Search

The effectiveness and role of stem cells obtained from bone marrow in removing the adhesion formed in intrauterine adhesion modeling using chemicals in rats and restoring the implantation of the blastocyst to the endometrium were investigated.The experimental model was created in a single horn using trichloroacetic acid. Three different groups and two subgroups were formed as only culture medium (CM), stem cell and 48-hour medium (Niche). A total of 30 female and 3 male rats were used in the study. Treatment was started immediately after model formation in the acute phase, and 10 days later, the subjects were placed in the same cage with male rats for conception. Then, the pregnancy status and the number of puppies born were evaluated. Histological evaluation was performed with hematoxylin-eosin staining.A statistically significant difference (p, Kemik iliğinden elde edilen kök hücrelerin, sıçanlarda kimyasal kullanılarak oluşturulan intrauterin adezyon modellemesinde rahim içi yapışıklıkların giderilmesinde ve blastosistin endometriuma implantasyonunun yeniden sağlanmasında etkinliği ve rolü araştırıldı.Deney modeli, trikloroasetik asit kullanılarak tek uterin hornda meydana gelen hasara karşı, yalnızca kültür besiyeri (CM), kök hücre ve 48 saatlik Niş kullanılarak farklı grup ve iki alt grup oluşturulmuştur. Çalışmada toplam 30 dişi ve 3 erkek rat kullanıldı. Akut fazda model oluşumundan hemen sonra tedaviye başlandı ve 10 gün sonra denekler gebe kalmaları için erkek sıçanlarla aynı kafese yerleştirildi. Daha sonra gebelik durumu ve doğan yavru sayısı değerlendirildi. Histolojik değerlendirme hematoksilen-eozin boyaması ile yapıldı. Yenidoğan sayısına göre hem histolojik hem de morfolojik değerlendirmelerde kök hücre uygulanan gruplarda diğer gruplara göre istatistiksel olarak anlamlı fark (p

The liver is the largest gland of the body that secretes both endocrine and exocrine secretions and plays a major role in the regulation of metabolic functions. Numerous factors such as drugs, chemicals, accidents, alcohol, surgical procedures can cause damage to the liver tissue. In this study, we aimed to determine the regeneration capacity of liver tissue in order to recover the mass loss after hepatic resection. In our experiment 21 Wistar albino male rats were used. All experimental groups applied midline incision with laparotomy for resection of liver. At the end of 1 and 7th days, liver tissue removed for light microscopic analysis. The rats were divided three groups: Control, group 1: hepatectomy one day after liver resection, group 2: hepatectomy seven days after liver resection. The tissue of all experimental groups were showed some histopatological changes such as sinuzoidal dilatation, vacuolization in the hepatocytes. These histopathological differentiation was found to be severe in group II compared to other groups. At the end of the 7th day, it was observed that the regeneration increased significantly, and the mitotic index value reached almost the maximum level in the second group. It was observed that the mitotic index value gradually decreased in group I and reached values close to the control group., The liver is the largest gland of the body that secretes both endocrine and exocrine secretions and plays a major role in the regulation of metabolic functions. Numerous factors such as drugs, chemicals, accidents, alcohol, surgical procedures can cause damage to the liver tissue. In this study, we aimed to determine the regeneration capacity of liver tissue in order to recover the mass loss after hepatic resection.In our experiment 21 Wistar albino male rats were used. All experimental groups applied midline incision with laparotomy for resection of liver. At the end of 1 and 7th days, liver tissue removed for light microscopic analysis. The rats were divided three groups: Control, group 1: hepatectomy one day after liver resection, group 2: hepatectomy seven days after liver resection.The tissue of all experimental groups were showed some histopatological changes such as sinuzoidal dilatation, vacuolization in the hepatocytes. These histopathological differentiation was found to be severe in group II compared to other groups. At the end of the 7th day, it was observed that the regeneration increased significantly, and the mitotic index value reached almost the maximum level in the second group. It was observed that the mitotic index value gradually decreased in group I and reached values close to the control group.

