Search

Öztürk, Şenay (İzmir Kavram Meslek Yüksekokulu) Küçükaltan, Derman (İzmir Kavram Meslek Yüksekokulu), Obesity is a chronic disease that directly or indirectly effect national economies. Irregular dietary habit, lack of sleep, and physical activity are the primary causes of obesity. It can be epidemiologically prevented by applying necessary strategies. Obesity primarily causes damage for all systems due to increased fatty tissue, or secondarily developing renal failure due to DM, HT, and metabolic syndrome. To overcome obesity, it is necessary to change dietary habits, ensure adequate sleep and adopt an active lifestyle. If efforts to eliminate the problem of obesity are organized with different strategies and action plans, this will be quite effective in the prevention of obesity and chronic kidney disease it causes. Health authorities should reach every segment of the society within the scope of preventive health services in order to inform and raise awareness of people on these issues and should have a conscious and willing effort to quickly implement effective and non-formal education activities, while it is very important that creating programs with supportive environments is among the targets.

Amaç: Bu çalışma ile bireylerin yaşlılık inançları ve etkileyen etmenlerin incelenmesi amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntemler: Tanımlayıcı olarak planlanan bu çalışma 2018 yılında Artvin, Ağrı ve Erzincan illerinde yürütülmüştür. Çalışmanın örneklemini 1180 kişi oluşturmuştur. Veri toplama aracı olarak “Kişisel bilgi formu” ve “Lomaşen Yaşlılık İnanç Ölçeği” kullanılmıştır.Bulgular: Bu çalışmanın bulgularına göre; örneklemin Lomaşen Yaşlılık İnanç Ölçeği (LYİÖ) puan ortalaması 76,6 ± 0,500 olarak bulundu. Kadınların LYİÖ puan ortalaması erkeklerinkine benzerdir (p>0,05). Bekârlar evlilerden, geniş aile ve diğer aile tipine sahip olanlar çekirdek aileye sahip olanlardan, ilçe ve şehirde yaşayanlar köyde yaşayanlardan daha olumlu yaşlılık inancına sahiptirler (p0,05).Sonuç: Bu çalışmanın sonucuna göre alınan puanlar yaşlılığa yönelik düşük düzeyde olumsuz inançların olduğunu göstermektedir. Ancak yaşlılar ile yakın ilişki içinde olmak yaşlılığa yönelik olan inançları pozitif yönde etkilemektedir. Bireyin kendi yaşı ilerledikçe yaşlılığa yönelik inançları negatif olarak etkilenmektedir. Eğitim düzeyinin artması, yaşlılarla beraber vakit geçirme, sosyo-ekonomik düzeyin iyi olması yaşlıya verilen önemin de artması açısından anlam teşkil etmektedir., Aim: The purpose of this study is to examine the factors affecting the belief about senility. Material and Methods: This descriptive study was carried out in Artvin, Ağrı, and Erzincan in 2018. The sample of the study consists of 1180 individuals. The "Personal information form" and "Lomaşen senility belief scale" were used as data collection tools. Results: According to the findings of this study, the average score of the Lomaşen Senility Belief Scale (LSBS) is 76.6 ± 0.500. The women’s average score of the LSBS is similar to that of men (p>0.05). Single people have more positive old age beliefs than those who are married, who have extended family and other family types than who have nuclear families, who live in towns and cities than who live in villages (p0.05).Conclusions: The scores obtained according to the results of this study show a low level of negative beliefs about old age. However, being in a relationship with the elderly positively affects beliefs about old age. As individuals get older, their beliefs about old age are negatively affected. Increasing education level, spending time with the elderly, having a good socio-economic status is meaningful in terms of the increase in the importance given to the elderly.

Bu çalışma ile yaşlıya yönelik tutumlar ve bu tutumları etkileyen etmenlerin incelenmesi amaçlandı. Gereç ve Yöntemler: Çalışma 2018 yılında yapıldı. Tanımlayıcı tipte yapılan çalışmanın evrenini, Artvin, Ağrı, Erzincan il merkezinde yaşayan bireyler oluştururken, 1.328 kişinin oluşturduğu örneklemi belirlemede ise olasılıklı örnekleme yöntemlerinden biri olan tabakalı örnekleme yöntemine başvurulmuştur. Araştırma için etik kurul izni ve bilgilendirilmiş onam alınmıştır. Veriler 'kişisel bilgi formu' ve 'Genya Yaşlıya Yönelik Tutum Ölçeği' kullanılarak toplanmıştır. Veriler SPSS 23 ortamında, sayı, ortalama, yüzde, 't-testi', 'varyans analizi', 'Kruskal-Wallis H testi', 'basit doğrusal regresyon analizi' ile çözümlenmiştir. Bulgular: Örneklemin Genya Yaşlıya Yönelik Tutum Ölçeği puan ortalaması 65,4±,399, Cronbach alfa değeri ise ,88 olarak hesaplandı. Kadınların Genya Yaşlıya Yönelik Tutum Ölçeği puan ortalaması 64,3±,486, erkeklerin ise 66,9±,675 olup aradaki fark anlamlıdır. Medeni durumu evli olanların puan ortalaması 69,0±,747 iken, bekâr olanların 64,0±,465 olup, aradaki fark anlamlıdır. Evinde yaşlı birey bulunanların puan ortalaması 64,3±,877, bulunmayanların 65,7±,447 puan olup, aradaki fark anlamlı değildir. Yaşlı bir bireyle yaşamayı isteyenlerin puan ortalaması 63,5±,509, istemeyenlerin ise 67,7±,621 olup, aradaki fark anlamlı bulundu. Daha önce huzurevi ziyareti yapmış olanların puan ortalaması 62,6±,820, yapmamış olanların ise 66,4±,450 olup aradaki fark anlamlıdır. Sonuç: Yaşlıya yönelik tutumların olumlu uçta olduğu, ancak bireylerin yaşı arttıkça yaşlıya yönelik olumsuz tutumlarının arttığı, gelir ve eğitim düzeyi arttıkça ise olumlu tutumların arttığı belirlenmiştir. Objective: In this study, it was aimed to investigate the attitudes towards the elderly and the factors affecting these attitudes. Material and Methods: This study was made in 2018. The sample of the descriptive study consisted of 1,328 people. In sampling, stratified sampling method, which is one of the probable sampling methods, was determined. Ethics committee approval and informed consent were obtained for the study. Data were collected using Personal Information Form and Genya Attitude Scale towards the Elderly. Data were analyzed by number, mean, percentage, t-test, variance analysis, KruskalWallis H test, and simple linear regression analysis. Results: The mean score of the Genya attitude towards the sample was 65.4±.399 and the Cronbach alpha value was .88. The mean score of the Genya Attitude Scale towards the Elderly was 64.3±.486 points for women and 66.9±.675 points for men. The difference was significant. The mean score of married women was 69.0±.747 and the mean score of single women was 64.0±.465 and the difference was significant. The mean score of those who had an elderly person in home their was 64.3±.877, and those were not found were 65.7±.447, and the difference is not significant. The mean score of those who wanted to live with an elderly individual was 63.5± .509 points and 67.7±.621 points for those who did not and the difference was significant. The mean score of those who have visited a nursing home before was 62.6±.820 and 66.4±.450 for those who did not and the difference is significant. Conclusion: Attitudes towards the elderly were found to be positive.

Self is the integrity of organized thoughts, emotions and behavior shaped during bio psychosocial development of the individual and rooted in the family. Self-esteem is the condition of finding one’s self acceptable, valuable and worthy of liking and love without conceiving self below or above the reality. Since the concept of self-shapes the thought and memory, prevention and healing psychological problems concerning self would help remove certain unconformities. Adolescents with a positive selfesteem would cope with the problems of this period more easily and realize their future expectations with hope. Hope is considered as the positive expectation in accomplishing a goal. On the other hand, despair reflects negative and below zero expectations in realizing a goal. The most important characteristics of despair are negative attitudes against perception of life, negative approach and failure. Due to its well-known significance in loss of attention, lack of energy and clinical depression, despair is considered among depressive symptoms. An individual with low self-esteem also has low self-confidence and fells into despair easily.

