Search

Early childhood caries is the most prevalent chronic childhood disease, representing a public health problem that affects infants and preschool children worldwide. Infant feeding habits involving breastfeeding, bottlefeeding and formulas are believed to have a role in the development of early childhood caries. This article presents an overview of effects of infant feeding habits on early childhood caries in the light of current literature. Breastfeeding has been found to have many health benefits for both child and mother. On the other hand, several studies have shown that breastfeeding or even exclusive breastfeeding can cause caries similar to bottlefeeding. Bottle-feeding with sucrose-containing infant formulas, fruit soups or syrups were reported to be risk indicators for caries in young children. In the studies that investigate the relationship between early childhood caries and different feeding modes for infants, it is observed that the findings exhibit variability depending on the feeding method and duration., Erken çocukluk çağı çürüğü, dünyada bebekleri ve okul öncesi çocukları etkileyen ve en yaygın kronik çocukluk çağı hastalığı olarak belirtilen halk sağlığı sorunudur. Bebeklerde beslenme alışkanlıklarının (anne sütüyle, biberonla ve bebek mamasıyla beslenme), erken çocukluk çağı çürüklerinin gelişmesinde önemli rolü olduğu düşünülmektedir.EÇÇ’nin beslenme ile olan ilişkisi güncel literatür ışığı altında incelenmiştir.Anne sütüyle beslenmenin çocuk ve anne için yararlı etkilerinin olduğu bilinse de, özellikle uzun süre anne sütüyle beslenmenin biberonla beslenmeyle benzer şekilde çürüğe neden olduğu çeşitli çalışmalar tarafından gösterilmektedir. Ayrıca biberon ile sukroz içeren bebek mamaları ya da meyve sularının verilmesi, bebeklerde diş çürüğü açısından risk faktörü oluşturmaktadır.Bebeklerde farklı beslenme modelleri ve diş çürüğü ilişkisini değerlendiren çalışmalar incelendiğin- de bulguların beslenme sekli ve süresine bağlı olarak değişkenlik gösterdiği gözlenmektedir.

özAdezif sistemler bağlanma stratejilerine göre asitle pürüzlendirme ve yıkama kendinden asitli ve cam iyonomer adezif sistemler olarak sınıflandırılmaktadırlar. Tüm bu bağlanma mekanizmalarının birbirlerine göre avantajları olduğu gibi özellikle de uygulama kolaylığı olan sistemlerin kimyasal etkileşimleri nedeniyle bazı eksiklikleri söz konusu olabilmektedir. Adezif sistemlerin içerikleri, özellikleri ve bağlanma mekanizmaları ile ilgili güncel bilgilerin yanısıra diş dokularının bu materyaller ile olan ilişkileri de adezyon için en iyi sonuçların elde edilmesinde büyük öneme sahiptir. Bu derlemede piyasada bulunan farklı asitle pürüzlendirme ve yıkama kendinden asitli adezif sistemlerin tipleri ve içerikleri ile bu içeriğin fonksiyonlarına ve olası kimyasal etkileşimlere etkisi değerlendirilmiştir. Adezif materyallerin bağlanma sürecindeki rollerinin iyi anlaşılması gerek araştırmacıların gerek ise üreticilerin dental adezyonu geliştirici faaliyetlerinin artmasına neden olmaktadır., Adhesive systems have been recently classified as etch-and-rinse, self-etch and glass ionomer adhesive systems according to their adhesion strategies. Some advantages and deficiencies were noted for all of these adhesion approaches, mainly for the simplified ones due to some chemical associations and interactions. Keeping an updated knowledge of the composition, characteristics and mechanisms of adhesion of the currently available adhesive systems as well as knowing how the dental substrates interact with these materials are essential to achieve the best results in adhesion. This literature review article addresses the types and the main components of different etch-and-rinse and self-etch adhesive systems available in the market, and relates them to their function and possible chemical interactions. The understanding of the role of adhesive materials in the adhesion process has helped researchers and manufacturers developing and improving dental adhesion.

Anahtar Sözcükler: Çürük sıklığı, sosyoekonomik düzey.Sosyoekonomik düzeyleri yüksek ve düşük olan 7-13 yaşları arasındaki ilkokul çocuklarının süt ve sürekli dişlerinde çürük sıklığı yaşa ve cinsiyete göre değerlendirilmiş ve ayrıca diş fırçalama sıklığı araştırılmıştır.Sosyokonomik düzeyi yüksek ve düşük olan çocukların süt dişlerinde toplam ortalama df, dfs ve çürük prevalans hızı değerleri sırasıyla 2.84, 5.68, % 73.40 ve 2.71. 4.99. % 77.30; sosyoekonomik düzeyi yüksek ve düşük çocukların sürekli dişlerinde toplam ortalama DMF, DMFS ve çürük prevalans hızı değerleri ise sırasıyla 0.71. 0.98, % 32. 67 ve 1.25. 1.95 ve % 56. 53 olarak saptanmıştır.Bu değerlerin genelde düşük olarak saptanmasının nedenleri ve çürük sıklığı konusunda sosyoekonomik düzeyin etkili olduğu faktörler tartışılmıştır.Key Words: Caries prevalence, socioeconomic status.Caries prevalence in deciduous and permanent teeth of school children which are in high and in low socioeconomic status and aged seven through thirteen is evaluated according to age and sex and toothbrushing frequency is also investigated.The total mean df, dfs and caries prevalence rate levels in deciduous teeth of children which are in high and low socioeconomic status were found as 2.84. 5. 68. 73. 40 percent and 2.71. 4.99, 77.30 percent; the total mean DMF, DMFS and caries prevalence rate levels in permanent teeth of children which are in high and low socioeconomic status were obtained as 0.71, O. 98, 32.67 percent and 1.25, 1. 95, 56.53 percent, respectively.The reasons why the findings found were generally in low levels and the factors of the socioeconomic status affecting the caries prevalence were discussed.

Anahtar Kelimeler: çürük pofilaksisi, diş sağlığı eğitimi.Ailelerin diş çürüklerinin önlenmesi konusundaki bilgi düzeyleri, ağız-diş sağlığına özen göstermeleri konusunda ebeveynlerin kendilerine ve çocuklarına ilişkin yaklaşımları ebeveynin cinsiyetine, ailelerin eğitim ve ekonomik düzeylerine göre incelenmiş; ayrıca anne ya da babanın kendisinin ve çocuğunun çürük sıklık derecelerinin çocuğunu çürükten koruma yaklaşımlarına etkisi araştırılarak koruyucu uygulamalar konusundaki faktörler tartışılmıştır.Key Words: Caries prevention, dental health educationThe knowledge levels of the families in caries prevention, the attitudes of the parents in taking oral-dental health care for themselves and for their children are evaluated according to the sex of the parent and to socio-economic levels of the families: also the effect of the decay frequency degrees of the parent and the child to the attitudes in preventing the child from decay is investigated; the factors in caries prevention are discussed.

Early detection of disease plays a crucial role in successful therapy. In most cases, the earlier the disease is diagnosed, the more likely it is to be successfully cured or well controlled. Salivary diagnostics offer an easy, inexpensive, safe and non-invasive approach for disease detection. This article presents an overview of salivary biomarkers for oral cancers, sistemic infections and peridontal diseases., ÖZErken tanı, başarılı bir tedavide önemli rol oynar. Birçok vakada, hastalığın erken tanısı ile başarılı bir tedavi ya da kontrol gerçekleştirilebilmektedir. Tükürük tanı yöntemleri, hastalık tanısında kolay, ucuz, güvenilir ve invazif olmayan uygulamaları içermektedir. Bu makale, ağız kanserleri, sistemik enfeksiyonlar, periodontal hastalık tanısında kullanılan tükürük biyomarkerlarına ilişkin genel bilgi içermektedir.Anahtar kelimeler: Biyomarker, tükürük, erken tanıABSTRACTEarly detection of disease plays a crucial role in successful therapy. In most cases, the earlier the disease is diagnosed, the more likely it is to be successfully cured or well controlled. Salivary diagnostics offer an easy, inexpensive, safe and non-invasive approach for disease detection. This article presents an overview of salivary biomarkers for oral cancers, sistemic infections and peridontal diseases.Keywords: Biomarkers, saliva, early detection of disease