Obezite, bireyin varolan bir sağlık sorununu daha da ağırlaştırabildiği gibi, sadece obezitenin kendisi de pek çok sağlık sorununa neden olabilmektedir. Bu çalışma ile obezite cerrahisi geçiren ve geçirmeyen yetişkinlerin benlik saygısı ve yaşam kalitesinin değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Bu karşılaştırmalı tanımlayıcı çalışma İstanbul’da üçüncü basamak bir hastanenin Genel Cerrahi Kliniğinde yapılmıştır. Benlik saygısı düzeylerini ölçmek adına Coopersmith Benlik Saygısı Ölçeği, yaşam kalitesini ölçmek adına SF-36 yaşam kalitesi ölçeği kullanılmıştır. Cerrahi geçirme durumuna göre demografik özellikler ve kilo vermeye yönelik girişimlerin dağılımları benzerdir. Cerrahi geçirenlerde mevcut ağırlıktan ve yaşam kalitesinden memnuniyet oranları geçirmeyenlerden daha yüksektir. Obezite cerrahisi geçiren ve geçirmeyen gruplar arasında benlik saygısı ölçeği puanları arasında fark yoktur. Yaşam kalitesi puanları obezite cerrahisi geçirenlerde belirgin bir şekilde daha yüksektir. Çalışmamızda obezite cerrahisi geçiren katılımcıların memnuniyet oranları ve yaşam kalitesi literatürdeki diğer çalışmalara benzer şekilde daha yüksek olarak saptanmıştır., Obesity can cause an individual's health problem to become more severe, and obesity alone can cause many health problems. This study aimed to compare the self-esteem and quality of life of adults who undergo bariatric surgery and those who do not. This comparative descriptive study was carried out in the general surgery clinic of a tertiary hospital in Istanbul. The Coopersmith Self-Esteem Scale was used to measure self-esteem and the SF-36 for quality of life. Patients who have undergone bariatric surgery are more likely to have lower education levels. The distribution of demographic characteristics and weight loss initiatives is similar according to the study group. Surgical residents have higher rates of satisfaction with current weight and quality of life than those who do not. There is no difference between self-esteem scale scores according to the study groups. The quality of life scores are significantly higher in those who are undergoing bariatric surgery. Satisfaction rates and quality of life of participants who had undergone bariatric surgery in our study were found to be higher, similar to other studies in the literature.

Bu tez çalışmasında; geleneksel denetim, denetimde büyük veri incelenmiş; büyük veri, analitiği, teknolojileri ve bunların kullanım alanları araştırılmış; büyük veriye sahip örnek kamu kurumları incelenerek, geleneksel denetim yöntemleri ile yapılan dar kapsamlı denetimlerin yetersizliği ortaya konulmuş; büyük verinin denetim mesleğini nasıl etkileyebileceğine ilişkin öngörülere yer verilmiş; yeterli planlama ve uygun kaynaklarla büyük veri analitiğinin denetim faaliyetlerine nasıl entegre edilebileceği ve bu yaklaşımın denetimlerde uygulanması için yeni bir yol haritası geliştirilmiş ve sunulmuş; elde edilen bulgular değerlendirilmiş; ve son olarak, tez kapsamında büyük veri analitiğinin bir denetim faaliyetinde nasıl kullanılabileceğine yönelik işlem adımları, karşılaşılabilecek riskler ve zorlukları ile elde edilebilecek kazanımlar ve değerler örneklendirilmiş, ve bu yol haritasının uygulanması ile daha etkin, kapsamlı, hızlı, verimli ve en önemlisi değer katan denetim faaliyetlerinin gerçekleştirilebilmesi için önerilerde bulunulmuştur. This thesis investigates traditional audits and big data analytics (BDA) based audits; introduces BDA and technologies used in in audits; examines a number of sample institutions having big data; demonstrates the limilations of traditional audits; explains how big data affect the audit profession and programs; and presents a road map for the first time to introduce BDA in auditing. After evaluating the outcomes of this thesis, a number of steps were suggested how big data analytics can be used for auditing and gettingbenefits and values from the programs with the gained facilities, faced risks and encounterred difficulties. A number of suggestions werefinally introduced to apply the road map and to implement it for having more effective, fast, efficient, appropriate and secure analytics in auditing activities. 113

