruba ayrılmıştır. İlk gruptaki hastalara gömülü 3.molar diş çekimi ile ilgili sözlü bilgilendirme yapılmıştır. İkinci gruptaki hastalara bu cerrahiyi anlatan 8 adet fotoğraf gösterilmiştir. Son gruba ise gömülü 3.molar cerrahisini gösteren bir video izletilmiştir. Hastalardan gömülü 3.molar diş çekimi ve bilgilendirme öncesi MDAS, STAIS, STAI-T anketlerini doldurmaları istenmiştir. Tüm hastalardan, bilgilendirme yapıldıktan hemen sonra MDAS ve STAI-S anketini tekrar doldurmaları istenmiştir. İşlem bittikten hemen sonra VAS anketi uygulanmıştır. Tüm hastalara operasyondan 1 hafta sonra MDAS, STAI-S ve VAS anketi uygulanmıştır. Bulgular: Üç grupta da preoperatif dental anksiyete skorları bilgilendirme yapıldıktan sonra azalmıştı.İstatistiksel olarak anlamlı azalma videolu bilgilendirme grubunda gözlemlendi. Sonuç olarak, çalışmamızda hastaları görsel olarak bilgilendirmenin anksiyeteyi azaltma üzerine daha etkili olduğu kanaatindeyiz. Bu durum, hem hasta hem de hekim için daha uygun bir çalışma ortamı hazırlanmasına yardımcı olmaktadır.

AMAÇ Dentoalveolar ve perioral yumuşak doku yaralanmaları çeşitli travmalara bağlı olarak genellikle kavga, düşme, trafik kazası ve spor yaralanmaları sonucunda meydana gelir. Diş yaralanmalarının çoğu ön dişleri, özellikle de maksiller santral dişleri etkiler. Konküzyon, sublüksasyon ve lüksasyon süt dişlerinde en sık görülen yaralanmalar iken, daimi dişlerde en sık komplike olmayan kron kırıkları görülür. Üç olgu içeren bu serinin amacı çocuklarda görülebilen travmatik yaralanmalara erken müdahale edildiğinde dentoalveolar yapılarda gözlenen olumlu iyileşme sürecinin aktarılması bununla beraber müdahaleye geç kalındığında dentoalveolar yapı kayıplarının gösterilmesidir. OLGU İlk iki olguda benzer yaştaki çocuk hastalarda görülen dentoalveolar yaralanmalara, hastaların kliniğimize erken başvurması sonucu uyguladığımız tedavilerin olumlu sonuçlar verdiği yapılan takipler sonrasında gözlemlenmiştir. Bir diğer olguda ise travma alan hasta aradan uzun zaman geçtikten sonra kliniğimize ağrı ve şişlik şikayetiyle başvurmuştur. Gelişen olumsuz durum hastada diş ve kemik kayıplarına neden olmuştur. BULGU Bahsedilen olgulardaki travma hastalarından kliniğimize erken başvuranlar için tedavi süreci olumlu sonuçlanmış ve uzun dönemde başarı sağlanmıştır. Ancak üzerinden zaman geçen olguda hastada kemik ve diş kaybıyla sonuçlanan, hastayı estetik, psikolojik ve de fonksiyonel olarak etkileyen bir süreç ortaya çıkmıştır. SONUÇ Dental travmalar genellikle komplikedir ve yaralanmaların erken tedavisi uzun vadeli sonuç elde etmek için oldukça önemlidir. Hekimin bilgisi ve tedaviye yaklaşımı aynı zamanda hasta ve ailesinin yaralanma konusunda bilinç düzeyi, travma sonrası sağlık kuruluşuna başvurma süresi gibi birçok faktör prognozu önemli ölçüde etkilemektedir. Anahtar Kelimeler: Dentoalveolar yapı, erken tedavi, travma

Amaç Odontomalar çenelerde en sık görülen odontojenik kökenli iyi huylu tümörlerdir. Yavaş büyürler ve agresif davranış göstermezler. Genellikle asemptomatiktirler ve sıklıkla rutin radyografi sırasında bulunurlar. Kompleks ve kompaund odontoma olarak ikiye ayrılmaktadır. Bu vaka serisinde 8’i komplex 14'ü kompaund, toplam 22 odontoma vakasının cerrahi tedavisinin anlatılması amaçlanmıştır. Olgular Sunumu Yaş aralığı 10-34 arası olan 14’ü kadın 8’i erkek toplam 22 hasta, bölümümüzde gerekli klinik ve radyolojik muayenelerden sonra cerrahi olarak opere edilmiştir. Çıkarılan dokuların histopatalojilerinin, radyolojik ve klinik bulgularla değerlendirilmesi ile 8’inin komplex 14’ünün kompound odontoma olduğu tespit edilmiştir. Bazı vakalarda odontoma ile birlikte gömülü diş alınırken bazı vakalarda diş sürmesinin takibi amacıyla veya çene fraktürü riski sebebiyle etken gömülü dişler bırakılmıştır. İyileşme süresince hastalarda herhangi bir komplikasyon görülmemiştir. Sonuç Odontomalar genellikle asemptomatik görüldükleri için hastaların diş hekimlerine rutin kontrollere gelmeleri, erken teşhiste çok önemlidir. Erken teşhis ile morbidite ve maliyet azaltılabilir.

