Search

This study aims to examine the relationship between alienation and hopelessness and to reveal the effect of alienation on hopelessness. Alienated individuals may lose their expectations of success for themselves, others and their future and fall into hopelessness. In this context, data were collected from 273 young people aged between 17-24 years with the questionnaire technique. Beck's hopelessness scale and Dean's alienation scale were used in the survey. As a result of the study, it was concluded that there is a correlation between each of the dimensions of alienation and hopelessness and that there may be an increase in the hopelessness levels of young people experiencing alienation. In particular, it was determined that the powerlessness dimension, which is a dimension of alienation, is the most important alienation dimension explaining the hopelessness of young people. The cognitive hopelessness dimension, which includes the future expectations of individuals, is more affected by alienation than other dimensions of hopelessness. &nbsp

Geçmişten günümüze gerçekleşen tüm askeri faaliyetlerde saha ve masada güçlü olanın, dönemşartları gereği birçok ulusal ve uluslararası arenada başarılı çalışmalar yapabildiği görülmüştür. Ancakgünümüz şartlarında askerî açıdan bir bölgenin fiziki coğrafyasına dayalı unsurların bilinmesininyanında bölgenin beşerî özelliklerinin de detaylı bir şekilde analiz edilmesiyle başarılara ulaşılabilmektedir.Kısacası olumlu askeri çıkarımlar elde etmek artık eskide olduğu gibi sadece fizikişartların bilinmesine ya da harp ve masa gücüne bağlı olmadığı açıkça görülebilmektedir. Özellikle1900’lü yıllardan sonra meydana gelen teknolojik gelişmeler ve küreselleşmenin hızlanmasıyla birlikteaskeri planlamaların ve savaş türlerinin çeşitlilik kazandığı bilinmektedir. Çeşitlilik sonrasındabu alandaki çalışmaların sadece askerler tarafından değil sivil uzmanlarla birlikte çeşitli çalışmalarınyürütüldüğü ve yürütülmesi gerekliliği anlaşılmıştır. Bu çalışmayla Türkiye’de coğrafyacılar tarafındanuzun süre ihmal edilmiş olan askeri coğrafyanın tanımı, kapsamı, inceleme alanı, sınırlılıkları veamacını ortaya koyup sonrasında geçmiş ile günümüz tutum farklılıklarının karşılaştırmasını yaparakalana temel nitelikte bir yayım ortaya çıkarmayı hedeflemiş bulunmaktayız. Askeri coğrafyanınbir inceleme alanı olarak bilimsel temellerinin atıldığı 19.yüzyıl Avrupa literatüründen başlanarakOsmanlı Dönemi ve Cumhuriyet yıllarından da çalışmalar incelenmiş ve günümüze kadar çeşitligörüşlerle irdelenen askeri coğrafya çalışmalarına yer verilmiştir. Tarihsel gelişim sürecine dayanarakizah edilmeye çalışılan askeri coğrafyanın geçmişi, bugünü ve geleceği hakkında bir perspektifsunulması amaçlanmıştır.

This study focuses on the historical and cultural aspects that are decisive in the sculptors choice of materials in the context of art of sculpture. The visual and tactile qualities of the materials guide the selection of the subject, individual and period styles as well as the aesthetic perception. Physical properties have enabled the development of tools and technologies by artists who transform materials into depictions and representations. While the values ​​of the materials make them political actors as they embody power and grandeur, their lack of value has turned them into symbols of sobriety in theological debates. Therefore, it can be said that materials have a decisive role in the meaning of the work in the art of sculpture. In this context, it is clearly seen that when a material is selected / used, it is actually a form of communication and therefore corresponds to a series of transferences related to language, based on the idea that conscious or unconscious processes work behind the orientation of sculptors to a particular material. According to this; sculptors not only do something by carving stone and wood or forging iron, but also say something by choosing a certain type of material.

