Şer’iyye sicilleri, Türk tarihi, sosyolojisi ve kültür hayatımızla alakalı önemli belgeleri ihtiva eden birinci derece yazılı kaynaklarımızın başında yer almaktadır. Sicil kayıtları zengin bilgi ve belgeler ihtiva etmek suretiyle ilgili dönemin şehir tarihine ışık tutmaktadır. Bir şehrin adlî, idarî, ekonomik, mimarî ve toplumsal yapısıyla alâkalı olan ve buna ilaveten de merkez ve taşra arasında yapılan diplomatik yazışmalar anlamında özellikli belgelerin kaydedildiği önemli defterlerdir. Bu çalışmanın amacı ilki; 1963 tarihinde yapılmış olan ve sadece 119 defteri ihtiva eden ve içeriği açıklanmadan sadece defter numarası ile birlikte kapsadığı tarihleri ihtiva eden toplu kataloğa ilaveten teferruatlı bir katalog hazırlamaktır. Bu çalışmada şunu gördük ki, kayıtlarda bulunan 119 defterin tamamı bilindik formdaki şer’iyye sicillerinden oluşmamaktadır. İçlerinde özellikle Tanzimat’tan sonra oluşturulan farklı davalara bakan mahkeme kayıtlarını ihtiva eden defterler olduğudur. Mesela; Kassam, Enkiha, Zabt-ı Dava, İzinname vb. gibi. Defterlerinin tamamına ait mikrofilmler Sivas Ziya Bey Eski Eserler Kütüphanesinde araştırıcıların hizmetine sunulmuştur. Defterlerin orijinalleri ise Başbakanlık Devlet Arşivlerinde bulunmakladır.ÖzetŞer’iyye sicilleri, Türk tarihi, sosyolojisi ve kültür hayatımızla alakalı önemli belgeleri ihtiva eden birinci derece yazılı kaynaklarımızın başında yer almaktadır. Sicil kayıtları zengin bilgi ve belgeler ihtiva etmek suretiyle ilgili dönemin şehir tarihine ışık tutmaktadır. Bir şehrin adlî, idarî, ekonomik, mimarî ve toplumsal yapısıyla alâkalı olan ve buna ilaveten de merkez ve taşra arasında yapılan diplomatik yazışmalar anlamında özellikli belgelerin kaydedildiği önemli defterlerdir.XIII. yüzyılın son yarısında İran Moğollarının tazyik ve tahakkümü altında çöken Anadolu Selçuklu Devleti’nden sonra, XIV. Asırda Anadolu’nun kuzey batısında Selçuk-Bizans hududunda siyasi teşekkülü yüz yıl bile sürmeyen ve üç kıtada hükümranlığını sürdürecek bir devlet teşekkül eder. Günümüze kadar ulaşan en erken tarihli 1337/8, Bursa kitabesinde, ikinci Osmanlı sultanı Orhan, mücahid, gazilerin sultanı, gazioğlu gazi unvanını taşımaktaydı. Orhan’ın bu unvanları taşıması, en erken zamanlarından beri Osmanlı sultanlarının kendilerini kâfirlere karşı yapılan dini savaşın lideri olarak gördüklerini göstermektedir. Osmanlı Devleti kuruluşunun ilk yıllarından itibaren yönetimini şeriat nizamı üzerine tesis etmeye gayret etmiş ve bunun için de şeyhülislamlık müessesini kurmuştur. Fethetmiş olduğu yerlere ilk önce subaşılar atamak suretiyle yavaş yavaş şer’i mahkemeleri de en ufak beldelerden itibaren oluşturmaya başlamıştır.XV. yüzyılda Osmanlı Devleti'nin giderek genişlemesi, sancak denilen askeri nitelikteki idari birimlerin çoğalması ve bir kadının bütün bir sancağa ait kazaî işleri görememesi sebebiyle kaza bölgeleri kadıların da sayılarının artmasına paralel olarak çoğalmıştır. Bazı eski geniş kadılık sahalarından yeni kazalar ortaya çıkmıştır. Bunun sonucunda XVI. yüzyıldan itibaren, sancağın timar sistemiyle ilgili bir idari bölümü olan ve aynı zamanda coğrafi bir bütünlüğü bulunan nahiye/vilayetlerin hukuki işleri görecek bir kadıya havalesiyle kaza ve nahiye gibi biri hukukî, diğeri askerî iki idari tanımlama kayıtlarda yer almaya başlamıştır. Kadılar, vazifeleri gereği kendilerine gelen hüküm ve fermanları ve bunlara verilen cevapları ve gördükleri çeşitli davalara dair vermiş oldukları hükümleri kayıt için kadıların sicil, denilen birer defter tutmaları kânun haline gelmiştir.