Güncel denetim standartları, veri analizinin denetimlerdekullanılmasının denetimi geliştirmek ve görevi tamamlamak için gereken zamanıazaltmak amacıyla kullanılabileceğini belirtse de, denetimlerde büyük veri veanalitiklerinin nasıl kullanılabileceğine yönelik kapsamlı bir denetim rehberibulunmamaktadır. Bu durum denetim elemanlarının bu tür teknolojileridenetimlerinde kullanma konusunda olumsuz düşünme ve gereken adımlarıatamamalarına neden olmaktadır. Bu çalışma ile, denetim elemanlarına ilk kezönerilen bir denetim metodolojisi ışığında, denetimlerde büyük veri veanalitiklerini nasıl kullanılabileceklerine yönelik açık, yol gösterici birdenetim rehberinin oluşturulması amaçlanmaktadır.Bu çalışmada ayrıca, büyük veri ve büyük veri analitiğiincelenmiş, temel unsurları gözden geçirilmiş, kurumlar için önemi vurgulanmış,daha etkin, verimli ve ekonomik denetimlerin nasıl yapılabileceğiaçıklanmıştır. Denetimlerde büyük veri analitiğinden nasıl faydalanılabileceği,yeterli planlama ve uygun kaynaklarla büyük veri analitiğinin denetimlere nasılentegre edebileceği, elde edilebilecek kazanımlar ve karşılaşılabilecekolumsuzlukların neler olabileceği gibi hususlara cevaplar aranılmıştır. Eldeedilen sonuçlar, büyük veri ve analitiklerinin denetimlerde kullanılmasısonucunda ortaya çıkarılacak denetim kanıtları ile denetimlerin kurumlara dahafazla katma değer sağlayabileceğini göstermektedir. Daha derin, kapsamlı,akıllı ve hızlı denetim faaliyetlerinin gerçekleştirilebilmesi için sistematikdenetim metodolojilerinin geliştirilmesine ve uygulanmasına ihtiyaç vardır., In today's, the goldenage of digitalization, it is experienced change and development in the field ofauditing as it is in almost every area. Big Datas that, occurs to define theexponential growth and usability of data generated by humans, applications andintelligent machines, affects the audit process. The audit of the futurewill be quite different from today’s audit. Broader data sets, new techniquesand technologies, and data analysis methods should be used to generate morebusiness value, better understand the business, identify key risk areas, andadapt to change. Also, to be successful, with the audit function, everyoneneeds to be open to change from supervised to regulator. In this study; big dataand analytics have been examined, basic elements have been reviewed, answershave been sought for how to take advantage of the big data analysis in audits,how to integrate the big data analysis with audits with adequate planning andappropriate resources, and what potential adverse events could be encountered.In addition, the importance of big data was emphasized for institutions andconcrete proposals were presented so that more effective, efficient andeconomic audit could be made an expected level. As a result; morecomprehensive, faster, more productive, value-added audit activities can beachieved with big data analysis

This research was conducted to investigate elementary school teachers’ attitudes towards constructivism. This study was carried out in descriptive study model. A sequental explanatory mixed method research design was utilized. The population of this study included 2226 elementary school teachers serving at 6-8 grade levels in Denizli. Among all, 402 teachers were sampled in the study. Interviews were conducted with ten voluntary teachers to obtain qualitative data. The quantitative data were collected by personal information form and the scale of attitudes towards constructivism. T-Test, ANOVA, Kruskal Wallis-H ve Mann Whitney-U test were used comparison of epistemological beliefs as the variables of the participants' gender, teaching experience, teaching subject and educational background in quantitative data. In qualitative data, a semi-structured form was developed, and the descriptive analysis was utilized in order to investigate the views of teachers, Bu araştırma, öğretmenlerin yapılandırmacı yaklaşıma yönelik tutumlarını öğ- retmen görüşleriyle açıklamak amacıyla yapılmıştır. Araştırma betimsel bir çalışmadır ve karma model çeşitlerinden sıralı açıklayıcı desen kullanılmıştır. Çalışmanın evrenini Denizli merkezinde çalışan 2226, örneklemini ise 402 branş öğretmeni oluşturmaktadır. Nitel veriler 10 öğretmenden elde edilmiştir. Araştırmanın nicel verileri kişisel bilgiler formu ve yapılandırmacı yaklaşıma yönelik tutum ölçeği ile toplanmıştır. Nitel verilerde ise görüşme formu kullanılmıştır. Nicel verilerde katılımcıların cinsiyet, kıdem, branş ve mezun olunan okul değişkenlerine göre yapılandırmacı yaklaşıma yönelik tutumlarının karşılaştırılmasında Kruskal Wallis-H ve Mann Whitney-U testi kullanılmıştır. Nitel verilerde ise betimsel analiz yapılmıştır. Bulgularda öğretmenlerin yapılandırmacı yaklaşıma yönelik olumlu tutuma sahip oldukları tespit edilmiştir. Nitel veriler nicel verilerden elde edilen sonuçları açıklamak için kullanılmış, nitel verilerde genel olarak nicel verileri destekleyen sonuçlara ulaşılmıştır