North Anatolian Fault (NAF) as a seismically active intracontinental plate boundary is characterized by splay faults in a half fishbone geometry, reaching into the Anatolian plate. Recent crustal deformations within Central Anatolia Tectonic Province are accommodated by dextral and sinistral strike-slip splay fault systems. Sinistral splays extend conjugate to the NAF and subparallel to the East Anatolian Fault (EAF), while the dextral splays are subparallel to the NAF. Sungurlu–Ezinepazar (SEF) and Merzifon–Esencay (MEF) faults are two major dextral splays bifurcating from Niksar pull-apart basin, which distinguish eastern and central NAF. Geodetic and geological data suggest a total of 3 mm/year slip rate along these splays in a setting of slip partitioning with the main strand of the NAF. These two splays undertake 12–13% of the lateral motion within a broad deformation zone of the NAF where the MEF accommodates 1/3 of this amount. 227 km-long MEF is divided into six fault segments, which are separated from each other’s by releasing and restraining jogs. Cumulative offsets up to 3.0 km on Kizilirmak River valley and tributaries of Yesilirmak River since latest Pliocene-Early Pleistocene (~ 3 Ma) suggest an approximately 1 mm/year long-term geological slip rate on the MEF. Paleoseismological findings from Esencay segment reveal two discrete surface faulting events within the last 7 ka with a return period of maximum 2200 and minimum 1320 years. The lapse time since the last event is about 3700 years. This implies ~ 3.7 m of strain accumulation on the Esencay segment for present. The segments have the potential to produce induvial earthquakes with magnitudes varying between Mw 6.8 and Mw 7.2. Existing information imply that major fault splays have the potential to produce multi-segment large earthquakes within the NAF zone in addition to well-known Yedisu and Central Marmara seismic gaps.

Bu çalışmada heykeltıraş Kuzgun Acar’ın 1957 ve 1962 yıllarında sergilediği kafes teli heykelleri ile bazı Konstrüktivist heykeller arasında görülen paralellikler üzerinde durulmaktadır. Sanatçının eserleri, özellikle 1920’lerden itibaren Rus Konstrüktivist sanatçılarının yapıları ve Konstrüktivizm akımının temel kuramları üzerinden gidilerek değerlendirilirmiştir. Kuzgun Acar’ın heykellerinde kullanmak üzere seçtiği malzemeler ve biçimlendirme prosedürleri değerlendirmede yol gösterici olmuştur. Makalenin ilk bölümünde Kuzgun Acar’ın Konstrüktivizm ile ilişkisinde dönemsel farklılıklara değinilmiş, kafes teli meselesine odaklanılan ikinci, üçüncü ve dördüncü bölümlerinde ise heykeller, uzamsal form, faktura ve soğuk strüktür gibi Konstrüktivist kavramlar ışığında ele alınmıştır. Bu bağlamda Acar’ın kafes teli heykelleri ile onlara sıklıkla benzetilen Gabo ve Pevsner gibi batıya göç eden sanatçıların yapıtlarının aksine özellikle Rus Konstrüktivist sanatçıların yapıtları arasında gözlemlenen formel ve kavramsal benzerlikler dikkat çekicidir. Diğer yandan Kuzgun Acar’ın heykel serüveni içerisinde Rus Konstrüktivizminin farklı yönelimlerinin de izlerini sürmek mümkündür. Bu yönelimler Kuzgun Acar’ı döneminin Türk heykeltıraşlarından ayrı değerlendirmek gerektiğini açıkça göstermektedir. Araştırmada, yukarıda söz edilen kavramlar ile Kuzgun Acar’ın kafes teli heykelleri arasında kurulan analojiler doğrultusunda bu heykellerin birer uzamsal konstrüksiyon olduğu sonucuna varılmıştır. Bununla beraber Ferit Edgü, Murat Ural, Maria Gough, Yves-Alain Bois, Benjamin H. D. Buchloh ve Nikolai Tarabukin gibi eleştirmen ve yazarların kitap ve makaleleri çalışmamızın kavramsal arka planını oluşturmaya yardımcı olmuştur.