THE PRESENCE OF ACTINOBACILLUS ACTINOMYCETEMCOMLTANS, PORPHYROMONAS AND PIGMENTED PROVOTELLA SPECIES IN THE MOUTH OF THE CHILDREN WITH CARDIAC DISEASE*ÖzetÂğız boşluğundaki bakterilerin kan dolaşımına katılarak endokardiyum ya da kalp kapaklarına yerleşmesi yaşamı tehdit eden infeksiyonlara yol açabilir. Son yıllarda önemli bir periodontopatojen olan Actinoba-cillus actinomycetemcomitans (A.a) infektif endokar-dit etkenleri arasında sayılmaktadır. Bu çalışmada A.a. ve diğer önemli periodontopatojenlerden olan Porphyromonas ve pigmentli Prevotella cinsi bakteriler İ.Ü. Tıp Fakültesi, Çocuk Sağbğı ve Hastalıkları Anal» il im Dalı Kardiyoloji Bilim Dalma başvuran 4-8 yaşlan arasında 30 kalp hastası çocuğun ağız florasında araştırılmıştır. Her çocuğun yanak ve dilinden eküviyonlarla alman örnekler anaerop bakteriyolojik yöntemlerle mcelenmiştir. A.a. yanak örneklerinden birisinden (% 3.3), Porphyromonas ve pigmentli Prevotella cinsi bakteriler yanak örneklerinin yedisinden (% 23.3) ve dil Örneklerinin dokuzundan (% 30.0) izole edilmiştir. A.a. bir kız çocukta (% 3.3), Porphyromonas ve pigmentli Prevotella altısı kız ve dördü erkek toplam on çocukta (% 33.3) saptanmıştır. Kalp hastası çocukların diş ve ağız sağlığı yönünden periyodik olarak mutlaka kontrol edilmesinin gerekli olduğu sonucuna varılmıştır.Anahtar Sözcükler: Actinobacillus actinomycetemcomitans, Porphyromonas, pigmentli Prevotella cinsi bakteriler, kalp hastalığı AbstractLife Ihreating infections can be caused by the microorganisms in the oral cavity which have been introduced into the bloodstream and attached to the damaged endocardium or heart valves. A.a, an importantperiodontopaiho-gen has been identified recently as a causative microorganism in the infective endocarditis.In this study, A.a and Hie other important periodontopat-hogens, Porphyromonas and Pigmented Prevotella, were investigated in 30 children with heart defects aged 4-8 years who were attending to die Cardiology Section of the Department of the Child Health, Istanbul Medical Faculty. Samples were taken with swabs from the buccal mucosa and the tongue and examined by anaerobic bacteriological methods.A.a was isolated in one of die buccal samples (3.3 %) while Porphyromonas and pigmented Prevotella species were isolated in seven of the buccal samples (23.3 %) and nine of the tongue (30 %) samples -A.a was detected in one girl (3.3 %), Porphyromonas and pigmented Prevotella in six girls and four boys (% 33.3). It is concluded that children with cardiac disease should be periodically controlled for tooth and oral health.Key Words: Actinobacillus actinomycetemcomitans, Porphyromonas, pigmented Prevotella species, cardiac disease

ÖZETTalon tüberkülü kesici dişlerin ve artı dişlerin lingual bölgelerinde oluşan, mine dentin sınırı ile kesici kenar arası mesafenin en az yansına kadar uzanan ve ayrı mine-dentin-pulpa dokusu içeren hacimli bir hiperplazik oluşumdur.Üst kesiciler bölgesinde artı dişlerin görüldüğü bu hiperdonti olgusunda da, artı dişlerde gözlenen Talon tüberkülü klinik ve radyolojik olarak incelenmiştir.Anahtar sözcükler: Talon tüberkülü, artı dişler.ABSTRACT Talon cusp is a hyperplasic formation seen on lingual surfaces of incisors and supernumerary teeth and extending at least half the distance from the cementoenamel junction to the incisal edge; it consists of a seperate enamel, dentin and pulp.In this case of hyperdontia in which supernumerary teeth have been seen in maxillary anterior region, talon cusp observed in supernumerary teeth has been analized as clinically and radiographically.Key words: Talon cusp, supernumerary teeth.

ÖZETBu çalışmada, süt azılarında gerçekleştirilen glutaral-dehit amputasyon tedavilerinde % 5 - % 3 - % l'lik glutaral-dehit yoğunluk derecelerinin ve polikarboksilat simanı -Çinko oksit Öjenolun etkileri karşılaştırıldı. 60 süt azısı klinik ve radyolojik olarak 4 ay süre ile; 12 süt azısı ise 1 ay sonra çekilerek histolojik olarak değerlendirildi. Klinik ve radyolojik bulgularda anlamlı farklılıklar saptanmadı. Ancak, histolojik incelemelerde glutaraldehitin % 5 yoğunluk derecesinin ve polikarboksilat simanmın pulpada diğer gruplara göre daha az iltihap oluşturduğu gözlendi.Anahtar sözcükler: Glutaraldehit, polikarboksilat simanı, süt azılan.ABSTRACTIn this study, the effects of glutaraldehyde concentrations, % 5 - %3 - % 1 andpolycarboxylate cement - zinc oxide eugenol were compared. 60 primary molars were evaluated clinically and radiographically for 4 months; and 12 teeth were examined histologically 4 weeks postoperatively. No significant differences were found in clinical and radiologic results. However, in the histologic observations, it was seen that glutaraldehyde at%5 concentration and polycarboxylate cement have caused less inflammation in pulp than the other groups.Key words: Glutaraldehyde, polycarboxylate cement, primary molars.

ÖZETPapillon - Lefevre sendromunda deride hiperkeratini-ze alanlar, süt ve sürekli diş dizilerinde periodontal doku yıkımı görülmektedir. El ayaları ve ayak tabanlarında hi-perkeratozisin ortaya çıkması ile periodontal doku yıkımı başlamakta ve dişler kendiliğinden düşmektedir. Seyrek olarak gözlenen bu sendrom otosomaî resesif olarak iletilmektedir. Bu çalışmada, 6 yıl içinde gözlenen 5 Papillon -Lefevre sendromu olgusu klinik ve radyolojik olarak incelenmiştir.Anahtar sözcükler : Papillon - Lefevre Sendromu, Palmoplanarkeratoderma.ABSTRACTIn Papillon - Lefivre syndrome, hyperkeratotic skin areas and periodontal tissue destruction in both primary -permanent dentition are seen. The periodontal destruction appears simultaneously with the appearance of palmar and plantar hyperkeratosis and eventually the teeth exfoliate spontaneously. This syndrome which is seen rare is inherited as an autosomal recessive trait. In this study, 5 cases of Papillon-Lefivre syndrome in a 6 year period are analized as clinically and radiographically.Key word; Papillon - Lefivre Syndrome, palmoplan-tar keratoderma.

ÖZETSüt azılarınınamalgam restorasyonlarında amalgapin, TMS Minikin, TMS Minuta pinleri, çevresel amalgam slot ve Baldwin tutuculuk yöntemlerinin amalgamm kırılma direncine olan etkileri in vitroolarak araştırıldı; bu yöntemlerin süt azılarında uygulanabilirlikleri değerlendirildi.Amalgapin, çevreselamalgam slot, TMS Minikin, TMS Minuta pinleri ve Baldwin yöntemlerinin uygulandığı dişlerde ortalama kırılma kuvvet değerleri sırasıyla 104.08 kg, 93.92 kg, 86.75 kg, 52.17 kg ve 60.33 kg olarak saptandı. Amalgapin - çevresel amalgam slot, çevresel amalgam slot - TMS Minikin pinleri, TMS Minuta pinleri - Baldwin yöntemleri arasında anlamlı farklılıklar saptanmadı. Amalgapin - TMS Minikin, amalgapin - TMS Minuta, amalgapin -Baldwin, çevresel amalgam slot - TMS Minuta, çevresel amalgam slot - Baldwin, TMS Minikin - TMS Minuta, TMS Minikin - Baldwin yöntemleri arasındaki farklılıkların ise anlamlı olduğu bulundu.Süz azılarında uygulanan tüm bu yöntemlerin çocukların çiğneme basınçlarına yeterli düzeyde direnç gösterebilecekleri ve süt azılarında başarı ile uygulanabileceği belirlendi. Ancak, en yüksek değerlerin amalgapin yöntemi ile elde edilmesi ve amalgapin tutuculuk yönteminin pin sistemlerine göre daha ekonomik ve kolay, çevresel slot yöntemine göre İse daha konservatif olması nedenleri ile amalgapin yönteminin en başarılı yöntem olduğu sonucuna varıldı.Anahtar sözcükler: Pin, amalgapin,slotABSTRACTThe effect of amalgapin, TMS Minikin, TMS Minuta pins, circumferential amalgam slot and Baldwin retention methods on fracture resistance of amalgam restorations have been investigated; and the applicability of those methods on primary molars have been evaluated.The mean fracture values obtained for amalgapin, circumferential amalgam slot, Minikin, Minuta and Baldwin groups were, respectively,104.08 kg, 93.92 kg, 86.75 kg, 52.17 kg and 60.33 kg. No significant differences were found between amalgapin - circumferential amalgam slot, circumferential amalgam slot - Minikin, Minuta- Baldwin methods. Significant differences were obtained between amalgapin - Minikin, amalgapin - Minuta, amalgapin -Baldwin, circumferential amalgam slot - Minuta, circumferential amalgam slot - Baldwin, Minikin - Minuta, Minikin -Baldwin methods.It is determined that all those methods applied to primary molars can resist the chewing stresses of children and they all can be used successfully in primary molars. However, since the highest fracture values have been obtained by amalgapin method, and since the amalgapin retention method is more economic, practical than the pin systems, and more conservative than the circumferential amalgam slot, it has been concluded that the amalgapin method is the most successful retention method.Key words: pin, amalgapin, slot.