Araştırma, sorun çözme becerilerini geliştirme programının şizofrenik bozukluğu olan bireylerin yaşam kalitesine etkisini belirlemek amacıyla yapılmıştır. Yöntem: Araştırmanın örneklemini, Sivas il merkezinde oturan, araştırmaya katılmayı kabul eden, yaş, cinsiyet ve hastalık belirtileri açısından benzer özellikler gösteren 30 hasta (15 deney, 15 kontrol grubu) oluşturmuştur. Araştırmanın verileri Kişisel Bilgi Formu ve Yaşam Kalitesi Ölçeği (WHOQOL-BRIEF-TR) kullanılarak elde edilmiştir. Deney grubuna 6 hafta boyunca haftada 1 gün ortalama 1 saat süreyle sorun çözme becerilerini geliştirme programı (SÇBGP) uygulanmış ve uygulama tamamlandıktan sonra ve 3 ay sonrasında her iki gruptaki hastalara WHOQOL-BRIEF-TR tekrar uygulanmıştır. İstatistiksel analizlerde Ki-kare Testi, Friedman Testi, Mann-Whitney U testi ve Wilcoxon Testi kullanılmıştır. Bulgular: Deney grubundaki hastaların WHOQOL-BRIEF-TR ruhsal alan, çevresel alan ve genel sağlık alan puanlarında anlamlı bir yükselme (p0.05). Sonuç: Uygulanan 6 haftalık Sorun Çözme Becerilerini Geliştirme Programı ile şizofrenik bireylerin yaşam kalitesi düzeylerinin yükseldiği belirlenmiştir. Buna göre Sorun Çözme Becerilerini Geliştirme Programının ayaktan izlenen şizofrenik hastaların yaşam kalitelerini geliştirmek için kullanılabileceği söylenebilir.

Bu çalışma, bir fabrikada çalışan kadınlara verilen eğitimin kendi kendine meme muayenesine ilişkin sağlık inanç ve davranışlarına etkisini belirlemek amacıyla Şubat 2012 - Mayıs 2012 tarihleri arasında yapılmıştır. Araştırmanın örneklemini, Manisa'da bulunan Schneider Elektrik fabrikasında çalışan, araştırmaya katılmayı kabul eden 86 kadın oluşturmuştur. Veri toplamada birey tanıtım formu ve Champion'un Sağlık İnanç Modeli Ölçeği kullanılmıştır. Araştırmadaki kadınların % 75.5'i KKMM'yi duyduğunu, % 33.7'sinin yaptığını bildirmiştir. KKMM yapanların % 51.7'si ayda bir yaptığını bildirmiştir. KMM yaptıranlar ise % 19.7'si dir. KMM yaptıranların sadece %11.7'si altı ayda bir yaptırmaktadır. Meme kanseri erken tanı ve taramaları ile ilgili olarak % 60.4'ü eğitim almamıştır, eğitimi alanların % 58.8'i sağlık memurundan eğitim aldığını bildirmiştir. KKMM yapan 20-29 ile 30-39 yaş arasındaki kadınların engel algıları, öz etkililik, ciddiyet, duyarlılık, yarar algıları ve motivasyon algıları yüksektir (p

Bu çalışma, bir fabrikada çalışan kadınlara verilen eğitimin kendi kendine meme muayenesine ilişkin sağlık inanç ve davranışlarına etkisini belirlemek amacıyla Şubat 2012 - Mayıs 2012 tarihleri arasında yapılmıştır. Araştırmanın örneklemini, Manisa'da bulunan Schneider Electrik fabrikasında çalışan, araştırmaya katılmayı kabul eden 86 kadın oluşturmuştur. Veri toplamada birey tanıtım formu ve Champion'un Sağlık İnanç Modeli Ölçeği kullanılmıştır.Araştırmadaki kadınların % 75.5' i KKMM' yi duyduğunu, % 33.7' sinin yaptığını bildirmiştir. KKMM yapanların % 51.7' si ayda bir yaptığını bildirmiştir. KMM yaptıranlar ise % 19.7' si dir. KMM yaptıranların sadece %11.7' si altı ayda bir yaptırmaktadır.Meme kanseri erken tanı ve taramaları ile ilgili olarak % 60.4' ü eğitim almamıştır, eğitimi alanların % 58.8' i sağlık memurundan eğitim aldığını bildirmiştir.KKMM yapan 20-29 ile 30-39 yaş arasındaki kadınların engel algıları, öz etkililik, ciddiyet, duyarlılık, yarar algıları ve motivasyon algıları yüksektir (p

Şer’iye Sicili Defterleri, Osmanlı Tarihi başta olmak üzere, hukuk, edebiyat gibi sosyal bilimlerin vazgeçilmez kaynaklarındandır. Kadıların sahip oldukları geniş yetki ve sorumluluklar dâhilinde çeşitli konular defterlere yansımakta ve bu durum da Şer’iye Sicilleri'nin çok yönlü bir kaynak olmasını sağlamaktadır. Bu tez, H. 1180-85 [M. 1767-71] yıllarına ait Edremit Kazası Şer’iye Sicili'nin basit transkripsiyon yöntemi ile günümüz Türkçesine çevirisinden oluşmakta, defterde bulunan bilgiler ışığında dönemin değerlendirmesini içermektedir. Edremit Şer’iye Sicili defteri 97 varaktır. Defterde yer alan hükümlerin çoğu fermanlardan oluşmaktadır. 1767-71 yılları Osmanlı Devleti'nin Rusya ile savaş içinde olduğu bir dönemdir. Bu savaşlar, çeşitli nedenlerle Edremit kazasına yazılan fermanlar yoluyla deftere yansımıştır. Tereke kayıtları, narh defterleri, vakfiyeler gibi belge çeşitleri de Edremit kazasının sosyal ve ekonomik durumu hakkında bilgi vermektedir. Bu çalışma üç bölüme ayrılmıştır. İlk bölümde defterin genel durumu hakkında bilgi verilmiştir. Defterde yer alan belgeler türlerine göre tasnif edildikten sonra kayıtların özetleri gerçekleştirilmiştir. Bunun yanı sıra kullanılan yöntem belirtilmiştir. İkinci bölümde, 97 varaktan oluşan defterde yer alan konular sınıflandırılarak Osmanlı Devleti'nin içinde bulunduğu durum hakkında bilgi verilmiştir. Ayrıca Osmanlı Devlet Teşkilatı’nda yer alan kurum ve görevliler açıklanmıştır. İlgili kısımlar da dipnotlarda gösterilmiştir. Üçüncü bölümde defterin transkripsiyonu verilerek çalışma sonlandırılmıştır.

Şer`iye Sicili Defterleri, Osmanlı Tarihi başta olmak üzere, hukuk, edebiyat gibi sosyal bilimlerin vazgeçilmez kaynaklarındandır. Kadıların sahip oldukları geniş yetki ve sorumluluklar dâhilinde çeşitli konular defterlere yansımakta ve bu durum da Şer`iye Sicilleri'nin çok yönlü bir kaynak olmasını sağlamaktadır.Bu tez, H. 1180?85 [M. 1767?71] yıllarına ait Edremit Kazası Şer`iye Sicili'nin basit transkripsiyon yöntemi ile günümüz Türkçesine çevirisinden oluşmakta, defterde bulunan bilgiler ışığında dönemin değerlendirmesini içermektedir.Edremit Şer`iye Sicili defteri 97 varaktır. Defterde yer alan hükümlerin çoğu fermanlardan oluşmaktadır. 1767?71 yılları Osmanlı Devleti'nin Rusya ile savaş içinde olduğu bir dönemdir. Bu savaşlar, çeşitli nedenlerle Edremit kazasına yazılan fermanlar yoluyla deftere yansımıştır. Tereke kayıtları, narh defterleri, vakfiyeler gibi belge çeşitleri de Edremit kazasının sosyal ve ekonomik durumu hakkında bilgi vermektedir.Bu çalışma üç bölüme ayrılmıştır. İlk bölümde defterin genel durumu hakkında bilgi verilmiştir. Defterde yer alan belgeler türlerine göre tasnif edildikten sonra kayıtların özetleri gerçekleştirilmiştir. Bunun yanı sıra kullanılan yöntem belirtilmiştir. İkinci bölümde, 97 varaktan oluşan defterde yer alan konular sınıflandırılarak Osmanlı Devleti'nin içinde bulunduğu durum hakkında bilgi verilmiştir. Ayrıca Osmanlı Devlet Teşkilatı'nda yer alan kurum ve görevliler açıklanmıştır. İlgili kısımlar da dipnotlarda gösterilmiştir. Üçüncü bölümde defterin transkripsiyonu verilerek çalışma sonlandırılmıştır. The Court Registries are indispensible amongst the sources of social sciences like the Ottoman History, law and litarature. The Court Registries are multidimensional sources because they concern diversity of issue in the framework of the large authority and several responsibilities of the kadis.This thesis consist on the translation of the court registry of the district of Edremit between H. 1180?85 [1767/71] according to the ordinary transcription method. Further more, it contains an analysis of the period, in consideration of the information given the court registry in question.The court registry of Edremit is made of 97 dokuments. The majority of judgements in the book are imperial orders. The Ottoman Empire is in war with Russia between 1767 an 1771. It is evident that these wars are reflected through the imperial orders written for the district of Edremit. Besides, succession registries, officially fixed price books and foundation certificates in the said registry, gives information about the social and economical situation of the district of Edremit.This paper is divided into three sections. In the first section, general information is given about book. After the classification of the documents in the book regarding their type, a summary of the registers of is made. The method used is also explained. In the second section an analysis of the context of the Ottoman Empire in question by classifying the subject in the book of 97 documents. Besides, Ottoman Institions and the officers of the period are stated. Footnotes are used to make references to the subject in question. The third section a complete translation of the books is made. 559

