16 results on '"Çeltik, Coşkun"'
Search Results
2. Prevalence and clinical characteristics of functional gastrointestinal disorders in infant
- Author
-
BEŞER, ÖMER FARUK, Çullu Çokuğraş, Fügen, Vandenplas, Yvan, DOĞAN, GÜZİDE, AKGÜN, ÖZLEM, ELEVLİ, MURAT, Yılmazbaş, Pınar, Ocal, Meriç, Bayrak, Nevzat Aykut, Sezer, Rabia Gönül, Bozaykut, Abdulkadir, ÇELTİK, COŞKUN, POLAT, ESRA, GERENLİ, NELGİN, Bozlak, Serdar, AYYILDIZ CİVAN, HASRET, Özkul Sağlam, Neslihan, HATİPOĞLU, SADIK SAMİ, Özgürhan, Gamze, Sünnetçi Silistre, Eda, Solmaz, Burcu, KUTLUK, GÜNSEL, Genç, Hamide Sevinç, ÖNAL, HASAN, USTA, AYŞE MERVE, URGANCI, NAFİYE, Şahin, Ayşe, ÇAM, SEBAHAT, yıldırım, sema, Yıldırım, Asilay, and DOĞAN, GÜZİDE
- Subjects
BEŞER Ö. F. , Çullu Çokuğraş F., Vandenplas Y., DOĞAN G., AKGÜN Ö., ELEVLİ M., Yılmazbaş P., Ocal M., Bayrak N. A. , Sezer R. G. , et al., -Prevalence and clinical characteristics of functional gastrointestinal disorders in infant-, Espghan 52nd Annual Meething of the European Society for Paediatric Gastroenterology, Hepatology and Nutrition, Glasgow, İngiltere, 05 Haziran 2019 - Published
- 2019
3. A Case of Noonan Syndrome Associated with Atrial Septal Defect
- Author
-
YOLSAL, Güner Emel, ÖNER, Naci, ÇELTİK, Coşkun, and ALADAĞ, Nükhet
- Subjects
Child ,heart defects,congenital ,heart septal defects,atrial/complications ,Noonan syndrome/diagnosis - Abstract
Noonan syndrome is a genetic disease, characterized by short stature, low posterior hairline, a webbed neck, cubitus valgus, and pectus excavatum. It may be confused with Turner's syndrome which is more frequent in the population. Pulmonary stenosis is the most frequent congenital heart disease in Noonan syndrome, though, in rare cases, atrial septal defect may also be detected. This case report illustrates the coexistence of NS and atrial septal defect in an 11-year-old girl. Turkish Başlık: Noonan Sendromlu Bir Olguda Atriyal Septal Defekt Anahtar Kelimeler: Çocuk; kalp defekti, doğuştan; kalp septal defekti, atriyal/komplikasyon; Noonan sendromu/tanı Noonan sendromu (NS), boy kısalığı, ensede düşük saç çizgisi, yele boyun, kubitus valgus, pektus ekskavatum ile karakterize bir genetik hastalıktır. Bu nedenle, daha sık olan Turner sendromu ile karıştırılır. Noonan sendromunda pulmoner stenoz en sık rastlanan doğumsal kalp hastalığı olmasına rağmen, nadir olarak atriyal septal defekt de görülebilir. Bu yazıda, yapılan incelemelerle NS yanı sıra atriyal septal defekt saptanan 11 yaşında bir kız çocuğu sunuldu.
- Published
- 2014
4. Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları A.B.D. 1993 Yılı Tedavi Hizmetlerinin Değerlendirilmesi
- Author
-
KARASALİHOĞLU, Serap, ORHANER, Betül, KIRIMI, Ercan, BAŞPINAR, İhsan, BİÇER, Faruk, and ÇELTİK, Coşkun
- Published
- 2014
5. Neonatal Respiratuar Sinsitiyal Virüs Enfeksiyonu
- Author
-
ACUNAŞ, Betül, ÇELTİK, Coşkun, ALTIAY, Suriye, ŞAM, Aylin, KARASALİHOĞLU, Serap, and PALA, Özer
- Published
- 2014
6. Atipik Çölyak Hastalığı ve Eşlik Eden Otoimmün Hepatit
- Author
-
GÖKÇE, Selim, DURMAZ, Özlem Süoğlu, ÇELTİK, Coşkun, AYDOĞAN, Ayşen, GÜNGÖR, Mine Güllüoğlu, and SÖKÜCÜ, Semra
- Subjects
Çölyak hastalığı,glutensiz diyet,otoimmün hepatit,çocuklar ,Celiac disease ,gluten-free diet ,autoimmune hepatitis ,children - Abstract
Celiac disease (CD) was diagnosed in a 10-year-old boy who was presented with refractory iron deficiency anemia (IDA), hypertransaminasemia and short stature. Anemia resolved within one month after the institution of gluten-free diet. We performed liver biopsy because of hypergamaglobulinemia and high titers of smooth muscle antibody. On the basis of histologic findings together with clinical and laboratory findings, type 1 autoimmune hepatitis (AIH) was diagnosed. We aimed to report a CD case displaying more than one type of atypical pictures. Concomitant AIH and unusual rapid response of hepatitis to conventional treatment are also emphasized. Turkish Başlık: Atipik Çölyak Hastalığı ve Eşlik Eden Otoimmün Hepatit Anahtar Kelimeler: Çölyak hastalığı; glutensiz diyet; otoimmün hepatit; çocuklar Burada tedaviye dirençli demir eksikliği, transaminaz yüksekliği ve boy kısalığı ile başvuran, çölyak serolojisi pozitif saptanan ve ince bağırsak biyopsisi ile çölyak hastalığı tanısı alan 10 yaşında olgu sunuldu. Anemi sadece glutensiz diyet ile bir ay içerisinde düzeldi. Başvuru anında hipergamaglobülinemi ve anti-düz kas antikor pozitifliği nedeniyle yapılan karaciğer biyopsisinde portal lenfoplazmositer infiltrasyon saptandı. Histolojik, klinik ve laboratuar bulgular ile otoimmün hepatit tanısı aldı ve immünsüpresif tedavi başlandı. Olgu, atipik