Search

Die dozierendenzentrierte Lehre ist an Universitäten geläufig. Dabei steht die theoretische Informationsvermittlung durch den Lehrenden im Vordergrund und es findet nur wenig Interaktion zwischen den Studierenden statt. Studierende haben aufgrund einer einzelnen Leistungsprüfung am Ende des Semesters, keinen Anreiz sich kontinuierlich mit den Lehrinhalten auseinanderzusetzen. Zudem erschweren fehlende Praxisbezüge den Studierenden die vermittelten Inhalte in realen Anwendungsfällen anzuwenden. Ziel der vorliegenden Arbeit ist es deshalb, ein Lehrkonzept zu erarbeiten, welches das kontinuierliche Lernen und Anwenden unterstützt. Dabei soll das individuelle Lerntempo der Studierenden und die Interaktion zwischen den Studierenden gefördert werden und somit eine studierendenzentrierte Lehre erreicht werden. Hierfür wurde auf Grundlage von Flipped Classroom iterativ das Lehrkonzept „Kontinuierliches Lernen und Anwenden“ (KoLA) entwickelt. Die iterative Verbesserung sowie Ausgestaltung des Lehrkonzeptes stützen sich auf Literaturrecherchen und Brainstorming-Sessions. KoLA setzt sich im Kern aus abwechselnden In- und Out-of-Class-Teilen zusammen, wobei die einzelnen Bestandteile im Rahmen dieser Arbeit konkretisiert wurden. Durch die Verlagerung der Informationsvermittlung außerhalb der Präsenzzeit wird ein zeit- und ortsunabhängiges Lernen ermöglicht und das individuelle Lerntempo gefördert. Außerdem wird eine Studierendenzentrierung erreicht, indem der Fokus der Präsenztermine auf der Durchführung interaktiver Lernaktivitäten gelegt wird. Da KoLA für eine kleine Teilnehmergruppe geeignet ist, sollte auf Basis dieser Arbeit ein allgemeingültiges Lehrkonzept weiterentwickelt werden.

Background: Artificial Intelligence (AI)-embedded systems offer many benefits, however, also come with fairness issues and risks of discrimination, such as racial bias. A promising approach for ensuring fairness are certifications as a means of (independently) assessing the fairness and non-discrimination of AI-embedded systems. Objective: However, research and practice still struggle with designing and performing fairness certifications. In this study, we clarify how to certify fairness of AI-embedded systems. Methods: We enhance the understanding by performing a literature review on fairness in AI and conducting expert interviews. Results: Our study discusses three key structural building blocks for fairness certifications: fairness criteria to be assessed (certification content), potential issuers and auditors (certification sources), and auditing methods to evaluate fairness (certification process). Conclusion: With this study, we provide a first conceptualization of important building blocks for a fairness certification to highlight its feasibility and usefulness in the domain of AI.

Müslüman Türk kadınının XIII. yüzyıldaki konumunu yakından incelediğimiz çalışmamızda, döneminin idaredeki güçlü simaları olarak neşet eden ve siyasette zirveye yükselerek tahta çıkan önemli kadın yöneticilere mercek tutulmuştur. Bunların başında gelen ve ayrı birer bölümde derinlemesine tetkik ettiğimiz Sultan Raziye Begüm, Şecerü’d-dürr ve Kutlug Türkan Hatun gibi önemli simalar ışığında araştırmamız, XIII. yüzyılda çağdaş toplumların kadınları çoğu alanda kendine yer bulamazken aynı dönemde Müslüman kadınların siyasi erk elde ederek yönetici dahi olabildiği bir konjonktüre sahip olduğunu gözler önüne sermektedir. Tarih, siyaset sahnesindeki kadınların yalnızca perde arkasında var olduğu veya sadece yan rolleri üstlenebildikleri şeklindeki hatalı söylemlerle doludur. XIII. yüzyıl kapsamında önce geniş bir perspektifle açıklamaya çalıştığımız arkasından detaylandırarak zikrettiğimiz nice kadın yönetici ise adeta tüm bu düşüncelerin aksini ispatlamaktadır. Siyasi karizmasıyla iktidar savaşlarının üstesinden gelen ve askeri yönüyle temayüz eden Sultan Raziye, müthiş zekası ve idare kabiliyetiyle Eyyûbî ve Memlûk Devletleri arasında köprü kuran Şecerü'd-dürr, adeta kanında taşıdığı asalet, azamet ve liderlik meziyetleriyle yirmi altı yıl yönetimde söz sahibi olan Kutlug Türkân Hatun ve çalışmamızda isimlerini zikretmekle yetindiğimiz ya da hiç bahsetmediğimiz ancak İslâm tarihi boyunca kendi dönemlerinde etkili olmuş çok sayıda yönetici kadının bulunduğunu da söyleyebiliriz. In our study, in which we closely examined the status of Muslim Turkish women in XIIIth century, we focused on the important women leaders who emerged as the powerful figures of the period and climbed to the peak level in politics and ascended to the throne. In the light of important figures such as the leading ones who are Sultan Razia Begum, Shajar al-durr and Kutlugh Turkan Hatun which we have examined in detail in a separate chapter, our research reveals that Muslim women have a conjuncture in which they can even become rulers by gaining political power while the women of contemporary societies in the XIIIth century could not find a place for themselves in most areas. Back history is replete with erroneous discourses that women on the political field only exist behind the scenes or can only take on supporting roles. Many female leaders, which we tried to explain with a broad perspective within the scope of the XIIIth century, and which we have mentioned in detail, prove the opposite of all these thoughts. Sultan Razia, who overcame power struggles with her political charisma and stood out with her military aspect; Shajar al-durr, who built a bridge between the Ayyubid and Mamluk States with his great intelligence and leadership ability; Kutlugh Turkan Hatun, who had a voice in the management for twenty-six years with the virtues of nobility, majesty and leadership she carries in her blood, and we can say that there are many leader women who were influential in their own periods throughout the Islamic history, whose names we either mention or not mention in our study.