In Ottoman Empire, Westernization period started in 18th Century and peaked in 19th Century. In this context, existing Classical Architecture in Ottoman Empire, especially in the period of Abdülhamit Han (1876-1909), mission is to represent the central government gained a special importance. It was seen that single tower type structures was the symbol of the authority. Ottoman Empire made such buildings from western civilizations and not only showing the power but also serving people. In addition to this, it was the pointer of a new era in Anatolia like Western Civilizations. When we examine the work about the Clock Tower, there is not any typological study except for catalog knowledge. The first study about the topic was in the period of II. Abdülhamit. There were 32 single clock tower outside Istanbul in the geography of Turkey, which are mostly destroyed or ruined. For the rest, they are used to examine a typology over their balcony. In addition, this research article is really important database to preserve our cultural heritage and to transfer to future generations. Also, this research article aims to form the base comparative studies and typological research., 18. yy ile birlikte başlayan Osmanlı Mimarlığındaki batılılaşma, 19.yy’ın sonlarında doruğa ulaşmıştır. Bu kapsam içinde Osmanlı’da var olan Klasik mimarlık, özellikle II. Abdülhamid Han Döneminde (1876-1909), üstlendiği merkezi devleti tüm imparatorlukta temsil etme misyonuyla ayrı bir önem kazanmıştır. Tek kule tipi yapıların otoritenin simgesel ifadesi olarak algılandığı görülmüştür. Osmanlı Devleti de batıdan gördüğü bu tarz yapıları yaparak hem gücünü gösterecek hem halka hizmet edecektir. Saat Kuleleriyle ilgili yapılmış çalışmaları incelediğimizde; katalog bilgisi dışında tekil saat kulelerinin kentlerdeki konumlanışı dışında tipolojik bir çalışmanın olmayışı. Bu alandaki çalışmalarımızın ilkini II. Abdülhamit Dönemine tarihlenen 32 adet İstanbul dışındaki Türkiye coğrafyasında tespit edilebilen yok olmuş veya halen ayakta olan tekil saat kulelerinin ülke dağılımlarını ortaya koyup, balkonları üzerinden de bir tipoloji denemesi yapmak oluşturmuştur. Ayrıca bu araştırma makalesi kültürel mirasımızı korumak ve gelecek kuşaklara aktarmak için oldukça önemli veri kaynağı olan karşılaştırmalı çalışmalara da taban oluşturabilecek tipolojik araştırmalara yeni bir açılım yapmayı hedeflemektedir.

The purpose of this study was to explore views of teachers regarding their epistemological beliefs. The research was a descriptive study. Sequential explanatory design was used as a mixed method strategy. A random sample of 401 teachers was selected to apply the scale. Qualitative data were obtained from 10 teachers who volunteered to participate in the study. The quantitative data were collected by personal information form and the scale epistemological beliefs. T-Test, ANOVA, Kruskal Wallis-H ve Mann Whitney-U test wereusedcomparison of epistemologicalbeliefs as thevariables of theparticipants'teachingexperienceandteachingsubject in quantitativedata. The descriptive analysis was utilized in order to investigate the views of teachers, Bu araştırma, öğretmenlerin epistemolojik inançlarının düzeyini öğretmen görüşleriyle açıklamak amacıyla yapılmıştır. Araştırmada karma model çeşitlerinden sıralı açıklayıcı desen kullanılmıştır. Çalışmanın örneklemini 402 branş öğretmeni oluşturmaktadır. Nitel veriler 10 öğretmenden elde edilmiştir. Araştırmanın nicel verileri kişisel bilgiler formu ve epistemolojik inanç ölçeği ile toplanmıştır. Nitel verilerde görüşme formu kullanılmıştır. Nicel verilerde katılımcıların kıdem ve branş değişkenlerine göre epistemolojik inançlarının karşılaştırılmasında ANOVA, Kruskal Wallis-H ve Mann Whitney-U testleri kullanılmıştır. Nitel verilerde betimsel analiz yapılmıştır. Bulgular; öğretmenlerin öğrenmenin çabaya ve yeteneğe bağlı olduğuna yönelik inançlarının gelişmiş, tek bir doğrunun olduğuna yönelik inançlarının kısmen gelişmiş olduğu belirlenmiştir. Yani öğretmenler öğrenmenin yetenekten bağımsız, çabaya bağlı olarak gerçekleştiğine ve bazı alanlarda değişmez doğruların olduğuna inanmaktadır