Throughout history it has been observed that those who have got strength on the table andin the field have been successful in both national and international arena in accordance withthe historical context. However, it is currently a must to know the human characteristics ofa region along with various characteristics related to its physical geography in order to besuccessful in military sense. In short, it is now an already known or observed fact that drawingcertain conclusions leading to military success is not possible only through the knowledge ofphysical conditions or strategic and military power in the field as it has been before. Typesof war and military planning have increased with technological advance and globalizationparticularly after the 1900s. This variety revealed the necessity to conduct research in thisfield not only by soldiers but also in cooperation with civilian experts.This study therefore aims to contribute to literature in this field by examining the definition,scope, research area, limitations and purpose of military geography; and thereby making acomparison between past and current approaches to it through a civilian le ns., Geçmişten günümüze gerçekleşen tüm askeri faaliyetlerde saha ve masada güçlü olanın, dönemşartları gereği birçok ulusal ve uluslararası arenada başarılı çalışmalar yapabildiği görülmüştür. Ancakgünümüz şartlarında askerî açıdan bir bölgenin fiziki coğrafyasına dayalı unsurların bilinmesininyanında bölgenin beşerî özelliklerinin de detaylı bir şekilde analiz edilmesiyle başarılara ulaşılabilmektedir.Kısacası olumlu askeri çıkarımlar elde etmek artık eskide olduğu gibi sadece fizikişartların bilinmesine ya da harp ve masa gücüne bağlı olmadığı açıkça görülebilmektedir. Özellikle1900’lü yıllardan sonra meydana gelen teknolojik gelişmeler ve küreselleşmenin hızlanmasıyla birlikteaskeri planlamaların ve savaş türlerinin çeşitlilik kazandığı bilinmektedir. Çeşitlilik sonrasındabu alandaki çalışmaların sadece askerler tarafından değil sivil uzmanlarla birlikte çeşitli çalışmalarınyürütüldüğü ve yürütülmesi gerekliliği anlaşılmıştır. Bu çalışmayla Türkiye’de coğrafyacılar tarafındanuzun süre ihmal edilmiş olan askeri coğrafyanın tanımı, kapsamı, inceleme alanı, sınırlılıkları veamacını ortaya koyup sonrasında geçmiş ile günümüz tutum farklılıklarının karşılaştırmasını yaparakalana temel nitelikte bir yayım ortaya çıkarmayı hedeflemiş bulunmaktayız. Askeri coğrafyanınbir inceleme alanı olarak bilimsel temellerinin atıldığı 19.yüzyıl Avrupa literatüründen başlanarakOsmanlı Dönemi ve Cumhuriyet yıllarından da çalışmalar incelenmiş ve günümüze kadar çeşitligörüşlerle irdelenen askeri coğrafya çalışmalarına yer verilmiştir. Tarihsel gelişim sürecine dayanarakizah edilmeye çalışılan askeri coğrafyanın geçmişi, bugünü ve geleceği hakkında bir perspektifsunulması amaçlanmıştır.

Avoidance of power lines is an important issue of flight safety. Assistance systems that automatically detect power lines can prevent accidents caused by pilot unawareness. In this study, we propose using convolutional neural networks (CNN) to recognize the presence of power lines in aerial images. Deep CNN architectures such as VGG and ResNet are originally designed to recognize objects in the ImageNet dataset. We show that they are also successful at extracting features that indicate the presence of power lines, which appear as simple, yet subtle structures. Another interesting finding is that pretraining the CNN with the ImageNet dataset improves power line recognition rate significantly. This indicates that the usage of ImageNet pretraining should not be limited to high-level visual tasks, as it also develops general-purpose visual skills that apply to more primitive tasks. To test the proposed methods’ performance, we collected an aerial dataset and made it publicly available. We experimented with training CNNs in an end-to-end fashion, along with extracting features from the intermediate stages of CNNs and feeding them to various classifiers. These experiments were repeated with different architectures and preprocessing methods, resulting in an expansive account of best practices for the usage of CNNs for power line recognition.