ÖZETFormokrezol, glutaraldehİt vital amputasyon teknikleri ile timollü çinko oksit öjenol patının kullanıldığı mortal amputasyon tekniği 50 süt azısına uygulandı ve kanal pulpa dokuları nekroz, iltihap, fibrotİk ve kireçli dejenerasyon, tersiyer dentin ve iç rezorpsiyon açısından histolojik olarak değerlendirildi.Formokrezol ve glutaraldehitin kanal pulpalannda progre-siv nekroz oluşturdukları ve nekroze dokuların da giderek fibröz doku ile yer değiştirdikleri gözlendi. Formokrezol ve timollü çinko oksit öjenolun şiddetli ve yaygın iltihap, glutaraldehitin ise hafif ve orta şiddette kısmi iltihap ve daha fazla tersiyer dentîn yapımı oluşturduğu saptandı. Ayrıca formokrezol ve glutaraldehitin osteodentin ve mor renkli kireçlenme odakları şeklinde kireçli dejenerasyon meydana getirdiği belirlendi. Anahtar sözcükler: Formokrezol, glutaraldehİt, amputasyon.ABSTRACTFormocresol, glutaraldehyde pulpotomy technics and mortal pulpotomy technic followed by zinc oxide-eugenol-tymol base are applied to 50primary molars, and the canal pulps are evaluated histologically according to necrosis, inflammation, calcific and fibrotic degeneration, re-perative dentin and internal resorptionIt has been observed that progresiv necrosis is formed by formocresol and glutaraldehyde in canal pulps, and the necrotic pulps are replaced, in advance, by fibrotic tissues. It has been obtained that formocresol and zinc oxide-eugenol-tymol base have formed severe and total inflammation, glutaraldehyde has formed mild, partial inflammation and more reperative dentin formation. Also it has been seen that formocresol and glutaraldehyde have caused significant calcific degeneration in the forms of osteodentin and purple staining masses.Key words: Formocresol, glutaraldehyde, pulpotomy

Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), normal doğum yaşında 2,5kg'dan düşük olarak doğan bebekleri 'düşük doğum ağırlıklı', 37 gestasyon haftasından önce doğanları ise 'preterm' çocuk olarak tanımlamaktadır. Düşük doğum ağırlıklı ve erken doğan çocuklarda süt ve sürekli diş dizisinde generalize ve lokalize mine hipoplazileri en sık görülen dental bozukluklar olarak bildirilmektedir. Ayrıca, biyolojik ve sosyoekonomik faktörlerle birlikte beslenme problemlerine bağlı olarak diş çürüğü oluşma riski de daha fazla görülebilmektedir. Bu makalede, düşük doğum ağırlıklı ve erken doğan çocuklarda ağız diş sağlığına ilişkin araştırmalar değerlendirilmektedir.

ÖzetActinobacillus actinomycetemcomitans lokalİze jüve-nil periodontitis, Papjllon- Le fevre sendromunun bazı olguları ve erişkinlerde hızlı ilerleyen periodontitiste başlıca sorumlu patojendir. Bununla birlikte normal ağız florasının da bir yerleşiği olarak bulunabilir. Bu çalışmada 4-7 yaşlan arasındaki sağlıklı 16 çocukta süt diş dizinde A.actinomycetemcomitans'ıun varbğı araştırılmıştır. Bu amaçla her çocuktan alt ikinci süt azısının mesialinden diş ipi ile plak ve dil sırtından bakteriyolojik örnekler alınmıştır. A.actinomycetemcomitans plak örneklerinin dördünden (%25) ve dil örneklerinin üçünden (%18.7) izole edilmiştir. Plak örneklerinde A.actinomycetemcomitans saptanan çocukların sadece birisinde dilden de A. actinomycetemcomitans saptanmıştır. A.actinomycetemcomitans beşi kız birisi erkek toplam altı çocuktan (%37.5) izole edilmiştir. Hem plak hem dil örneklerinde A.actinomycetemco-mitans'nın oram, total floranın %G.01 ve daha azmi oluşturmuştur. Çocukların hiç birisinde diş ipi ile plak örneği alındıktan sonra dişetinde kanama olmamıştır. Sonuçlar, A.actinomycetemcomitans'nm sağlıklı süt dişi dizisinde ağız florasının düşük düzeyde bir yerleşiği olduğunu göstermektedir.Anahtar sözcükler: Actinobacillus actinomycetemcomitans, süt dİşİ dizisi, ağız florası.AbstractActinobacillusKey words: Actinobacillus actinomycetemcomitans, primary denitition, oral flora.actinomycetemcomitans İs a major suspected pathogen in localized juvenile periodontitis, in some cases of Papillon-Lefevre syndrome, and rapidly destructive periodontitis in adults. However, the organism can also be present as a member of normal oral flora. In this study, the occurrence of A. actinomycetemcomitans in the primary dentition of 16 healthy children from four to seven years of age was investigated. Plaque sample from the mesial surface oj a lower second primary molar with dentalfloss and bacterial sample from die dorsum of the toque were taken for each child. A.actinomycetemcomitans was isolated in 4 of 16plaque samples (%25) and three of tonque samples (%18.7). A.actinomycetemcomitans is detected in only one tonque sample of A.actinomycetemcomitans positive ehildenfor plaque samples. Thus, A.actinomycetemcomitans was isolated in six children, five girls and one boy, out oj 16(%37.5). The proportion of A,actinomycetemcomitans inooth plaque and tonque samples was less than %0.01 oj the total flora. No bleeding was occured after samptig with dental floss. The results indicate that in healthy primary de-nititiion, A.actinomycetemcomitans is a member of the oral flora in tow proportion.&nbsp

ÖZETMaryland köprülerin mine-kompozit reçine-metal bağlantısı kesitleri, mine ve metal yüzeylerinin asitlerime sürelerindcki farklılıkların tutuculuğa etkileri SEM'de incelendi. Süt ve genç sürekli dişlerin % 37'lik ortofosforik asit ile 120 saniye, Supranium alaşımının ise nitrik asil ile 250 mA/cm2 ve 3-4 volt akım altında 6 dakika süre ile elek-rolilik olarak asitlenmcsİnin Maryland köprü tutuculuğunda daha etkili olduğu görüldü.Anahtar sözcük: Maryland köprüABSTRACTEnamel-resin-metal interfaces of Maryland bridges and the effects of different etching times on enamel and metal surface retention are observed by scanning electron microscope. The primary and young permanent teeth etched for 120 seconds by % 37 ortofosforic acid the Suprani-um alloy that is electrolytically etched for 6 minutes by nitric acid using 250 mAlcm2 and 3-4 volt current have been found more effective on retention of Maryland bridges.Key words: Maryland bridges, etched-metal resin-bonded retainers.

Anahtar Sözcükler:Bu çalışmada, 612 yaşlar arası 208 çocukta günlük karbonhidrat alınımı ile çürük arasındaki ilişki saptanmaya çalışıldı. Aynca diş üzerinde kalıcı özelliği olan şekerli maddeler ile çürük arasındaki ilişki öğünlerde ve öğün aralarında ayn ayn hesaplandı ve istatistiksel olarak anlamlı bulunmadı. Ayrıca yine bu 208 çocuğun çürük sıklıkları da incelendi.Key words:In this study, the correlation between daily carbohydrate consumption and caries has been investigated in208 children between 6-12 years of age. Furthermore the correlation between caries and foods containing sugar that are sticky on tooth surfaces is evaluated separately at meals and between 208children are analysed.