Bu araştırma, öğretmenlerin epistemolojik inançlarını, yapılandırmacı yaklaşıma yönelik tutumlarını ve epistemolojik inançlarıyla yapılandırmacı yaklaşıma yönelik tutumları arasındaki ilişkiyi öğretmen görüşleriyle açıklamak amacıyla yapılmıştır. Araştırma betimsel bir çalışmadır ve karma model çeşitlerinden sıralı açıklayıcı desen kullanılmıştır. Çalışmanın evrenini Denizli merkezinde çalışan 2226, örneklemini ise 402 branş öğretmeni oluşturmaktadır. Nitel veriler 10 öğretmenden elde edilmiştir. Araştırmanın nicel verileri kişisel bilgiler formu, epistemolojik inanç ölçeği ve yapılandırmacı yaklaşıma yönelik tutum ölçeği ile toplanmıştır. Nitel verilerde ise görüşme formu kullanılmıştır. Nicel verilerde katılımcıların cinsiyet, kıdem, branş ve mezun olunan okul değişkenlerine göre epistemolojik inançlarının ve yapılandırmacı yaklaşıma yönelik tutumlarının karşılaştırılmasında t-Testi, ANOVA, Kruskal Wallis-H ve Mann Whitney-U testi; epistemolojik inançlar ile yapılandırmacı yaklaşıma yönelik tutum arasındaki ilişkiyi belirlemek için Spearman Korelasyon Katsayısı kullanılmıştır. Nitel verilerde ise betimsel analiz yapılmıştır. Bulgular; öğretmenlerin öğrenmenin çabaya ve yeteneğe bağlı olduğuna yönelik inançlarının gelişmiş, tek bir doğrunun olduğuna yönelik inançlarının kısmen gelişmiş olduğu belirlenmiş, yapılandırmacı yaklaşıma yönelik olumlu tutuma sahip oldukları tespit edilmiştir. Nitel veriler nicel verilerden elde edilen sonuçları açıklamak için kullanılmış, nitel verilerde genel olarak nicel verileri destekleyen sonuçlara ulaşılmıştır. This research was to describe teachers' epistemological beliefs, attitudes towards constructivist approach and the relationship between their attitudes towards constructivist approach and epistemological beliefs, with the views of teachers. The research is a descriptive study and was used explanatory sequential design varieties from mixed model. The study population is working in the center of Denizli 2226, the sample of 402 subject teachers. Qualitative data were obtained from 10 teachers. The quantitative data, personal information form, were collected by the scale epistemological beliefs and the scale of attitudes toward constructivist approach. The interview form was used in qualitative data. The Spearman Rank Correlation Coefficient was used to determine the relationship between epistemological beliefs and attitudes towards constructivist approach; t-Test, ANOVA, Kruskal Wallis-H ve Mann Whitney-U test were used comparison of epistemological beliefs and attitudes towards constructivist approach as the variables of the participants' gender, teaching experience, teaching subject and educational background in quantitative data. Descriptive analysis is made in qualitative data. Results: teachers believe that `learning depends on the effort` and `learning depends on the talent`, and they partly believe that there is only one unchanging truth. In addition, it is identified that teacher have positive attitudes towards constructivist approach. Qualitative data was used to explain the results obtained from the quantitative data, quantitative data generally support the conclusions in qualitative data. 188

Yüksek Lisans Tezi Dünya popülasyonunun büyük bir kısmını etkisi altına alan metabolik bir hastalık olan diabetes mellitus, hastalığın erken ve geç dönemlerinde birçok doku ve organda hasara yol açmaktadır. Sperm üretiminin gerçekleştiği yer olan testislerde diyabetli kişilerde ciddi hasar meydana geldiği bilinmektedir. Bu nedenle yapmış olduğumuz çalışmada, streptozotosin ile deneysel diyabet oluşturulan sıçanlara egzersiz uygulamasının testis dokusuna olası olumlu etkileri histolojik olarak araştırılması, PCNA ve TUNEL metodları kullanarak ortaya çıkacak değişiklikleri göstermeyi amaçladık. Çalışmamızda ağırlıkları 250-300 gr arasında değişen, aynı biyolojik ve fizyolojik özelliklere sahip 42 adet Sprague Dawley erkek sıçan kullanıldı. Kontrol grubu, diyabet grubu, yoğun egzersiz ve hafif egzersiz grubu olmak üzere 4 farklı grup oluşturduk. Diyabet grubuna tek doz 40mg/kg streptozotosin uyguladı. Yoğun egzersiz ve hafif egzersiz grubuna ise diyabet oluşmadan 3 gün önce egzersize başlanıp 3 gün sonra tek doz 40mg/kg streptozotosin verilerek deneyin sonuna kadar egzersiz uygulandı. Dört hafta süren deneyimiz sonunda deneklerimizin testis dokuları alınarak histolojik ve immünohistokimyasal boyamalar uygulandı. Morfometrik olarak da; vücut, seminifer tübül çapları testis ağırlıkları, kan-glukoz düzeyi ve Johnson Skoru ölçüdü. Çalışmamızdaki bulgularda diyabete bağlı olarak vücut ve testis ağırlığı ve Johnson skorunda azalmanın meydana geldiği gözlemlendi. Kontrol grubuna ait testis dokusu normal görünümlü iken, diyabet grubunun testis dokusunda ise tübüllerin çoğunda atrofik değişikliklere rağmen primer spermatosit ve spermatidler izlenmekteydi. Bazı hücrelerin bazal membrandan ayrılarak lümene döküldüğü görüldü. Yoğun egzersiz gurubunda seminifer 53 tübüllerin çoğunda hücrelerin bazal membrandan ayrılıp lümene döküldüğü ancak sertoli hücreleri ve spermatozoaları da içeren spermatogenetik seri hücrelerinin varlığını koruduğu izlendi. Hafif egzersiz grubunda seminifer tübüllerin çoğu normal yapıya yakın olup kontrol grubuyla mikroskobik yönden önemli bir fark olmadığı görüldü. Apoptotik indeks diyabet grubunda artarken yoğun egzersiz ve hafif egzersiz grubunda azaldığı görüldü. PCNA indeks değerlerinin diyabet grubunda azalırken yoğun egzersiz ve hafif egzersiz grubunda arttığını gözlemledik. Sonuç olarak, diyabetin sebep olduğu infertilite olgularında egzersizin önemli bir rol oynayabileceğini düşünmekteyiz. Anahtar kelimeler: Diabetes mellitus, erkek infertilitesi, apoptozis, PCNA, sıçan. Abstract Diabetes is a metabolic disorder effecting most of the world's population causes damage in many tissue and organs in both early and late stages. It is already known that in diabetic patient there is serious damage in testes where sperms are produced. Therefore, we have done this study, streptozotocin (STZ) diabetic rats with the literature, which has been shown that effects of exercise, slow and fast application of testicular tissue, the possible positive effects of exercise and were investigated histologically changes and PCNA and TUNEL methods will be aimed to show the revealing of changes. In our study, we used 42 Sprague Dawley male rats with similar biologic and physicologic characteristics and which were between 250-300 gr. A control group was the group of diabetes, groups intensive exercise and mild exercise have make up the four different groups. Applied a single dose of 40mg/kg streptozotocin diabetic group. Diabetes occurred in group diabetes exercise intensive and diabetes exercise mild was started 3 days ago 3 days after exercise and try a single dose of 40mg/kg streptozotocin give exercise was performed until the end. At the end of four weeks, the rats testicular tissues were obtained, histological and immunohistochemical stains were performed. The morphometric tests were: body and testicular weights, blood glucose levels and Johnson score. The findings in our study, showed that diabetes induced reduction in body and testicular weights and in the Johnson score.55 . Apparently normal testicular tissue of the control group, while the majority of tubules in the testis tissue of diabetic group of primary spermatocytes and spermatids were observed in spite of atrophic changes. It was remarkable that the cells were leaved the basal membrane and poured to the lumen. Intensive exercise group flows into the lumen of seminiferous tubules, but left the basement membrane, most cells, including Sertoli cells and spermatogenic Spermatozoa were protected by the presence of cells in series. Normal structure of seminiferous tubules in group mild exercise is often a significant difference was observed in the control group of microscopic ways. Apoptotic index was noted in the diabetic group, while intensive exercise and mild exercise group. PCNA index values decreased in the diabetic group intensive exercise and group mild exercise. We have observed a marked increase. As a result of, diabetes may play an important role in exercise-induced infertility. Keywords: Diabetes mellitus, male infertility, apoptozis, PCNA, rat.