Objective: The study aimed to investigate the Healthy Lifestyle Behavior (HLSB) and perceived health levels in pharmacists, who are important healthcare professionals, and the factors that affected these parameters. Materials and Methods: A two-part questionnaire was applied to 132 pharmacists included in this cross-sectional study. In the first part, a questionnaire consisting of sociodemographic characteristics, factors thought to affect healthy lifestyle behaviors and perceived health-related questions was applied, and in the second part, a questionnaire consisting of the HLPS Scale was applied. Results: Based on the perceived health scale, 73.5% rated their health as good (excellent/very good/good) and 26.5% as bad (moderate/bad). It was determined that HLSB scale score of those who were satisfied with their profession was higher than those who were not, of those who did not smoke was higher than those who did, of those who exercised regularly was higher than those who did not, of those who did not have sleep problems was higher than those who did, and of those who consider themselves healthy was higher than those who did not (p, Amaç: Bu çalışmada, sağlık çalışanları arasında önemli yer tutan eczacıların, sağlıklı yaşam biçimi davranışları (SYBD) ve algılanan sağlık düzeyleri ile bunları etkileyen faktörlerin irdelenmesi amaçlanmıştır. Materyal ve Metot: Kesitsel tipte olan bu araştırmaya dahil edilen 132 eczacıya iki bölümden oluşan anket uygulanmıştır. İlk bölümde sosyodemografik özellikler, sağlıklı yaşam biçimi davranışlarını etkilediği düşünülen faktörler ve algılanan sağlık ile alakalı sorular, ikinci bölümde ise SYBD Ölçeğinden oluşan bir anket uygulanmıştır. Bulgular: Algılanan sağlık ölçeğine göre %73,5’i sağlığını iyi (mükemmel/çok iyi/iyi), %26,5’i ise kötü (orta/kötü) olarak değerlendirmiştir. SYBD ölçeği puanının; mesleklerinden memnun olanlarda olmayanlara, sigara içmeyenlerde içenlere, düzenli egzersiz yapanlarda yapmayanlara, uyku problemi yaşamayanlarda yaşayanlara ve algılanan sağlık ölçeğine göre sağlığını iyi olarak değerlendirenlerde kötü olanlara göre daha yüksek olduğu belirlenmiştir (p

The elderly population is increasing in the world population, and age-related hearing loss is becoming more common. Hearing loss that develops over time due to aging is defined as presbycusis. It is known that presbycusis is underdiagnosed and not adequately rehabilitated. The aim of this review is to present information from important sources in the literature about the prevalence, pathophysiology, evaluation methods, treatment and rehabilitation of presbycusis, which is common in the elderly. The most preferred form of rehabilitation for presbycusis is hearing aids. It is aimed to raise awareness about the importance of early diagnosis and early instrumentation. Also, understanding the pathophysiology of the disease will be crucial for developing approaches and expanding the resources available for hearing aids, assistive listening systems and auditory therapy. The use of effective devices and educational strategies for people with hearing impairment can have a positive impact on the quality of life of the elderly., Dünya nüfusu içinde yaşlı nüfusu giderek artmaktadır ve yaşa bağlı işitme kaybı daha yaygın hale gelmektedir. Yaşlanmaya bağlı olarak zamanla gelişen işitme kaybı presbiakuzi olarak tanımlanmaktadır. Presbiakuzinin yeterince teşhis edilmediği ve yeterince rehabilite edilmediği bilinmektedir. Bu derlemenin amacı, yaşlılarda yaygın olarak görünen presbiakuzinin prevelansı, patofizyolojisi, değerlendirme yöntemleri, tedavi ve rehabilitasyonu hakkında literatürde yer alan önemli kaynaklardan bilgileri sunmaktır. Presbiakuzide en çok tercih edilen rehabilitasyon şekli işitme cihazlarıdır. Erken teşhis ve erken cihazlandırmanın önemi konusunda farkındalık oluşturmak amaçlanmıştır. Ayrıca hastalığın patofizyolojisini anlamak; yaklaşımlar geliştirmek, işitme cihazları, yardımcı dinleme sistemleri ve işitsel terapi için sağlanan kaynakları genişletmek için büyük önem taşıyacaktır. İşitme bozukluğu olan kişiler için etkili cihazlarının kullanımı ve eğitim stratejileri, yaşlıların yaşam kalitesi üzerinde olumlu etkiyi ortaya çıkartmaktadır.

Danışman: DR. ÖĞR. ÜYESİ SELVA ZEREN Yer Bilgisi: İstanbul Gelişim Üniversitesi / Lisansüstü Eğitim Enstitüsü / Odyoloji Ana Bilim Dalı Konu: Kulak Burun ve Boğaz = Otorhinolaryngology (Ear-Nose-Throat), COVID-19'un İşitme ve Vestibüler Sistem Üzerine Etkilerinin İncelenmesi. İstanbul Gelişim Üniversitesi Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, Odyoloji ABD. Yüksek Lisans Tezi. İstanbul. Koronavirüs hastalığı 19 (COVID-19), şiddetli akut solunum sendromu koronavirüs 2'nin (SARS CoV-2) neden olduğu bir pandemidir. Literatürde, işitme ve vestibüler sistemin COVID-19 olgularındaki etkisine dair henüz yeterli veri bulunmamaktadır. COVID-19 pozitif olan kişilerde otolojik ve vestibüler semptomların da sorgulanması gerektiğini düşündürmektedir. COVID-19 tanısı konmuş kişilerde özellikle kulak ağrısı, kulak çınlaması, işitme kaybı, vestibüler sistem kaynaklı baş dönmesi otolaringolojik belirtilerle birlikte detaylı olarak araştırılması gereken bir problemdir. COVID-19 hastalarında bilinç kaybı, baş ağrısı ve baş dönmesi gibi çeşitli nörolojik semptomlar bildirilmiştir. Otolojik semptomlar arasında yüz felci, ani işitme kaybı ve vertigo vakaları da COVID-19 ile ilişkili olarak bildirilmiştir. Bu çalışmanın amacı, bir anket aracılığıyla COVID-19 hasta örnekleminde işitme kaybı, kulak çınlaması, baş dönmesi ve kulak ile boğaz ağrısını araştırmaktır. Çalışmada 233 katılımcının %53,2'si kadın, %46,8'i ise erkektir. Katılımcıların yaş grupları dağılımında 18-24 yaş %33,5, 25-34 yaş %24,9, 35-44 yaş %18, 45-54 yaş %23,6 oranı ile örneklemde yer almaktadır. 233 katılımcılı çalışmamızda COVID-19 tanısından önce ve sonra işitme güçlüğü, çınlama, baş dönmesi ve kulak-boğaz ağrısı şikayetleri kıyaslamasında tüm şikayetler için anlamlı farklılık (p, Investigation of the Effects of COVID-19 on the Hearing and Vestibular System. Istanbul Gelisim University Graduate Education Institute, Department of Audiology. Master Thesis. Istanbul. Coronavirus disease 19 (COVID-19) is a pandemic caused by severe acute respiratory syndrome coronavirus 2 (SARS CoV-2). In the literature, there is not enough data yet on the effect of the hearing and vestibular system in COVID-19 cases. It suggests that otological and vestibular symptoms should also be questioned in people who are positive for COVID-19. In people diagnosed with COVID-19, especially ear pain, tinnitus, hearing loss, dizziness originating from the vestibular system, together with otolaryngological symptoms, is a problem that should be investigated in detail. Various neurological symptoms such as loss of consciousness, headache and dizziness have been reported in COVID-19 patients. Among otological symptoms, cases of facial paralysis, sudden hearing loss and dizziness have also been reported in association with COVID-19. The aim of this study was to investigate hearing loss, tinnitus, dizziness, and ear-throat pain in a sample of COVID-19 patients through a questionnaire. In the study, 53.2% of the 233 participants were female and 46.8% were male. In the age groups distribution of the participants, 33.5% aged 18-24, 24.9% aged 25-34, 18% aged 35-44, and 23.6% aged 45-54 are included in the sample. In our study with 233 participants, it was understood that there was a significant difference (p