Anahtar Sözcük : Oedipal dönem, cinsel kimlik.Okul öncesi psikolojik gelişim döneminde bulunan çocuklarda dişhekimlerini algılama şekillerine etkili olabilen cinsiyet faktörü ebeveynlerin bu konudaki düşünceleri ile birlikte değerlendirilerek, çocuğun dişhekimi cinsiyetine İlişkin seçiminin cinsiyeti ile doğrudan ilişkili olup olmadığı ve çocuklann tercihleri ile ebeveynlerin tercihleri arasında bir benzerlik olup olmadığı araştırıldı.Sonuç olarak, çocuklann sıklıkla kendi cinslerindeki bir dişhekimini tercih ettikleri, ebeveynlerin ise dişheki-minin cinsiyetlerine ilişkin sıklıkla bir tercih yapmadıklan ve dişhekimi cinsiyeti seçimi konusunda ebeveynlerin çocukları etkilemedikleri saptandı.Key Wordsphase, sex rolestereotypes. İseffective in dentist-perception forms of children in preschool psychological development stage is evaluated by the parents'opinions in this subject, and it is investigated whether the child's preference of a dentist will be directly related to the sex of the child, ana if the child's selection of a dentist will be similar to that of his parents.TheTheThe

ÖZETBu çalışmada, 4-8 yaşları arasındaki 16 çocuğun apseli ya da fİstüllü 20 enfekte süt azı dişinin endodontik mik-roflorası aerop ve anaerop koşullarda incelendi; aerop ve anaerop mikroorganizmaların izole edilme sıklıkları saptandı.En çok izole edilen aerop mikroorganizmalar apseli süt azılarında alfa hemolitik streptokok (% 92.9), fistüllü süt azılarında Gram pozitif çomaklar (% 50) ve alfa hemolitik streptokok (% 33.3) olarak belirlendi. En çok izole edilen anaerop mikroorganizmalar apseli süt azılarında peptrostreptokok (% 50), bacteriodes cinsi bakteriler (% 42.9), fistüllü süt azılarında ise anaerop Gram negatif koklar (% 50), bacteriodes cinsi bakteriler (% 50) olarak saptandı. Enfekte süt dişlerinde aerop mikroorganizmaların genellikle hafif ve orta derecede, anaerop mikroorganizmaların ise hafif, orta ve şiddetli derecelerde izole edildikleri belirlendi; çocuklarda enfekte süt dişlerinin et-yolojisinde anaerobİk mikroorganizmaların rolü vurgulandı.Anahtar sözcük: Enfekte süt azıları.ABSTRACTIn this study, endodontic flora ofThe most frequently isolated aerobic mikroorga-nisms were noted as alpha hemolytic streptococciKey word: Infected primary molars.20 infected primary molars of children 4-8 years age having acute periapical abscess or fistula were examined in aerobic and anaerobic conditions and frequencies of isolated aerobic and anaerobic microorganisms were determined. (% 92.9) in teeth having abscess, Gram-positive bacilli (% 50), alpha hemolytic streptococci (% 33.3) in teeth having fistulas. The most frequently isolated anaerobic mikroorganisms were determined as Peptostreptococcus (% 50), Bacteriodes species (% 42.9) in teeth having abscess, anaerobic Gram-negative cocci (% 50), Bacteriodes species (% 50) in teeth having fistulas. Also it is found that in infected primary molars, aerobic microorganisms have been isolated in light and moderate degrees, while anaerobic microorganisms have been isolated in light, moderate and severe degrees; the role of anaerobic microorganisms in the etiology of infected primary teeth in children has been emphasized.

Anahtar sözcük:Bu çalışmada, 60 saniye ya da 120 saniye süre ile asitlenen 40 genç sürekli ve 40 süt dişine elektrolitik asitle-me yapılan döküm metal kanatlar uygulanarak, tutuculuk kuvvet deneyleri ile değerlendirildi.Genç sürekli ve süt dişlerinin asitlenme sürclerindeki farklılığın kg-kopma değerlerinde ve kopma yüzey cinsi sıklıklarında anlamlı farklar oluşturmadığı, başarısızlıkların da en çok mine-reçine yüzeyinden kaynaklandığı saptandı. Metal yüzeylere uygulanan elektrolitik asitleme yönteminin ise yeterli olduğu görüldü.Genç sürekli ve süt dişlerinde tutuculuk ile ilgili elde edilen bulgularınMaryland köprü Maryland köprülerin çocuklarda uygulanabilirliğini destekleyici nitelikte olduğu sonucuna varıldı.Key word: Maryland bridgeIn this study, electrolytically etched alloy frameworks were bonded toyoung permanent and 40 primary teeth etched for 60 or 120seconds, and the retention is evaluated by shear strength tests.It ts found that there were no significant differences in the breaking loads and in the types of bond break values obtained in the both etched young permanent and primary teeth for different time intervals. Furthermore, it is observed that the most failures were occured in the resm-enamel interface, and the electrolytic etching technique applied has been determined to be sufficient enough for the retention of the specific alloy used.The retention bond strength values obtained in this study support the application of etched casting resin bonded bridges as a restoration method for both the young permanent and primary dentition.

Bu çalışma, İstanbul Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi Pedodonti Anabilim Dalı kliniğine başvuran çocuklarda dental anomali görülme sıklığının ve karakteristik özelliklerinin değerlendirilmesi amacı ile gerçekleştirildi. Pedodonti Anabilim Dalı'na Eylül 2010-Ocak 2011 tarihleri arasında başvuran 7-13 yaşları arasındaki 1039 hasta sürekli kesici ve küçük azı dişlerinde görülen dental anomali varlığı açısından değerlendirildi. Dişler, süpernümerer dişler, diş eksikliği, talon tüberkülü, mikrodonti, makrodonti, odontoma varlığı açısından klinik ve radyografik olarak incelendi. Elde edilen bulgular yaş, lokalizasyon, sayı ve morfolojilerine göre yüzde oranlarında değerlendirildi; verilerin istatistiksel olarak analizinde ki kare testi kullanıldı. Çocukların %4,33'ünde supernumerer diş, %6,44'ünde diş eksikliği, %2,02'sinde talon tüberkülü, %0,38'inde mikrodonti, %0,19'unda makrodonti ve %0,19'unda odontoma saptandı. Diş eksikliği, talon tüberkülü, mikrodonti, makrodonti ve odontoma olgularında kızlarla erkekler arasında anlamlı farklılıklar görülmedi (p > 0,05); supernumerer dişlerin ise en fazla erkeklerde olduğu gözlendi. (p < 0,05). Talon tüberkülü sıklıkla bilateral olarak görüldü (p < 0,05). Diş eksikliği sırasıyla en çok alt ikinci küçük azı dişinde (%55,2), üst ikinci küçük azı dişinde (%31,3) ve üst yan kesici dişinde (%28,4) gözlendi. En sık görülen süpernumerer diş meziodens (%64,4) olarak bulundu. Elde edilen bulgular, çocuklarda dental anomalilerin erken teşhisinin tedavi planlamasındaki önemini vurgulamaktadır.

Sürekli oklüzyonun gelişiminde süt dişlerinin önemli etkilere sahip olduğu bilinen bir gerçektir. Maloklüzyonlar erken dönemde süt dentisyonunda saptanabilmekte ve tedavi edilmedikleri takdirde sürekli dentisyona aktarılabilmektedirler.Bu nedenle, maloklüzyonların etyolojilerinin bilinmesi, her üç düzlemde maloklüzyonların belirlenmesi, ortodontik sorunun ne zaman ya da süt dentisyonu döneminde tedavi edilip edilmeyeceğine karar verilmesi ve tedavi seçenekleri dişhekimleri açısından büyük önem taşımaktadır.