Çalışmamızın amacı, biyokimyalaboratuvarımızda yeni uygulanan ve hastane otomasyonu tarafından klinisyenleresunulan bazı parametrelerin farkındalık tespitinin yapılmasıdır. Yapılanaraştırmada klinisyenlere anket üzerinden HOMA-IR, eGFR ve dCa hakkında,çeşitli bilgiler soruldu. Elde edilen veriler, istatistiksel açıdandeğerlendirildi ve klinisyenlerin farkındalığı ölçüldü. Anket çalışmamızadeğişik kliniklerden 100 doktor katıldı. Araştırmaya katılan kişilerinünvanlara göre dağılımı; 28 uzman doktor, 16 akademisyen ve 56 asistan şeklindeoldu. Branşlara göre dağılım, dahili 65ve cerrahi 35 hekim şeklinde idi. Klinisyenlerin ünvanlarına göre HOMA-IR denhaberdar olma dağılımları anlamlı farklılık gösterdi (p=0.007). En çok haberiolan klinisyenlerin öğretim üyeleri (%75), en az haberi olanların ise asistanlaroduğu görüldü (%33.9). Öte yandanhaberdar olan hekimlerin sadece %21’i HOMA-IR’yi kullanmakta idi. eGFR içindurum şu şekildedir; 91 hekim haberdar, 9 hekim habersiz idi. eGFR kullananhekim sayısı 67 iken, 33 hekim kullanmadığını ifade etti. Katılımcıların %74’üeGFR’nin işe yaradığını, %11’i işe yaramadığını ve %15’i ise fikri olmadığınıifade etti. İstatistiksel açıdan anlamlı çıkan bu durumda dikkat çeken detayise, cerrahi branşlarda görülen eGFR işe yarama oranının, HOMA-IR’ye göreoldukça yüksek çıkmasıdır (p, The aim of our study is to assess theawareness of clinicians on the parameters that are newly applied in ourbiochemistry laboratory and presented to clinicians by hospital automation. Theresearchers were asked about various questions on HOMA-IR, eGFR and correctedCa (cCa) through the questionnaire. Thedata obtained was evaluated statistically and the awareness of clinicians wasmeasured. 100 physicians from different clinics participated in the survey.Distribution of the doctors participating in the research according to theirtitles was as follows; 16 academician, 28 specialists and 56 assistant. Thedistribution according to departments was 65 internal medicine physcians and 35surgeons. The distributions of awareness of the HOMA-IR were found to besignificantly different according to the titles of the clinicians (p = 0.007).The faculty members were found to be the best among the clinicians in terms oftheir awareness of the HOMA-IR (75%), and the worst being the residents(33.9%). On the other hand; only 21% of the informed physicians use HOMA-IR.The situation for eGFR is as follows; 91 physicians were informed, 9 physicianswere unaware. While the number of physicians using eGFR was 67, 33 physiciansstated that they did not use it. 74% of the participants stated to find theEGFR useful, 11% did not agree and 15% hesitated. The statistically significantdetail is that the rate of eGFR seen in the surgical branches is higher thanthe HOMA-IR gore (p

Amaç: Bu çalışmada non-alkolik yağlı karaciğer hastalarında (NAYKH) insülin direnci, yaş ve cinsiyet ilişkisinin araştırılması amaçlanmıştır. Materyal ve Metot: NAYKH tanılı alkol kullanmayan hastalara ait veriler, bir yıl boyunca kayıt altına alındı. Hastaların NAYKH tanısı 4D ultrason cihazı ile konuldu. Çalışmada tüm hastaların açlık kan şekeri ve açlık insülin hormonu değerleri kullanılarak, insülin dirençleri hesaplandı. Elde edilen verilerin istatistiği “IBM SPSS for Windows Version 20.0 software” programı ile yapıldı ve anlamlılık düzeyi p, Objective: In the study, it was aimed to investigate of insulin resistance, age, and gender relationship in non-alcoholic fatty liver disease (NAFLD).Materials and Methods: The data of patients diagnosed with NAFLD who did not drink alcohol were recorded for one year. The patients were diagnosed with NAFLD with Doppler USG and divided into three groups. In the study, insulin resistance was calculated using fasting blood glucose and fasting insulin hormone values of all patients. The statistics of the obtained data were made using the program "IBM SPSS for Windows Version 20.0" and the significance level was accepted as p