Natural resources have been the savior of people at every stage of human history. Mushrooms are very valuable food sources, especially in the rainy seasons. They can be grouped as poisonous, edible or inedible, depending on their nutritional status. These groups have positive or negative effects. Some types of mushrooms have different medicinal properties thanks to their bioactive compounds. It is necessary to characterize their toxicological profiles, especially before using mushroom species for human consumption, as toxic substances are identified even in some edible species. Mycetism, known as mushroom poisoning, is an international health problem. There are those that cause deadly poisoning and limited symptoms of poisoning in mushrooms. Poisonous mushrooms are divided into many classes as cytotoxic, neurotoxic, myotoxic, gastroirritan mushrooms according to their types or symptoms they cause. It is known that mushroom poisoning can cause serious toxicity on the liver, kidneys and central nervous system. However, its effect on heart function has not been determined yet. This study focused on poisonous mushrooms and their cardiological effects., İnsanlık tarihinin her aşamasında doğal kaynaklar insanların kurtarıcısı olmuştur. Mantarlar özellikle yağmur mevsimlerinde yoğun olarak bulunan oldukça değerli gıda kaynaklarıdır. Mantarlar beslenme durumlarına göre zehirli, yenir veya yenmez olarak gruplandırılabilir. Bu grupların olumlu veya olumsuz etkileri vardır. Bazı mantar türleri yapılarındaki biyoaktif bileşikler sayesinde farklı tıbbi özelliklere sahiptir. Özellikle insan tüketimi için mantar türlerini kullanmadan önce, bazı yenilebilir türlerde bile toksik maddeler tanımlandığı için toksikolojik profillerini karakterize etmek gerekir. Mantar zehirlenmesi (MP) olarak bilinen mycetism, uluslararası bir sağlık sorunudur. Mantarlar içerisinde ölümcül zehirlenmelere neden olanlar ve zehirlenme semptomları sınırlı olanlar vardır. Zehirli mantarlar türlerine veya neden oldukları semptomlara göre sitotoksik, nörotoksik, miyotoksik, gastroirritan mantarlar olarak birçok sınıfa ayrılır. Mantar zehirlenmesinin karaciğer, böbrekler ve merkezi sinir sistemi üzerinde ciddi toksisiteye neden olabileceği bilinmektedir. Ancak bunun kalp fonksiyonları üzerindeki etkisi henüz belirlenmemiştir. Yapılan bu araştırmada zehirli mantarlar ve görülen kardiyolojik etkileri üzerinde durulmuştur.

Ftalosiyaninler 18 π elektron sistemine sahip çekirdek döngüsünde azot atomu bulunduran makrosiklik yapılı bileşiklerdir. Düzlemsel yapılı makromoleküllerdir ve konjuge π elektronları simetrik olarak dağılmıştır. Bu özelliklerinden dolayı aromatik bileşik

İnsanlık tarihinin her aşamasında doğal kaynaklar insaların kurtarıcısı olmuştur. Mantarlar özellikle yagmur mevsimlerinde yoğun olarak bulunan oldukça değerli gıda kaynaklarıdır. Mantarlar beslenme durumlarına göre zehirli, yenir veya yenmez olarak gruplandırılabilir. Bu grupların olumlu veya olumsuz etkileri vardır. Bazı mantar türleri yapılarındaki biyoaktif bileşikler sayesinde farklı tıbbi özelliklere sahiptir. Özellikle insan tüketimi için mantar türlerini kullanmadan önce, bazı yenilebilir türlerde bile toksik maddeler tanımlandığı için toksikolojik profillerini karakterize etmek gerekir. Mantar zehirlenmesi (MP) olarak bilinen mycetism, uluslararası bir sağlık sorunudur. Mantarlar içerisnde ölümcül zehirlenmelere neden olanlar ve zehirlenme semptomları sınırlı olanlar vardır. Zehirli mantarlar türlerine veya neden oldukları semptomlara göre sitotoksik, nörotoksik, miyotoksik, gastroirritan mantarlar olarak birçok sınıfa ayrılır. Mantar zehirlenmesinin karaciğer, böbrekler ve merkezi sinir sistemi üzerinde ciddi toksisiteye neden olabileceği bilinmektedir. Ancak bunun kalp fonksiyonları üzerindeki etkisi henüz belirlenmemiştir. Yapılan bu araştırmada zehirli mantarlar ve görülen kardiyolojik etkileri üzerinde durulmuştur., Natural resources have been the savior of people at every stage of human history. Mushrooms are very valuable food sources, especially in the rainy seasons. They can be grouped as poisonous, edible or inedible, depending on their nutritional status. These groups have positive or negative effects. Some types of mushrooms have different medicinal properties thanks to their bioactive compounds. It is necessary to characterize their toxicological profiles, especially before using mushroom species for human consumption, as toxic substances are identified even in some edible species. Mycetism, known as mushroom poisoning, is an international health problem. There are those that cause deadly poisoning and limited symptoms of poisoning in mushrooms. Poisonous mushrooms are divided into many classes as cytotoxic, neurotoxic, myotoxic, gastroirritan mushrooms according to their types or symptoms they cause. It is known that mushroom poisoning can cause serious toxicity on the liver, kidneys and central nervous system. However, its effect on heart function has not been determined yet. This study focused on poisonous mushrooms and their cardiological effects.