ÖZET Bu çalışma, çocuklarda ağızdan solunumun ağız diş sağlığına ve çevre dokulara etkilerinin değerlendirilmesi amacı ile gerçekleştirildi. Ağızdan ve burundan solunum yapan 5-12 yaşları arasında toplam 100 çocuk, df, df-s, DMF, DMF-S, kanama, plak indeksleri, marginal gingivitis, yüz şekli, burun, dudak, dil ve çene duruşları yanı sıra genel durum, uyku bozuklukları, alışkanlıklar, davranış bozuklukları açısından incelendi. Ağızdan veya normal solunum yapan çocuklarda df, df-s, DMF, DMF-S değerleri arasında anlamlı farklılıklar (p > 0.05) saptanmadı. Ağızdan solunum yapan çocukların ön grup süt dişlerinde çürük görülme sıklığının anlamlı olarak daha fazla (p < 0.05) olduğu, normal solunum yapan çocuklarda kanama ve plak indeks değerlerinin ağızdan solunum yapan çocuklara göre daha fazla (p < 0.01) olduğu belirlendi. Ağızdan veya normal solunum yapan çocuklar arasında yüz şekli (p < 0.001), burun şekli (p < 0.01), dudak duruşu (p < 0.001), çene yapısı (p < 0.001), gummy smile (p < 0.001) açısından anlamlı farklılıklar saptandı. Ayrıca ağızdan solunum yapan çocuklarda uyku sırasında horlama, apne görülme ve ağız açık uyuma sıklıklarının kontrol grubu çocuklara göre daha fazla olduğu; davranışsal bozukluklar açısından anlamlı farklılıklar bulunmadığı gözlendi. Ağızdan solunumun çocuklarda yüz, burun, dudak ve çene morfolojilerinde anlamlı değişiklikler oluşturabildiği; diş ve dişeti sağlığında ise ağızdan solunumun yanı sıra ağız hijyenine ilişkin diğer parametrelerin de önemli rol oynadığı belirlendi.

Dişhekimliğinde lazerin çok geniş kullanım alanı bulunmaktadır. Lazerler kavite hazırlanmasında, diş beyazlatılmasında, periodontolojide ve bağlayıcı meteryallerin polimerizasyonunda uygulanabilmektedir. Ayrıca lazerler endodontide pulpa kuafajında, vital amputasyonda ve pulpa dokusunun çıkarılması, kök kanallarının hazırlanması, doldurulması, kök kanallarının bakterilerden arındırılması işlemlerinde de kullanılabilmektedir. lazerlerin teknolojinin daha da geliştirilmesi ile dişhekimliğinde önemli bir rol oynayacakları görülmektedir.Anahtar Keli,meler:Lazer, endodonti

Hypohidrotic or anhidrotic ectodermal dysplasia (HED/EDA) is characterized by impaired development of the hair, teeth, or sweat glands. HED/EDA is inherited in an X-linked, autosomal dominant, or autosomal recessive pattern and caused by the pathogenic variants in 4 genes: EDA, EDAR, EDARADD, and WNT10A. The aim of the present study was to perform molecular screening of these 4 genes in a cohort of Turkish individuals diagnosed with HED/EDA. We screened for pathogenic variants of WNT10A, EDA, EDAR, and EDARADD through Sanger sequencing. We further assessed the clinical profiles of the affected individuals in order to establish phenotype-genotype correlation. In 17 (63%) out of 27 families, 17 pathogenic variants, 8 being novel, were detected in the 4 well-known ectodermal dysplasia genes. EDAR and EDA variants were identified in 6 families each, WNT10A variants in 4, and an EDARADD variant in 1, accounting for 35.3, 35.3, 23.5, and 5.9% of mutation-positive families, respectively. The low mutation detection rate of the cohort and the number of the EDAR pathogenic variants being as high as the EDA ones were the most noteworthy findings which could be attributed to the high consanguinity rate., Scientific and Technological Research Council of Turkey (TÜBİTAK); Programme Hospitalier de Recherches Cliniques (PHRC); CRANIRARE of the European Research Area Network projects (E-RARE); CRANIRARE-2 of the European Research Area Network projects (E-RARE); European Union (European Union); Horizon 2020

Amaç: Bu çalışma, biyomimetik peptid (P11-4) esaslı remineralizasyon ajanının kazein fosfopeptid-amorf kalsiyum florofosfat (CPP-ACFP) ve sodyum fluorid (NaF) içerikli ajanlarla yapay mine lezyonları üzerindeki remineralizasyon etkinliğinin DIAGNOdent ve mikro-bilgisayarlı tomografi (μCT) yöntemleri ile karşılaştırmalı olarak incelenmesi amacı ile gerçekleştirildi. Gereç ve Yöntem:Yapay mine çürüğü lezyonları çekilmiş gömük alt üçüncü büyük azı diş yüzeylerinde oluşturuldu ve örnekler rastgele 4 gruba ayrıldı(n=8): Grup1;P11-4 (Curodont Repair,Credentis,İsviçre), Grup2; CPP-ACFP (MI Varnish,GCCorp.,Japonya), Grup3;NaF (DuraphatVarnish,Colgate,ABD), Grup4;yapay tükürük(kontrol). Remineralizasyon ajanları üretici firma önerilerine göre yapay çürük lezyonlarına uygulandı; örnekler 1ay süresince yapay tükürük solüsyonunda bekletildi.Yapay mine lezyonlarında oluşan demineralizasyon ve remineralizasyon DIAGNOdent(KaVo,Almanya) ve μCT(SkyScan 1174v2,Belçika) ile lezyon derinliği, alan, hacim, mineral yoğunluğu (BMD) açısından incelendi; remineralizasyon DIAGNOdent ile 1,7, ve 30.günlerde, μCT ile 30. günde değerlendirildi.Elde edilen bulgular ANOVA,Kruskal-Wallis,t,Wilxocon testleri ile istatistiksel olarak analiz edildi. Bulgular: Remineralizasyonun tüm dönemlerde en fazla Grup 1'de olmak üzere sırası ile Grup2 ve Grup3'te oluştuğu saptandı. DIAGNOdent, BMD ve lezyon derinliğine ilişkin bulguların analizinde; Grup1'de gözlenen remineralizasyon etkinliğinin Grup3'e göre anlamlı olarak (p0,05) belirlendi. Grup1,2 ve 3'te μCT alan ve hacim değişim değerleri açısından anlamlı farklılıklar(p>0,05) saptanmadı. μCT ve DIAGNOdent yöntemleri arasındaki korelasyon anlamlı (p0.05) were found between Groups1-2, Groups 2-3. The area and volume change values in Groups 1,2 and 3 have shown no significancy(p>0.05). A significant correlation(p

Aksakal, S.D. (2018). Kalp Hastası Çocuklarda Mobil ve Oral Mikrobiyom İlişkisinin Değerlendirilmesi. İstanbul Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Pedodonti ABD. Doktora Tezi. İstanbul. Bu çalışmanın amacı, konjenital kalp hastası çocuklarda mobil ve oral mikrobiyomun araştırılmasıdır. Çalışma kapsamında 20 kalp hastası (ortalama yaş; 9,90 ± 1,66) ve 20 sağlıklı kontrol grubu çocuklarda çürük, plak ve diş eti indeksi değerleri ölçüldü; tükürük ve venöz kan örnekleri elde edildi. Kan örneklerinde, mobil mikrobiyomun değerlendirilmesi amacıyla bakteriyel DNA varlığı; tükürük örneklerinde, oral mikrobiyomda Streptococcus mutans (Sm) ve S.mutans serotip k (Smk), Aggregatibacter actinomycetemcomitans (Aa) ve JP2 klonu (AaJP2), Porphyromonas gingivalis (Pg), Fusobacterium nucleatum (Fn ), Scardovia wiggsiae (Sw) varlığı ve miktarları qPCR analizleri ile gerçekleştirildi. Elde edilen bulgular, Spearman Korelasyonu, Mann WhitneyU, ki-kare ve Fisher's Exact testleri ile analiz edildi. Analizler sonucunda iki kan örneğinde bakteriyel DNA varlığı saptandı. Kalp hastası ve kontrol gruplarının tükürük örneklerinde saptanan bakteri oranları sırasıyla Sm %95-%100, Smk %10-%20, Aa %20-%35, JP2 %15-5, Pg %30-%25, Fn %100-%100 ve Sw %95-%95 olarak belirlendi. Gruplar arasında bakteri varlığı ve sayısı açısından anlamlı farklılıklar bulunmadığı, kalp hastası grubunda anlamlı derecede düşük çürük ve yüksek plak indeksi değerleri olduğu saptandı. Aa ve Pg varlığının yüksek dişeti indeksi değerleri ile ilişkili olduğu belirlendi. Sm ve Smk sayıları ile çürük indeksleri arasında pozitif korelasyonlar bulunduğu, Fn ve toplam bakteri sayılarının plak indeksi ile anlamlı derecede ilişkili olduğu saptandı. Bu çalışmada elde edilen veriler mobil mikrobiyomun çocuklarda çok seyrek olduğunu; kalp hastası ve sağlıklı çocuklarda oral mikrobiyomda bakteri varlığı ve sayısı açısından anlamlı farklılıklar olmadığını göstermiştir. Bakteremi riski çoğunlukla periodontal sağlık sorunu ile ilişkilendirildiğinden, periodontopatojen Aa, AaJP2 ve Pg'nin erken kolonizasyonuna sahip çocukların uzun süreli takibi önem taşımaktadır. Aksakal, S.D. (2018). Assessment of the mobile and oral microbiome association in children with congenital heart disease. Istanbul University, Institute of Health Science, Department of Paediatric Dentistry. PhD Thesis. Istanbul.The aim of this study was to analyze the mobile and oral microbiome in children with congenital heart disease (CHD). Twenty children with CHD(mean age;9,90±1,66) and healthy control group were evaluated for caries, plaque and gingival indexes; saliva and venous blood samples were collected. Blood samples were evaluated for the presence of bacterial DNA to assess mobile microbiome; saliva samples were evaluated for the presence and quantification of S.mutans(Sm) and it's serotype k(Smk), A.actinomycetemcomitans(Aa) and it's JP2 clone(AaJP2), P.gingivalis(Pg), F.nucleatum(Fn), S.wiggsiae(Sw) by qPCR method. The findings were analyzed by Spearman's Correlation, Mann WhitneyU, chi-square and Fisher's exact tests. Bacterial DNA was determined in 2 blood samples. The %'s of bacteria detected in saliva samples of CHD and control groups,respectively,were: Sm(95%-100%), Smk(10%-20%), Aa (20%-35%) ,JP2(15%-5%) ,Pg(30%-25%), Fn(100%-100%), Sw(95%-95%). No significant differences were found in presence and counts of bacteria between the groups. Significantly lower caries and higher plaque index scores were determined in CHD group. The presence of Aa and Pg have shown significancy with higher gingival index scores. Positive correlations were found between caries experience and Sm and Smk levels, and higher plaque scores were significantly associated with Fn and total bacteria counts.The data of this study has revealed that mobile microbiom was very rare in children; and analyzed bacteria in oral microbiome of the groups have shown no significancy for presence and quantity. Since bacteraemia risk is mostly associated with periodontal health disorder, long term follow-up of children with early colonization of periopathogens Aa, AaJP2, Pg, has great importance. 167

