GELİŞMEKTE OLAN ÜLKELERİN ULUSLARARASI PARA PİYASALARINDAN SENDİKASYON YÖNTEMİ İLE UZUN VADELİ KAYNAK TEMİNİ: TÜRKİYE ÖRNEĞİTÜRKÇE ÖZETSon onbeş yirmi yılda ulusal ve uluslararası finansal piyasalarda dünya çapında derinliği olan yapısal değişimlerin özellikleri arasında yeni piyasalar ve yeni finansal enstrümanların oluşumunu, ulusal piyasaların kendi içinde ve uluslararası finansal piyasalar ile artan bir seyir izleyen içiçeliğini ve böylece finansal hizmetlerin uluslararasılaşmasını saymak mümkündür.Uluslararası finansal piyasalar günümüzde ulusal piyasalar kadar önem taşır hale gelmiş olup yine ulusal piyasalar kadar yakından takip edilmektedirler. Bunun belli başlı sebeplerinden biri bu piyasaların yatırım ve tasarruf arasındaki aracılık fonksiyonunu yerine getirmede büyük rol oynamaları olmuştur. Küreselleşme ve deregülasyon trendi ile bağlantılı olarak finansal piyasalarda meydana gelen yenilikler değişik şekillerde izlenmektedir. Küreselleşme çerçevesinde yukarıda bahsedildiği üzere yeni finansal enstrümanların yanısıra yeni piyasalar ve yeni finansal kurumlar da devreye girmiştir.Bu yenilikleri şu şekilde kısaca tanımlayabiliriz:Yeni finansal kurumlar, yeni piyasalar, yeni enstrümanlar Finansal sistemlerde 1980'li yıllarla birlikte önce gelişmiş ülkelerde başlayan daha sonra gelişmekte olan ülkelere sıçrayan 1990'lı yıllarda ise hızlanan önemli gelişmeler meydana gelmiştir. Bunlar, finansal serbesti, deregülasyon ve uluslararası sermaye hareketlerindeki serbestiler olarak adlandırılmaktadır. Uluslararası finansal piyasalarda yaşanan gelişmeler sonucunda 1980'li yılların ortasından başlayarak borçlanma ve finansman yöntemleri değişiklik göstermeye başlamıştır. Sermaye piyasası araçlarının kullanımı dolayısıyla da uluslararası piyasa içerisindeki payı artmaya başlamıştır. Uluslararası finansal piyasaların görünümü açısından genel profilleri değişmiş, uluslararası tahvil, finansman bonosu ve diğer sabit getirili menkul kıymet araçları sınır ötesi kredilerin yerini almaya başlamış ve hatta bunu uluslararası hisse senedi ihraçları izlemiştir.Uluslararası sermaye piyasalarının hızlı gelişimi neticesinde sermaye piyasası hizmetleri ve ürünlerini sunan yatırım bankaları da ticari bankalar karşısında rekabet avantajı kazanmışlardır. Uluslararası finansal piyasalarda menkul kıymet ihraçlarına aracılık ile uluslararası yatırımlara aracılık önemli bir işlev haline gelmiştir. Sendikasyon kredilerinin diğer ticari kredi çeşitlerine karşın tercih edilmesinin temelinde hiç kuşkusuz sağladığı bir takım avantajlar bulunmaktadır.Borçlu açısından bakıldığında:- İlk avantaj kredinin miktarıdır. Borçlunun büyük miktarda krediye gereksinimi varsa, bunun hepsini tek bir bankadan sağlama olanağı azdır.- Eğer gereksinim duyulan fon aynı amaç için kullanılacaksa, birden fazla kredi alıp bunları yönetmek borçlu için oldukça zorlu olacaktır. Bu nedenle borçlunun fon ihtiyacını tek bir kredide toplayabilmesi yönetim kolaylığı sağlayacaktır.- Büyük miktardaki kredinin çok kısa bir sürede sağlanabilmesi borçlu için önemli bir avantajdır.- Borçlu için diğer bir avantaj ise fonun belirli bir süre boyunca sağlanacağından emin olmasıdır. Borçlu, krediyi kullanarak gerçekleştirmeye başladığı faaliyetlerin yarım kalması tehlikesiyle karşı karşıya kalmaz.- Sendikasyon yoluyla borçlu, kendisini tanımayan ve bu nedenle sendikasyon kredisindeki kadar düşük maliyete kredi vermeyecek bankalardan oluşan geniş bankalar topluluğuna ulaşır.- İyi bir sendikasyon kredisi anlaşması ve fiyatlamasıyla piyasada adını duyurma imkanı elde eder. Borçlu açısından prestijli bir işlem olur.Borç verenlerin avantajlarını ise şöyle sıralayabiliriz:- Her banka, müşterisinin finansal olarak iyi durumda olmasına ve gelişmesine katkıda bulunmak ister. Çünkü müşterisi kar ettikçe bankayla daha çok çalışır. Böylece müşteri-banka ilişkileri güçlenir.- Banka müşterisi için sendikasyon kredisi düzenleyerek komisyon kazancı elde eder.- Banka hem müşterisine krediyi sağlamış olur, hem de kredi riskini diğer kredi verenlerle paylaşır. - Bankaya müşterisi ile farklı alanlarda da çalışma imkanı yaratır.- Bankaya başarılı bir sendikasyon ile piyasada adını duyurması ve iyi bir yer edinmesi için imkan yaratır.- Müşteri yelpazesini genişletmesine yardımcı olur.Sendikasyon kredileri dikkate alındığında para birimlerine göre spreadlerin değişiklik gösterdiğini söylemek mümkündür. Örneğin yen ve hatta alman markı üzerinden borçlanmalar yerine göre diğer aktif borçlanılan para birimlerine göre daha düşük spreadler taşıyabilmektedirler. Bunu meydana getiren temel sebeplerden bazıları da Japonya'daki düşük fonlama maliyetleri ve Avrupa'da entegrasyon ile birlikte gündeme gelen düşen faiz marjları olarak görülmektedir. Bunun yanısıra finansal kurumlar kendilerine tanınan bazı rekabet avantajları, iç ve dış garantiler, sigorta sistemi nedeniyle borçlanmalarında düşük spreadler ödeyebilmektedirler.Ülkelere ilişkin ekonomik ve istatistiksel bilgilerde, kullanılan kredilerin faizine etki de bulunmaktadır. Örneğin ülkelerin yüksek büyüme oranları ülkeler açısından olumlu bir puan olarak kabul edilebilmekte ve kredi ister kamu ister özel sektör tarafında kullanılsın, geri ödenebileceğine dair yurtdışına olumlu sinyaller verilmesine yardımcı olur. Aynı şekilde düşen enflasyon trendinin ve de azalan cari açığında benzer katkıları bulunmaktadır. Kısaca, ülke hakkında edinilebilecek herhangi bir olumlu izlenim verilen kredilerin faiz oranlarının düşmesine etki edecektir. Borcun azaltılması (borç deflasyonu) sürecinde bankaların kredi verme istek ve imkanlarının azalması sonucu, şirketlerin borç yükünü azaltmak ve likidite sıkıntısını bertaraf edebilmek amacıyla stok ve mali varlıklarını zorunlu olarak ellerinden çıkarmaları gündeme gelir. Bu da gelirlerin ve varlık fiyatlarının daha da düşmesi anlamına gelir ki aynı zamanda ekonomik ve finansal alanda durgunluğun daha da uzaması demektir. Bugün büyük sanayileşmiş ülkelerde özel sektör büyümenin itici gücü başka bir deyişle dinamosu olma niteliğini ve ekonomideki baskın gücünü bu anlamda kaybetmiştir. Tüm bunlar dikkate alındığında küresel ekonominin bir çıkmaz içine sürüklendiği rahatlıkla söylenebilmektedir.