Amaç: Yirmi birinci yüzyıl ile birlikte, gün geçtikçe gelişen dünyada teknolojinin ve teknolojik aletlerin önemi gittikçe artmakta ve hayatımızdaki yeri vazgeçilmez bir hale gelmektedir. Artık hayatımızın her alanına giren teknoloji, yaşamımızı hem olumlu hem de olumsuz anlamada etkilemektedir. Özellikle 0-6 yaş arası okul öncesi dönem çocuklarına bakacak olursak bu dönemde oyun ve oyuncaklar büyük önem taşımaktadır. Gelişen dünyamıza paralel olarak oyunların ve oyuncakların içeriği, ortamı ve şekli değişmekte, aynı zamanda teknoloji ile iç içe gelmekte ve çocuklara artık bu bağlamda sunulmaktadır. Bebeklik döneminden itibaren çocuk dijital ekranlar ile karşı karşıya kalabilmektedir. Bu makale, veli tutumlarının dijital ekran kullanımı üzerindeki etkisinin ve dijital ekran kullanımının okul öncesi dönemdeki çocuğun gelişimine etkilerini ortaya koymayı amaçlamaktadır.

06.03.2018 tarihli ve 30352 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan “Yükseköğretim Kanunu İle Bazı Kanun Ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun” ile 18.06.2018 tarihli “Lisansüstü Tezlerin Elektronik Ortamda Toplanması, Düzenlenmesi ve Erişime Açılmasına İlişkin Yönerge” gereğince tam metin erişime açılmıştır. Karbotermal İndirgeme ve Nitrürleme (KTİN) tekniği nitrür esaslı teknolojik seramiklerin elde edilmesinde tercih edilen etkili bir toz üretim yöntemdir. Yapılan bu tez çalışmasında KTİN işleminin geliştirilmesi ile yeni bir yaklaşım olan dinamik karbotermal indirgeme ve nitrürleme (DKTİN) yöntemi kullanılarak toz üretimi gerçekleştirilmiştir. Bu yöntemde toz karışımı veya granüller hareketli bir sistem içerisinde sürekli olarak hareket etmektedir. Bu üretim prosesi düşük sıcaklık ve sürelerde oldukça iyi morfolojide ürünler elde etmeye imkan vermektedir. Geliştirilen bu yeni yaklaşım ile nitrür esaslı teknolojik seramikler oldukça kaliteli ve ekonomik bir şekilde üretilebilmektedir. Bu çalışmada, dinamik karbotermal indirgeme ve nitrürleme (DKTİN) yöntemi ile TiN ve ZrN seramik tozlarının üretimi incelenmiştir. Hem TiN hem de ZrN toz üretiminde stokiyometrik oranda oksit tozları ve karbon karası karıştırılarak granüle edilmiştir (C/TiO2=2, C/ZrO2=2). Hazırlanan granüllerden N2 gazı atmosferi altında grafit reaktör içerisinde TiN ve ZrN tozları elde edilmiştir. Yenilikçi bir yaklaşım olan DKTİN işlemi ile reaksiyon sıcaklığı (TiN üretimi için 1350 °C ve 1400 oC, ZrN toz üretimi için ise 1400 °C - 1500 °C), reaksiyon süresi (1-3 saat), reaktörün dönme hızı (2-6 dv/dk), gaz akış debisi (60 ve 120 L/sa) gibi çeşitli test parametrelerinin etkileri araştırılmıştır. Ürünlerin fazları ve mikroyapıları XRD ve SEM analizleri ile karakterize edilmiştir. Yapılan analizler sonucunda 1 saat süre ile 4 dv/dk reaktör dönme hızında ve 60L/sa N2 gazı akışı altında homojen bir şekilde TiN tozu 1400 °C'de, ZrN tozu ise 1500 °C'de oldukça küçük boyutlarda üretilebilmiştir. Bu çalışmada literatürde yüksek sıcaklık ve uzun sürelerde KTİN işlemi ile üretilebilen TiN ve ZrN tozlarının DKTİN ile dahga homajen yapıda ve çok daha ince tane boyutlarında, daha kısa sürelerde ve daha düşük sıcaklıklarda üretilebileceği de kanıtlanmıştır. The Carbothermal Reduction and Nitridation (CRN) method is an effective method for obtaining nitride based technological ceramics. This thesis study was carried out by using dynamic carbothermal reduction and nitridation (DCRN) method. In this method, the powder mixture or granules is moved continuously in a dynamic system. This production process allows to obtain very good quality products in low temperature and time economically. In this study, the production of TiN and ZrN ceramic powders were obtained by dynamic carbothermal reduction-nitridation (DCRN) method. In the production of TiN and ZrN powders, granules were prepared with stoichiometry proportions of oxide powders and carbon black (C/TiO2=2, C/ZrO2=2). TiN and ZrN were obtained from the prepared granules in the graphite reactor under N2 gas flow. By DCRN process which is an innovative approach, the effects of various test parameters such as reaction temperature (1350 °C and 1400 °C for TiN production, 1400 °C-1500 °C for ZrN powder production), reaction time (1-3 hours), rotation speed of the reactor (2-6 rpm), gas flow rate (60L/h) was investigated. The phases and microstructures of the samples were characterized by XRD and SEM analyzes. As a result of these analyzes, at a reactor rotation speed of 4 rpm in 1 hour under N2-gas flow rate of 60 L/h, powders of micron in size and homogeneously form were produced at 1400 °C and 1500 °C for TiN and ZrN phase, respectively. In this study, it is proved that TiN and ZrN powders produced by CRN process in high temperature and long time can be produced using DCRN process much less time and lower temperatures with fine size and more in homogeneity form.