This study focuses on the historical and cultural aspects that are decisive in the sculptors choice of materials in the context of art of sculpture. The visual and tactile qualities of the materials guide the selection of the subject, individual and period styles as well as the aesthetic perception. Physical properties have enabled the development of tools and technologies by artists who transform materials into depictions and representations. While the values of the materials make them political actors as they embody power and grandeur, their lack of value has turned them into symbols of sobriety in theological debates. Therefore, it can be said that materials have a decisive role in the meaning of the work in the art of sculpture. In this context, it is clearly seen that when a material is selected / used, it is actually a form of communication and therefore corresponds to a series of transferences related to language, based on the idea that conscious or unconscious processes work behind the orientation of sculptors to a particular material. According to this; sculptors not only do something by carving stone and wood or forging iron, but also say something by choosing a certain type of material., Bu çalışma heykel sanatı bağlamında heykeltıraşların malzeme seçiminde belirleyici olan tarihsel ve kültürel yönlere odaklanmaktadır. Malzemelerin görsel ve dokunsal nitelikleri, konunun, bireysel ve dönemsel uslupların yanı sıra estetik algının seçiminde de yol göstericidir. Fiziksel özellikleri, malzemeleri tasvir ve temsillere dönüştüren sanatçılar tarafından aletlerin ve teknolojilerin gelişmesine olanak sağlamıştır. Malzemlerin değerleri, gücü ve ihtişamı cisimleştirdiği için onları politik aktörler yaparken, değersizlikleri, onları, teolojik tartışmalarda ölçülülüğün sembolüne dönüştürmüştür. Bu bağlamda, heykeltıraşların belli bir malzemeye olan yönelimlerinin ardında bilinçli ya da bilinçdışı süreçlerin işlediği düşüncesinden hareketle bir malzeme seçildiğinde/kullanıldığında aslında bunun bir tür iletişim olduğu ve dolayısıyla da dil ile bağlantılı bir dizi aktarıma karşılık geldiği açıkça görülmektedir. Buna göre; heykeltıraşlar sadece taşı, ahşabı yontarak ya da demiri döverek bir şey yapmaz aynı zamanda belli bir malzeme türünü seçerek bir şey de söylerler.

Bu çalışmada heykeltıraş Kuzgun Acar’ın 1957 ve 1962 yıllarında sergilediği kafes teli heykelleri ile bazı Konstrüktivist heykeller arasında görülen paralellikler üzerinde durulmaktadır. Sanatçının eserleri, özellikle 1920’lerden itibaren Rus Konstrüktivist sanatçılarının yapıları ve Konstrüktivizm akımının temel kuramları üzerinden gidilerek değerlendirilirmiştir. Kuzgun Acar’ın heykellerinde kullanmak üzere seçtiği malzemeler ve biçimlendirme prosedürleri değerlendirmede yol gösterici olmuştur. Makalenin ilk bölümünde Kuzgun Acar’ın Konstrüktivizm ile ilişkisinde dönemsel farklılıklara değinilmiş, kafes teli meselesine odaklanılan ikinci, üçüncü ve dördüncü bölümlerinde ise heykeller, uzamsal form, faktura ve soğuk strüktür gibi Konstrüktivist kavramlar ışığında ele alınmıştır. Bu bağlamda Acar’ın kafes teli heykelleri ile onlara sıklıkla benzetilen Gabo ve Pevsner gibi batıya göç eden sanatçıların yapıtlarının aksine özellikle Rus Konstrüktivist sanatçıların yapıtları arasında gözlemlenen formel ve kavramsal benzerlikler dikkat çekicidir. Diğer yandan Kuzgun Acar’ın heykel serüveni içerisinde Rus Konstrüktivizminin farklı yönelimlerinin de izlerini sürmek mümkündür. Bu yönelimler Kuzgun Acar’ı döneminin Türk heykeltıraşlarından ayrı değerlendirmek gerektiğini açıkça göstermektedir. Araştırmada, yukarıda söz edilen kavramlar ile Kuzgun Acar’ın kafes teli heykelleri arasında kurulan analojiler doğrultusunda bu heykellerin birer uzamsal konstrüksiyon olduğu sonucuna varılmıştır. Bununla beraber Ferit Edgü, Murat Ural, Maria Gough, Yves-Alain Bois, Benjamin H. D. Buchloh ve Nikolai Tarabukin gibi eleştirmen ve yazarların kitap ve makaleleri çalışmamızın kavramsal arka planını oluşturmaya yardımcı olmuştur.