prezentasyonun yanında eşlik eden otoimmün hepatitin glutensiz diyet altında immunsüpresif tedaviye alışılagelmişin dışında hızlı yanıt vermesi nedeniyle sunuma değer bulunmuştur., Burada tedaviye dirençli demir eksikliği, transaminaz yüksekliği ve boy kısalığı ile başvuran, çölyak serolojisi pozitif saptanan ve ince bağırsak biyopsisi ile çölyak hastalığı tanısı alan 10 yaşında olgu sunuldu. Anemi sadece glutensiz diyet ile bir ay içerisinde düzeldi. Başvuru anında hipergamaglobülinemi ve anti-düz kas antikor pozitifliği nedeniyle yapılan karaciğer biyopsisinde portal lenfoplazmositer infiltrasyon saptandı. Histolojik, klinik ve laboratuar bulgular ile otoimmün hepatit tanısı aldı ve immünsüpresif tedavi başlandı. Olgu, atipik prezentasyonun yanında eşlik eden otoimmün hepatitin glutensiz diyet altında immunsüpresif tedaviye alışılagelmişin dışında hızlı yanıt vermesi nedeniyle sunuma değer bulunmuştur.
- Published
- 2014
7. Çocuklarda Bir Yıllık Valproat Tedavisi Kemik Mineral Dansitesini Azaltıyor Mu?
- Author
-
BOSTANCIOĞLU, Musa, ÖNER, Naci, KÜÇÜKUĞURLUOĞLU, Yasemin, KAYA, Meryem, ALADAĞ, Nükhet, ÇELTİK, Coşkun, and KARASALİHOĞLU, Serap
- Subjects
Epilepsy ,valproate ,bone mineral density ,Epilepsi,valproat,kemik mineral dansitesi - Abstract
Objectives: Epilepsy is a chronic disease that requires long-term antiepileptic therapy. The aim of this study was to evaluate the side effects of valproate, the most commonly used antiepileptic, on bone mineral metabolism. Patients and Methods: The study comprised of 61 patients (38 girls, 28 boys; mean age 81.2±44.5 months; range 12 to 168 months) who received valproate because of epilepsy or prophylaxis of febrile seizures. All cases were evaluated in terms of bone mineral metabolism disturbances by assessing bone mineral density and biochemistry parameters, before and after 12 months of valproate therapy. Results: At the end of one year of valproate therapy, there were no statistically significant differences in calcium, phosphorus and alkaline phosphatase levels that might show bone mineralization disturbance. Osteoporosis was recorded in two cases (3.3%). Conclusion: The side effects of valproate on bone mineral metabolism are usually contradictory. In order to determine osteopenia signs; bone biochemistry, 25- OH vitamin D3, hormonal parameters and bone mineral density, which are not enough for evaluation alone, have to be evaluated together. Patients taking valproate therapy should have bone mineral density measurements yearly, because mineral changes in bone (defeats) could not be predicted with these biochemical parameters beforehand. Turkish Başlık: Çocuklarda Bir Yıllık Valproat Tedavisi Kemik Mineral Dansitesini Azaltıyor Mu? Anahtar Kelimeler: Epilepsi; valproat; kemik mineral dansitesi Amaç: Epilepsi uzun sureli antiepileptik tedavi gerektiren kronik bir hastalıktır. Bu çalışmanın amacı, en sık kullanılan antiepileptik ilaç olan valproatın kemik mineral metabolizmasına olan yan etkilerini değerlendirmektir. Hastalar ve Yöntemler: Bu çalışma epilepsi veya febril konvulziyon profilaksisi amacıyla valproat başlanan 61 hastada (38 kız, 28 erkek; ort. yaş 81.2±44.5 ay; dağılım 12-168 ay) yapıldı. Bütün olgularda valproat tedavisi öncesinde ve 12 ay sonrasında, kemik mineral metabolizmasındaki bozukluklar açısından kemik mineral dansitesi ve biyokimyasal parametrelere bakıldı. Bulgular: Bir yıllık valporat tedavisi sonrasında kemik mineralizasyon bozukluğunu gösterebilecek kalsiyum, fosfor, alkalen fosfatazda istatistiksel olarak anlamlı farklılık tespit edilmemiştir. İki hastada (%3.3) osteoporoz tespit edilmiştir. Sonuç: Valproatın kemik mineral metabolizması üzerine yan etkileri tartışmalıdır. Osteopeni belirtilerini değerlendirmek için, kemik biyokimyası, 25-hidroksi D vitamini, hormonal parametreler ve kemik mineral dansitesinin tek başlarına değerlendirilmesi yetersizdir, mutlaka bu parametreler birlikte değerlendirilmelidir. Biyokimyasal parametreler bozulmadan, kemik mineral dansitesi değişiklikleri olacağından, valproat tedavisi alan hastalarda yıllık kemik mineral dansitesi ölçümleri yapılmalıdır., Amaç: Epilepsi uzun sureli antiepileptik tedavi gerektiren kronik bir hastalıktır. Bu çalışmanın amacı, en sık kullanılan antiepileptik ilaç olan valproatın kemik mineral metabolizmasına olan yan etkilerini değerlendirmektir. Hastalar ve Yöntemler: Bu çalışma epilepsi veya febril konvulziyon profilaksisi amacıyla valproat başlanan 61 hastada (38 kız, 28 erkek; ort. yaş 81.2±44.5 ay; dağılım 12-168 ay) yapıldı. Bütün olgularda valproat tedavisi öncesinde ve 12 ay sonrasında, kemik mineral metabolizmasındaki