İlköğretim ve ortaöğretim programları özellikle matematik ve fen konularında bilişsel döndürme, uzamsal görselleştirme, geometrik algılama becerileri kapsamaktadır. Öğrencilerin önce bilinen tek bir şekil, daha sonra farklı şekiller kullanarak biçimsel modeller oluşturmaları ve bunları izometrik kâğıt üzerine çizebilmeleri, geometrik cisimleri tanımaları ve modellemeleri, cisimlerin yüzlerini, köşelerini ve ayrıtlarını; küp, kare ve dikdörtgen prizma arasındaki benzerlikleri ve farklılıkları belirleyebilmeleri hedeflenmektedir. Dolayısıyla söz konusu becerilere ilişkin yeteneklerin ölçülmesi önemlidir. Bu çalışmanın amacı ilkokul ve ortaokul öğrencilerinin bilişsel döndürme becerilerinin yakınsak görsel içerikle ölçmek için geliştirilen testlerin geçerliğini irdelemektir. Geliştirilen iki test elverişli bir örneklemde ilkokul ve ortaokul öğrencilerine uygulanmıştır. Test verileri ile yapılan ilişkisel ve karşılaştırmalı çözümlemeler bu tür bir testin ilkokul ve ortaokul öğrencilerinin görsel yeteneklerinin belirlenmesinde uygulanabilir olduğunu göstermiştir. Aynı zamanda bu çalışmada Web tabanlı 3B tasarım aracı olan Tinkercad uygulamasının ilkokul ve ortaokul öğrencilerinin bilişsel döndürme becerilerine olan etkisi araştırılmaktadır. Primary and secondary education programs - especially in mathematics and science - include mental rotation, spatial visualization, and geometric perception skills. Students will be able to form formal models using a single known shape and then different shapes and draw them on isometric paper, to recognize and model geometric objects, to identify faces, corners and edges of objects; identify similarities and differences between cubes, square and rectangular prism. Therefore, it is important to measure the skills relevant to these skills. The aim of this study is to examine the validity of the tests developed to measure convergent mental rotation and pattern recognition skills of primary and secondary school students with visual content. Two tests developed to serve this purpose were applied to primary and secondary school students in a convenient sample. Correlational and comparative analyzes with test data have shown that tests as such can be applied to determine the visual abilities of primary and secondary school students. In this study, the effect of Tinkercad application, which is a web-based 3D design tool, to assess mental rotation and visual recognition skills of primary and secondary school students is investigated. 102

Bu çalışma Osmanlı son döneminin ve erken Cumhuriyet döneminin egemen çocuk politikalarını devlet kontrollü çocuk oyunuyla ve batı dünyasının on dokuzuncu yüzyılda öne çıkan erken çocukluk eğitimi stratejisi ile incelemektedir. Bu tezin ana argümanı, genellikle eğlenceli etkinlik olarak adlandırılan ve ciddi olmadığı düşünülen oyunun, geçmişte Osmanlı ve erken Cumhuriyetçi politika oluşturucular tarafından bireyleri disipline etmek ve halkı devlet adına düzenlemek için kullanıldığıdır. Bu şekilde, bu çalışma Osmanlı ve erken Cumhuriyet döneminde devlet otoritesi tarafından çocuk oyunlarının siyasallaştırılması ve kurumsallaşmasına yeni bir pedagojik yaklaşımla odaklanmaktadır. Bu çalışmada ele alınan metodolojik yaklaşım eğitim, biyo-politika ve oyun teorilerine dayanan karma bir teorik çerçevedir. Bu tezdeki araştırma verileri çocuk dergilerinden, birincil ve ikincil kaynaklardan ve resmi tarihi belgelerinden alınmıştır. Bu çalışma, etkili ve bilimsel bir erken çocukluk eğitimi yöntemi olarak yeniden keşfedilen çocuk oyunlarının Osmanlı son dönemi politika oluşturucuları tarafından verimli, yetenekli ve disiplinli bir devlet memuru oluşturmak için, Cumhuriyet yetkilileri tarafından nüfusu düzenlemek ve Batı medeniyetindeki ideal çocuk figürüne ulaşmak için kullanıldığını ortaya koydu. Daha genel bir ifadeyle, çocuk oyunları emperyal-ulusal krize modern bir cevaptı. This study examines the dominant childhood policies of the late Ottoman and early Republican Periods through state-controlled children's plays and the prominent early childhood education strategy of the western world in the nineteenth century. The main argument of this thesis is that the play, which is generally referred entertaining activity and considered to be not serious, was used by the Ottoman and early Republican policy makers in the past to discipline individuals and regulate the population on behalf of the state. In this way, this study focuses on the politicization and institutionalization of children's plays as a new pedagogical way by the state authority in the late Ottoman history and the Early Republican era. The methodological approach taken in this study is a mixed theoretical framework based on the theories of education, bio-politics and play. The research data in this thesis were taken from children periodicals, primary and secondary sources and official historical documents. This study revealed that children's plays, reinvented as an effective and scientific early childhood education method, were used by late Ottoman Policymakers to create a productive, talented and disciplined civil servant, by the Republican officials to regulate the population and to reach the ideal robust child figure in Western civilization. In a more general term, children's plays were modern response to the imperial-national crisis. 133

KronikBöbrek Yetmezliği (KBY) böbreğin işlevlerini yerine getiremez hale gelmesi ileoluşan ve geri dönüşü olmayan kronik bir hastalıktır. Yaşam kalitesini önemliölçüde düşüren bu hastalık ülkemizde hızla yayılmaktadır. Diğer kronikhastalıklarda olduğu gibi KBY’de de yalnızca hastalığa yakalanan kişilerideğil, bu kişilerin bakım vericilerini de kapsayan geniş etki alanına sahip birhastalıktır. Bakım vericiler, kendi hayatları ile bakım rolünü üstlendiklerikişinin sorumlulukları arasında denge kurmaya ihtiyaç duyarlar. KBYhastalarının bakım vericilerinin yaşam kalitesinin tüm hastalık süreci boyuncafiziksel, psikolojik ve sosyal boyutta, değişen derecelerde etkilendiğibilinmektedir. Bu derleme, zorlu ve uzun bir bakım süreci olan KBY hastalarınınbakım vericilerinin yaşam kalitesinin incelenmesi amacıyla yazılmıştır.