DEPREME DAYANIKLI BİNA TASARIM SORUNLARININ TANITILMASI ÖZET Türkiye gibi deprem riskinin fazla olduğu bir ülkede, bina tasarımlarında deprem etkisinin göz önüne alınmasının gerekliliği; yaşanan son depremlerle bir kez daha ortaya çıkmıştır. Binanın biçiminin mimari tasarım aşamasında belirmesi ve genel kararların mimar tarafından verilmesi sebebiyle, mimari tasarım aşaması depreme dayanıklı bina tasarımında önemli bir yer edinmektedir. Depreme dayanıklılık yönünden uygun tasarlanmamış bir binanın hesaplarla iyileştirilmesi çok güç, hatta bazı durumlarda imkansız olmaktadır. Bu nedenle, mimarın, bina tasarımına yaklaşırken, deprem hareketini ve depremin yapıya olan etkilerini göz önünde bulundurması gerekmektedir. Tez çalışmasının amacı; deprem olgusunun tanıtılarak; mimari tasarımın deprem dayanımındaki öneminin vurgulanması, depreme dayanıklı bina tasarım sorunlarının irdelenerek, yıllardır edinilmiş gözlem ve deneyler sonucu oluşturulmuş mimari tasarım kriterlerinin açıklanmasıdır. Bu bağlamda çalışma; giriş, konunun tanıtılması, problemin belirlenmesi, yapıların deprem etkilerine karşı korunması ve sonuçlar olmak üzere beş bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde; konuya genel bir yaklaşımla giriş yapılmakta, konunun önemi ve konuya yaklaşım tarzı açıklanmaktadır. İkinci bölümde; deprem hareketi, deprem-zemin ilişkisi ve depreme dayanıklı yapı tasarım ilkeleriyle ilgili temel kavramlar açıklanarak; mimari tasarım aşamasında bahsedilecek konular ve mimari tasarımın deprem dayanımındaki öneminin daha iyi anlaşılmasını sağlayacak kavramlar tanıtılmaktadır. Üçüncü bölümde; deprem dayanımında mimari tasarımın yeri ve önemi vurgulanarak, bina konfigürasyonundan ve bitişik binaların durumundan kaynaklanan sorunlar açıklanmaktadır. Ayrıca depreme dayanıklılık yönünden mimari yapı elemanlarının davranışları incelenmekte ve taşıyıcı sistem türlerinin özellikleri tanıtılarak, taşıyıcı sistem tasarımında ve seçiminde göz önünde bulundurulması gereken hususlar belirtilmektedir. Dördüncü bölümde, yapıların deprem etkisinden korunması yöntemleri tanıtılarak, deprem etkilerinin sismik kontrol sistemleriyle izole edilmesi anlatılmaktadır. Sismik izolasyon sistemleri açıklanarak bunların mimari tasarıma etkileri belirtilmektedir. Sonuç bölümünde ise depreme dayanıklı betonarme bina tasarımına mimari açıdan yaklaşımın gerekliliği ve dikkat edilmesi gereken hususlarla ilgili bilgi verilmekte ve tez çalışmasından elde edilen sonuçlar irdelenmektedir. xviii THE DESCRIPTION OF DESIGN PROBLEMS OF EARTHQUAKE RESISTANT BUILDING SUMMARY In a country like Turkey, where there is a high risk of earthquakes, the requirement for the consideration of the effect of earthquakes on the building designs is once more seen with the last earthquake happened. Due to the emerging of the building's structure in the architectural design stage and general decisions being given by the architect, the architectural design stage in designing buildings, which are resistant against earthquakes, occupies a significant place. The improvement of a building, which is not designed with appropriate resistance against earthquake, by calculations is very hard, whereas almost impossible. Because of this, when approaching the building design, an architect should consider the movement of the earthquake and the effects of the earthquake on the building. The purpose of this thesis study is; by introducing the earthquake phenomenon, the statement of the importance of architectural design on resistancy against earthquake and; by inspecting the design problems of buildings which are resistant against earthquake, the description of the architectural design criteria which are formed as the results of the observations and experiments made for years. The study within this scope is comprised of five sections which are the presentation of the subject, the determination of the problem, the protection of the buildings against the effect of the earthquake and the conclusion. In the first section; an introduction to the subject is made by a general approach, the significance of the subject and the approaching method to the subject is described. In the second section: basic concepts related to the movement of the earthquake, the earthquake-ground relation, and the earthquake-resistant structure design principles are described and the concepts which will provide a better understanding to the importance of the architectural design in resistancy against earthquake, are introduced. In the third section; the place and importance of architectural design in resistancy against earthquake is stressed, the problems arising from building configuration and the status of the adjacent buildings are explained. Moreover, the behavior of the architectural structure elements regarding their resistancy against earthquake, is examined and the specifications of the structural system types are introduced, and the conditions which should be considered in designing and choosing of the structural system are indicated. In the fourth section; the methods of protecting the buildings against the effect of the earthquake, are introduced, and the isolation of the earthquake effects by seismic xixcontrol systems is described. Seismic isolation systems are explained and their effects on the architectural design are indicated. In the conclusion section, the necessity of approaching the earthquake-resistant concrete building design from the point of architectural design is stated, information is given about the conditions which should be considered and the results obtained from this thesis study are examined. xx 172

ÖZET Genel olarak sanat, kişisel soranlara yüceltme, yaratma, kendini gerçekleştirme yoluyla çözüm bulmaktır. Aynı zamanda duygu ve düşünce arasındaki karşılık ve içice geçmiş bağlantıları vurguladığı da düşünülen sanat, algılama, düşünme, imgeleme ve bedensel eylemin de etkin olduğu bir süreçtir. Bu yaklaşımla, çocukta yaratıcılık ve sanat yoluyla eğitimin önemi üzerinde duruldu. Ancak yaratıcılıkta doğuştan gelen gizil güçlerle, sonradan kazanılan kişilik özelliklerinin ve çevrenin de etkisi gözönünde bulundurularak kişilik ve anlatım tipleri ile çocukların gelişim aşamaları kuramsal olarak ele alındı. Bu bilgiler doğrultusunda ve çocukların yalın bir anlatım aracı olarak oluşturdukları resimlerden hareketle, eğitimciler ve pedagoglarca belirlenen, plastik sanatlarda çocuk tipleri, çocuk resimlerinin gelişim basamakları ile resim özellikleri, örneklerle tanınmaya çalışıldı. Tüm çocukların gelişim süreçleri içerisinde, aynı yolu izledikleri gözlenir. Ancak, çocukların gelişim süreleri ile davranışları kazanmak üzere geçirdikleri sürenin, çocuktan çocuğa değişkenlik gösterdiği düşüncesi ve çocuğu anlamanın temelinde bu aşamaları bilmenin gereğiyle çocuk, çocukların gelişim dönemleri ve çizim yeteneği ile zihinsel değişim arasındaki ilişki yine kuramsal olarak ele alındı. Çocuğun çevresini anlama ve kendisini gerçekleştirme uğraşına yaklaşımlarını anlamak için, araştırmada farklı kesimlerdeki yetişkinlerin görüşlerine de yer verildi. Tüm bu kuramsal çerçeve ve yapılan gözlemler ışığında, sağlıklı bireylerin biçimlenmesi için çok erken yaşlarda çocuklara rehberlik edilmesinin önemi ve gereği üzerinde durulurken, bu rehberlik hizmetinin müdahaleci değil, özgün yaratma cesareti ve buna bağlı olarak kendilerine güven duygusu kazanacakları, özgürce anlatıma olanak sağlar biçimde olması gereği üzerinde duruldu. Temelde resmin, çocuğun özel tavrını ve genel tutumunu anlamak için, en iyi araç olduğu düşüncesinden hareketle, çocuğun kişilik özellikleri, ailesi, arkadaşları,M. M. öğretmenleriyle olan ilişkileri ve bu bireylere yönelik tutum ve davranışları, iç çatışmaları ve korkulan resimlerinde tanınmaya çalışıldı. Bu çalışmadaki tüm veriler 3-15 yaş arasındaki çocukların resimlerinin, kişisel dosyalarındaki bilgiler ve uzman görüşlerinin ışığında çözümlenmesi ile elde edildi. nı SUMMARY Art in general terms, may help solve personal problems with the help or self image and creativity. At the same time we are able to sort out our thoughts and feelings which is thought to be associated with art, thought, understanding, imagination and physical well being. So as a result it has been emphasized to educate children based upon creativity and art. It is thought that creativity may be inherited by birth, change as the pupil matures in personality and changes in personality caused by the persons immediate surroundings keeping this in mind art is thought according to the childs step by step progression; according to the information which has been maintined, pictures painted by a child, by the plastic art which has been created to show the characteristics of a child, by the life cycles of a child and by various art work, psychologists have tried to figure out specific behaviours. AH children follow similiar growth patterns in similiar time periods, but growth and behaviour patterns may vary from child to child and to totaly understand the child one must also be aware of the childs behavior stages, knowing this will also help in understanding the childs growth stages, drawing talent and psyycologic advancement between the two. To help understand the ways in which a child deals with his surroundings, grown up views have been recorded to help in futher research. All of this theoredical information and observation which have been noted, will help us understand the importance of educating children at a very early age. But we must keep in mind that we should not force the child but only show him/her the right way. By doing this we will be adding to the childs self confidence and the child will be able to express himself more freely. A child's persoel behaviour, overall manner will reflect in the childs paintings and drawings. Knowing this we can figure out the person's personel characteristics, family life, student teacher relations, manners, behaviour, self strugle, fears and other problems are tried to be recognized by means of the childs paintings.IV All of this information in this work has been maintained from paintings and other various art work made by children between the age 3 and 15 from specialists and child psychologists. 135