Şirketler, temelde 3 finansman kaynağına sahiptirler. Bunlar: iç kaynaklar (dağıtılmayan karlar, ve amortisman),krediler ve sermaye piyasalarından tahvil ve hisse senedi formunda elde edilen fonlardır. Bu konuyla ilgili geniş bir yelpaze söz konusu olmakla birlikte kurum içi kaynaklardan finansman sağlanması (otofinansman) gelişmiş olan ülkelerde oldukça tercih edilen bir yoldur. Otofinansman yönteminin tercih edilme oranı Hindistan ve Kore gibi ülkelerde 1/3 iken (Türkiye açısından bir miktar daha fazladır), bu oran Almanya, Japonya, Amerika ve İngiltere gibi ülkelerde 2/3 civarındadır. Gelişmekte olan ülkelerde, otofinansman oranının düşük olmasının sebeplerinden bazıları; içsel kaynaklardan daha yüksek finansman gerektiren hızlı büyüme, şirketlerin düşük kar oranları veya hükümetin karpayı dağıtımlarına ilişkin olarak tutumları açıklanabilir. Gelişmekte olan ülkeler açısından daha fazla önem taşımakla birlikte, hem gelişmekte olan ülkeler hem de gelişmiş ülkeler açısından baktığımızda en önemli dışsal finansman kaynağının kredi kullanımı olduğunu görmekteyiz. Ancak kullanım amaçları ve alanları farklılık arzetmektedir. Bir çok gelişmekte olan ülke de ticari bankalar ve yatırım bankaları kredi finansmanının ana kaynakları olarak karşımıza çıkmaktadır. Bunun yanısıra bazı ülkelerde banka dışı kesimden kredi kuruluşları da ön plana çıkmıştır.Borcun borçla finansmanının katlanan bir faiz yükü getirdiği dikkate alındığında gelişmekte olan ülkelerin borç yaratmayan sermaye akımlarına yönelmeleri en olumlu sonuç olarak dikkat çekmiştir. Fakat genel olarak gelişmekte olan ülkelerin büyük bir çoğunluğu için doğrudan yabancı yatırımlar ve uluslararası tahvil piyasalarından yararlanma olanağı bulunmamaktadır.Gelişmekte olan ülkeler açısından yurtiçi tasarrufların yetersizliği sağlıklı ve sürdürülebilir bir ekonomik büyümenin önündeki büyük engellerden birini oluşturmaktadır. Az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin ekonomilerinin gelişmesinde dış kaynak denildiğinde uzun vadeli kredi akla gelir ve özellikle uzun vadeli kalkınma kredileri büyük önem taşır. Bu tür krediler bir yandan büyük yatırım projelerinin gerçekleştirilmesine katkıda bulunurlarken diğer taraftan da alt yapı ve sınai kapasitenin genişletilmesini sağlarlar.Finansal sektörün geliştirilmesi ve ileriye götürülmesi, 1980'li yıllarda gelişmekte olan ülkeler için hala tamamlanamamış bir unsur ve hedefti. Bir çok ülkede uzun vadeli finansman sağlanması konusunda ciddi problemler yaşanmaktaydı. Şirketler buna ya uzun vadeli projelerini kısa vadeli kaynaklarla fonlayarak, veya yatırımlarını tamamlamayarak veya yarıda keserek tepki vermekteydiler. Finansmanın makul maliyetlerle sağlanamadığı bu tip ülkelerde, yatırımlar yapılamamış, ekonomik aktiviteler yavaşlamış, hatta durmuş, sanayileşme ve iş hayatı gerilemiştir. Hatta kendisini içsel fonlarla finanse eden bir çok işkolu bile piyasayı durgunluğa sokan bu yavaş yatırım ve büyüme döngüsünden kendisini kurtaramamıştır. Bu problemler yüksek enflasyon ve yüksek faiz oranlarına sahip ülkelerde daha da kötüye gitmiştir.Genel olarak gelişmekte olan ülkeler dikkate alındığında Latin Amerika ülkeleri riskli, Asya ülkeleri ise daha istikrarlı olarak görülmektedir. Türkiye'nin ise gelişmekte olan ülkeler arasında oldukça riskli bir konumda olduğunu belirtmek mümkündür. Gelişmekte olan ülkelerin sayısı borçlanma anlamında giderek artan bir trend göstermiştir. "The Exotics" olarak tanımlanan ve yüksek risk taşıyan borçlanıcılar özellikle 1994-1995 yıllarında atağa kalkmış ve gelişmekte olan ülke piyasalarının olgunlaşması da bu dönemle birlikte başlamıştır. Mısır, Bulgaristan, Kamboçya, Estonya, Endonezya, Laos, Lübnan, Kuzey Kore, Slovenya, Güney Afrika ve Vietnam bu dönemde bu piyasaya yeni katılımcılar olmuşlar ve daha önceden piyasada borçlanıcı olarak bulunan Ürdün, Fas, Polonya, Türkiye, Arjantin, Meksika ve Brezilya'nın yanında yerlerini almışlardır.Gelişmekte olan ülkeler, sendikasyon kredisi açısından en önemli piyasalardan biridir. Çünkü gelişmekte olan ülkeler sendikasyon kredisi piyasasından diğer uzun vadeli finansman araçlarının yer aldığı piyasalar ile kıyaslandığında daha rahat, kolay ve uygun şartlarla borçlanabilmektedirler. Bu tür ülkelerde maalesef üretim ve yatırım miktarları çok düşük olup, kendilerini ancak borçla finanse edebilmektedirler. Vadesi dolan kredilerini de yine ancak yeni bir borçla finanse edebilmektedirler ve böylece borcun borçla finansmanı söz konusu olmaktadır. Bu kısır döngü bu şekilde gitmekte, doğal olarak gelişmekte olan ülkelerin cari dengeleri bozulmaya devam etmekte ve açıkları artmaktadır. Yapılan araştırmalar göstermiştir ki beklenenin aksine sendikasyon kredileri üzerindeki spreadler, uluslararası tahviller üzerindeki spreadlere nazaran çok az farklılık göstermektedir. Bu da akıllara kredi veren bankaların ülke ve kredi riskine ilişkin iyi bir analiz yapıp yapmadıklarına dair soru işaretleri getirmektedir. Örneğin Japonya'daki bir dönem düşük faiz oranlarının, gelişmekte olan ülke borçlanmalarına yaratabileceği imkanlar açısından, Japon bankalarının iştahlarını kabarttığını söylemek mümkündür. Bunun yanısıra, ekonomik birleşme nedeniyle, Avrupa'da tek bir piyasanın yer alması sonucunda artan rekabetin yurtiçi işlemlere ilişkin marjinlere zarar verdiği ve ikinci sınıf Avrupa bankalarını elde edebilecekleri getiri nedeniyle Asya'daki finansal piyasalara yönelmeleri konusunda teşvik ettiği gözlemlenmektedir. Bunun yanısıra sendikasyon kredileri üzerinde yer alan spreadlerin ilgili ülkenin veya kuruluşun risklerinden doğan bir güvensizliğin sonucu olarak yüksek olabileceği gözlemlenmektedir. Tüm bu noktalar, soru işaretleri doğurmakta ve gelişmekte olan ülke piyasalarına verilen borçlara ilişkin sağlıklı ve objektif analiz ve araştırmalar yapılmasını gerektirmektedir. Sendikasyon kredileri piyasası daha öncede belirtildiği üzere ülkelerin ve şirketlerin dış kaynak sağlamada sık sık başvurdukları bir finansman kaynağı olarak dikkatimizi çekmektedir. Sendikasyon kredileri farklı formatlarda olsa da yüzyıllardan beri süregelen ve özellikle 1990'lı yıllarda büyük gelişme gösteren bir işlemdir. 1990'lı yılların sonlarına doğru sendikasyon piyasası gelişmiş, diğer piyasalarla karşılaştırıldığında oldukça agresif bir görünüme bürünmüştür. 