bozukluklar açısından kemik mineral dansitesi ve biyokimyasal parametrelere bakıldı. Bulgular: Bir yıllık valporat tedavisi sonrasında kemik mineralizasyon bozukluğunu gösterebilecek kalsiyum, fosfor, alkalen fosfatazda istatistiksel olarak anlamlı farklılık tespit edilmemiştir. İki hastada (%3.3) osteoporoz tespit edilmiştir. Sonuç: Valproatın kemik mineral metabolizması üzerine yan etkileri tartışmalıdır. Osteopeni belirtilerini değerlendirmek için, kemik biyokimyası, 25-hidroksi D vitamini, hormonal parametreler ve kemik mineral dansitesinin tek başlarına değerlendirilmesi yetersizdir, mutlaka bu parametreler birlikte değerlendirilmelidir. Biyokimyasal parametreler bozulmadan, kemik mineral dansitesi değişiklikleri olacağından, valproat tedavisi alan hastalarda yıllık kemik mineral dansitesi ölçümleri yapılmalıdır
- Published
- 2014
8. Trakya bölgesinde çocuklarda görülen zehirlenmeler Orijinal Araştırma
- Author
-
Öner, Naci, İnan, Mustafa, Vatansever, Ülfet, Turan, Çağrı, Çeltik, Coşkun, Küçükuğurluoğlu, Yasemin, Duran, Rıdvan, and Karasalihoğlu, Serap
- Abstract
Toxins which cause intoxication in childhood vary according to living areas traditions of society parental education and seasons The aim of this study was to evaluate the characteristics of children who were hospitalized for intoxication in the last 5 years The medical records of the patients who had been hospitalized for intoxication between January 1998 and May 2003 were evaluated retrospectively Age gender ingested agents symptoms clinical signs complications and intensive care requirements were recorded The ratio of the number of poisoning cases to all pediatric emergency admissions was 1 6 Among 227 cases; 112 49 3 were girls 115 50 7 were boys and the mean age was 4 5±3 4 1 16 years Drugs were the most commonly ingested agents followed by corrosive agents Pediatric intensive care management was required in 4 4 of the patients Three patients died due to corrosive agents n=2 and colchicine intoxication n=1 Even if there is important improvement in intoxication management the most effective method is prevention of poisoningKey words: childhood corrosive agents intoxication, Zehirlenmeye yol açan etkenler yaşanılan bölgeye toplumun gelenek ve geleneklerine ailenin eğitim düzeyine ve mevsimlere göre değişkenlik gösterebilir Bu çalışmanın amacı hastanemizde son 5 yıl içinde yatırılarak tedavi edilen zehirlenme olgularının özelliklerini gözden geçirmektir Ocak 1998 Mayıs 2003 tarihleri arasında zehirlenme tanısı ile yatırılarak tedavi edilen olguların dosyaları geriye dönük olarak değerlendirildi Olguların dosya kayıtları incelenerek yaş cinsiyet aldığı madde veya ilaç karşılaşma yolu semptomlar klinik bulgular komplikasyonlar yoğun bakım gereksinimi açısından değerlendirildi Zehirlenme olgularının tüm acil çocuk başvurularına oranı 1 6’ydı İki yüz yirmi yedi olgunun 112’si 49 3 kız 115’i 50 7 erkekti ve olguların ortalama yaşı 4 5±3 4 1 16 yıldı İlaçlar en sık zehirlenme nedeniydi ve ilaçları koroziv maddeler izlemekteydi Olguların 4 4’ünde Pediatrik Yoğun Bakım gereksinimi oldu Üç olgu koroziv madde n=2 ve kolşisin n=1 alımı nedeniyle kaybedildi Zehirlenmelerin tedavisinde önemli gelişmeler olmakla birlikte bu problemin çözümünde en etkin yöntem koruyucu önlemlerin alınmasıdır Anahtar Kelimeler: çocukluk çağı koroziv madde zehirlenme
- Published
- 2014
9. Listeria Monositogenez Menenjitli Bir Olgu Sunumu
- Author
-
ÇELTİK, Coşkun, ACUNAŞ, Betül, KARASALİHOĞLU, Serap, Bİ, Murat, and GARİPARDIÇ, Mesut
- Abstract
A three year old boy presenting with high grade fever vomiting and torpidity had a cerebrospinal flied examination revealing xanthochromia lymphocyte predominance and high protein levels We was put on antituberculous treatment regime but died on the second day of admission Listeria Monocytogenes was recovered in cerebrospinal fluid obtained at postmortem examination We report this case for its rarity in this age group and lack of risk factors Key words: Listeria Monocytogenes Meningitis Tuberculosis, Yüksek ateş kusma uykuya eğilim yakınmasıyla getirilen stupor halindeki 3 yaşındaki erkek hastada beyin omurilik sıvısı incelemesinde ksantokromi protein yüksekliği lenfosit hakimiyeti saptanması üzerine antitüberküloz tedavi başlandı ikinci günü kaybedilen postmortem BOS kültüründe Listeria Monositogenez üreyen olgu bu yaş grubunda Listeriozisin nadir olması ve olgunun belirgin bir risk faktörü taşımaması nedeniyle sunulmuştur Anahtar kelimeler: Listeria Monositogenez Menenjit Tüberküloz
- Published
- 2014
10. Çocuklarda bir yıllık valproat tedavisi kemik mineral dansitesini azaltıyor mu?