ÖZET Bu çalışma A.Ü. Tıp Fakültesi iç Hastalıkları Klini ği' ne yatan ve perkütan böbrek iğne biyopsisi ile amiloidozis tanısı konan 24 hasta üzerinde yapılmıştır. Çalışmayı oluş- turan olguların 5' i primer, 8' i sekonder ve 11' i ailevi ak- deniz hummasına bağlı amiloidozis olgularıdır. Hasta grubu ayrıca, nefrotik sendrom bulguları ve toksik madde retansiyonu göstermeyen izole proteinürili 9, üre ve kreatinin düzeyi normal olan nefrotiktsendromlu 7 ve üre ve kreatinin düzeyi yüksek olan kronik böbrek yetmezlik- li 8 olguluk 3 gruba ayrıldı. Tüm hasta grubunda ve hasta lığın gelişme dönemlerine göre ayrılan bu üç grupta serum Alfa-1-Antitripsin (A-l-AT) ve immünglobulurin (IgG, IgA, IgM) düzeyleri ve ortalamaları hesaplanarak kont rol grubu ile ve birbirleri ile karşılaştırıldı. Tüm hasta grubunu oluşturan 24 olgudan 9' unda A-l-AT düzeyi normalden yüksek (% 37.5), ll'inde normal (% 45.8) ve 4 'ünde normalden düşük (% 16.7) bulundu. Serum A-l-AT ortalamaları bakımından, tüm hasta grubu ile kontrol grubu arasındaki farkın istatistiki bakımdan an lamsız olduğu saptandı. Serum IgG ortalamaları bakımından, tüm hasta grubu ile kontrol grubu arasındaki farkların istatistiki bakımdan önemli-31- olduğu, hasta grubunda IgG düzeyinin anlamlı derecede düşük olduğu saptandı. IgA ve IgM ortalamaları bakımından anlamlı bir fark bulunmadı. Ailevi akdeniz hummasına bağlı amiloidozis grubunda, A-l-AT ortalaması kontrol grubuna göre istatistik! bakımdan anlamlı derecede yüksek bulundu. Fakat gruplar arası karşı laştırmada serum A-l-AT g IgG,, IgA ve IgM düzeylerinin, primer, sekonder ve ailevi akdeniz hummasına bağlı amiloidoz olgula rının ayrıcı tanısında anlamlı bir rolü olmadığı saptandı. Semptömsuz proteinürili hasta grubunda serum A-l-AT orta laması gerek kontrol, gerekse nefrotik sendromlu ve toksik madde retansiyonu olan hasta gruplarına göre istatistik! ba kımdan anlamlı derecede yüksek bulundu. Bu nedenle serum A-l-AT düzeyinin, hastalığın erken döneminde parankimayı proteolitik harabiyetten koruyucu bir fizyolojik globulin olarak yükselebileceği ve bu olgularda hipertansiyon geliş memesine katkısı olabileceği düşünüldü. Klinikte, böbrek amiloidoz isli olgularda serum A-l-AT ve immunoglobulin dü zeyi ölçümünün hastanın prognozunu gösterebilmesi ve hasta lığın gelişim sürecinin evresini belirtmesi açısından fay dalı olabileceği kanısına varıldı. 45