1990'lı yıllarda yeni finansal araçların daha aktif olarak kullanılmaya başlanması ile bir miktar geri planda kalmış, bununla beraber ortaya çıkan finansal krizler nedeniyle, krizlerden etkilenen ülkeler açısından yine de en gözde finansman araçlarından biri konumuna gelmiştir. Sendikasyon kredilerinin 1980'li yılların başından günümüze kadar devam eden sürede ciddi bir ivme ile kullanılmış ve hacimsel artış göstermiştir. Bununla birlikte, finansal kriz dönemlerinde bir miktar dalgalanma göstermiştir.2000 yılında ise telekom sektörünün ve banka birleşmelerinin de etkisiyle sendikasyon kredilerinde ciddi bir yükselme yaşanmıştır. Yine gelişmekte olan ülkeler açısından 1999 yılında 58.8 Milyar USD tutarında olan yeni sendikasyon kredisi kullanımı, %58'lik bir artışla 2000 yılında 93.4 Milyar USD tutarına ulaşmıştır.2000 yılı genelinde bankaların 1,5 Trilyon USD tutarında sendikasyon kredisi verdikleri görülmüştür. Böylece sendikasyon kredisi piyasasının en büyük piyasalardan birisi olmasının yanısıra kurumsal finansman açısından en hızlı gelişen piyasalardan biri olduğu da bir kez daha kabul görmüştür. Bu gelişim sürecinde, ticari bankalar, yatırım bankaları, sigorta şirketleri, yatırım fonları ve diğer finansal kurumların da ihtiyaçları için uygun şartlarla sendikasyon kredisi kullanmaya başlamışlardır. Türkiye'nin de artan oranlı ve istikrarlı bir şekilde sendikasyon kredilerini kullanmakta olduğunu görmekteyiz. Derinlemesine incelendiğinde kuşkusuz borcun artış nedenleri çok fazla hoş karşılanmasa da, genel anlamda istikrarlı bir yapı izlemesi olumlu bir görünüm çizmektedir. Buna göre Türkiye'nin sendikasyon kredileri piyasasında prestijli bir yere sahip olduğunu ve bu nedenle rahat limitlerle kredi kullanmaya devam ettiğini söylemekte faydalı olacaktır. Bunun yanısıra borç servislerini yerine getirmesi nedeniyle de kredilerini yenilemesi konusunda olumlu bir yaklaşım alabilmektedir.1996 yılına bakıldığında sendikasyon kredilerinin %49.5 oranında genel kurum ihtiyaç ve amaçları için, %33.5 oranında ise borç geri ödemesi için kullanıldıkları belirlenmiştir. Bu da bize 1980 yılların sonları ile kıyaslandığında kullanım alanında ciddi bir kayma olduğunu göstermektedir. Çünkü o dönemde sendikasyon kredileri genelde birleşme ve ele geçirme (mergers and acquisitions) ve buna ek olarak borçlanılarak şirket satın almaları (leveraged buyout activities) için kullanılmıştır. Ancak dünyada yaşanan ekonomik durgunluk ve finansal krizler kredilerin kullanım amaçlarını değiştirmiştir. Yapılan araştırmadan da anlaşılacağı üzere borçlular yatırım ve büyüme amaçlı kredi kullanmak yerine ihtiyaçlarını karşılamak amaçlı kredi kullanmaya başlamışlardır. Aynı dönemde kredi hacminde artış meydana gelirken risk primi (spread) ve ücretlerde de (fees) düşme meydana gelmiştir. 1992 yılında BB derecesine sahip kurum veya ülkelere Libor+%1.3 spread ile verilen kredilerin, 1996 yılına gelindiğinde Libor+%0.71spread ile verildiği gözlemlenmiştir.Türkiye, 1980 ve 1990'lı yıllarda finansal alanda sürekli atılım yaparak piyasaların alt yapısını oluşturan kurumları, araçları ve bir takım kuralları hayata geçirmiştir. Bu politikaların tam anlamıyla sağlıklı bir şekilde anlaşılabilmesi için, 1980 öncesinde Türkiye'nin izlediği ekonomi politikalarının temel noktalarının gözden geçirilmesinde fayda vardır. Bu politikalar aşağıdaki başlıklar şeklinde belirtilebilir:1. İçe dönük, kapalı ekonomi2. İthal ikamesi ve korumacılık 3. Karşılaştırmalı üstünlük ilkesinden uzak sanayi politikaları4. Fiyat mekanizması ve piyasa sistemine güvensizlik ve müdahalecilik5. Enflasyon ve işletmelerde bozuk finans yapısı6. Ekonominin dış dengesinin bozulması ve dış ödemelerde krizler7. Politik istikrarsızlık ve şartların gerektirdiği önlemleri alma şansının ortadan kalkması8. Planlamaya verilen yanlış misyon.1979'un sonuna doğru bu politikalar gelebileceği noktaya gelince, yeni bir istikrar politikası uygulama gereği doğmuştur. Bu amaçla ilk olarak temel amaçları ödemeler dengesi ve enflasyon hızının azaltılması olan fakat zamanla yeniden yapılanma ve entegrasyon amaçlarının önem kazanacağı yeni bir politika uygulamasına geçilmiştir. Bu bağlamda, Türkiye'nin halen bir liberalizasyon ve finansal entegrasyon sürecine devam ettiği rahatlıkla söylenebilir.Türkiye'nin de içinde bulunduğu yükselen pazarlar (emerging markets) kategorisinde 28 ülke bulunmaktadır. Bunların 10'u Asya, 10'u Avrupa, Ortadoğu ve Afrika, 8'i de Latin Amerika ülkesidir. Türk ekonomisinin ve finansal sisteminin, finansal liberalizasyon ve özelleştirme yoluyla küresel finans sistemine entegrasyonu oldukça karmaşık bir duruma gelmiştir. Türkiye için finansal liberalizasyonun arkasında yatan temel amaç etkinliğin ve tasarrufların arttırılması yoluyla sürekli büyümenin ve istikrarın elde edilmesi olmakla birlikte, tüm bunlar finansal bir istikrarsızlığa yol açmıştır. Kullanılan krediler maalesef yeni ve üretken yatırımlara yöneltilememiştir. Bunun aksine sadece yeni bir dolar yükümlülüğü getiren, geri ödeme zorunluluğu olarak borç kamburuna eklenmiştir. Bunun yanısıra, kısa vadeli borçlanmaların ve sermaye hareketlerinin yol açtığı problemler de göz önüne alındığında piyasaların daha da sağlıksız bir görünüme sahip olduğunu, işlevini tam anlamıyla yerine getiremediğini ve de tabi bu nedenlerle de kısa vadeli kredilerin çok fazla tercih edilmemekle birlikte kullanılmak zorunda kalınan bir finansman kaynağı olduğunu söylemek mümkündür.Türkiye'de de diğer birçok ülkede olduğu gibi, işletmeler, aldıkları malların karşılığını ödeyebilmek, artan iş miktarı, ticari borçlar, yeteri miktarda nakit ve diğer likit değer tutabilmek ve en önemlisi sahip oldukları makine, demirbaş ve ekipmanları yıprandıklarında veya gerektiğinde değiştirebilmek amacıyla işletme sermayesi adı altında fon kaynağına ihtiyaç duyarlar. Bu harcamalar, sadece faaliyetlerini yürütebilmek ve mevcut kapasitelerini destekleyebilmek amacıyla gerekmektedir. Doğal olarak bu sermaye ihtiyacı, ticaretin daha fazla mal stoku gerektirdiği ve ödemelerini geç alabilen, gelişmekte olan ülkelerde daha fazladır. Sanayileşme süreci devam ederken, gelişmekte olan ülkeler, maalesef ileride uzun vadeli kaynak ihtiyaçlarını da arttıracak olan mevcut kurumsal kaynaklarının büyük bir kısmını sabit yatırım harcamaları için ayırmak zorunda kalmaktadırlar.Türkiye gibi yüksek enflasyon, yüksek faiz oranları ve yüksek döviz kuru volatilitesine sahip ülkelerde, maalesef uzun