- Author
-
Bostancıoğlu, Musa, Öner, Naci, Küçükuğurluoğlu, Yasemin, Kaya, Meryem, Çiftdemir, Nükhet Aladağ, Çeltik, Coşkun, and Karasalihoğlu, Serap Tevhide
- Subjects
Genel ve Dahili Tıp - Abstract
Amaç: Epilepsi uzun sureli antiepileptik tedavi gerektiren kronik bir hastalıktır. Bu çalışmanın amacı, en sık kullanılan antiepileptik ilaç olan valproatın kemik mineral metabolizmasına olan yan etkilerini değerlendirmektir. Hastalar ve Yöntemler: Bu çalışma epilepsi veya febril konvulziyon profilaksisi amacıyla valproat başlanan 61 hastada (38 kız, 28 erkek; ort. yaş 81.2±44.5 ay; dağılım 12-168 ay) yapıldı. Bütün olgularda valproat tedavisi öncesinde ve 12 ay sonrasında, kemik mineral metabolizmasındaki bozukluklar açısından kemik mineral dansitesi ve biyokimyasal parametrelere bakıldı. Bulgular: Bir yıllık valporat tedavisi sonrasında kemik mineralizasyon bozukluğunu gösterebilecek kalsiyum, fosfor, alkalen fosfatazda istatistiksel olarak anlamlı farklılık tespit edilmemiştir. İki hastada (%3.3) osteoporoz tespit edilmiştir. Sonuç: Valproatın kemik mineral metabolizması üzerine yan etkileri tartışmalıdır. Osteopeni belirtilerini değerlendirmek için, kemik biyokimyası, 25-hidroksi D vitamini, hormonal parametreler ve kemik mineral dansitesinin tek başlarına değerlendirilmesi yetersizdir, mutlaka bu parametreler birlikte değerlendirilmelidir. Biyokimyasal parametreler bozulmadan, kemik mineral dansitesi değişiklikleri olacağından, valproat tedavisi alan hastalarda yıllık kemik mineral dansitesi ölçümleri yapılmalıdır. Objectives: Epilepsy is a chronic disease that requires long-term antiepileptic therapy. The aim of this study was to evaluate the side effects of valproate, the most commonly used antiepileptic, on bone mineral metabolism. Patients and Methods: The study comprised of 61 patients (38 girls, 28 boys; mean age 81.2±44.5 months; range 12 to 168 months) who received valproate because of epilepsy or prophylaxis of febrile seizures. All cases were evaluated in terms of bone mineral metabolism disturbances by assessing bone mineral density and biochemistry parameters, before and after 12 months of valproate therapy. Results: At the end of one year of valproate therapy, there were no statistically significant differences in calcium, phosphorus and alkaline phosphatase levels that might show bone mineralization disturbance. Osteoporosis was recorded in two cases (3.3%). Conclusion: The side effects of valproate on bone mineral metabolism are usually contradictory. In order to determine osteopenia signs; bone biochemistry, 25- OH vitamin D3, hormonal parameters and bone mineral density, which are not enough for evaluation alone, have to be evaluated together. Patients taking valproate therapy should have bone mineral density measurements yearly, because mineral changes in bone (defeats) could not be predicted with these biochemical parameters beforehand.