Kapitalizmin merkez ve çevre ülkelerinde 1980'li yıllarda uygulamaya konulan neoliberalizm ve neoliberal politikalar devletin sosyal niteliğinin azalmasına paralel olarak kamu hizmetlerinin sunum ve finansmanında önemli bir değişim yaratmıştır. 1945-1980 yılları arası ile karakterize edilen kapitalizmin sosyal devlet döneminden farklı olarak özel sektör özelleştirmeler ile kamu hizmetlerinin sunum ve finansmanında rol almaya başlamış ve özel sektörün kamu hizmetlerine katılımını öngören modeller ortaya çıkmıştır. Türkiye'de 1990'lı yıllar ile birlikte bu modeller kamu yönetimi reformları adı altında gündeme gelmeye başlamıştır. Türkiye'de 2018 sonu itibariyle otoyol, köprü, tünel, havalimanı ve sağlık gibi alanlarda 242 yatırım bulunmaktadır. Bu yatırımlar sağlık hizmetlerinde Şehir Hastaneleri ve Sağlık Kampüsleri ile gündemdedir. Bu tezde, bu yatırımların büyüklüğü göz önüne alındığında şirketlere/şirketler topluluğuna verilen hazine garantilerinin ve finansman garantilerinin devlet bütçesine verdiği zarar kamucu bir yaklaşım ile ele alınmıştır. Neoliberalism and neoliberal policies introduced in the central and peripheral countries of capitalism in the 1980s have created a significant change in the provision and financing of public services in parallel with the decrease in the social quality of the state. Capitalism, characterized by the years 1945-1980, as different from social state period; With the privatizations, the private sector has started play role in the provision and financing of public services and models that envisage the participation of the private sector in public services have emerged. With the 1990s in Turkey, this models began to come up agenda under the name of public management reforms. As of the end of 2018 in Turkey, there are 242 investments in areas such as highway, bridge, tunnel, airport and health. The investments in the area of health services are on the agenda with City Hospitals and Health Campuses. In this thesis, the financial damage of treasury guarantees and financial guarantees granted to the companies / companies groups to government budget considering the magnitude of these investments is addressed with public interest approach. 100

Dış kaynak kullanımı turizm işletmeleri için temel faaliyetlerine odaklanmaları açısından önem taşımaktadır. Sahip olduğu önem açısından hangi hizmetlerin dış kaynak kullanımı ile temin edileceğinin belirlenmesi stratejik kararlardan birisidir. Dış kaynak hizmetini sunan işletmelerin seçiminde farklı kriterlerin yer alması sebebiyle, bu problem çok kriterli karar verme problemi (ÇKKV) olarak ele alınabilmektedir. ÇKKV problemlerinin çözümüne yönelik çok sayıda nicel ve nitel yöntem bulunmakta olup, TOPSIS yöntemi sıklıkla başvurulanlardan birisidir. Literatür taraması yapıldığında bu yöntemin çeşitli ÇKKV problemlerinde başarılı uygulamalarının bulunduğu görülmüştür. Literatürde dış kaynak kullanımı seçiminde TOPSIS uygulamaları incelendiğinde ise, bu uygulamaların genellikle lojistik hizmetleri için gerçekleştirilmesi ve turizm sektöründe dış kaynak kullanımına yönelik TOPSIS uygulamasının bulunmaması bu çalışmanın önemini ortaya koymaktadır. Bu çalışmada, Alanya’da bir turizm işletmesinin, dış kaynak hizmet sağlayıcısının seçim problemi ele alınmıştır. Dış kaynak kullanımı olarak ifade edilebilen danışmanlık hizmeti için, işletme tarafından belirlenen alternatifler, kriterler doğrultusunda TOPSIS yöntemi ile sıralanmış ve işletme için en uygun hizmet sağlayıcısı belirlenmiştir.

The Civril Graben System (CGS) is one of the important tectonic structures developed within the Western Anatolia extensional tectonic regime. The CGS has an arcuate geometry looking south, and comprises two main geometric sections of the NW-striking Dinar Graben and the NE-striking Baklan Graben, with a total length of 100 km. The main faults limit the north edge of the CGS, while the south edge is bounded by their antithetic structures. The northern boundary structures of the graben comprise two main fault segments of Dinar and Civril. Graben fill is Plio-Quaternary lacustrine-fluvial sediments with Late Pleistocene-Holocene flood plain, lacustrine-marsh and alluvial fan sediments. Historical records and destructive earthquakes occurred in the last century indicate the region is one of the significant seismogenic zones. The last destructive earthquake in the graben was the 1995 Dinar Earthquake (Mw 6.2) which caused approximately 10 km-long surface rupture on the Kizilli segment of the Dinar Fault. Field-based geological mapping and structural geology in this study and available seismic and paleoseismological data reveal that the other sub-segments of the Dinar and Civril faults which have not ruptured in the last 150 years have the potential to produce earthquakes with Mw 6.0 and larger. The paleoseismic rate is assessed to be 1 mm/year for the Kizilli segment, while the geologically long term slip rate range is calculated to be 0.27 ± 0.05 mm/year.