vadeli finansmanın varolamayacağı rahatlıkla söylenebilir. Ticari alanda, yatırımların yarıda kesilmesi veya eksik bırakılması, firma içinde yaratılan kaynaklara daha fazla yüklenilmesi, kredi ve sermaye şeklinde yabancı fonların araştırılması bu etkinin sonuçlarından bazıları olarak karşımıza çıkmaktadır. Aylık bazda en iyi şartlarla %4-%13 arasında dalgalanan reel faiz oranları ile Brezilya, Meksika ve Arjantin'de olduğu gibi Türkiye'de de sermaye yatırımlarının bir düzene sokulması imkansız gibi görünmektedir. Bununla beraber, bazı firmalar; hükümete ve korunan piyasa koşullarına destek olmak, ileride finansal varlıklarının kötü şekilde etkilememesi amacıyla enflasyonda ve faiz oranlarındaki bir artışa karşı korunabilmek (hedging) amacıyla ve benzeri stratejik nedenlerle, her şeye rağmen yatırımlarına devam etmektedirler.Yüksek enflasyon ve faiz oranları ortamlarında, Türkiye'de şirketler en iyi strateji olarak, borçlarını minimize etmeyi ve hatta mümkün olduğu durumda tümüyle borçsuz hareket etmeyi benimsemişlerdir. Bunu başarabilmek amacıyla da, ağırlıklı olarak, nakit yönetimlerini geliştirme, mümkün olduğunda nakit karşılığı satış, sıkı envanter kontrolleri, stokların minimumda tutulması ve ürünlerin ucuza satılması yolları üzerinde durmuşlardır. Nakit açısından herhangi bir sıkıntı çekmeyen şirketler ise banka gibi hareket etmeye başlamışlar ve fon sıkıntısı içerisindeki diğer şirketlere borç vermişlerdir. Burada Türk şirketleri için ortaya çıkan bir başka sorun da, yüksek reel faiz oranları sonucu baskı altında bulunan piyasa nedeniyle, sermayelerini yurtiçi sermaye piyasaları aracılığıyla arttırma da zorlanmaları olmuştur. Bu durumdaki şirketler işlem yaptıkları bankalardan kendi hisse senetleri karşılığında borç almaya çalışmışlar ve yabancılara blok hisse senedi satışı yollarını denemişlerdir. Yurtdışında kullanılan krediler her ne kadar Türkiye açısından ciddi bir kaynak oluştursa da getireceği maliyet ve bütçede oluşturacağı ek yük nedeniyle de faydası konusunda tartışmalara sebep olmuştur. Yurtdışından kullanılan kredilerin, özellikle döviz girişi sağlayan alanlara yöneltilmesi hiç kuşkusuz bu nedenle faydalı olacaktır. Çünkü bu tür kredilerin geri ödemeleri de anapara ve faiz olarak döviz cinsinden yapılacaktır. Böylece Türkiye'nin ihracat ve turizm gelirlerin yetersiz kalmasının önüne geçilmiş olunacaktır. Dış yardım ve borçlarında desteğiyle kalkınmada büyük başarı elde eden bazı gelişmekte olan ülkelerin, uluslararası kredi kuruluşlarının ve gelişmiş ülkelerin yönlendirmesi ile birlikte büyüyerek dışa açılmayı hedeflediklerini görmekteyiz. Tüm bunlar göz önünde bulundurulduğunda Türkiye'nin de dikkatli adımlar atmasında fayda olduğu kesindir.Türkiye'de finansal krizleri ortaya çıkaran finansal istikrarsızlık ve kısa vadeli kaynağa bağımlılığın önüne geçilemez ve kredibilitesi yüksek anti-enflasyonist politikalar üretilemezse, özelleştirme programları için gerekli olan yabancı sermayeye ihtiyaç duyulduğu anda, ekonominin entegrasyonun bir ileriki aşaması olan dolarizasyona doğru kayması söz konusu olacaktır. Kısa vadeli kredi, çoğu zaman üretime yönelik yatırımların oluşturulması için kullanılmamakta, ancak kısa vadeli likidite sıkışıklıklarının önlenmesine yardımcı olmaktadır. Burada hiç kuşkusuz unutulmaması gereken bir nokta da, kısa vadeli sermaye hareketlerine aşırı bağımlılığın, bütçe açıkları ve parasal istikrarsızlık ve piyasada bozulma ve sıkışıklığa yol açtığıdır.Gelişmekte olan ülkeler ve dolayısıyla Türkiye açısından baktığımızda, ödemeler dengesinin cari işlemler açığının idare edilebilir büyüklükten çıkmış olması, dış borcu idare etmenin en büyük zorluklarından biri olarak görülmektedir. Genel kabul gören bu yaklaşım, tartışmalara neden olsa da, sorunun ödemeler dengesi ve de döviz sorunu olduğu üzerinde fazlaca durmaktadır. Hiç kuşkusuz dış borcu yüksek, iç tasarrufun ve kamu giderlerinin yüksek olduğu ve milli gelirin üzerinde harcama yapısına sahip Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde dış borcun süratle artış gösterdiği görülmektedir. Kur farkları dış borcun artmasında önemli nedenlerin başında gelmektedir. Öyleki 1980-1986 yıllarını içeren bir çalışmada Türkiye'nin artan dış borç/ GSMH oranının yüzde 50'sinden fazla kısmının kur artışı veya kur politikası nedeniyle olduğu belirtilmiştir. Bu anlamda ülkelerin ciddi bir borç stratejisi izlemesi öncelikli olarak görülmektedir. Her ülkenin tercih ettiği gibi Türkiye'de uygun şartlarla uzun vadeli borçlanmayı tercih etmektedir. Ancak ortaya çıkan ekonomik sıkıntılar nedeniyle kredibilitesinde düşüş meydana gelmiş ve buna bağlı olarak kısa vadeler ile borçlanma imkanı olabilmiştir. Bunun yanısıra vadesi dolan borçların yine yeni borçlanmalar yoluyla ödenmesi de oldukça büyük yükler getirmiştir. Ayrıca kısa denilebilecek süreler ile yaşanan devalüasyonlarda Türk Lirasının değerini iyice düşürmüş bu da mevcut borç yükünün daha da artmasına neden olmuştur.Son yıllarda Türkiye yüksek enflasyon ortamında finansal sisteminde deregülasyonlar yapmaya çalışan bir ülke olarak, gelişmekte olan ülkelerin karşılaştıkları problemlerle karşılaşmıştır. Hazine'nin ve yurtiçi kuruluşların uluslararası para piyasalarından borçlanmalarının, ülkenin ihtiyaç duyduğu finansmanın elde edilmesi açısından yararı kesindir. Türkiye'de ise uzun vadeli bir kaynak oluşturacak ve sermaye yaratacak krediler reel sektöre aktarılmaktan çok para piyasasında devlete borç verilerek değerlendirilmeye çalışılmış, spekülatif işlemlere kaynak teşkil etmiştir. Faiz oranlarındaki ve döviz kurlarındaki istikrarsızlık ve dalgalanma ile ortaya çıkan spekülatif ve arbitraj imkanı yaratan ortamlar sebebiyle reel ekonomi giderek artan şekilde zarar görmeye başlamış ve genel olarak ekonomi istikrarsız bir görünüm sergilemiştir. Sonuç olarak, Türkiye'de finansal sektör ve reel sektör arasındaki bağlantı oldukça zarar görmüştür.Türkiye açısından, kısa vadeli krediler, bir yandan artan rekabet yoluyla yurtiçi finansal piyasaların etkinliğini arttıran ve destekleyen bir ortamın oluşmasına yardımcı olurken, öte yandan da bir takım olumsuz sonuçlara neden olmaktadır .Türkiye'nin mevcut yurtdışı borçlarının büyük bir bölümü kamuya aittir. Bunun olumlu ve olumsuz tarafları bulunmaktadır. Olumludur, çünkü yapılan borçlanma ve ödenecek borç kamu garantisi