3. Kavramda Sağlıklı Yaşam Sempozyumu "Herkes İçin Sağlık"

Bu araştırma koroner anjiyografi uygulanan hastaların sağlıklı yaşam biçimi davranışları ve depresyon belirtilerini değerlendirmek amacıyla tanımlayıcı olarak yapıldı. Araştırmanın evrenini İstanbul’da bulunan özel bir eğitim araştırma hastanesi kardiyoloji servisinde anjiyografi işlemi olan hastalar, araştırmanın örneklemini ise araştırmaya dâhil edilme kriterlerini karşılayan ve araştırmaya katılmayı kabul eden 100 hasta oluşturdu. Araştırmanın verileri Hasta Tanıtım Formu, Beck Depresyon Envanteri (BDE) ve Sağlıklı Yaşam Biçimi Davranışları Ölçeği II (SYBDÖ II) kullanılarak toplandı. Veriler, SPSS for Windows 22 paket programı ile analiz edildi. Verilerin analizinde Pearson korelasyon analizi, Linear Regresyon analizi, Cronbach α kat sayısı, Kurtosis ve Skewness kat sayıları kullanıldı. Bu araştırma sonucunda koroner anjiyografi uygulanan hastalarda depresyon belirtileri gözlendiği sonucuna ulaşıldı. Sağlıklı yaşam biçimi davranışları ve depresyon belirtileri arasında ise negatif yönlü bir ilişki olduğu görüldü. Sağlıklı yaşam biçimi davranışları arttıkça depresyon belirtilerinin de azaldığı görülmektedir., This descriptive study was conducted to determine the symptoms of depression and to evaluate healthy lifestyle behaviors in patients undergoing coronary angiography. The population of the study consisted of patients who underwent angiography in the cardiology service of a private training and research hospital in Istanbul, and the sample of the study consisted of 100 patients who met the inclusion criteria and agreed to participate in the study. The data of the study were collected using the Patient Description Form, Beck Depression Inventory (BDI), and Healthy Lifestyle Behaviors Scale II (SYBDS II). Data were analyzed with SPSS for Windows 22 package program. Pearson correlation analysis, Linear Regression analysis, Cronbach α coefficient, Kurtosis and Skewness coefficients were used in the analysis of the data. As a result of this study, it was concluded that depression symptoms were observed in patients who underwent coronary angiography. There is a negative relationship between healthy lifestyle behaviors and depression symptoms. It is seen that as healthy lifestyle habits increase, symptoms of depression decrease.

Bu araştırma açık kalp ameliyatı olan hastalara uygulanan sırt masajının ağrı düzeyi üzerine etkisini belirlemek amacıyla Ocak 2020- Ocak 2021 tarihleri arasında Maltepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Eğitim ve Araştırma Hastaneleri’nde ameliyat olan 66 hasta ile gerçekleştirildi. Bu hastaların 34’ü müdahale, 32’si kontrol grubunu oluşturdu. Araştırma verileri ‘’ Hasta Tanılama Formu’’ ve ‘’Visual Analog Skala’’ ile yüz yüze görüşülerek toplandı. Hastalara; yoğun bakım ünitesinden servise transfer edildikten sonra bir kere 20 dakika boyunca kesintisiz sırt masajı uygulanarak ağrı düzeyi üzerine etkisi değerlendirildi. Veriler SPSS 22 programı ile analiz edildi. Ayrıca sayı, yüzdelik, ortalama (X), standart sapma (SD) ve grupların ön test son test sonuçlarının karşılaştırılmasında bağımsız gruplarda t testi uygulandı. Ki-kare analizi ile müdahale ve kontrol grubundaki dağılımlara, Mann Whitney-U testi ile iki grubun karşılaştırılmasına bakıldı. Her iki grubun çoğunluğunda sigara içen, orta yaş, erkek hastalardan oluştuğu görüldü. Masaj öncesi ağrı şiddeti yüksek olduğu, gruplar arasında ağrı şiddeti açısından anlamlı farklılık olmadığı görüldü (p>0.05). Grupların masaj sonrası ağrı şiddeti değerlendirildiğinde müdahale grubundaki hastaların ağrısının azaldığı, kontrol grubundakilerin ise azaldığı ancak iki grup arasında anlamlı farklılık olduğu bulundu (p, This study was carried out with 66 patients who underwent surgery at Maltepe University Faculty of Medicine Training and Research Hospitals between January 2020 and January 2021 to determine the effect of back massage applied on the pain level of patients undergoing open heart surgery. 34 of these patients constituted the intervention group and 32 constituted the control group. Research data were collected through face-to-face interviews with the "Patient Diagnosis Form" and "Visual Analog Scale". To the patients; After being transferred from the intensive care unit to the service, a continuous back massage was applied for 20 minutes once, and the effect on the pain level was evaluated. Data were analyzed with SPSS 22 program. In addition, t-test was applied to independent groups to compare number, percentile, mean (X), standard deviation (SD) and pre-test and post-test results of the groups. The distributions in the intervention and control groups were compared with the chi-square analysis, and the comparison of the two groups with the Mann Whitney-U test. It was observed that the majority of both groups consisted of smokers, middle-aged, male patients. It was observed that the pain intensity was high before the massage and there was no significant difference between the groups in terms of pain intensity (p>0.05). When the pain intensity of the groups was evaluated after the massage, it was found that the pain of the patients in the intervention group decreased, while those in the control group decreased, but there was a significant difference between the two groups (p

Çalışma, Koroner Arter Bypass Greft (KABG) ameliyatı olan hastalar üzerinde uygulanan müzik terapisinin anksiyete ve ağrı düzeyine etkisini belirlemek amacıyla yapıldı. Araştırmanın evrenini Dokuz Eylül Üniversitesi Uygulama ve Araştırma Hastanesi Kalp Damar Cerrahisi Servisinde Koroner Arter Bypass Ameliyatı olacak hastalar oluşturdu. Evrenin örneklem sayısı müdahale ve kontrol gruplarının herbirinde 30hasta olmak üzere 60 hasta olarak belirlendi. Veriler, “Kişisel Bilgi Formu”, “Durumluk Anksiyete Ölçeği” ve “Visual Analog Skala” ilehastalarla birebir görüşme sağlanarak toplanmıştır. Verilerin değerlendirilmesinde Yüzdelik, Ortalama (X), Standart Sapma (SD),Kolmogorov-Smirnov, Mann–Whitney U,WilcoxonSigned-Ranksve Ki Kare (χ2) testlerikullanılmıştır. Kontrol ve müdahale grubundaki hastaların, cerrahi işlem öncesi ve sonrası durumluk anksiyete düzeylerinde düşme gözlemlenirken, cerrahi serviste ölçülen ağrı düzeyi yönünden istatistiksel olarak anlamlı farklılık olduğu belirlendi. Araştırmada elde edilen sonuçlara göre koroner arter bypass cerrahisinde müzik terapisinin, anksiyete düzeyini ve algılanan ağrı şiddetini azaltmada etkili olduğunu belirlenmiştir. Bu bağlamda, KABG uygulanan hastalarda bu terapinin uygulanması önerilmektedir., The aim of the study was to determine the effect of music therapy on anxiety and pain levels in patients with Coronary Artery Bypass Graft (CABG) surgery.The population of the study consisted of patients who would undergo Coronary Artery Bypass Surgery in the Cardiovascular Surgery Service of Dokuz Eylül University Practiceand Research Hospital. The number of sample store present the universe was determined as 60 patients, 30 patients in each of the intervention and control groups. The data were obtained through face-to-face interview sthrough the "Personal Information Form" prepared by there searcher, the "State Anxiety Scale" and the "Visual Analog Scale", whose validity and reliability studies were conduct edandused in Turkey. Percentage Mean (X), Standard Deviation (SD), Kolmogorov-Smirnov, Mann–Whitney U, Wilcoxon Signed-Ranksand Chi-Square (χ2) tests were used to evaluate the data. While a decrease was observed in the state anxiety levels of the patients in the control and intervention groups before and after the surgical procedure, there was a statistically significant difference in terms of pain level measured in the surgical service. According to there sult sobtained in the study, it was determined that music therapy was effective in reducing the level of anxiety and perceived pain intensity in coronaryartery bypass surgery. In this context, it is recommended to use this therapy in patients undergoing CABG.