24- 13u çalışına Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi îç Hastalıkları Kür süsüne idrar yapamamaktan yakman, yapılan tetkikler sonucu akut tubü- ler nekroza bağlı akut böbrek yetmezliği tanısı konulan 15 kadın 4 er kek toplan 19 olgu üzerinde yapıldı. Hastaların yaşları 24 ile 57 yıl arasında değişmekte olup ortalama yaş 34,8 yıl olarak saptandı. Kliniğe müracaat ettikleri dönemde 9 olgunun [fo 47,3) şuuru kunt olup bunların dördü asidozla birlikteydi. Öyküleri incelendiğinde, 12 olguda (% 63,1) abortusa bağlı bir ol guda (% 5,2) post partum, birinde akut miyokart infarktüsüne b*ağlı şok gelişimine, bir olguda kronik böbrek hastalığı zemininde akut egzezar- basyona, üç olguda operasyon sonrası durusS^ bir olguda da onteritis sonucu gelişen hipovolemiye bağlı ABI oluştuğu tespit edildi. Üre seviyeleri olguların tümünde; kreatinin ise 15 olguda yüksek bulundu. Altı olguda bilirubin seviyeleri yüksekti,' Serum FIÜ seviyeleri tüm olgularda kontrol grubuna oranla yüksek olup her ilci grup arasındaki ortalamaların farkı Önemli bulundu (i:4»976 p /0,001)« ABI nin prognozu ile FIÜ seviyeleri arasında bir ilişki ku rulamadı, İkt erile ve anikterik olgular arasında da FYÜ seviyeleri ve prognoz yönünden önemli bir fark bulunmadı. 30

Bu çalışma, Ankara üniversitesi Tıp Fakültesi iç Hastalıkları Kliniği'nde 1980 yılında, tanıları perkütan böbrek iğne biopsisi ile konulan 15 amiloid ile amiloid ol mayan 14 öbür böbrek hastasında yapıldı. Olguların açlık serum çinko düzeyleri ile idrarla 24 saatte attıkları çinko değerleri ölçüldü. Ek olarak bu hastalarda çinkonun oral absorbsiyonu incelendi. 11 kişilik kontrol grubunda sapta nan değerler hastaların değerleri ile karşılaştırıldı. Çalışma kapsamındaki tüm hastaların serum çinko düzeyinin normallerden düşük, yine çinkonun gastrointesti nal absorbsiyonunun bozuk olduğu saptandı. Proteinüri dere celerine paralel olarak serum çinko düzeyinin düştüğü, ab- sorbsiyonun da bozulduğu görüldü. Hastaların idrar çinko düzeylerinin normallerden farklılık göstermediği bulundu. Yine bu hastalarda serum albumıni azaldıkça serum çinkosu nun da azaldığı bulundu. Bu bulgu, çinkonun kanda albumine bağlandığı, albuminin azalmasının çinko eksikliğine yol aç tığı görüşünü desteklemektedir. Parankima! böbrek hastalıklarında etyolojiye bağlı olmaksızın serum çinko düzeyleri ve gastrointestinal çinko absorbsiyonu aynı değerlerde bulundu. Bu sonuç, serum çinko düzeyinin ve oral çinko absorbsiyon testinin böbrek amilci- dozisinin öbür parankimal hastalıklardan ayrılmasında ya rarlı olmadığını göstermiştir. 42