ile başka kaynaklardan temin edilerek ödenebilir. Öte yandan geri ödemelerin ve faizlerin kaynağını vergi ve vergi benzeri gelirlerin oluşturduğu düşünülürse kamu finansmanına orta vadede olumsuz etki yapmaktadır. Türkiye'nin dış borç stoku içerisinde, yıllara göre değişim göstermekle birlikte, ABD dolarının payı %50'ler dolayı ile başı çekmektedir. Bunu ortalama %30-35 ve %10'luk paylarla sırasıyla Alman Markı ve Japon yeni izlemektedir. Türkiye'nin bütün gelişmekte olan ülkelerde olduğu gibi derin bir sermaye piyasasına sahip olmadığını görmekteyiz. Çünkü devletin yarattığı crowding out etkisinin özel sektör üzerinde büyük bir etkisi bulunmaktadır. Yurtiçinde mevcut olan bu durum, uluslararası finans piyasalarına da yansımakta ve Türkiye'nin yurtdışından borçlanması genel olarak bir tahvil ihracından çok sendikasyon kredisi kullanımları şeklinde olmaktadır. Ancak küreselleşme kapsamında, Türkiye'de özel sektörde uluslararası piyasalardaki gelişmeleri takip etmekte, uluslararası finans piyasalarını bir yerinden yakalamak ve bir anlamda da kendisini ortaya çıkabilecek risklerden koruyabilmek amacıyla yeni ürünler denemekte, derivativ ürünlere yönelmekte ve bir anlamda bazı vergi avantajları da sağlayabilecek tahvil ihracı gerçekleştirmektedir. Sendikasyon kredileri Türkiye için ucuz dış finansman kaynaklarının başında gelmektedir. Özellikle sendikasyon kredilerinin en büyük borçlanıcıları arasında bankalar, özellikle özel bankalar başı çekmektedir. Büyük, yatırım yapan, girişimde bulunan şirketlerden de sendikasyon kredilerine talep olmaktadır. Sendikasyon kredisi kullanmak isteyen bankalar bu krediyi ihracatın finansmanı için kullanacaklarını belirtmektedirler. Ancak bu bankaların bilançoları incelendiğinde bunun böyle olmadığı görülmektedir. Çünkü bankaların kullandıkları bu kredileri Türk Lirası'na çevirdikleri ve daha sonra da bono piyasasında devlet tahvili ve hazine bonosu alarak değerlendirdikleri görülmektedir. Yani reel bir yatırım yapmaktan, üretimi arttırmaktan çok, son yıllarda çokca rastlanan kolay gelir elde etme ve faizden faiz kazanma yollarını tercih etmektedirler.Türkiye'nin yurtdışından kullandığı sendikasyon kredileri yıllar itibariyle değişiklik göstermiş olsa da yine de belirli bir istikrara sahip olmuştur. Çünkü yaşanan her ekonomik krizle birlikte hükümet ekonomi ve finansal piyasalar açısından bir takım tedbirler almış, yurtdışına güven arzetmeye devam etmiş, ümit vermiştir. Bu nedenle de yurtdışından aktarılan kaynaklarda da ve dolayısıyla sendikasyon kredisi kullanımlarında çok ciddi bir azalma meydana gelmemiştir. Ancak kredi vadelerinde kısalmalar göze çarpmıştır.Türkiye'nin kredibilitesini mevcut tüm olumsuzluklara rağmen sürdürebilmesinin nedenlerinden biri de sahip olduğu coğrafik konumdur denebilir. Türkiye'de kullanılan sendikasyon kredilerinin uzun vadeli olması amaçlanmakla birlikte tüm yabancı kuruluşların üzerinde ısrarla durduğu gibi Türkiye'nin politik anlamda bir takım riskler taşıyor olması nedeniyle, maalesef genelde ancak kısa vadeli olarak kullanılabilmektedir. Dış borçlanma açısından daha önce belirtildiği üzere geri ödeyebilme kabiliyeti ve kredibilite yeterlilikleri önem taşımaktadır. Uluslararası finans piyasalarında, Türkiye'nin geri ödeyebilme kabiliyetine ilişkin bir kuşku oluşmasa da kredibiliteyi oluşturan en önemli unsur olan ülke riski nedeniyle bu konuda ciddi sıkıntılar yaşanmaktadır. Bu nedenle de kullanılan krediler kısa vadeli olarak sık sık yenilenerek kullanılabilmektedir. Yenilenebilmesi anlamında bir prestij sağlasa da kullanılan kaynakların, üretimi sağlayacak ve belki de bir döviz girdisi sağlayabilecek alanlara ve yatırımlara aktarılmaksızın kısa vadeli çözümler için kullanılması problem yaratabilmektedir. Çünkü daha önce belirtildiği üzere sağlanan döviz cinsinden kaynağın, aktarıldığı alanda döviz cinsinden bir girdi sağlayabilecekse, bu işlem ancak o zaman tam anlamıyla amacına ulaşmış olacaktır.Türkiye'de de diğer ülkelerde olduğu gibi şirketlerin ve bankaların özellikle sendikasyon kredilerine yönelmelerinin temelinde, finansman kaynaklarını çeşitlendirme ve döviz kurlarındaki artış oranı ile yurtiçi faiz oranları arasındaki makasın açıldığı dönemlerde, dönemsel maliyet avantajından yararlanma gibi bir takım amaçlar yatmaktadır. Ancak sendikasyon kredilerinin uzun vadeli kullanılması tercih edilmekle birlikte, bankalar tarafından kullanılan sendikasyon kredilerinde vadenin genelde 1 yıl civarında olduğu görülmektedir.Türkiye ve diğer bir çok gelişmekte olan ülke açısından bakıldığında gelişim yolunda atılan önemli adımların başarılı olabilmesi için etkili, yetkin,olgunlaşmış ve de oturmuş piyasalara ihtiyaç vardır. Yurtdışı bankalar ve finansal kurumlar, Türkiye'de piyasayı birinci ve ikinci grup bankalar olarak ikiye ayırmaktadırlar. Birinci grup bankalar ana borçlanıcılardır. Garanti Bankası'da bu grubun içerisindedir. Garanti Bankası, 1994 ekonomik krizini takiben Temmuz 1995-Nisan 1996 döneminde 460 milyon USD tutarında üç sendikasyon kredisi kullanmayı başarmıştır.1994'te gerçekleşen finansal krizden sonra yabancı bankalar Türkiye'ye uzun vadeli kredi vermeyi riskli görmekte ve kısa vadeleri tercih etmektedirler. Gelişmiş ülkeler ve onları takiben gelişmekte olan ülkelerde de olduğu gibi telekomünikasyon sektörü en fazla sendikasyon kredisi kullanımının olduğu alan olmuştur. Türkiye'nin önde gelen GSM operatörü Turkcell, Kasım 1999'da 550 milyon USD'lık sendikasyon kredisi kullanmıştır.Gelişmekte olan ülkelerin, özellikle makul bir kredi riskine sahip olanlarının, uluslararası sendikasyon kredisi piyasası içerisindeki payı giderek artmaya devam etmiştir. 2000 yılı 4. Çeyreğinde gelişmekte olan ülkeler tarafından kullanılan sendikasyon kredisi tutarı 34 Milyar USD tutarında olup kredi spreadlerinde de 1999'un ilk aylarına göre ciddi bir düşüş (1999 1. Çeyrek 280 basis point - 2000 4. Çeyrek 115 basis point) gözlemlenmiştir. Çünkü bu süre zarfında gelişmekte olan ülkelerde yaşanan ekonomik krizlerin etkisinde azalma olmasıdır. Bu anlamda Şili 4.7 milyar USD ile en büyük hacme sahip olup onu 4.4 milyar USD ile Türkiye izlemektedir. Türk bankacılık sistemindeki sıkıntılara rağmen, Türk bankaları yine de büyük tutarlarda sendikasyon kredileri imzalayabilmişlerdir.2000 yılında Türkiye tarafından kullanılan sendikasyon kredilerine baktığımızda ciddi bir payın bankalara ait olduğunu ve borçlanma performansının da çok başarılı olduğunu görmekteyiz. 