Bu çalışma, laparoskopik kolesistektomi ameliyatı sonrası hastalarda oluşan omuz ağrısı ve uyku kalitesine, klasik masajın etkisini incelemek amacıyla Ocak 2020-Mart 2021 tarihleri arasında Maltepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Genel Cerrahi Anabilim Dalı’nda opere olan 60 hasta ile gerçekleşmiştir. Bu hastaların 30’u müdahale grubunu, 30’u ise kontrol grubunu oluşturmaktadır. Araştırma verileri için, “Birey Tanıtım Formu”, “Görsel Kıyaslama Ölçeği” ve “Richard Campbell Uyku Ölçeği” kullanılmıştır. Araştırma bulgularına bakıldığında, masaj uygulamasının hastaların omuz ağrısına kısa süreli bir etki yarattığı ve uyku kalitesini anlamlı şekilde yükselttiği görülmektedir., This study was carried out with 60 patients who were operated in Maltepe University Faculty of Medicine General Surgery Department between January 2020 and March 2021 to examine the effect of classical massage on shoulder pain and sleep quality in patients after laparoscopic cholecystectomy surgery. 30 of these patients constitute the experimental group and 30 of them constitute the control group. “Individual Introduction Form” ‘’Visual Comparison Scale’’and ‘’Richard Campbell Sleep Scale’’ were used for research data. According to examination of the research findings, the massage therapy has a short-term effect on the shoulder pain of the patients and increases the sleep quality.

Bu çalışma meme kanseri cerrahisi uygulanacak hastaların sosyal destek algısı, manevi yönelim ve umut düzeylerini belirlemek amacıyla tamamlayıcı-ilişki arayıcı olarak yapıldı. Araştırmanın evrenini Marmara Üniversitesi Pendik Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul Onkoloji Hastanesi ve İstanbul Haydarpaşa Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Genel Cerrahi kliniğine 02.12.2019-31.05.2020 tarihleri arasında meme kanseri nedeni ile cerrahi tedavi planlanmış ve yatışı yapılmış hastalar oluşturdu. Araştırmanın örneklemini ise meme cerrahisi uygulanacak çalışmayı katılmayı kabul eden 141 meme kanseri hastası oluşturdu. Veriler Hasta Tanıtım Formu, Manevi Yönelim Ölçeği (MYÖ), Herth Umut Ölçeği (HUÖ), Çok Boyutlu Algılanan Sosyal Destek Ölçeği (ÇBASDÖ) kullanılarak toplandı. Verilerin istatistiksel analizinde normal dağılan ölçümlerde Pearson korelasyon analizi, normal dağılmayan ölçümlerde ise Spearman korelasyon analizi kullanılmıştır. İç tutarlılık analizi için Cronbach α katsayısı, verilerin normallik dağılımı için de Kurtosis ve Skewness kat sayıları kullanıldı. Bu çalışma sonucuna göre cerrahi tedavi uygulanacak hastaların manevi yönelim ve çok boyutlu algılanan sosyal destek düzeylerinin yüksek olduğu ve bu faktörlerin umut düzeyine etkisinin olduğu bulundu. Hastaların manevi yönelim ve çok boyutlu algılanan sosyal destek düzeyi arttıkça umut düzeyi de artmaktadır., This study was conducted as a complementary-relationship seeker to determine the social support perception, spiritual orientation and hope levels of patients undergoing breast cancer surgery. The universe of the study consisted of patients who were scheduled for surgery and hospitalized for breast cancer between 01.10.2019-31.05.2020 in Marmara University Pendik Training and Research Hospital, Istanbul Oncology Hospital and Istanbul Haydarpaşa Numune Training and Research Hospital General Surgery Clinic. The sample of the study consisted of 141 breast cancer patients who agreed to participate in the study to undergo breast surgery.The data were collected using the Patient Descriptive Characteristics Form, Spiritual Orientation Scale (SOS), Herth Hope Scale (HHS), and the Multidimensional Scale of Perceived Social Support (MSPSS). In the statistical analysis of the data, Pearson correlation analysis was used for normally distributed measurements, and Spearman correlation analysis was used for non-normally distributed measurements. Cronbach α coefficient was used for internal consistency analysis, and Kurtosis and Skewness coefficients were used for normality distribution of the data. According to the results of this study, it was found that the levels of spiritual orientation and perceived multidimensional social support of the patients undergoing surgical treatment were high and these factors had an effect on the hope level. As the spiritual orientation and multidimensional social support of the patients increase, the level of hope increases.

Kalp Hastalıkları dünyada ve Türkiye'de en önemli mortalite ve morbidite nedenlerinden biridir. Kalp hastalıklarının ortaya çıkışını engellemek, gecikmesini sağlamak, hastalığa yakalananların prognozunu yavaşlatmak, yaşam kalitesini ve süresini uzatmak önemli bir hedeftir. Bu nedenler ele alındığında, hastalığın ortaya çıkışını engellemek en azından gecikmesini sağlamak, hastalarda ise hastalığın ilerleme seyrini yavaşlatmak önemli bir hedeftir. Niceliksel tipteki bu araştırma; kalp hastalığı olan bireylerin sosyal destek algısı ile hastalığa psikososyal uyumları arasındaki ilişkiyi belirlemek amacıyla yapıldı. Araştırmanın evrenini 01/12/2017-01/06/2018 tarihleri arasında Maltepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Eğitim ve Araştırma Hastanesi Kardiyoloji Servisine kalp hastalığı tanısıyla yatan hastalar oluşturdu. Araştırmanın örneklemini ise çalışmaya katılmayı kabul eden 100 kalp hastası oluşturdu. Verilerimiz Kişisel Veri Toplama Formu, hastalığa psikososyal uyumu ölçmek için Hastalığa Psikosyal Uyum-Öz Bildirim Ölçeği (PAIS-SR) ve Çok Boyutlu Algılanan Sosyal Destek Ölçeği (ÇBASDÖ) kullanılarak toplandı. Sonuç olarak kardiyoloji servisine kalp hastalığı nedeni ile yatan hastaların algıladıkları sosyal destek arttıkça hastalığa psikososyal uyumlarının da arttığı bulundu., Cardiac Diseases are one of the most significant mortality and morbidity reasons both in the world and in Turkey. Prevention of cardiac diseases‟ emergence, delaying them, decelerating the prognosis of the afflicted, improving the quality of their life and protracting their lifespan are significant objectives. When these reasons are reviewed, to prevent the disease‟s emergence or at least to ensure retardation of it and to decelerate the feed rates of the disease in patients are significant objectives. This quantitative study has been conducted with the aim of determining the correlation between cardiac patients‟ social support perception and their psychosocial adaptation to the disease. In-patients at Cardiology Service of Maltepe University Medical Faculty Training and Research Hospital between the dates 01/12/2017-01/06/2018 with cardiac disease diagnosis formed the target population of this study. 100 cardiac patients accepting to participate in the study formed the sample of study. The data has been collected by using Personal Data Collection Form, Psychosocial Adjustment to Illness Scale (PAIS-SR) to evaluate the psychosocial adjustment to the disease and MultiDimensional Perceived Social Support Scale (MSPSS) As a consequence, those patients‟psychosocial adaptation, who hospitalize in cardiology service due to cardiac disease, has been determined to increase as the social support they perceived increases.