WOS: 000432635500011, This paper presents results of power line scene detection methods that use new feature extraction/selection strategies based on Discrete Cosine Transform (DCT) of scenes obtained from aircraft-based cameras. Whenever a scene from an aircraft contains power lines (may that be a visible-light image or infrared), the spectrum image or DCT matrix naturally exhibits coefficients with large magnitudes. On the other hand, since the direction of cables is arbitrary, the location of the DCT extrema may appear in different positions. This work attacks the problem of extracting signatures from the DCT coefficients by systematically changing the DCT matrix sizes and applying known classifiers to the DCT sub-matrices. These sub-matrices were selected at six different sizes (4 x 4, 8 x 8, 16 x 16, 32 x 32, 64 x 64, 128 x 128) with three types of starting points: (i) top-leftner (around DC), (ii) bottom-right corner (high frequency) and (iii) block-wise scanning the complete DCT matrix. A thorough dataset that contains thousands of aerial images with cables are used for testing the efficiencies of these DCT region selection approaches. Fast and successful detection performances are obtained and presented, Anadolu University Scientific Research Project Commission [1508F598], This work is supported by Anadolu University Scientific Research Project Commission under the grant No. 1508F598. The authors would like to thank Turkish Electricity Transmission Company for providing power line videos. The authors also thank Assistant Professor Cihan TOPAL for his valuable support in technical issues and Fatih SAGLAM for his valuable discussions during development of the algorithms.

In this paper, the main alternative propulsion systems based on internal combustion engines and batteries of a tugboat operating in harbour duties of the tugboat that include Emission Control areas are comparatively assessed. A hybrid propulsion system and two gas systems that one is with gas engines, other with dual-fuel engines are compared with a diesel system. For all cases, the harbour tugboats are investigated with 3 similar tugboat operation profiles. The gas and dual-fuel engines are assumed to operate using Liquefied Natural Gas and a small amount of diesel as pilot fuel, whereas diesel was regarded as the fuel for the case of the diesel engine propulsion systems. In the case of diesel-electric hybrid propulsion systems, the installation of hybrid components is also taken into account for reducing emissions and fuel consumptions. The propulsion systems are modelled and the techno-economical results were analysed in order to compare these systems. These results have been obtained by Life Cycle Cost that mainly consists of two main expenditures; Capital and Operational expenditures. Finally, these four alternative systems have been compared according to the calculated propulsion system costs for the 20-years operating period within the accepted assumptions and constraints.

Amac Empati, sosyal becerinin bir parcasidir. Tip doktorlarinda empati yeteneginin gelismis olmasi onemlidir. Bu projenin amaci; Ankara Universitesi (A.U.) Tip ve Siyasal Bilgiler Fakultesi’nde ogrenim goren Donem I ve IV ogrencilerinin empati yeteneklerinin belirlenerek sosyal beceri duzeylerine, mesleki egitimin turune, yilina, bireysel sosyallesme duzeylerine ve cinsiyete gore farliliklarini karsilastirmaktir. Gerec ve Yontemler Calismamiz tanimlayici tipte olup A.U. Tip ve Siyasal Bilgiler Fakultesi’nde Mart ayinda yapildi. Calismaya 1770 kisilik Donem I ve IV ogrencilerinden 300 kisi alindi. Veriler demografik bilgileri ve sosyallesmeyi sorgulayan toplam 5 sorudan olusan bir anket, Tromso Sosyal Zeka ve Empati Olcekleri ile elde edilmistir. Veriler SPSS 15.0 paket programinda Student’s t testi, Pearson/ Spearman korelasyon katsayilari ve iki yonlu varyans analizi kullanilarak degerlendirilmistir. p 0,05). Siyasal Bilgiler Fakultesi’nde Cinsiyet ve Cinsiyet*Donem etkilesimi anlamli bulunmazken; Empati Olcegi puani Donem IV’te Donem I’e gore istatistiksel olarak anlamli duzeyde dusmustur (p=0,020). Tum ogrenciler degerlendirildiginde TSZO ve EO puanlari istatistiksel olarak zayif-orta duzeyde pozitif yonlu iliskiye sahiptir (r=0,394 p