Simetrik anahtarlı şifreleme çalışmalarını geliştirmek için NIST ve IACR tarafından birçok yarışma düzenlenmiştir. Son zamanlarda kimlik denetimini sağlayan şifrelemenin önemi hızlı bir şekilde artmaktadır çünkü bütünlüğün, gizliliğin ve kimlik denetiminin aynı anda sağlanmasına ihtiyaç vardır. Bu tür güvenliğe ihtiyaç duyulmasından dolayı, Ocak 2013'te Erken Simetrik Kripto Çalıştayında CAESAR Yarışması duyurulmuştur. Bu yarışma IACR tarafından yürütülmektedir ve final algoritmalarını bu araştırma grubu seçecektir. Yarışma boyunca her turun sonunda birtakım algoritmalar elenecektir. Sonuç olarak, algoritmaların analizi CAESAR Yarışması için çok önemlidir. Bu amaçla, biz yarışma devam ettiği sürece AEGIS, Ascon, Joltik, MORUS, Pi-Cipher and Tiaoxin adlı algoritmalara istatistiksel rastgelelik testlerini uyguluyoruz. Bu tezde, biz istatistiksel rastgelelik testlerini kullanarak CAESAR Yarışması algoritmalarının analizine odaklandık ve algoritmaların istatistiksel rastgelelik testlerine göre hangi tur sayısına kadar rastgele davrandıklarını gözlemledik. In order to improve symmetric key research several competitions had arranged by organizations like NIST and IACR. In recent years, the importance of authenticated encryption has rapidly increased because of the necessity of simultaneously enabling integrity, confidentiality and authenticity. Since the necessity of this kind of security rises, at January 2013, the CAESAR Competition announced at the Early Symmetric Crypto workshop. This competition is run by the IACR and this research community will select the final portfolio algorithm. During the competition, a number of algorithms is eliminated in each round. Therefore, analysis of algorithms are very important for the CAESAR Competition. For this purpose, while the competition continues, we apply statistical randomness testing for the algorithms such as AEGIS, Ascon, Joltik, MORUS, Pi-Cipher and Tiaoxin. In this thesis, we have focused on the analysis of the algorithms participated in CAESAR Competition using statistical randomness tests and observe that up to how many rounds, those algorithms, behave random according to statistical randomness tests. 72

Amaç: Bu çalışma ile çevresel etkenlerden kaynaklanan doğumsal bozuklukları ve anormal prenatal gelişmeyi inceleyen ve doğumsal defektleri önlemenin araştırmalarını yapan bilim dalı olan teratoloji hakkında halkımızın neler bildiğini ve konu ile ilgili farkındalıklarını araştırmayı amaçladık. Gereç ve Yöntem: Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi'ne sağlık hizmeti almak üzere başvuran hasta ve hasta yakınlarından oluşan, yaşları 18 - 79 arasında değişen, eşit sayıda kadın ve erkekten oluşan toplam 400 katılımcıya anket uygulaması yapıldı. Elde edilen veriler ortalama standart sapma ve yüzde olarak özetlendi. Bulgular ve Sonuç: Yapılan anket çalışmasında homojen olmayan sonuçlar elde edildi. Bu verilere göre katılımcıların ölü ya da sakat doğumların sebepleri, röntgen, tomografi vb. kullanımının anne karnındaki bebeğe etkileri, ilaçların yan etkilerine dikkat etme, akrabalık derecesinin hastalıklı doğumlara etkisi konularında belirli düzeyde fikir sahibi oldukları saptandı. Anne karnındaki bebeğin hastalıklara karşı en duyarlı olduğu gebelik dönemi hakkında ise yeterli bilgi düzeyine sahip olmadıkları belirlendi., Objectives: In the present study, we aimed to search what our community knows about teratology which is a scientific branch examining congenital disorders and abnormal prenatal growth caused by environmental factors and their awareness about this topic. Materials and Methods: A questionnaire was applied to 400 participants consisting of the patients who referred Medical Faculty Hospital of Selcuk University for healthcare services and their relatives including equal number of males and females with an age range between 18 and 79. Data obtained were summarized as mean ± Standard deviation and percentage. Results and Conclusion: According to these data, it was detected that the participants have a certain level of knowledge about causes for stillbirths or malformed births, effects of x-ray, tomography etc. On a baby inside a mother's womb, care for side effects of the drugs, effects of kinship degree on malformed births. However, they had not a sufficient knowledge on the pregnancy period of which the infant is most sensitive in a mother's womb.

Milyonlarca yıl boyunca canlılar evrim ve doğal seleksiyon yoluyla kazanmış oldukları çeşitli adaptasyonlarla hem çevresel şartlara uyum sağlamış hem de doğada maksimum performansı elde etmek için nasıl en az kaynak kullanılacağını öğrenmiştir.Doğadaki canlılar mükemmel yapı ve özelliklere sahiptir. Bizlerde doğayı taklit ederek ve doğadan ilham alarak bu özellikleri birçok uygulamada kullanmaktayız. Doğadaki biyolojik malzemelerin ıslanabilirliğinin incelenmesi bu alanlardan biridir. Yapılan biyomimetik araştırmalar sonucunda, hiyerarşik yapıların ve diğer spesifik bileşenlerin bu doğal yüzeylerde uyumu sonucunda istenen ıslanabilirliğe sahip yüzeylerin taklit edilebileceği gösterilmiştir. Tez çalışmamızda, eğik açı buhar fazı biriktirme yöntemi ile sentetik moleküllerin yönelimsel olarak büyütülmesi ve tek yönde yönelmeye sahip bu yüzeylerin ıslanma özelliklerinin incelenmesi amaçlanmıştır. Bununla beraber, tek yönde yönelmeye sahip anizotropik nanoyapılar temelli dijital-mikroakışkan platformların mikro-kargo taşınmasında kullanımlarının incelenmesi hedeflenmiştir. Çalışmamızda sentetik temelli anizotropik yüzeyler eğik açı polimerizasyon yöntemi kullanarak hazırlanmıştır ve başlangıç molekülü olarak [2,2]-p-siklofan molekülü ve türevleri kullanılmıştır. Üretilen yüzeylerin morfolojik karakterizasyonu taramalı elektron mikroskobu ile ve yüzey değme açısı ölçümüyle de ıslanma davranışları incelenmiştir. Bunların dışında üretilen yönelimsel yüzeylerde damla hareketi çalışmaları yapılmıştır ve yüzeylerin modifiye edilmesi yoluyla yüzey kimyasının damla hareketine etkisi incelenmiştir. Bu olguyu mikro kargo taşınmasında uygulamak için yüzeylerde anizotropik sentetik nanoyapılar biriktirilmiş ve su damlacıkları istenilen yön doğrultusunda titreşim verilerek hareket ettirilmiştir. Sonuç olarak su damlacıklarının nanoyapıların büyüme yönüyle paralel yönde hareket edebilirken bunun aksi yönünde hareket edemeyip yüzey üzerinde asılı kaldıkları gözlenmiştir. For millions of years, living organisms have shown an adaptation to the environment conditions through the abilities they have acquired via natural selection along with the learning of minimal resource usage for the best performance. Living organisms have spectacular structures and features. By getting inspired from these creatures of mother earth and imitating the nature itself, humankind tries to use these features of the organisms in many applications. For instance, the examination of the wettability of biomaterials in nature is one of those many applications. As a result of the biomimetic researches, with the compatibility of hierarchial structures and other specific compounds to natural surfaces the possibility of imitating the surfaces with desired wettability features has been displayed. In this study, it is aimed to examine the wettability features of unidirectional surfaces and the directional growth of sentetic molectules via oblique angle vapor phase deposition method. Additionally, the micro-cargo transfer and moving of unidirectional anisotropic nanostructure based digital microfluid platfroms has been targeted to be studied as well. In the study, sentetic based anisotropic surfaces have been prepared with the usage of oblique angle polymerization technique and [2,2]-p-cyclophane and its derivatives have been utilized as the starting molecule. The morphological categorisation of the surfaces produced has been realized with the scanning electron microscobe while surface contact angle measurement has been used for the examination of the wetting behaviour. Moreover, drop movements on the directional surfaces and the effects of surface chemistry to drop movements after the modification of the surfaces have been studied. To be able to apply this concept in micro cargo transfer, anisotropic sentetic nanostructures have been deposited on the surfaces and water droplets have been moved towards desired direction by applying vibrations. As a consequence, water droplets have been observed to be able to move in the parallel direction with the nanostructure growth whereas they are found to be unable to move on the contrary direction by being hanged on the surface. 95