Kliniğimizde yatarak tedavi gören, değişik etyolojili 23 nefrotik sendrom vakasında indometasin verildi. Ortalama bir hafta süren bu çalışma sırasında, tedaviden önce ve sonra klinik ve labo- ratuvar bulgular saptandı. Çalışmalarımızda proteinürldö % 21.7 azalma, gtinlUk idrar miktarında % 25.2 azalma, serum üre değerinde belirgin (% 20.6) artma kaydedildi. Proteinürideki azalmaya paralel olarak total kan proteinlerinde hafif artma (0.16 gr), total lipitlerde azalma (% 109.27 rag) olmasına rağmen hastanın klinik durumunda düzelme olmadı, ödemlerinde belirgin artma (vücut ağırlığında ortalama 2.6 Kg artma) oldu. Hastanın sistolik ve diastolik kan basıncında pek az azalma kaydedildi (sistolik kan basıncı ortalama 6.5 mmHg, diastolik kan basıncı ortalama 2,75 mmHg). Tedaviye, proteinüride azalma olmasına rağmen hastanın böbrek fonksiyonlarının önemli ölçüde azalması nedeniyle ortalama bir haftadan fazla devam edilmedi. Tedavi sonrası bulgular başlan gıç düzeylerine indiler. i' îndometasinin idrarda protein kaybını azaltmasına rağmen böbrek fonksiyonlarını bozması nedeniyle kısa sürede hipoalburaine- miye bağlı bulguları azaltmak amacı ile kullanılmasının fazla fay dalı olmadığı görüldü. 31

ÖZET Ankara Tıp Fakültesi îç hastalıkları Kliniği 'ne yatan ve böbrek biyopsisi ile amiloid tanısı alan 30 hastada eser element denen magnezyum, çinko, bakır değerleri araştırıldı. Bulunan değerler kontrol olgularında sapta nan değerlerle karşılaştırıldı. Ayrıca bu değerler has tanın üre ve proteinüri miktarları ile de karşılaştırıldı. Böbrek amiloidozisinde serum magnezyumunda anlamlı bir artış, idrar magnezyumunda ise anlamlı düşme saptandı. Serum bakır değerlerinde anlamlı artış olurken, se rum seroloplazmin değerinde anlamlı düşme saptandı. Serum çinko değerlerinde ise 17 olguda düşme, 11 olguda yükselme, iki olguda normal değerler bulundu. Bu değişik durumun amiloidozisin tipinden veya başka bir nedenden olabileceği, kesin sonuca gitmek için olgu sa yısının artması gerektiği kanısına varıldı. Magnezyum ve bakır değerlerindeki değişmenin öbür tip parenkimal böbrek hastalıklarındaki gibi olduğu, çinko metabolizmasında ise öbür tip parankima 1 hastalık- lardakinden farklı olduğu görüldü. t- 25 - 30

31 - ÖZET Bu çalışmada, Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Kliniği'nde böbrek biopsisi ile amiloidozis tanısı konan 15 hastada kara ciğerde amiloid araştırıldı. Karaciğer biopsileri sırasında herhangi bir komplikasyonla karşılaşılmadı. Karaciğer amiloidozisinin klinik muayene bulguları ve karaciğer fonksiyonlarını inceleyen laboratuvar yöntemleri ile ilişkisi araştırıl dı ve literatürdeki verilerle karşılaştırıldı. 15 böbrek amiloidozisli olgunun altısında (% 40) karaciğerde ami loidozis tesbit edildi. Bu altı karaciğer amiloidozisli olgunun üçünde hepatomegali vardı. Hepatik amiloidozis saptanmayan üç olguda da karaci ğer fizik muayenede büyük tesbit edildi. îki hastada alkalen fosfataz yüksek bulundu ve her ikisinde de ka- reciğerde amiloid vardı. Dört olguda BSP yüksekti ve bunların üçünde he patik amiloidozis vardı. Protein elektroforezinde gamaglobulin ise üç ol guda yüksekti ve bunların da ikisinde karaciğer amiloidozisi tesbit edil di. Bu sonuçlarla, karaciğer amiloidozisinin tipik bir bulgusunun ol madığı, bununla birlikte fizik muayenede hepatomegali, laboratuvar yön temlerinden alkalen fosfataz ve BSP yüksekliği ile protein elektrofore zinde gamaglobulin artışının tanıya gidişti yol gösterici olabileceği gözlendi. Böbrek amiloidozisi ile birlikte var olabilacak karaciğer amiloi dozisinin klinik öneminin çok fazla olmadığı gösterilmiştir. 36

19 - ÖZET Bu çalışma, Ankara Üniversitesi Tip Fakültesi îç Hastalıkları Kliniğinde yatan böbrek amiloidozisl i 17 olgu üzerinde yapılmıştır. Ore ve kreatinin seviyeleri normal ve yüksek olma üzere iki grupta incelenen olgularda tübüler serbest su emel em yeteneği incelenmiştir Kreatinin klîrerisibozulmamı$» Üre ve kreatinin seviyeleri normal birinci grubu oluşturan âmiloid olgularında normal olgulara göre tübüler serbest su etolüm yeteneğinde azalma saptanmıştır (p