Bu çalışma akciğer kanseri tanısı almış, tedavi yöntemi olarak pnömonektomi ve lobektomi planlanmış hastalarda ölüm kaygısını belirlemek amacıyla yapılmıştır. Araştırmanın evrenini bir kamu hastanesinde akciğer kanseri tanısı alarak Lobektomi ve Pnömonektomi planlanmış olan hastalar oluşturdu. Araştırmanın örneklemini ise araştırmaya alınma kriterlerini karşılayan ve araştırmaya katılmayı kabul eden 110 hasta oluşturdu. Araştırmanın verileri Demografik Bilgi Formu ve Thorson-Powell Ölüm Kaygısı Ölçeği kullanılarak toplandı. Araştırmada öğrenim durumu, medeni durum, çalışma durumu, gelir, fiziksel ihtiyaçları karşılama durumu, psikiyatrik tanı alma, sorunlarla başa çıkma şekli ve ölümü ifade etme durumu ile ölüm kaygısı arasında anlamlı ilişkiolduğu belirlendi. Fiziksel ve Ruhsal Fonksiyonları Kaybetme Kaygısı, Çürüme ve Bozulma İle İlgili ile Kaygılar, Ölüm Süreci ve Istırap Çekme ve Ölüm Kaygısı ile Ameliyat sonrası hastanede kalış süresi arasında negatif yönlü, düşük düzeyli anlamlı ilişki bulundu ( p < 0,05 ). Öte Âlemle İlgili Kaygılar puanı ile Ameliyat sonrası hastanede kalış süresi arasında anlamlı bir ilişki bulunmadığı belirlendi ( p < 0,05 )., The purpose of this study is to determine the death anxiety of patients diagnosed with lung cancer and planned to undergo pneumonectomy and lobectomy as a treatment method. The population of the study consisted of the patients diagnosed with lung cancer and planned to undergo Lobectomy and Pneumonectomy in a public hospital. The sample of the study, on the other hand, consisted of 110 patients meeting the inclusion criteria and agreeing to participate in the study. The data of the study were collected by using Demographic Information Form and Thorson-Powell Death Anxiety Scale. Significant correlations were found between death anxiety and educational status, marital status, employment status, income, status of meeting physical needs, being diagnosed psychiatrically, ways to cope with problems and status of expressing death. Negative low significant correlations were found among the fear of losing physical and mental functions, anxiety related to decaying or deterioration, death process and suffering and death anxiety, and the length of hospital stay following the operation. It was revealed that there was no significant correlation between the score for anxieties regarding afterlife and the length of hospital stay following the operation.

Son zamanlarda bariatrik cerrahi uygulanması dünya genelinde giderek yaygınlık kazanmıştır. Bariatrik cerrahi ile obeziteye bağlı gelişen hastalıkların ciddi oranda azaldığı ya da tamamen ortadan kalktığı yapılan araştırmalarla ortaya çıkmıştır. Bariatrik cerrahi sonrası hastaların yaşam kalitelerini ölçen yeterli sayıda kaynak bulunamaması bizi bu çalışmayı yapmaya yönlendirmiştir. Bu çalışma, bariatrik cerrahi sonucunda verilen kilonun yaşam kalitesi üzerine etkisini incelemek amacıyla yapılmıştır. Araştırmamızın evrenini Sağlık Bilimleri Üniversitesi Antalya Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ ne bariatrik cerrahi olmak için başvuran hastalar oluşturmuştur. Araştırmanın örneklemini ise çalışmaya katılmayı kabul eden 53 obez hasta oluşturmuştur. Verilerimizi Kişisel Veri Toplama Formu ve Kilonun Yaşam Kalitesine Etkisi Anketi – Kısa Sürüm (IWQOL-Lite) kullanılarak toplanmıştır. Obez bireylerin kiloları ve beden kitle indeksleri azaldıkça Kilonun Yaşam Kalitesine Etkisi Anketi – Kısa Sürüm (IWQOL-Lite)’ nden aldıkları puanların düzenli olarak arttığı tespit edilmiştir. Sonuç olarak morbid obez hastalara uygulanan bariatrik cerrahi kilo kaybı açısından son derece etkili bir yöntemdir. Hastalar kilo verdikçe ameliyat sonrası dönemdeki yaşam kaliteleri artmıştır., Recently, the practice of bariatric surgery has become increasingly widespread throughout the world. Bariatric surgery, obesity due to the development of diseases significantly decreased or completely eliminated has emerged from research. The inability to find sufficient resources to measure the quality of life of patients after bariatric surgery led us to do this study. The aim of this study was to investigate the effect of bariatric surgery on quality of life. The population of our study consisted of patients who applied for bariatric surgery to University of Health Sciences Antalya Training and Research Hospital. The sample of the study consisted of 53 obese patients who agreed to participate in the study. Our data were collected using the Personal Data Collection Form and the Questionnaire on Quality of Life Impact Questionnaire - Short Version (IWQOL-Lite). As the weight of obese individuals and body mass index decreased, the number of points they received from the Questionnaire on Quality of Life - Short Version (IWQOL-Lite) increased regularly. In conclusion, bariatric surgery applied to morbidly obese patients is a very effective method in terms of weight loss. As patients lose weight, their quality of life has increased in the postoperative period.

Bu çalışma, ameliyathane ekibinin iletişim becerileri ile tükenmişlik düzeyleri arasındaki ilişkiyi belirlemek amacıyla yapılmıştır. Araştırmanın evrenini, İstanbul Anadolu Kuzey Kamu Hastaneler Birliği’ne bağlı olan dört eğitim ve araştırma hastanesi oluşturmuştur. Araştırmanın örneklemini, araştırmaya katılmayı kabul eden 158 kişi oluşturmuştur. Veriler; araştırmacı tarafından literatür taranarak oluşturulan tanıtıcı bilgi formu, Maslach Tükenmişlik Ölçeği ve İletişim Becerileri Envanteri kullanılarak toplanmıştır. Ameliyathane ekibinin ölçeklerden aldıkları puan ortalamalarına bakıldığında, duygusal tükenme ve duyarsızlaşmanın düşük, kişisel başarının yüksek olduğu bulunmuştur. Ameliyathane ekibinin ölçek puanları incelendiğinde, katılımcıların iletişim becerileri envanteri toplam ve alt ölçek puanlarının ortalamadan yüksek olduğu görülmektedir. Bu araştırmanın sonucuna göre ameliyathane ekibinin düşük tükenmişlik yaşadığı ve iletişim becerilerinin yüksek olduğu görülmektedir. Ameliyathane ekibinin iletişim becerileri ve tükenmişlikleri karşılaştırıldığında, istatistiksel olarak anlamlı, negatif yönlü ve düşük düzeyli ilişki olduğu bulunmuştur., This study was conducted to determine the relationship between the communication skills and the burnout levels of the operating room team.The universe of the research was formed by four educational and research hospitals, to which the Istanbul Anatolian Northern Public Hospitals Union belongs. The sample of the research was 158 people who agreed to do the research. Data; an introductory information questionnaire constructed by searching the literature by the researcher, Maslach Burnout Inventory and Communication Skills Inventory. When the average scores of emotional exhaustion and depersonalization of the operating room team were examined, there was a low burnout level, personal success average scores indicate that they have a high level. When the scale scores of the operating room team are examined, it is seen that the communication skills ınventory total and subscale scores of the participants who did complete the research are higher than average. When the results of the study were examined, it was found that the negative and low level relationship between communication skills and burnout levels of the operating room team.

Ameliyat öncesi açlık, cerrahi işlem geçirecek hastalarda uygulanan önemli bir uygulamadır. Genel cerrahi geçiren hastalardan, cerrahi işlemden önceki gece yarısından başlayarak tüm katı gıdalar ve sıvıların kısıtlanması istenmektedir. Azaltılmış ameliyat öncesi açlık süresinin güvenliği ve yararları açıktır. Ameliyat öncesi aç kalma cerrahiden önce uygulanacak geleneksel bir prosedürdür. Buna karşın hala ameliyat öncesi aç kalma süresi tartışılmaktadır. Buradan hareketle bu çalışmanın amacı; preoperatif açlık süresinin postoperatif iyileşme üzerine etkisini belirlemektir. Çalışmada deneme grubu (n=47) ameliyat öncesi 2 saate kadar sıvı olarak; karbonhidratlı sporcu içeceği, 6 saate kadarda katı gıda tüketmiştir. Kontrol grubu (n=47) ise; geleneksel yöntemlere göre ameliyat öncesi gece yarısından itibaren aç kalan hastalardan oluşturulmuştur. Yapılan analizler sonucunda preoperatif aç kalma saati ile cerrahi serviste, yoğun bakım ve hastanede kalış gün süresi, ameliyat süresi, mobilizasyona geçiş süresi ve ağrı şiddeti arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark olmadığı tesbit edildi., Preoperatively, fasting is an important application in patients who undergo surgical procedures. Patients undergoing general surgery are asked not to take all solid foods and fluids starting from midnight before surgery. The safety and benefits of a reduced preoperative fasting period are obvious. Pre-operative hunger is a traditional procedure to be performed before surgery. However, the duration of pre-operative fasting is still being discussed. The purpose of this study is to move from here; the effect of preoperative fasting time on postoperative recovery. The experimental group (n = 47) in the study consumed up to 2 hours of fluid and 6 hours of solid food before surgery. In the control group (n = 47); Patients who were hungry before surgery were formed according to conventional methods. As a result of the analysis, a statistically insignificantwas found between preoperative hunger time and surgical serviste, intensive care and hospital stay, operation time, duration of transition to mobility and pain intensity.