Giriş ve amaç: Oral mikrobiyota çürük proçesinin oluşumunda ve ilerlemesinde önemli rol oynamaktadır. Son yıllarda, yeni tanımlanan patojen Scardovia wiggsiae' nin şiddetli çürük ekolojisi ile güçlü ilişkisi olduğu bildirilmektedir. Bu çalışma, ŞEÇÇ'de rol oynayan mikroorganizmaların ve yeni çürük patojeni S. wiggsiae'nin bulunma sıklığının karşılaştırılmalı olarak incelenmesi amacı ile gerçekleştirildi.Gereç ve yöntem: İ.Ü. Dişhekimliği Fakültesi Pedodonti Anabilim Dalı kliniğine başvuran 40 ŞEÇÇ'li (ort.yaş:52,93±11,5ay) ve 40 çürüksüz çocuk (ort.yaş:49,43±12,47) çalışma kapsamına alındı. Süt dişlerinde dmft, dmfs, plak indeksi (Pİ) ve modifiye dişeti indeksi (MDİ) belirlendi; beslenme alışkanlıkları ve ağız sağlığına ilişkin davranışlar ayrıca bir anket ile değerlendirildi. Çocuklardan dental plak örnekleri alındı; mutans streptokok, laktobasil ve maya sayısı kültür yöntemi ile; S.wiggsiae, Streptococcus mutans, Streptococcus sobrinus, Actinomyces gerencseriae, Veillonella parvula ve Fusobacterium nucleatum varlığı 16S rRNA PCR yöntemi ile incelendi. Elde edilen bulgular Student's t, Mann WhitneyU, chi-square ve Fisher's Exact χ² testleri ile analiz edildi.Bulgular: ŞEÇÇ grubunda dft, dfs, PI, MGI değerleri sırası ile 13,85±3,43, 28,55±11,94, 0,79±0,45, 0,42±0,50 olarak bulundu. SEÇÇ grubunda S.wiggsiae, S.mutans, A. gerencseriae, V. parvula, mutans streptokok, laktobasil, maya görülme sıklıklarının kontrol grubuna göre anlamlı derecede yüksek olduğu (p

Aggregatibacter actinomycetemcomitans'ın çocuklukta edinilen bir periodontal patojen olduğu ve bakteremi ile koroner endotelyuma invaze olabildiği bilinmektedir. A.actinomycetemcomitans'ın en önemli virulans faktörünün makrofaj ve lökositleri parçalayan lökotoksin enzimi olduğu, A.actinomycetemcomitans'ın JP2 klonunun bakterinin diğer suşlarına göre daha yüksek düzeyde lökotoksin salgıladığı belirtilmektedir. Bu çalışmanın amacı kalp operasyonuna girecek çocukların tükürük ve kalp dokusu örneklerinde A.actinomycetemcomitans varlığının araştırılmasıdır. Kalp operasyonuna girecek 25 konjenital kalp hastası çocuk (ort.yaş: 6.24±2.93) ile yaş ve cinsiyet açısından eşleşen kontrol grubu sağlıklı çocuklardan tükürük örnekleri toplandı. Çocukların plak indeksi (PI) ve gingival indeks (GI) değerlendirmeleri yapıldı. Kalp hastası çocuklardan tükürük örnekleri operasyon öncesinde ve kalp dokusu örnekleri operasyon sırasında alındı. Tükürük ve kalp dokusu örneklerinde PCR yöntemi ile A.actinomycetemcomitans ve yüksek lökotoksik JP2 suş varlığı araştırıldı. Elde edilen veriler Mann Whitney U, Ki-Kare testi, Fisher's Exact testleri ile istatistiksel olarak analiz edildi. Kalp hastası ve kontrol grubu çocukların plak ve gingival indeks değerleri arasında anlamlı bir farklılık bulunmadı (p>0.05). Kalp hastası çocuklardan alınan tükürük örneklerinin %8'inde, kontrol grubu çocukların %20'sinde A.actinomycetemcomitans pozitif saptandı. Kalp hastası ve kontrol grubu çocukların tükürük örneklerinde A.actinomycetemcomitans varlığı yönünden anlamlı bir farklılık bulunmadı (p>0.05). JP2 klonu kontrol grubunda bir çocukta pozitif bulundu. A.actinomycetemcomitans'ın kalp hastası ve sağlıklı çocuklarda ağızda kolonizasyonunun ileri yaşlarda periodontal ve kardiyovasküler hastalık yönünden risk faktörü olabileceği sonucuna varıldı.Anahtar Kelimeler: Aggregatibacter actinomycetemcomitans, tükürük, kalp dokusu, PCR Aggregatibacter actinomycetemcomitans, a periodontal pathogen which could exist in oral cavity quite early in childhood, has a capability to invade coronary endothelium by transient bacteremia. The highly leukotoxic JP2 clonal strains of A.actinomycetemcomitans has a capability of killing macrophages. The purpose of this study was to analyze the presence of A.actinomycetemcomitans in saliva and cardiac tissue samples of children requiring cardiac surgery. Twenty five patients (mean age: 6.24±2.93) undergoing surgery for congenital heart defects (CHD) and a matched control group of 25 healthy children were enrolled in the study. Saliva samples were collected from all children; plaque (PI) and gingival (GI) index were determined. In CHD group, saliva samples were obtained before hospitalization and cardiac tissue samples were received during surgery. All samples were evaluated for presence of A.actinomycetemcomitans and its highly leukotoxic JP2 clonal strains by using PCR. The findings were analyzed by Mann WhitneyU, chi-square and Fisher's Exact tests. No significant differences were found in PI and GI values between the groups A.actinomycetemcomitans was not detected in cardiac tissue samples. A.actinomycetemcomitans in saliva was detected in 8% of CHD and 20% of control children. The difference was not shown to be statistically significant. A.actinomycetemcomitans JP2 clonal strains was determined in one of the control group. Early colonization of A.actinomycetemcomitans in oral cavities of cardiac and healthy children could be assessed as a risk marker for periodontal and cardiac diseases.Key Words: Aggregatibacter actinomycetemcomitans, saliva, cardiac tissue, PCR 109