2000 yılında uygulanan istikrar programı özellikle yılın 3. Çeyreğinin ortalarına kadar yurtdışına oldukça güven vermiştir. Ancak yapılması düşünülen özelleştirmenin yapılması ve beklenen bazı yapısal adımların atılmaması nedeniyle bu güven yerini giderek güvensizliğe, sermaye çıkışına, ve finansal kesim açısından ciddi bir krize bırakmıştır. Bununla beraber her şeye rağmen, 2000 yılı yukarıda da belirtildiği üzere, sendikasyon kredisi kullanımları açısından da yüksek miktar, düşük faiz, uzun vade gibi bir çok ilkin yaşandığı bir yıl olma özelliğini korumuştur. Bunun yanısıra yurtdışında olduğu gibi teknoloji yakından takip edilerek, onunda nimetlerinden yararlanılmıştır. Yurtdışında örnekleri sıkça yaşanmaya başlanan internet üzerinden borçlanma Türkiye'de de gerçekleştirilmiştir. Türkiye'de yaşanan finansal krizler, özellikle son dönemdekiler, finansal sektöre sağlanan kredi imkanlarının üzerine bir gölge gibi düşmüştür. Kasım 2000'de yaşanan kriz maalesef sendikasyon kredilerine ilişkin olarakTürk finansal sektörüne ve kurumlarına fazlaca kredi limiti sağlandığı ve hatta bazı durumlarda kredi miktarlarının iki katına çıkartıldığı ve kredi spreadlerinin Asya krizi öncesindeki seviyelerine düştüğü dönemde meydana gelmiştir. Geri ödenebilirliğine ilişkin problemsiz görünen krediler tekrar yenilenmekle birlikte, uluslararası bankalar piyasaya daha kuşkulu ve seçici tavırlarla yaklaşmışlardır. Tüm bu gelişmelere ek olarak ve de yaşanan tüm olumsuzluklara rağmen Türkiye 2000 yılında Uluslararası Finans Dergilerinden IFR (International Financial Review), tarafından dış borçlanmada, dünyanın en başarılı ülkesi seçilmiştir.Türkiye peşpeşe yaşadığı finansal krizler sonrasında yurtdışından kredi bulmakta ciddi anlamda zorlanmaktadır. Bu amaçla yapacağı yapısal ve makroekonomik reformlara ilişkin yurtdışındaki finansal kuruluş ve bankalara bir takım güvence ve sözler vermiştir. Her yaşanan finansal kriz sonrasında ortaya çıkan devalüasyon riski, Türkiye'ye sunulan kredi imkanlarının kapanması, vb nedenlerle Türkiye mevcut krizleri atlatmaya yönelik çalışmalar yapmıştır. Ancak Kasım 2000 ve Şubat 2001'de peşpeşe yaşanan krizler, ekonominin genel durumunu en güzel şekilde yansıtan, bankacılık ve finans kesimini özellikle vurmuş ve ülkemiz ciddi bir darboğaza girmiştir. Bu amaçla, yukarıda da belirtildiği üzere, bir kısım kredi imkanlarının tüm söz verilen yapısal regülasyon, deregülasyon ve de reregülasyonların yerine getirilmesi koşuluyla Türkiye'ye sağlanacağı belirtilmiştir. Yani yaşanan krizlerle birlikte durdurulan kredi imkanları yavaş yavaş açılmaya başlamış, öncelikle özel bankalar tarafından bir kaç kredi kullanımı, daha önceden yürütülen iyi ilişkiler yardımıyla yapılabilmiştir. 1994 yılında yaşanan krizden günümüze kadarki dönemde borçlanmanın yapısı bu görünümü sergilemiştir.Türkiye'ye sağlanan sendikasyon kredileri daha önce de belirtildiği üzere maalesef çok uzun vadeli olmamış. Sık sık yaşanan krizler nedeniyle de risk primleri dalgalı ve genelde de yüksek seyretmiştir. Bu durumda bütçeye sürekli artan oranlı yük getirmiştir. SYNDICATION LOANS AS THE LONG TERM FUNDING OPPORTUNITY FOR THE DEVELOPING COUNTRIES IN THE INTERNATIONAL MONEY MARKETS : TURKEYSUMMARYIt is a fact that, besides their geographical locations and physical conditions, economies of the countries constitute the basis of the targeted level of life standarts and the prosperity. Economy means work, investment, labor force, industry, trade etc. and on the basis of all of these concepts no doubt there is a big need of capital. all over the world. This need causes the capital to be unlimited and unristricted which meant being internationalized. Compared to the labor, capital shifts much more freely all around the world. This brings us the concept of globalisation followed by the international finance together with itself.There has been vigorous discussions on globalisation, resulting in the dilemma in the minds. While some stresses that globalisation is a way that takes the poor countries to prosperity, the other, who disagrees, thinks that globalisation makes the rich richer while making the poor poorer and more dependent on to the industrilalized countries at the same time. When the last 25 years has been revised, it is seen that Singapore, Taiwan, Corea, Chile and some other similar countries relying on the concept of being a part of the global economy, which takes prosperity and richness along with itself day by day, have had an increasing export and stronger economical strategy. On the contrary, it is also believed that the programmes handled and carried out by IMF and Worldbank in Africa, have been accepted very unsuccessful and far away from reality, the reason is that most of these countries in this continent are still having bad and unhealty physical conditions and struggling in the extreme limits of the very poor economies.Globalisation takes the advantage of the opportunities such as free markets, free trade, private capital inflows, new technologies etc. in the shape of liberalization and reform in regulations. In other words, increasing free trade, liberalization, deregulations, reregulations, international capital flows, financial integration, movement towards an unique market, increasing importance of private banking compared to the investment banking, and the institutional investors can be accepted as some of the applications and concepts that gain importance following the globalisation.It is highly believed that when globalisation and internationalization are the matter of concern, the reflected image of the industrialized countries in the international arena is different from as they are in reality. That is, although these countries have sometimes completely the opposite approach, actually they are not willing to decrease the government control over their economies and do not take serious steps towards deregulation resulting in innovation. The reason is that they interpret internationalization, deregulation and liberalization as the concepts that causes to be weak and widely open to many risks. There is no doubt that by the help of liberalization, government interference over the markets has begun to lose ground. Enterance of the new domestic and foreign financial institutions into the domestic markets has been set free and naturally foreign exchange rates has begun to be determined by the free market conditions.Over the last 20 years there has been too many important distressing periods in the world economy. 