Şer‛iyye mahkemeleri, Osmanlı Devleti’nde Tanzimat’ın ilanına kadar aslî, genel mahkemeler (mehâkim-i umûmiye) olarak görev yapmışlar ve hukuki, cezai, idari, askeri, mali ve her çeşit davaya bakmışlardır. Tanzimat dönemi ve daha doğrusu II. Mahmut ve onu takip eden dönem, yargı organları açısından da yeniden düzenlemelere sahne olan bir devredir.Yargı sisteminde bu şekilde meydana gelen değişikliklerle birlikte Meşihatmakamında tutulan defterler de bu değişime bağlı olarak çeşitlenmeye başlamıştır. Çünkü klasik tabir ettiğimiz sicil defterlerinde adlî yargıya intikal eden davalardan tutun da, merkez taşra arasında yapılan tüm yazışmalar da kayda geçirilmekteydi. Hüccetler, beratlar, i’lamlar, emr-i âlîler, temessükler vb. tüm kayıtları bulabilmek mümkündü.Osmanlı şehir tarihlerinin en önemli kaynaklarından birisi olan bu sicil kayıtları, yakın tarihlere kadar şehirlerin müzelerinde, kütüphanelerinde saklanmakta idi. Birkaç yıl önce ise isabetli bir karar ile Başbakanlık Osmanlı Arşivleri’nde toplanmış ve dijitale aktarılmak suretiyle hem korunmuş ve hem de araştırmacıların istifadesine sunulmuştur. Tarihteki Sivas Mahkeme binası bu gün de Mahkeme Çarşısı olarak bilinen ve şu an itibariyle Paşabey Mahallesi olarak bilinen mahalde bulunmaktaydı. Sivas Mahkeme binasının ne zaman kurulduğuna dair elimizde net bilgi bulunmamaktadır. Zaman içerisinde şehirlerde meydana gelen birtakım değişikliklerle birlikte tarihi dokunun imar uygulamalarına kurban gitmesi bu imkânı elimizden almaktadır. Ayrıca insanların bilinçsiz bir şekilde tarihi dokuya zarar verecek eylemlerde bulunması maddi kalıntıların yok olmasının en büyük etkeni olmuştur. Elde mevcut kalan fiziki materyallerle ancak kırıntı bilgilere ulaşabilmekte ve sadece tahminler yapabilmekteyiz. Bu tahminlerde de en büyük malzeme tabi ki şehir tarihlerinin hafızası konumunda olan belgeler ve defterlerdir. Fakat sicil kayıtlarında bu mahkemeye ait bir vakıf bulunduğu ve mahkemenin birtakım onarım ve bakım ve işlerinin bu vakıf tarafından yapıldığı anlaşılmaktadır. Bu onarımlardan bir tanesinin; 14 Ağustos 1798 tarihli bir belgeden anlaşıldığına göre Hüseyin Efendi isimli biri vasıtasıyla yapıldığı anlaşılmaktadır. Fakat 2018 Mayıs ayı içerisinde mülkiyeti Vakıflar Genel Müdürlüğüne ait olan ve Paşabey mahallesinde bulunan bir apartmanın bodrum katındaki tadilat esnasında bulunan 1906 tarihli bir kitabede ki ilgili binanın bulunduğu yer daha önceleri Sivas Müftülüğü olarak bilinmekteydi, gerçekten de mahkeme binasının bu bölgede olduğunun açık bir göstergesidir.Bu çalışmada Sivas’a ait 240 sicil defteri katalog sistemi şeklinde hazırlanmıştır. Bu çalışmada şunu gördük ki, epeyce bir defter tarih içerisinde kaybolmuş, yanmış veyahut bir şekilde yok edilmiş. Yetmiş dokuz numaralı defterdeki yanık izleri buna örnektir. Osman Ersoy’un çalışmasında gösterilmeyen 139 numaralı defterin klasik formda bir sicil defteri olması gibi. Bu çalışmada ortaya çıkan önemli bir durum da; Sivas’a ait olarak kayıtlara geçmiş olan 206 numaralı sicil defterinin Burdur vilayetine ait olmasıdır ki bu da klasik formda tanzim edilmiş bir sicil defteridir. Bu defter, 18 M. 1248 / 23 N.1250 – 1832-1835 tarihleri arasını kapsamaktadır.