- Published
- 2009
11. Atipik Çölyak Hastalığı ve eşlik eden otoimmün hepatit
- Author
-
Gökçe, Selim, Durmaz, Süoğlu Özlem, Çeltik, Coşkun, Aydoğan, Ayşen, Güngör, Güllüoğlu Mine, and Sökücü, Semra
- Subjects
Genel ve Dahili Tıp - Abstract
Burada tedaviye dirençli demir eksikliği, transaminaz yüksekliği ve boy kısalığı ile başvuran, çölyak serolojisi pozitif saptanan ve ince bağırsak biyopsisi ile çölyak hastalığı tanısı alan 10 yaşında olgu sunuldu. Anemi sadece glutensiz diyet ile bir ay içerisinde düzeldi. Başvuru anında hipergamaglobülinemi ve anti-düz kas antikor pozitifliği nedeniyle yapılan karaciğer biyopsisinde portal lenfoplazmositer infiltrasyon saptandı. Histolojik, klinik ve laboratuar bulgular ile otoimmün hepatit tanısı aldı ve immünsüpresif tedavi başlandı. Olgu, atipik prezentasyonun yanında eşlik eden otoimmün hepatitin glutensiz diyet altında immunsüpresif tedaviye alışılagelmişin dışında hızlı yanıt vermesi nedeniyle sunuma değer bulunmuştur. Celiac disease (CD) was diagnosed in a 10-year-old boy who was presented with refractory iron deficiency anemia (IDA), hypertransaminasemia and short stature. Anemia resolved within one month after the institution of gluten-free diet. We performed liver biopsy because of hypergamaglobulinemia and high titers of smooth muscle antibody. On the basis of histologic findings together with clinical and laboratory findings, type 1 autoimmune hepatitis (AIH) was diagnosed. We aimed to report a CD case displaying more than one type of atypical pictures. Concomitant AIH and unusual rapid response of hepatitis to conventional treatment are also emphasized.
- Published
- 2009
12. Çocuklarda Epstein-Barr virüsüyle ilişkili akut enfeksiyöz mononükleozun klinik ve laboratuvar özelliklerinin değerlendirilmesi
- Author
-
ÇELTİK, Coşkun, KÜÇÜKUĞURLUOĞLU, Yasemin, BALCI, Demet Benek, DURAN, Rıdvan, KARASALİHOĞLU, Serap, and ÖNER, Naci
- Subjects
Infectious mononucleosis ,Epstein-Barr virus ,findings ,prognosis ,Genel ve Dahili Tıp - Abstract
Objectives: The various symptoms of infectious mononucleosis associated with Epstein-Barr virus may confuse physicians in differential diagnosis. The aim of this study is to evaluate the clinical and laboratory findings of this disease in symptomatic children. Patients and Methods: This study was retrospectively performed on 52 cases (31 boys, 21 girls; mean age 5.4±3.4 years; range 1 to 13 years) with acute Epstein-Barr virus infection. The clinical and laboratory findings were evaluated according to admission time after initial complaints (≤5/>5 days) and the age groups of the cases (≤2/>2 years). Results: The major symptoms were fever, lymphadenopathy and tonsillopharyngitis in the classical triad. Moreover, atypical cases who had ascites, arthritis and severe abdominal pain were defined. No case had a poor prognosis. The most frequent laboratory finding was lymphocytosis. While the major symptoms were more frequent in the group “admission time ≤ 5 days”, the count of atypical lymphocyte were higher in the group “admission time > 5 days”. However, these differences could not be defined between age groups. Conclusion: Infectious mononucleosis due to< Epstein-Barr virus is a disease with good prognosis in children. The features of the disease may vary according to admission time, and this fact should be taken into consideration in the diagnosis. Turkish Başlık: Çocuklarda Epstein-Barr Virüsüyle İlişkili Akut Enfeksiyöz Mononükleozun Klinik ve Laboratuvar Özelliklerinin Değerlendirilmesi Anahtar Kelimeler: Enfeksiyöz mononukleoz; Epstein-Barr virüsü; bulgular; prognoz; yaş; başvuru zamanı; çocuklar Amaç: Epstein-Barr virüsünden kaynaklanan enfeksiyöz mononukleozun değişik semptomları, ayırıcı tanıda hekimlerin aklını karıştırabilir. Bu çalışmanın amacı semptomatik çocuklarda bu hastalışın klinik ve laboratuvar bulgularının değerlendirilmesidir. Hastalar ve Yöntemler: Bu çalışma akut Epstein- Barr virüs eneksiyonu olan 52 olgu (31 erkek, 21 kız; ort. yaş 5.4±3.4; dağılım 1-13) üzerinde retrospektif olarak yürütüldü. Klinik ve laboratuvar bulgular, şikayetler başladıktan sonraki başvuru zamanı (≤5/>5 gün) ve yaş gruplarına (≤2/>2 yıl) göre değerlendirildi. Bulgular: Major semptomlar klasik triadda yer alan ateş, lenfadenopati, tonsillofarenjit idi. Ayrıca asit, artrit ve şiddetli abdominal ağrıyla başvuran atipik olgular da tanımlandı. Hiçbir olguda kötü bir prognoz gözlenmedi. En sık rastlanan laboratuvar bulgu lenfositozdu. Major semptomlar başvuru zamanı ≤5 gün olan grupta daha sık iken, atipik lenfositler başvuru zamanı >5 gün olan grupta daha yüksek bulundu. Bu tür farklılıklar yaş grupları arasında saptanmadı. Sonuç: Epstein-Barr virüsüne bağlı enfeksiyöz mononükleoz, çocuklarda iyi prognozlu bir hastalıktır. Hastalık özellikleri başvuru gününe göre değişkenlik gösterebilir, tanıda bu durum göz önüne alınmalıdır.