Psychomotor excitement, experienced by patients suffering from psychosis of schizophrenic spectrum, is a condition, which can present social danger and threat for patient’s life. Therefore the qualitative stopping of this condition in short terms and with minimal side effects, causing by medicines, is the urgent task of psychiatry., Şizofreni spektrumundaki psikotik olgulardaki ajitasyon, sosyal tehlike ve hastanın yaşamı için tehdit oluşturabilen bir durumdur. Bu nedenle, en kısa sürede en az yan etkili ilaçlarla bu durumun durdurulabilmesi psikiyatrinin önceliğidir.

Chronic obstructive pulmonary disease (COPD) is a global medical problem characterized by persistent progression of the pathological process, which invariably leads to the irreversible deterioration of lung function and the presence of comorbid conditions can exacerbate pathological changes an these patients, thereby adversely affecting the course of COPD., Kronik obstrüktif akciğer hastalığı (KOAH) patolojik sürecin devamlı progresyonu ile karakterize olan küresel tıbbi bir sorundur, daima akciğer fonksiyonunun geri dönüşsüz bozulmasına yol açar ve komorbid durumların varlığı bu hastalarda patolojik değişiklikleri şiddetlendirebilir.

The development of any chronic disease of internal organs is associated. First of all, with the damage to the cell membrane - multilayered formation of phospholipids. Chronic lipid imbolance of the membrane, resulting from prolonged exposure to a pathogenic factor, can disrupt the specific functions of cells and thereby contribute to the progression of the disease., İç organlarda her hangi bir kronik hastalık gelişmesi, öncelikle hücre zarının zarar görmesi, çok katlı fosfolipit yapıyla alakalıdır. Membrandaki kronik lipid düzensizliği, patojenik faktörlere uzun süre maruz kalmanın sonucu, hücrenin spesifik fonksiyonlarını kesintiye uğratabilir ve böylece hastalığın ilerlemesine katkıda bulunur.

Liver cancer is one of the most common cancer types in the world. Hepatocellular carcinoma (HCC) is the most common primary malignant tumor of the liver originating from hepatocytes. There are so many recent studies related to how differentiation, invasion and migration mechanisms of cells are broken down in hepatocellular carcinoma., Karaciğer kanseri dünyadaki en yaygın kanser türlerinden biridir. Hepatosellüler karsinoma (HSK), hepatosit kaynaklı karaciğerin en sık rastlanan primer malign tümörüdür. Hücrelerin diferansiyasyon, invazyon ve migrasyon mekanizmalarının hepatosellüler karsinomada nasıl değiştiği ile ilgili birçok yeni çalışma bulunmaktadır.

The main problem of posyandu (integrated health post) is the lack of community participation and its limited resources. An alternative solution is to identify specific behaviors with positive deviance (PD) approach. Positive Deviance (PD) is an approach towards behaviour and social changes, based on observations that the problem-solving skills faced by the community are in fact already integrated within themselves. The purposes of this research are to identify and analyze specific positive behavior through PD approach as well as proving that PD could be implemented in other posyandu. This research is a qualitative research using observational design to identify specific positive behaviours in posyandu with the best performance and doing interventions by implementing those positive behaviours in posyandu with the worst performance. Data collected for this research is done from March till August 2017. The research method used is focus group discussion (FGD) towards 10 cadre leaders, in-depth interview techniques to 59 subjects consisting of village midwifes, cadres, and posyandu target from 10 posyandu (Tunas Harapan-TH 1 to 10) in Sadeng Village, Bogor Regency and further completed with secondary data from monthly reports of posyandu. These data were analyzed qualitatively using five basic steps in PD approach which are define, determine, discover, design, and monitoring. The average attendance posyandu target was low (30,32%). The study shows that Posyandu TH 6 is defined as a model (performer) of PD. Specific positive behaviors encountered include better management of task distribution, mutual assistance behavior, cadres’ family members participation as transport volunteers, cooperation with early childhood education (ECE), sub-village involvement, and adequate posyandu building. These behaviors were applied to the Posyandu TH 4 who had the worst performance and successfully increased its attendance from 23% to 62% though it increased to 70% after monitoring. In this research the PD performer and its positive behavior have been identified through the PD approach and those behaviors were successfully applied to other posyandu., Posyandu’daki (Entegre sağlık işleri) asıl sorun toplu katılımdaki eksiklik ve kısıtlı kaynaklardır. Alternatif çözüm ise ‘olumlu sapma yaklaşımı (PD)’ ile özgül davranışları belirlemektir. PD, topluluk tarafından karşılaşılan sorun çözme becerilerinin aslında kendi içerisinde zaten bütünleştiğine ilişkin gözlemlere dayanan davranış ve sosyal değişimlere yönelik bir yaklaşımdır. Bu araştırmanın amacı, PD yaklaşımıyla spesifik pozitif davranışı tanımlamak ve analiz etmek aynı zamanda PD’nin diğer posyandu için de uygulanabileceğini kanıtlamaktır. Bu araştırma, en iyi performans ile posyandu’daki özgül pozitif davranışları belirlemek ve müdahaleler yapmak için gözlemsel tasarımı kullanan nitel bir araştırma olup, amacı olumlu davranışları kötü performanslı posyandu’ya uygulamaktır. Bu araştırma için verilerin toplanması 2017 yılı içerisinde Mart ayından Ağustos ayına kadar yapılmıştır. Kullanılan araştırma yöntemi, 10 kadro liderine yönelik odak grup tartışması (FGD); ebe, kadrolar ve 10 posyandu’dan posyandu hedefi içeren 59 deneğe yöneltilen yoğun röportaj teknikleridir (Tunas Harapan-TH 1 ila 10), Sadeng Köyü, Bogor Krallığı ve ayrıca posyandu’nun aylık raporlarından ikincil verilerle tamamlandı. Bu veriler, olumlu sapma yaklaşımında 5 temel adımla nitel olarak analiz edilmiştir. Bu adımlar; tanımlamak, kararlaştırmak, keşfetmek, tasarlamak ve gözlemlemektir. posyandu’nun ortalama katılım hedefi düşük bulunmuştur (%30,32). Çalışma, posyandu TH 6’nın bir model performansı olarak tanımlandığını göstermektedir. Karşılaşılan özgül pozitif davranışlar, görev dağılımının daha iyi yönetimi, karşılıklı yardım davranışları, kadroların aile üyelerinin ulaşım gönüllüleri olarak katılımı, erken çocukluk eğitimi (ECE) ile işbirliği, alt köy katılımı ve yeterli posyandu binası içermektedir. Bu davranışlar en kötü performansa sahip olan posyandu TH 4’e uygulandı ve izleme sonrasında TH4 katılımını % 23’ten% 62’ye başarıyla yükseltti. Bu araştırmada, PD katılımcısı ve olumlu davranışı PD yaklaşımıyla tanımlanmış ve bu davranışlar diğer posyandu’ya başarıyla uygulanmıştır.