1980s have been known by the foreign debt crisis in developing countries, first half of the 1990s has been known by the debt crisis in industrialized countries and the second half of the 1990s has been known by the global crisis including both developing and industrialized countries. Since developing countries are more sensitive to the financial volatility then other countries, during such periods they are the worst affected ones,compared to the others. There is no doubt that foreign borrowing is one of the most important concepts in developing countries' funding. For this reason such crisises and volatility cause serious results in the financial structure of the developing countries in the international financial arena.When the long term funding is the matter of concern, first capital markets, then the equity and self-financing are the first concepts that are recalled. In addition to this bond issuing and the long term bank loans are some of the other non-operating long term borrowing instruments. Long term loans has been the most important external funding instrument both for industrialized and developing countries, especially for the latter one. However aims and targets of the utilization of such credits by these countries differ from one to other.Whenever the bank loans, foreign and long term borrowing are concerned, syndicated loans has been the most active and preferred one for funding in international financial markets. Utilization of syndicated loans have decreased from time to time as a result of an increase in the preference of bond issue and new financial instruments for external funding. Syndicated loans has been very prestigious for both the borrower and the creditors. Even the renewal of such loans has much more prestigious impact on the market. The reason is that very detailed and trustworthy analysis takes place during the long utilization process. The borrower is analysed fundamentally, technically and economically on an extensive scale.Moreover, syndicated loans has too many advantages for both borrower and creditors. On creditor's side, since there has been too many underwriters, this enables small pieces of allocation of risk for each and on the borrower's side, it becomes possible for the borrower to utilize a big amount of loan which can not be released by only one bank at once. In addition to this, creditor banks have a chance to reach the countries far away on the other side of the world and broaden their customer portfolios without taking too much risk. Besides they have a chance to be known in the international financial markets with a successful and prestigious syndicated loan transaction. There is no doubt that the adequacy, quality, correctness and efficiency of the data and information related to the borrower is the key component in the cost and pricing of such loan and enables good results.When this subject is handled on the international platform, country and the political risks are the most dangerous risks for the borrower which are followed by the liquidity risk. In this context it will be useful to mention that big companies bear political risk while the small ones having liquidity risk. From the developing countries' side, inadequacy in national savings is one of the biggest obstacles in front of the vigorous and constant economical growing. Instead of domestic ones, preference of the foreign funding sources which have suitable and profitable circumstances are also very common in industrialized countries. However, exchange rate differences and high interest rates of this loans are accepted as some of the risks that cause an increase in budget deficit of the developing countries. In this situation, for developing countries, there appears a need for the repayment of the debt by another debt called debt financing. The reason is that since the financial circumstances of such countries are not so strong and they do not have a chance to finance themselves by direct foreign investments and through international bond markets, loan utilization seems to be the only solution for funding. Moreover if macroeconomic actions and structrual steps are not taken, this gradually becomes a vicious circle. Foreign funding is identified with long term borrowing especially with loans of development. It is also very important to transfer these loans to the productive areas which enables added value for the country. On the other hand, debt financing causes short term borrowing resulting in liquidity squeeze. While the governments of the developing countries try to solve the liquidity problem, they, unfortunately, overlook the long term financing and borrowing. As a result of this, structural and strategic solutions can not be produced. However it is crystal clear that for the long term prosperity and permanent financial solutions, there has to be structural and macroeconomic applications including long term borrowing and its transfer to the permanent, profitable, productive investments and industries.The basic characteristics of the syndicated loans which are given to the developing countries can be explained as high pricing and short terms. The reason is that, these countries are having weak financial conditions which is very suitable for the financial crisis. As a result of these risks international banks had big losses in emerging markets towards the end of 1990s. Contrary to the steady increase in the syndicated loan utilization of the industrialized countries, there has been a big volatility in developing countries performances. The basic reason for this is that when a financial crisis takes place in a developing country its negative effects along with itself quickly spreads to the other developing countries. On the other hand, since the funding of the developing countries is mostly based on borrowing and especially on loans, they keep on being the most important and suitable markets for the syndicated loans creditors. Among the industrialized