- Published
- 2008
13. Perinatal asfiksi tanı ve prognozunda Nöron-Spesifik Enolaz'ın yeri ve önemi
- Author
-
Çeltik, Coşkun, Acunaş, Ayşe Betül, and Diğer
- Subjects
Asphyxia ,Enolase ,Encephalopathy ,Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları ,Child Health and Diseases ,Neuron specific enolase - Abstract
85 ÖZET Nöron spesifik enolaz enzimi, beyin hasarını ilgilendiren serebrovasküler olaylar, koma, ensefalit, kafa travması ve perinatal asfiksi gibi durumlarda artmakta ve bu hastalıklarda hem tam, hem de prognoz için kullanılmaktadır. Bu çalışma term yenidoğanlarda yapılmış olup, perinatal asfıkside tanı ve prognoz açısından NSE'nin değeri belirlenmeye çalışılmıştır. Çalışma grubuna 43 HİE'li yenidoğan bebek (Grup 1), 29 amniotik sıvıda mekonyum bulunan, fakat fizik muayeneleri normal olarak değerlendirilen 29 yenidoğan (Grup 2), Kontrol Grubunda ise fizik muayenelerinde patoloji saptanmayan spontan vajinal yolla doğmuş 30 sağlıklı term bebek seçilmiştir. Olgulardan NSE düzeyini tayin etmek üzere, doğumdan sonra ilk 72 saat ve 5-7 günde iki kan örneği alınması planlanmış, Kontrol Grubundan ve örnek alma zamanına kadar ölen veya kontrole gelmeyen olgulardan ikinci örnek alınmamıştır. Birinci örnek sonuçlan Grup l'de ortalama 76,7 ± 45,4, Grup 2'de 42,0 + 24,0, Kontrol Grubunda 21,0 ± 5,3 ug/L bulunmuş, Grup l'deki olgularda, hem Grup 2 hem de Kontrol Grubuna göre anlamlı yükseklik saptanmıştır (p,.2< 0,05; Pı-Konm,ı < 0,001). İkinci kan örnekleri Grup 1 için 42,5 + 28,6, Grup 2 için 22,1 ± 8,0 ug/L olarak tesbit edilmiştir (p< 0,05). Ayrıca NSE birinci kan örnek değerlerinin HİE evresine göre de değişiklik gösterdiği saptanmıştır. HİE Evre l'deki olgularda bu değer ortalama 65,3 ± 32,4, Evre 2'de 64,6 ± 32,9, Evre 3 'de ise 115,7 ± 60,9 ug/L olarak değerlendirilmiştir. Bu sonuçlara göre, Evre 1 ile Evre 2 arasında anlamlı farklılık olmadığı halde Evre 3'ün sonuçları, hem Evre 1 ve hem de Evre 2'deki olguların sonuçlarmdan anlamlı olarak yüksek bulunmuştur (p< 0,05). İkinci örneklerde Evre l'de 34,6 + 13,9, Evre 2'de 42,0 ± 32,7, Evre 3'de 70,8 + 36,9 ug/L değeri elde edilmiştir. Evre 3'deki olguların sonuçları ile Evre 2 arasmda farklılık bulunmamış, ancak Evre 1 sonuçlarma göre farklılık saptanrnıştır (p 127,2 jıg/L saptanan olgular ile ikinci kan örneklerinde > 63,9 ug/L saptanan tüm olgularda prognozun kötü olduğu görülmüştür. Sonuç olarak, NSE'nin hem erken tam, hem de prognoz tayininde kullanılabilecek bir parametre olduğu saptanmıştır. 86 SUMMARY THE EFFICACY OF NEURON SPECIFIC ENOLASE IN THE DIAGNOSIS AND PROGNOSIS OF PERINATAL ASPHYXIA Neuron specific enolase (NSE) is an enzyme which increases in cases associated with brain damage such as cerebrovascular disorders, coma, encephalitis, cranial trauma, perinatal asphyxia and is used for both diagnosis and prognosis of these entities. This research has been carried out in term newborn babies to determine the efficacy of NSE in the diagnosis and prognosis of perinatal asphyxia. The study groups comprised of 43^ newborn babies with Hypoxic Ischemic Encephalopathy (HIE) (Group 1), 29 neonates with meconium stained amniotic fluid but with normal physical examination (Group 2). 30 healthy term newborn babies who were born after spontaneous vaginal delivery and with normal physical findings were included in the control group. In the study groups, two blood examples were taken to measure NSE levels, one during the first 72 hours of life and the other 5-7 days after birth. However, it was not possible to take a second sample from those in the control group, those who were lost during follow-up or died. The mean serum concentrations of NSE of the first blood samples were 76,7 + 45,4 ug/L for Group 1, 42,0 ± 24,0 ug/L for Group 2, 21,0 + 5,3 ug/L for Control Group (PaT? i-2< 0,05, pcroup i- control < 0,001). The mean NSE concentrations of the second samples were 42,5 ± 28,6 ug/L for Group 1, 22,1 ± 8,0 ug/L for Group 2 (p< 0,05). Besides, it was found that serum NSE concentrations of the first blood samples were closely correlated with HIE stage (Sarnat & Sarnat), mean NSE concentrations being 65,3 + 32,4 ug/L in stage I, 64,6 ± 32,9 ug/L in stage II, 115,7 + 60,9 ug/L in stage III (p^ !_3 and p^ 2-3 < 0,05, Paage i-2> 0,05). The mean NSE concentrations of the second samples were 34,6 + 13,9 ug/L in stage I, 42,0 + 32,7 ug/L in stage II, 70,8 + 36,9 ug/L in stage III. (p^ M< 0,05, Pstage i-2< 0,05, Paage 2-3> 0,05). While none of the patients in Group 2 and Control Group had a pathological follow-up and course, in Group 1, 8 patients (%18,6) died and 11 patients (%31,4) were observed to have sequela, after 1 year follow-up. In those patients who either died or developed sequela the serum NSE concentrations were high both in the first and second blood samples. All those cases whose serum concentrations of the first samples were > 127,2 ug/L and > 63,9 ug/L in the second samples had poor prognosis. In conclusion, NSE is a good marker for both the early diagnosis and prognosis of asphyxia. 95