Introduction: The additional educational activities during the studies are important for our psychological and professional development in the area where we want to improve ourselves. There are different sources of knowledge and training in the educational area. It is important to know the factors that motivate or demotivate students to participate in additional activities that can be crucial for the personal development and the complete educational system. Aim: The aim of this paper is to research the factors that hinder students to invest additionally in their knowledge and experience. Ideas and alternatives for eliminating the obstacles for additional education of the students will flow from the obtained data. Methods: In order to obtain objective and relevant information, a survey has been created and carried out and 100 students who are studying health sciences have been asked about the opinions, obstacles, experience and planning additional education. Results: 64.6% of the respondents are not informed about the possibility for improving their knowledge; 81% have never participated in any kind of educational activity; 46% believe that the main reason for this is lack of information; 21,3% name financial problems as a reason; 84% believe that an office for external relations and cooperation shall be opened at the faculty; 92% would like to improve their knowledge in the future; 73% want to join an organization for educational activities. Conclusion: In accordance with the obtained results, students have a desire to improve their knowledge and consider it helpful and beneficial in achieving their professional ambitions. A tendency for poor use and lack of information for the existing possibilities for additional education and mobility is noticed as well. Ideas and proposed measures for improvement of information and participation of students in additional educational activities have flown from the results: • Finding ways to inform students • Greater support from the academic staff of the faculty • Developing academic staff’s skills for activating the enthusiasm of each student • Sharing experiences through reports/ presentations from the fellow students who have already participated in some kind of educational activity • More financial means awarded by the faculty • Opening an office for international cooperation and relations at the faculty • Initiative for organizing home educational activities • Base – computer software of all information and experiences about educational activities and mobility, Giriş: Öğrencilik sırasında ek eğitim faaliyetleri, kendimizi geliştirmek istediğimiz alanda psikolojik ve mesleki gelişimimiz için önemlidir. Eğitim alanında farklı bilgi kaynakları ve eğitim kaynakları bulunmaktadır. Öğrencileri, kişisel gelişim ve tam eğitim sistemi için hayati önem taşıyabilecek ek faaliyetlere katılmaya motive eden veya onları demotive eden faktörleri bilmek önemlidir. Amaç: Bu yazının amacı, öğrencilerin bilgi ve tecrübelerine ek olarak yatırım yapmalarını engelleyen faktörleri araştırmaktır. Edinilen veriden, öğrencilerin ek eğitime engellerini ortadan kaldırmaya yönelik fikir ve alternatifler ortaya çıkarılacaktır. Yöntemler: Nesnel ve ilgili bilgileri elde etmek için bir anket hazırlanmış ve gerçekleştirilmiş ve sağlık bilimleri okuyan 100 öğrenciye görüşleri, engeller, deneyim ve ilave eğitim planlaması sorulmuştur. Bulgular: Ankete katılanların %64,6’sı bilgiyi geliştirme olasılığı konusunda bilgilendirilmemiştir; %81’i hiçbir eğitim faaliyetine katılmamıştır; %46’sı bunun ana sebebinin bilgi eksikliği olduğuna inanıyor; %21,3’lük bir kısım sebep olarak mali problemleri belirtmiştir; %84’ü fakültede dış ilişkiler ve işbirliği için bir ofis açılması gerektiğini düşünüyor; %92’si gelecekteki bilgilerini artırmak istiyor; %73’ü eğitim faaliyetleri için bir organizasyona katılmak istiyor. Sonuç: Elde edilen sonuçlara göre, öğrenciler bilgilerini geliştirmek için hırslıdırlar ve profesyonel amaçlarına ulaşmada bunun yararlı olduğunu düşünmektedirler. Ek eğitim ve değişim için, var olan olasılıkları az kullanma eğilimi ve bilgi eksikliği de fark edilmiştir. Bilginin arttırılması ve ek eğitimsel aktivitelere öğrencilerin katılımı için, fikirler ve önerilen önlemler şu sonuçlardan çıkarılmıştır: • Öğrencileri bilgilendirmenin yollarını bulma • Fakülte öğretim üyelerinden daha büyük destek almak • Her öğrencinin coşkusunu harekete geçirmek için akademik personelin becerilerini geliştirmek • Daha önceden bazı eğitim faaliyetlerine katılan diğer öğrencilerin raporlarını/ sunumlarını kullanarak deneyimlerini paylaşmak • Fakültenin daha fazla finansal araç sağlaması • Fakültede uluslararası işbirliği ve ilişkiler için bir ofis açılması • Evde eğitim etkinlikleri düzenleme girişimi • Temel - eğitim faaliyetleri ve hareketliliği ile ilgili tüm bilgi ve deneyimlerin bilgisayar yazılımı

Ameliyat öncesi açlık, cerrahi işlem geçirecek hastalarda uygulanan önemli bir uygulamadır. Genel cerrahi geçiren hastalardan, cerrahi işlemden önceki gece yarısından başlayarak tüm katı gıdalar ve sıvıların kısıtlanması istenmektedir. Azaltılmış ameliyat öncesi açlık süresinin güvenliği ve yararları açıktır. Ameliyat öncesi aç kalma cerrahiden önce uygulanacak geleneksel bir prosedürdür. Buna karşın hala ameliyat öncesi aç kalma süresi tartışılmaktadır. Buradan hareketle bu çalışmanın amacı; preoperatif açlık süresinin postoperatif iyileşme üzerine etkisini belirtmektir. Çalışmada deneme grubu (n=47) ameliyat öncesi 2 saate kadar sıvı olarak; karbonhidratlı sporcu içeceği, 6 saate kadarda katı gıda tüketmiştir. Kontrol grubu (n=47) ise; geleneksel yöntemlere göre ameliyat öncesi gece yarısından itibaren aç kalan hastalardan oluşturmuştur. Yapılan analizler sonucunda preoperatif aç kalma saati ile cerrahi serviste, yoğun bakım ve hastanede kalış gün süresi, ameliyat süresi, mobilizasyona geçiş süresi ve ağrı şiddeti arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark olmadığı tesbit edildi.Anahtar Kelimeler: Hemşirelik, Preoperatif Açlık, Postoperatif İyileşme Preoperatively, fasting is an important application in patients who undergo surgical procedures. Patients undergoing general surgery are asked not to take all solid foods and fluids starting from midnight before surgery. The safety and benefits of a reduced preoperative fasting period are obvious. Pre-operative hunger is a traditional procedure to be performed before surgery. However, the duration of pre-operative fasting is still being discussed. The purpose of this study is to move from here; the effect of preoperative fasting time on postoperative recovery. The experimental group (n = 47) in the study consumed up to 2 hours of fluid and 6 hours of solid food before surgery. In the control group (n = 47); Patients who were hungry before surgery were formed according to conventional methods. As a result of the analysis, a statistically insignificantwas found between preoperative hunger time and surgical serviste, intensive care and hospital stay, operation time, duration of transition to mobility and pain intensity.Keywords: Nursing, Preoperative Fasting, Postoperative Recovery 73

Ukraine, like other countries of Europe, takes part in overcoming this problem, in the search for effective mechanisms for the implementation of health-saving and health forming technologies. So, today school of Eastern countries such as Poland, the Czech Republic, Hungary, Ukraine and Russia participate in the project activities of the world health organization «The European network of health promoting schools» according to which all schools should become health promoting Schools and later the Schools of health. But due to the different socio-economic situation of the countries, the development of these schools has different priorities, so for better performance it is necessary to study the experience of European countries. Purpose of the article is to study the priority directions of health promoting activity of health promoting schools in the countries of Eastern Europe: Poland, the Czech Republic, Hungary, Ukraine and Russia. Research methods: analysis of scientific and theoretical and methodological literature., Ukrayna, diğer Avrupa ülkeleri gibi, bu sorunun üstesinden gelmek için sağlık koruma ve sağlık oluşturma teknolojilerinin uygulanmasına yönelik etkili mekanizmalar arayışında yer almaktadır. Bu nedenle, bugün Polonya, Çek Cumhuriyeti, Macaristan, Ukrayna ve Rusya gibi Doğu ülkelerinin okulu, dünya sağlık örgütünün «Avrupa sağlık teşvik okulları ağı» projesinin tüm okullarının sağlık teşvik okulları haline gelmesi projesine katıldı. sonra Sağlık Yüksekokulları. Ancak, ülkelerin farklı sosyo-ekonomik durumlarından dolayı, bu okulların gelişimi farklı öncelikler taşımaktadır; bu nedenle daha iyi performans için Avrupa ülkelerindeki deneyimleri incelemek gerekmektedir. Doğu Avrupa ülkeleri, Polonya, Çek Cumhuriyeti, Macaristan, Ukrayna ve Rusya’daki sağlık teşvik okullarının sağlık teşvik etkinliğinin öncelikli yönlerini incelemek çalışmamızın amacıdır.Yöntem: Çalışmamız bilimsel ve teorik ve metodolojik literatürün analizi ile yapılmıştır.

Marry researches (Nadzharov R.A. 1969, Snezhnevsky A.V. 1983, Tsirkin S.Yu,1998: Kotsyubinsky A.P., 2004; Melnikoa Yu.V. 2008) noted that the pre-manifest period of schizophrenia (S) and diseases of the schizophrenic spectrum (DSS) are characterized by an unexpressed, rudimentary psychopathological symptomatology, a feature prominently among which affective symptoms occupy., Birçok araştırmacı (Nadzharov R.A, 1969, Snezhnevsky A.V., 1983, Tsirkin S.Yu., 1998; Kotsyubinsky A.P., 2004; Melnikova Yu.V 2008) şizofreninin (s) ve şizofrenik spektrum hastalıklarının (DSS) henüz ortaya çıkmamış dönemini, duygusal semptomlar arasında en belirgin özelliklerden olan ifade edilmemiş ve tam gelişmemiş psikopatolojik semptomlarla tanımlanabileceğini belirtmiştir.

Plantar fasciitis in inflammation of dense tissue at the bottom of the foot is called plantar fascia. It connects to the loin bone with the toes of the foot and forms the arch of the foot. Symptoms: pain, burning, stiffness along the bottom of the heel and foot. The pain worsens in the morning or after standing or sitting for an extended period, and occurs when climbing stairs or hills., Plantar fasiit ayağın altındaki yoğun dokunun iltihaplanması durumudur, bu dokuya plantar fasya denir. Semptomları ağrı, yanma, topukta ve ayak boyunca sertliktir. Ağrı sabahları artar. Bunun yanında uzun periyotlarla oturma ya da ayakta durma veya tepelere tırmanma ve merdiven çıkma da ağrıyı arttıran diğer etkenlerdendir.