countries Japan has an very important place with all its economy, technology, industry etc. It is known that after the World War II. Japan economy has been in a very bad condition and had moved about 30 years back. However the credit management of this country had been handled appropriately and the segmentation of the loans to the needed sectors were done very succesfully. From those years on, Japan economy has drawn a very steady and trustworthy outlook in the world by reaching to the yearly average growing rate of %9.3 after 20 years. On the basis of this success, there lays the quality and the amount of the investments together with a reliable economic programme which is carried out by the government.During this period the serious utilization of the foreign loans took place in the shape of syndicated loans. All of the long term credits enabled from international markets were directly transmitted to the fixed assets, investments, industry and important projects. In addition to this, domestic loans were used in solving daily liquidity problems. This period can also be named as a very serious liberalisation process of the country. Moreover compared to the big companies the small scaled companies had been given more chance to have bigger share from this pie. In the light of these information, when Turkey is analysed it is possible to say that 1980s and 1990s have been very famous with liberalisation, deregulations and rerergulations which have naturally took place and followed by each other. Also Turkish financial markets have met with new financial institutions, instruments and rules during this period. However, it will be useful to stress here that inspite of the big efforts made, Turkey still could not fulfill its integration with the international financial markets completely. One of the reasons for this is that Turkey had serious problems facing with resembling financial crisis in about every 5-6 years and as a result could not find a way to overcome. Besides this fact, public deficits, low income and saving levels, increase in consuming have been still causing high interest rates and inflation.It must not be forgotten that some of the aims behind the integration of the international financial markets are to enable economical stability, progressive increase in savings and increase in growing. In this aspect, contrary to Japan, the result in Turkey and most of the developing countries is to carry out wrong policies related to the long term economical stability and to be deeply bounded to the short term capital flows. As a result of this there appears financial unstability which is replaced by a financial crisis.In countries which has high inflation, high interest rates and high foreign exchange rate volatility such as Turkey, unfortunately it has been very difficult to talk about long term borrowing. Moreover, following these factors, dissolution and the insufficiency of the investments in the economies, and concerning the firms high dependency on self-financing are some of the results that are encountered.Contrary to the applied programmes in Japan, another subject that is problematic for Turkey because of the high real interest rates is , lending to the government and transfering the foreign funds to the money markets rather than transfering them to the real sector and investments. Naturally, it is not so difficult to imagine that as a result of the speculative arbitrage opportunities,.the link between the financial and real sectors has been seriously damaged. On the other hand there is another factor that Turkey comes across with some difficulties in long term borrowing through international syndicated loan markets. For this reason although the long term one is expected and targeted, only short term and midterm borrowings becomes available for Turkey. From another point of view, it should be stressed that since these loans are of cheap types of foreign funding, Turkey has been one of the most active players in the syndicated loan markets among the developing countries. Related to the syndicated loan utilization, it can be mentioned that Turkey has a very stable outlook in the international financial markets. Inspite of the policies such as debt financing, which cause an increase in outstanding debt, Turkey has been accepted very careful in debt repayment and very successful in the international markets. When Turkey's general borrowing outlook is taken into consideration, it is seen that syndicated loans has been utilized especially by the private banks. Exchange rate difference is one of the most important aspects that causes an increase in Turkeys foreign debt portfolio. Besides, as a result of the crowding-out effect, private sector can not issue any financial instrument and government keeps on its position and superiority in the market as a primary borrower. In Turkey the basic reason for this can be explained as a tight dependency of capital markets to the money markets. It does not matter whether it is an industrialized or a developing country, syndicated loans have been one of the most important financial instruments for all of them all over the world. With its jeopolitical importance, young and dynamic population, consumer potentiality, desire for progress in technology, banking and finance, Turkey has been very attractive for the international investors which has excess fund and wants to invest internationaly. On the other hand, financial instability and vulnerable real sector, causes Turkey to carry on a risky position in the international financial markets. In this connection it can be said that syndicated loans have been very important for Turkey as a short or midterm financial savior but long term.In the light of all above mentioned aspects, it is possible to mention that the importance of the syndicated loans for Turkey has been confirmed one more time. From now on, under the hypothesis that Turkey will continue to carry on a policy which is stable by means of economy and politics and oriented towards investment and production, the importance and necessity of the syndicated loans, as an advantageous and prestigous financial source, takes the attentions to the development process of the countries and should be properly and carefully transferred to the production and investments.