Dünya Sağlık Örgütü(DSÖ) şiddeti ?Fiziksel güç veya iktidarın kasıtlı bir tehdit veya gerçekçilik biçiminde bir başkasına uygulanması sonucunda maruz kalan kişide yaralanma, ölüm ve psikolojik zarara yol açması açma olasılığı bulunması? şeklinde tanımlamaktadır. Kadına yönelik şiddet, sık görülen toplumsal bir sorundur. Hemşirelerin kadına yönelik şiddetle ilgili olarak önemli rolleri vardır. Bu araştırmacının amacı, bir eğitim hastanesinde görev yapan hemşirelerin kadına yönelik şiddeti algılama durumlarının belirlenmesidir. Araştırma yüzyüze anket yöntemi ile yapılmıştır ve kesitsel tanımlayıcı tipte bir araştırmadır. Araştırma sonucunda katılımcılar şiddeti % 90,0 sıklıkla ?kadının acı çekmesine sebep olan her çeşit davranış? olarak ifade etmiştir. İkinci sırayı %78,4 ile `kadına İstemediği Şeyleri Zor Kullanarak` yaptırmaktır ifadesi yer alırken, üçüncü sırayı %78,1 ile `kadına zarar veren psikolojik bir eylemdir ` ifadesi yer almıştır.Katılımcılar kadınların en sık maruz kaldıkları şiddet türünü %38,7 Psikolojik şiddet ve %32,9 sıklıkla fiziksel şiddet olarak ifade etmişlerdir. Katılımcıların % 85,2?si alkolün şiddete sebep olduğunu belirtirken, bu yanıtı %81,3 ile sosyokültürel düzeyi düşük ailelerde veya toplumlarda şiddet sık görülür yargısı izlemektedir. %95,8 sıklıkla, ?sesini yükseltmek, bağırmak, küfür etmek? en çok bilinen sözel şiddet tanımı olarak tespit edilmiştir. ?cinsel şiddet vakalarında en sık karşılaşılan saldırgan? olarak katılımcıların %65,8 sıklıkla eşler belirtilmiştir. Hemşireler tarafından ?Kadına yönelik şiddeti önlemek için çalışma yapan kurumlar? içinde en çok bilinen kurum %85,5 ile Mor Çatı Kadın Sığınma Evleri, en az bilinen kurum ise %24,8 ile Aile, Kadın, Çocuk ve Özürlü Sosyal Hizmet Danışma Hattı olduğu bulunmuştur. Katılımcıların % 92,6?sı cinsel şiddeti önlemek için kanunlarda caydırıcı yaptırımlar olması gerektiğini, % 77,1?i toplumun eğitim düzeyinin arttırılması gerektiğini ve %59,4? ü cinsel şiddetin saklanmaması gerektiğini ifade etmiştir.Şiddet olguları ile karşılaşma sıklığının yüksek olduğu bu grubun hizmet içi eğitimler ve duyurular ile konu hakkında bilgi düzeylerinin yükseltilmesi önemlidir. Violence is described as a possibility that deliberate physical force or power, threatened or exposed as a result of the implementation of realism in the form of another person injury, death, psychological harm. Violence against women is a common social problem. The nurses have an important role in the violence against women. The aim of this study, nurses who working in a university hospital to determine the status of the detection violence against women.This cross-sectional and descriptive study is performed a questionnaire as face to face. Violence is stated that any kind of behavior that led to the suffering of women by 90% of participant in this study. Second defination of violence is `to make things to a woman that she does not want in a forcefull way? and third one is `a psychological action which is harmfull to women? 78.4% and 78.1% of participant respectively. It is mentioned that psychological 38.7% and physical 32.9% violence are the most of problems they have to face. Alcohol is considered to cause violence by 85.2% of participants, and also violence is mostly seen in society which are at low level of socio-cultural degree by 81.3%.Raising voice, shouting and swearing are defined as the most known types of verbal violence by 95.8%. ?Husbands are indicated to be attacker who are mostly seen on sexual violence cases 65.8% of participants. Purple Roof Women's Shelter is mostly and Family, Women, Children and Disability Social Service Hotline is least known organizations who are working to prevent violence against women 85.5% and 24.8% respectively by the participants.According to results of this study, to prevent sexual violence is obtained with disincentive laws 92.6%, increasing the education level of society 77.1% and no need to hide 59.4%. It is important that nurses who high frequency of exposure to violence have educated in-service, to be warned with notice and raised the level of knowledge on this issue. 59