Bu çalışma, Er:YAG lazer ya da frez ile hazırlanmış kavitelerde adeziv sistem-dentin bağlantısının in-vitro olarak bağlanma dayanımı, mikrosızıntı ve SEM analizi ile değerlendirilmesi amacı ile gerçekleştirildi. Bağlanma dayanımı, mikrosızıntı ve SEM analizi için hazırlanmış örnekler 8 gruba ayrıldı: 1.Grup: Er:YAG lazer(Fidelis PlusIII,Fotona)+ClearfilS3Bond(KurarayCo); 2.Grup: Er:YAG lazer+AdperSEPlus(3MEspe); 3.Grup:Er:YAG lazer+lazer pürüzlendirme+AdperSinglebond2(3MEspe); 4.Grup:Er:YAG lazer+asit ile pürüzlendirme+AdperSinglebond2; 5.Grup:Er:YAG lazer+AdperSinglebond2; 6.Grup:Frez+asit ile pürüzlendirme+AdperSinglebond2; 7.Grup: Frez+ClearfilS3Bond; 8.Grup:Frez+AdperSEPlus. Mine ve dentin yüzey hazırlığı çürüksüz üçüncü büyük azı dişlerde Er:YAG lazer (minede 300 mJ/20 Hz; dentinde 200 mJ/20 Hz) ya da aeratöre takılan elmas frez ile gerçekleştirildi. Bağlanma dayanımı testi: 80 dişin düzleştirilmiş dentin yüzeylerine yerleştirilen teflon kalıplara(3,5x2,0mm) adeziv-kompozit materyallerin uygulanması ile elde edilen örneklerde makaslama bağlanma dayanımı(MBD) Instron cihazında(0,5 mm/dak.) ölçüldü. Mikrosızıntı testi: 80 dişte hazırlanmış V.Sınıf kavitelerdeki adeziv sistem-dentin arayüzeyinde boya penetrasyonu, stereomikroskop ve görüntü analiz programı ile değerlendirildi. SEM analizi: Adeziv sistem-dentin arayüzeyleri hibrit tabakanın ultrastrüktürel yapısı açısından incelendi. Gruplarda elde edilen MBD (MPa) ve mikrosızıntı değerleri ANOVA,TukeyHSD ve Kruskal Wallis,Mann WhitneyU testleri ile istatistiksel olarak değerlendirildi. AdperSEPlus uygulanan gruplarda, Er:YAG lazer ile hazırlanan dentin yüzeylerindeki MBD'nin frez ile hazırlanan yüzeylere göre daha yüksek olduğu belirlendi (p0,05). AdperSEPlus uygulanan gruplarda, Er:YAG lazer ile hazırlanmış kavitelerdeki oklüzal mikrosızıntı frez ile hazırlanmış olanlara göre anlamlı olarak daha az bulundu(p0,05). SEM analizinde, lazer ile hazırlanmış dentin yüzeylerinde hibrit tabakanin geleneksel olarak hazırlanmış yüzeylere göre daha düzensiz olduğu ve homojen yapıda olmadığı gözlendi. Sonuç olarak, elde edilen bulgularda Er:YAG lazerin geleneksel yönteme alternatif bir kavite hazırlama yöntemi olarak kullanılabileceği, ancak lazer ile hazırlanan dentin yüzeylerinde optimal adeziv bağlanmanın sağlanabilmesi için gelecek araştırmalara gereksinim olduğu belirlendi. The aim of this study is to assess the adhesive systems/dentin interfaces on Er:YAG laser and bur prepared cavities by in-vitro tests of bond strength, microleakage and SEM analysis. The specimens prepared for bond strength, microleakage and SEM analysis were randomly assigned to 8 groups: Group1: Er:YAG laser(Fidelis PlusIII,Fotona)+ ClearfilS3Bond(KurarayCo); Group2: Er:YAG laser+AdperSE Plus (3MEspe); Group3: Er:YAG laser+laser etch+AdperSinglebond2(3MEspe);Group4:Er:YAGlaser+acidetch+AdperSinglebond2;Group5:Er:YAGlaser+AdperSinglebond2(noetching); Group6:Bur +acidetch+AdperSinglebond2; Group7:Bur+ClearfilS3Bond; Group8:Bur+AdperSE Plus. Er:YAG laser (enamel 300mj/20Hz, dentin 200mj/20 Hz) and diamond bur in a high-speedhandpiece were applied on enamel and dentin of noncarious third molars. Bond strength test: Specimens with adhesives-composites applied in teflon molds(3.5x2.0mm) on flat labial dentin surfaces of 80 teeth were submitted to shear bond strenght(SBS) test in Instron(0.5mm/min). Microleakage test:The teeth/restoration interfaces in Class V cavities of 80 teeth were assessed for dye penetration by stereomicroscope and image analysis program. SEM analysis; the dentin/adhesive interfaces were evaluated for the ultrastructure of hybrid layer. Data of SBS(MPa) and microleakage were statistically analyzed by ANOVA, TukeyHSD and Kruskal Wallis,Mann WhitneyU. ER:YAG laser prepared dentin has demonstrated significantly more SBS(p0.05) in SBS have been determined between the total-etch adhesive applied groups with regard to etching types. AdperSE Plus has shown significantly less (p0.05) in microleakage on bur or laser prepared dentin. SEM analysis revealed that hybrid layers obtained in lased dentin exhibited more irregular and non-homogeneous pattern than the conventional prepared dentin. In conclusion, data has demonstrated that Er:YAG laser cavity preparation could be a promising alternative to conventional bur preparation; however, further investigations are required for optimal bonding protocols on laser-treated surfaces. 198

118

Bu çalışma, çocuklarda ağızdan solunumun ağız diş sağlığına ve çevre dokulara etkilerinin değerlendirilmesi amacı ile gerçekleştirildi. Ağızdan ve burundan solunum yapan 5-12 yaşları arasında toplam 100 çocuk, df, df-s, DMF, DMF-S, kanama, plak indeksleri, marginal gingivitis, yüz şekli, burun, dudak, dil ve çene duruşları yanı sıra genel durum, uyku bozuklukları, alışkanlıklar, davranış bozuklukları açısından incelendi. Ağızdan veya normal solunum yapan çocuklarda df, df-s, DMF, DMF-S değerleri arasında anlamlı farklılıklar (p>0.05) saptanmadı. Ağızdan solunum yapan çocukların ön grup süt dişlerinde çürük görülme sıklığının anlamlı olarak daha fazla (p0.05) were determined between df, df-s, DMF, DMF-S values in mouth and nose breathing children. Significantly (p