Çenelerde görülen odontojenik kaynaklı tümörlerin % 22’sini oluşturan odontomalar, mine, dentin ve pulpa dokusu içeren hamartamatöz lezyonlardır. Odontomalar benign odontojenik tümörler olarak sınıflandırılmaktadır. Morfolojik olarak kompleks ve kompound odontoma olarak ikiye ayrılmaktadır. Kompound odontomalar yaygın olarak maksillada keser-kanin bölgesinde gelişmektedirler ve kompleks odontomalara göre iki kat daha fazla görülürler. Genellikle asemptomatiktirler ve rutin dental radyografi esnasında teşhis edilirler. Odontomalar diş sürme bozuklukları, komşu dişlerde konjenital eksiklik, rezorpsiyon ve malpozisyon gibi durumlarla ilişkilendirilmektedir ve sıklıkla daimi dentisyonda görülürken, nadir olarak süt dentisyonda da görülebilmektedir. Bu vaka raporunda; süt dişleriyle ilişkili iki kompound odontoma vakasının sunulması amaçlanmıştır.

Unicystic ameloblastoma (UA) is known as a distinct entity which has a less aggressive behavior when compared with conventional ameloblastoma. In this report, we have presented two cases of UAs, (of which one case showed a more aggressive behavior with mural invasion into the adjacent tissues and granular cell differentiation), both of which were successfully managed with enucleation following marsupialization. We aim to highlight how this method can be used for the successful management of such cases, rather than following more aggressive approaches. In both the cases, marsupialization was done for the UA lesions initially and follow-ups were maintained. When the tumor size had regressed on radiographic follow up, an enucleation procedure with ostectomy of the margins was carried out. Special importance was also given to the endodontic treatment of the teeth involved in the area of the lesion. The patients were free of the condition and did not show any signs of recurrence on radiographic follow-ups even after 30 months of the final procedure. Granular variant of UA is quite rare and had been considered to be more aggressive. Marsupialization of UA is an alternative treatment option of resection even for more aggressive variants, as long as the histological behavior of the lesion was carefully evaluated and strict radiographic follow-up is maintained.

Objective. Recently, some authors reported that maxillary teeth could be extracted without using palatal anesthesia, but they did not clearly specify the extracted teeth. This is important, because apparently the local anesthetic solution infiltrates the maxilla and achieves a sufficient anesthesia in the palatal side. Thus, thickness of the bone may affect the depth of anesthesia. The aim of this study was to compare the depth of anesthesia in different parts of the maxilla when only a buccal infiltration anesthesia was done. Patients and Method. The maxilla was divided into anterior, premolar, and molar regions. In each region, 15 teeth were extracted with a single buccal infiltration. The patient marked the pain level on a numerical rating scale. Results. Anesthesia depth was sufficient and was not significantly different (𝑃>0.05) among three maxillary regions. Conclusion. Except for surgical interventions, all maxillary teeth can be extracted using only a buccal infiltration anesthesia.

Background: The keratocystic odontogenic tumour is classified as a developmental cyst derived from the enamel organ or from the dental lamina. The treatment of keratocystic odontogenic tumour of the jaw remains controversial. The aim of this study was to report the outcome of our conservative treatment protocol for keratocystic odontogenic tumour.Methods: Three patients with different complaints referred to Oral and Maxillofacial Surgery Clinic, Faculty of Dentistry, Selçuk University. Initial biopsy was carried out in all patients and keratocystic odontogenic tumours was diagnosed subsequent to histopathological examination. The patients with keratocystic odontogenic tumours were treated by enucleation followed by open packing. This conservative treatment protocol was selected because of existing young aged patients. The average follow-up duration of the cases was 2 years.Results: Out of 3 cases, 2 lesions were present in mandible and 1 lesion in maxilla. There was no evidence of recurrence during follow-up. All the cases were monitored continuously with panoramic radiographs, computed tomography and clinical evaluations.Conclusions: This conservative treatment protocol for keratocystic odontogenic tumours, based on enucleation followed by open packing would be a possible choice with a view of offering low recurrence rate and low morbidity rate particularly in young patients.