IVF' de en önemli işlem transfer için en iyi kalitedeki embriyoların seçimidir. Geleneksel olarak tüp bebek merkezlerinde, çeşitli klivaj safhasında ki embriyolar morfolojik özelliklerine göre değerlendirilerek seçilmektedir. Fakat embriyo morfolojisinin, implantasyon potansiyeli veya normal kromozomal yapı hakkında bilgi verip vermediği kesin değildir.Bu çalışmamızda; Erciyes Üniversitesi Tıp Fakultesi Tüp Bebek Ünitesinde infertilite tanısı alarak tüp bebek uygulamasına alınan ve üçüncü günde embriyo transferi sonrasında arta kalan transfer edilebilir kalitede bir embriyosu bulunan ve embriyosunun dondurulmasını kabul etmeyen yaşları 22-26 arasında 20 hastadan elde edilen 20 embriyodan alınan bir blastomer hücresinde FISH yöntemi ile 13, 18, 21, X ve Y kromozomları için anöploidik patalojilerin var olup olmadığına bakıldı. Çalışmamızda embriyolarda %25 oranında kromozomal anomali bulunmuştur. Anöploidi oranı %15, poliploidi %5 , haploidi oranı %5 olarak belirlenmiştir.Çalışmamızda seçilen 20 hastanın 7 sinde tekrarlayan IVF başarısızlığı mevcuttur. Bu hastaların embriyolarından alınan blastomerlerin kromozom 13, 18, 21, X ve Y bakımından incelenmesi sonucu yapılan çalışmalardan çok farklı olarak herhangi bir anomaliye rastlanmamıştır.IVF kliniklerinin çoğu 3. gün embriyo transferini seçmektedirler. Her laboratuarın 3. gün embriyo skorlama sistemi farklı olabilmektedir. Yapılan çalışamalarda morfolojik olarak iyi kalitedeki embriyoların yüksek anöploidi riskine sahip olduğu gösterilmektedir ve tek başına morfolojik değerlendirmenin transfer öncesinde yeterli olmadığı öngörülmektedir.Sonuç olarak, transfer öncesi pre-implantasyon genetik tanının erken gebelik kayıplarını azaltacağı ve devam eden gebelik oranlarını arttıracağı kanısındayız.Anahtar kelimeler: IVF, embriyo morfolojisi, anöploidik patolojiler. The most significant procedure in IVF is the selection of the embryos of the best quality for transfer. Traditionally at IVF centers, embryos at various cleavage phases are selected according to their assesment of the morphological characteristics. But it is not certain whether the embryo morphology informs or not about the implantation potential or normal chromosomal structure.İn our study; it was examined if there existed aneuploidic pathologies for the Chromosomes 13, 18, 21, X and Y through the FISH method in a blastomer cell which is taken from 20 embryos obtained from 20 patients whose ages are between 22-26, being received for IVF application at Erciyes University Medical School IVF Unity and having a transferable embryo in quality remaining over on Day 3 after the embryo transfer and not accepting their embryos to be frozen. In our study, chromosomal abnormality in embyros was found to be 25%. The rate of aneuploidy is 15%, the rate of polyploid 5%, and the rate of haploid 5%.It has been observed a repetitive IVF failure in seven (age average:27,4) of twenty patients chosen in our study. Any anomaly hasn?t been encountered unlike the studies done in consequence of the analyses in terms of the Chromosomes 13, 18, 21, X and Y of the blastomers taken from these patients? embryos.Most of the IVF clinics select an embryo transfer on Day 3. The Day 3 embryo scoring system can be different. In the studies conducted, it is being shown that embryos morphologically of the good quality possess high aneuploidy risk, and it is anticipated that the morphological analysis by itself is not sufficient before transfer.Consequently, we thing that the pre-implantation genetic diagnosis before the transfer will decrease early miscarriages and increase contiuning rates of pregnancy.Keywords: IVF, embryo morphology, aneuploidic pathologies. 57

TEZ1577 Tez (Yüksek Lisans) -- Çukurova Üniversitesi, Adana, 1994. Kaynakça (s. 107-109) var. xi, 111 s. ; 30 cm. …

Dünya nüfusu içinde yaşlı nüfusu giderek artmaktadır ve yaşa bağlı işitme kaybı daha yaygın hale gelmektedir. Yaşlanmaya bağlı olarak zamanla gelişen işitme kaybı presbiakuzi olarak tanımlanmaktadır. Presbiakuzinin yeterince teşhis edilmediği ve yeterince rehabilite edilmediği bilinmektedir. Bu derlemenin amacı, yaşlılarda yaygın olarak görünen presbiakuzinin prevelansı, patofizyolojisi, değerlendirme yöntemleri, tedavi ve rehabilitasyonu hakkında literatürde yer alan önemli kaynaklardan bilgileri sunmaktır. Presbiakuzide en çok tercih edilen rehabilitasyon şekli işitme cihazlarıdır. Erken teşhis ve erken cihazlandırmanın önemi konusunda farkındalık oluşturmak amaçlanmıştır. Ayrıca hastalığın patofizyolojisini anlamak; yaklaşımlar geliştirmek, işitme cihazları, yardımcı dinleme sistemleri ve işitsel terapi için sağlanan kaynakları genişletmek için büyük önem taşıyacaktır. İşitme bozukluğu olan kişiler için etkili cihazlarının kullanımı ve eğitim stratejileri, yaşlıların yaşam kalitesi üzerinde olumlu etkiyi ortaya çıkartmaktadır., The elderly population is increasing in the world population, and age-related hearing loss is becoming more common. Hearing loss that develops over time due to aging is defined as presbycusis. It is known that presbycusis is underdiagnosed and not adequately rehabilitated. The aim of this review is to present information from important sources in the literature about the prevalence, pathophysiology, evaluation methods, treatment and rehabilitation of presbycusis, which is common in the elderly. The most preferred form of rehabilitation for presbycusis is hearing aids. It is aimed to raise awareness about the importance of early diagnosis and early instrumentation. Also, understanding the pathophysiology of the disease will be crucial for developing approaches and expanding the resources available for hearing aids, assistive listening systems and auditory therapy. The use of effective devices and educational strategies for people with hearing impairment can have a positive impact on the quality of life of the elderly.