136 ÖZET Bu çalışmanın amacı fissür örtücü materyallerinin in vivo - in vitro monomer salınımlarının, kalıcılıklarının ve in vitro kenar sızıntılarının incelenmesidir. in vivo çalışmada, dişlerinde fissür örtücü ya da reçine esaslı restoratif materyal bulunmayan 7-12 yaşlarındaki 20 sağlıklı çocuk 4 farklı fissür örtücü materyalin değerlendirilmesi için 5'er kişilik 4 gruba ayrıldı: 1. Grup: Ultraseal XT Plus, 2. Grup: Delton, 3. Grup: Optibond Dual Cure, 4. Grup: Fuji IX GP. Her çocuğun 4 birinci büyük azı dişine aynı materyal üretici firmanın önerileri doğrultusunda uygulandı. Fissür örtücü uygulamasından önce (kontrol grubu) ve sonraki 0, 1 ve 24. saatlerde tükürük örnekleri alındı; monomer salınımları ve miktarları HPLC'de analiz edildi. Çocukların 80 birinci büyük azı dişine uygulanmış fissür örtücülerin 6 ve 12 ay sonraki kalıcılıkları tam kalıcılık, yarım kayıp ve tam kayıp kriterlerine göre değerlendirildi. In vitro monomer çalışmasında 6 mm iç çapında ve 0,5 mm, 1 mm ve 2 mm kalınlıklarındaki kalıplara fissür örtücülerin yerleştirilmesi ile hazırlanan disklerdeki monomer salınımları incelendi. Her disk 0, 1 ve 24 saat sonra distile su ile dolu yeni tüplere aktarıldı; 72 distile su örneğinin monomer içeriği HPLC'de analiz edildi. in vitro kenar sızıntısı çalışmasında 60 adet çürük ve dolgu bulunmayan üçüncü büyük azı dişi her grupta her grupta 10'ar adet olmak üzere 6 gruba ayrıldı: 1. Grup: Ultraseal XT Plus, 2. Grup: Delton, 3. Grup: Optibond Dual Cure, 4. Grup: Fuji IX GP, 5. Grup: Optibond+ Ultraseal, 6. Grup: Optibond+ Delton. Üretici firmaların önerileri doğrultusunda fissür örtücü yerleştirilen dişlere 4°C - 50°C'de 100 kez ısı banyosu uygulandı. 24 saat % 0,5'lik metilen mavisi solüsyonunda bekletilen dişler mesio-distal yönde ortadan ayrıldı ve boya geçirgenliği açısından polarize-ışık mikroskobunda 0-3 skalasına göre incelendi. Monomer salimimi, kalıcılık ve kenar sızıntısına ilişkin bulguların istatistiksel değerlendirilmelerinde sırası ile Kruskall Wallis-Mann Whitney U testleri, n2- Fisher's testleri ve parametrik olmayan Kruskall Wallis-Dunn's testleri kullanıldı. In vivo monomer salınımı çalışmasında, Fuji IX grubu dışındaki tüm 0. saat örneklerinde Bis-GMA ve TEGDMA saptandı. Her grubun Bis-GMA ve TEGDMA değerleri arasında anlamlı farklılıkların (p>0.05) bulunmadı; gruplar arasındaki Bis-GMA (p>0.05) ve TEGDMA (p>0.05) değerleri arasındaki farklılıkların da anlamlı olmadığı belirlendi. 1. ve 24. Saat tükürük örneklerinin analizinde değerlendirilecek miktarlarda Bis-GMA ve TEGDMA salınmamın olmadığı saptandı. Distile su örneklerinin değerlendirilmesinde ise Bis-GMA'nın hiçbir su örneğinde saptanmadığı; 0 ve 1. saat distile su örneklerinin tümünde ise137 TEGDMA ve HEMA'nın bulunduğu belirlendi. In vitro monomer çalışmasında TEGDMA'nın en fazla salınan monomer olduğu ve en yüksek monomer salınımının ise 2 mm'lik disklerde oluştuğu saptandı. Fissür örtücülerin klinik olarak değerlendirilmesinde, grupların 6. (p0,05) saptanmadı. Fuji IX'un 6.(p0,05); no significant differences in Bis-GMA (p>0,05) and TEGDMA (p>0,05) release were determined between the groups. Analysis of 1 and 24 hours elutes showed no detectable amount of Bis-GMA and TEGDMA release. In in vitro monomer release study, no Bis-GMA was dstjseted in any of the distilled water elutes. TEGDMA and HEMA were detected in all 0 and 1 hour elutes. TEGDMA was the highest detectable monomer in all distilled water elutes. The highest monomer release was detected in disc samples of 2 mm.139 Significant differences were obtained between the retention rates of the 6 months groups (p0,05) were determined between 6 and 12 month retention rates of each group. Fuji IX demonstrated significantly lower retention values than the other groups at 6 (p

ÖZET Süt ve genç sürekli dişlerin endodontik tedavilerinde kullanılan kanal dolgu maddelerinin bağ dokusu üzerindeki sitotoksik etkilerinin araştırılması amacıyla kalsiyum hidroksit patı olan Kalsin, iyodoform patı olan Kri I, çinko oksit öjenol (ZOE), iyodoform + kalsiyum hidroksit patı olan Vitapex 128 polietilen tüp içine sertleşmeden uygulanarak 64 adet Sprague-Dawley sıçanın sırt bölgesinde cilt altı bağ dokusuna yerleştirilmiş, 15 ve 90 gün sonra meydana getirdikleri iltihapsal doku reaksiyonu histopatolojik ve biyokimyasal yöntemlerle incelenmiştir. Kontrol grubu olarak boş tüp kullanılmıştır. Histopatolojik incelemede doku reaksiyonları akut ve kronik iltihap hücre yoğunluğu, doku nekrozu, yabancı cisim reaksiyonu, fibrozis, kapsül oluşumu, patların rezorpsiyonu açılarından ışık mikroskobunda değerlendirilmiştir. Biyokimyasal incelemede ise dokudaki malondialdehit (MDA) miktarı Slater Yöntemi ile ölçülerek, lipit peroksidasyon derecesi belirlenmiştir. Histopatolojik araştırmanın sonucunda, 15 gün- Kalsin ve 15 gün- ZOE gruplarında orta derecede iltihapsal doku reaksiyonu saptanmış, 15 gün- Kri I ve 15 gün- Vitapex'e bağlı doku reaksiyonu belirlenmemiştir. 90 gün sonra Kalsin'in hafif-orta, Kri Fin hafî^ ZOE'nin orta derecede iltihapsal reaksiyon oluşturdukları görülmüş, Vitapex'e bağlı doku reaksiyonu saptanmamıştır. Kalsin ve ZOE gruplarında doku reaksiyonlarının zamanla azaldığı, ancak ZOE grubunda 90. günde de iltihapsal reaksiyonun devam ettiği gözlenmiş, Kri I 15-90, Vitapex 15-90 gün grupları arasında anlamlı farklılıklar belirlenmemiştir. 104Biyokimyasal araştırmanın sonucunda, ZOE 15-90 gün, Vitapex 90 gün deney gruplarında, dokudaki lipit peroksidasyon miktarının kontrol gruplarına göre daha az olduğu saptanmış, Raisin 15-90 gün, Kri I 15-90 gün, Vitapex 15 gün deney-kontrol grupları incelemelerinde dokudaki lipit peroksidasyon miktarları arasında anlamlı farklılıklar görülmemiştir. Araştırmada, kullanılan deney maddelerinin dokuda meydana getirdikleri lipit peroksidasyon miktarlarının 15. ve 90. günler arasında farklılık göstermediği, meydana gelen lipit peroksidasyon derecesinin yerleştirilen deney maddesine göre değişiklik gösterdiği, 90 gün sonra yalnızca Kri Fin Vitapex'den daha yüksek oranda lipit peroksidasyonu oluşturduğu gözlenmiştir. Histopatolojik ve biyokimyasal incelemeler sonucunda doku uyumluluğu açısından en iyi kanal patlarının sırasıyla Vitapex, Kri I, Kalsin, çinko oksit öjenol olduğu saptanmıştır. 105 SUMMARY The purpose of this study is to investigate the cytotoxic effects of root filling materials used in primary and young permanent teeth on connective tissue. One-hundred and twenty-eight polyethylene tubes filled with freshly mixed calcium hydroxide paste (Cals-In), iodoform paste (Kri I), zinc oxide and eugenol (ZOE) paste and iodoform + calcium hydroxide paste (Vitapex) were implanted in the dorsal subcutaneous connective tissue of the sixty-four Sprague-Dawley rats and inflammatory tissue reactions were studied histopathologically and biochemically after 15 and 90 days. Empty tubes were used as the controls. Histopathologic tissue reaction was evaluated according to acute and chronic inflammatory cells intensity, tissue necrosis, foreign body reaction, fibrosis, capsule formation, paste resorption under light microscopy. Lipid peroxidation formation was analyzed biochemically by the measurement of tissue malondialdehyde (MDA) degree by Slater Method. At the end of histopathological investigation, moderate inflammatory tissue reactions were found on the Cals-In - 15 day and ZOE -15 day groups. No inflammatory tissue reactions were determined due to Kri 1-15 day and Vitapex- 15 day groups. Inflammatory tissue reactions observed at the end of 90 days were as follows: mild to moderate by Cals-In, mild by Kri I, moderate by ZOE. No inflammatory reaction due to Vitapex-90 day group was assessed. It was observed that the severity of tissue reactions in Cals-In and ZOE groups decreased progressively by time, but that inflammatory reaction steel continued at 90 ^ day. No significant differences were determined between 15-day group and 90-day group of Kri I and between 15-day group and 90-day group of Vitapex. 106At the end of biochemical investigation, the amount of lipid peroxidation on the tissue in ZOE 15 day - 90 day experimental groups and Vitapex 90 day experimental group have been assessed less than control groups. No significant differences were observed about the amount of lipid peroxidation on the tissue between experimental and control groups of Cals-In 15 day - 90 day, Kri 1 15 day - 90 day and Vitapex 15 day. No differences were found between 15 day - 90 day groups about the amount of lipid peroxidation occurred on the tissue by experimental materials used in this study. It was determined that the amount of lipid peroxidation occurred on the tissue depended on the type of experimental material used in the investigation, and that at the end of 90-day period, the amount of lipid peroxidation occurred by Kri I was higher than Vitapex. In conclusion, histopathological and biochemical evaluations demonstrated that the best biocompatible root canal filling materials were ranket as follows; Vitapex, Kri I, Cals-In, ZOE. 107 123