- Published
- 1999
14. Kronik fonksiyonel kabızlığı olan küçük çocuklarda süt çocukluğu dönemine ait beslenmeyle ilgili risk faktörlerinin araştırılması
- Author
-
Öner, Faruk, Çeltik, Coşkun, and Beslenme Bilimleri Ana Bilim Dalı
- Subjects
Nutrition and Dietetics ,Nutritional status ,Risk factors ,Beslenme ve Diyetetik ,Infant ,Constipation ,Children ,Nutrition - Abstract
Fonksiyonel kabızlık, özellikle küçük çocuklarda sık rastlanan bir hastalıktır ve bazı beslenmeyle ilişkili faktörler çocuklarda kabızlık için hazırlayıcıdır. Ayrıca süt çocukluğu dönemindeki bazı nutrisyonel risk faktörleri de kabızlığı etkileyebilir. Bu çalışmanın amacı kronik fonksiyonel kabızlık için süt çocukluğu dönemiyle ilişkili nutrisyonel risk faktörlerini araştırmaktır.Bu çalışma bir anket çalışması olup, kabızlıkta ilk bir yaş dönemi beslenmeyle ilgili risk faktörleri sorgulandı. Anketlerde bu dönemle ilişkili risk faktörleri olarak anne sütüyle beslenme, mama veya inek sütü ile beslenme, ek gıdalarla beslenme, gece beslenmesine ek olarak sosyoekonomik düzey, doğum tipi, ailede kabızlık öyküsü, antibiyotik kullanımı, sık enfeksiyon öyküsü ve gıda alerjisi sorgulandı. Bu çalışmaya yaş dağılımı denk olan bir-üç yaş arası 120 kabız, 120 sağlıklı çocuk alındı. En anlamlı risk faktörleri olarak dokuz aydan önce yumurtanın başlanması ve süt çocukluğu döneminde üçten fazla antibiyotik kullanımının hastalık riskini sekiz kat arttırdığı belirlendi. Diğer risk faktörleri iyi sosyoekonomik düzey, ailevi kabızlık, erken aylarda formula kullanımı ve gıda alerji öyküsü idi.Sonuç olarak, ilk bir yaştaki bazı nutrisyonel risk faktörleri küçük çocuklarda fonksiyonel kabızlığın gelişiminde önemlidir. Anahtar sözcükler: fonksiyonel kabızlık, çocuklar, süt çocukluğu, beslenme, risk faktörleri Functional constipation is a common disorder in especially younger children and some nutritional factors are predisposing for it in kids. Also, some nutritional risk factors in the infancy period may affect the constipation. The aim of this study is to investigate nutritional risk factors that relate to infancy period for chronic functional constipation.The study is employs quantitative data collection methods. The research was made using of a Likert questionnaire to measure nutritional risk factors in the first age period in children. In this questionnaire, the questioned risk factors related with infancy period were breastfeeding or feeding with formula/cow's milk, complementary feeding and feeding in night-sleep in addition to socio-economic status, delivering type, the history of familial constipation, antibiotic using and the frequent infection, and food allergy in the first age period. The study included 120 children with functional constipation and 120 healthy children between one-three age years matched as age distribution. The findings show that intake of egg before nine month age and use of antibiotics more than 3 times in infancy period triggers nearly 8-folds the constipation in childhood. The other risk factors were good socio-economic status, familial constipation, giving of formula in early month ages and food allergy. Consequently, some nutritional risk factors related with the first age are important for the development of functional constipation in younger children. Key words: functional constipation, children, infancy period, nutrition, risk factors 76
- Published
- 2016
15. Fazla kilolu ve obez kadınlarda diyetteki günlük alınan kalsiyum miktarının antropometrik ölçümler ve biyokimyasal testler üzerine olan etkilerinin araştırılması
- Author
-
Billurcu, Yasemin, Yaman Onmuş, Meltem, Çeltik, Coşkun, and Beslenme Bilimleri Ana Bilim Dalı
- Subjects
Nutrition and Dietetics ,Milk ,Anthropometry ,Beslenme ve Diyetetik ,Calcium ,Women ,Obesity ,Milk products ,Weight gain ,Diet ,Nutrition - Abstract
Obezite insan sağlığını bozan, morbilite ve mortaliteyi arttıran önemli bir beslenme sorunudur. Obeziteyi önlemeye yönelik çalışmalarda kalsiyumun da olumlu etkisinin olduğu vurgulanmıştır. Bu çalışmada amaç, diyette alınan kalsiyum miktarının BKI ≥ 25 olan kadın bireylerde antropometrik ölçümler ve biyokimyasal test sonuçları üzerindeki etkilerinin değerlendirilmesidir. BKI≥25 olan kronik bir hastalığı bulunmayan kadınlar çalışmaya alındı. Olgular Grup 1 (~1200 mg /gün yüksek kalsiyum içeren diyet alan grup) ve Grup 2 (~500 mg/gün bazal seviyede kalsiyum içeren diyet alan grup) olarak ikiye ayrıldı. Kalsiyum kaynağı olarak süt ve ürünleri kullanıldı.Ancak her iki grubun aldığı karbonhidrat, protein ve yağ eşdeğer besinlerle 500 kkal/gün diyet kısıtlaması uygulandı. Ayrıca her iki gruba günde 30 dk egzersiz uygulandı. Katılımcıların 8 hafta boyunca takipleri sağlandı. Grup 1 ve Grup 2'nin öncesi ve sonrasındaki antropometrik ölçümler değerlendirildi. Her iki grup karşılaştırıldığında antropometrik ölçümlerinden ağırlık, BKI, bel, kalça çevresi, vücut yağ oranlarında anlamlı azalmalar görüldü (p
- Published
- 2016
16. Edirne ilindeki okul çocuklarında bronşial astım prevalansı ve hastalık risk faktörlerinin belirlenmesi
- Author
-
Karaca, Hülya, Çeltik, Coşkun, and Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı
- Subjects
Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları ,Child Health and Diseases - Abstract
ÖZET Astım, hem bireysel hem de toplumsal açıdan sorun oluşturan kronik bir hastalıktır. Bölgesel özelliklerin ve risk faktörlerinin belirlenmesi, bu hastalığa yönelik önleyici stratejilerin geliştirilmesi bakımından önemlidir. Çalışmamızın amacı, ilimizdeki astım prevalansının ve risk faktörlerinin belirlenmesidir. Çalışmamız, Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı tarafından ISAAC protokolündeki anket soruları temel alınarak geliştirilmiş bir anketle 7-17 yaş arasındaki okul çocukları üzerinde yapıldı. Anketteki temel sorulara göre 5933 geçerli anket formu değerlendirmeye alındı. Yaşamlarının herhangi bir döneminde >3 hışıltı geçirenlerle, doktor tarafından astım ve/veya eşdeğer tanıların konulduğu öğrencilerin birleştirilmesiyle astım grubu oluşturuldu. Anket çalışmasına katılan öğrenciler, üç grup altında incelendi. Gruplar; astımı olan grup (Grup 1), astımı olmayan grup (Grup 2) ve astımı olup olmadığı belirlenemeyen grup (Grup 3) olarak sınıflandırıldı. Çalışmamızda Grup 1 ve Grup 2'nin özellikleri karşılaştırıldı. Öğrencilerin yaşam boyu hışıltı prevalansı %28.9, periyodik prevalansı %4.2 ve astımın yaşam boyu prevalansı %7.4 bulundu. Astımla ilişkileri nedeniyle araştırılan alerjik rinokonjonktivit yaşam boyu prevalansı %18.8, atopik dermatitin ise %2.6 idi. Ayrıca astımlı öğrencilerin oluşturduğu grupta alerjik rinokonjonktivit %33.2, atopik dermatit %5.7 oranında bulundu. Astım risk faktörleri olarak, kentte yaşam, alerjik rinokonjonktivit şikayetinin varlığı, gıda alerjisinin saptanması, evcil hayvan besleme, bir yaş altında sık solunum yolu enfeksiyonu geçirme ve birinci derece akrabalarda astım öyküsünün bulunması saptandı. İlimizdeki astım prevalansı Türkiye'deki prevalans değerlerine göre arada bir değere sahip olup, risk faktörleri diğer illerimizin sonuçlarıyla benzerlik göstermektedir. Edirne'de daha önce yapılmış çalışmaya göre alerjik hastalıkların görülme oranlarında artış saptanmıştır. 71Elde edilen bulgular, risk faktörlerine yönelik önlemlerin alınmasının gerekli olduğunu göstermektedir. 72 PREVALENCE OF ASTHMA BRONCHIALE AND RISK FACTORS AMONG SCHOOLCHILDREN IN EDİRNE SUMMARY Asthma is a chronic disease which may cause both individual and public health problems. It is important to determine regional differences and risk factors for improving preventive strategies. The aim of this study was to determine asthma prevalence and risk factors in Edirne. This study was performed on schoolchildren aged between 7-17 years by using a questionnaire based on ISAAC protocol at Trakya University Medical Faculty, Department of Pediatrics. 5933 questionnaires were evaluated according to basic questions. Asthma group was comprised of children who had at least three wheezing episodes and diagnosed as asthma or asthma like disease by a physcian. The participants were divided into three groups: Group 1 was consisted patients with asthma, Group 2 was comprised of students without asthma and Group 3 was consisted undetermined cases. Characteristics of Group 1 and Group 2 were compared in this study. The cumulative prevalence of wheezing was 28.9% and the periodic prevalence was 4.2%, while the cumulative prevalence of asthma prevalence was 7.4%. Allergic rhinoconjunctivitis and atopic dermatitis were also evaluated, as they are known to be related with asthma. The cumulative prevalence was found to be 18.8% for allergic rhinoconjunctivitis and 2.6% for atopic dermatitis. The prevalence of these two diseases in Group 1 was 33.2% and 5.7%, respectively. Living in a city, history of allergic rhinoconjunctivitis, food allergies, domestic animals, history of freguent respiratory tract 73infections during the first year of life and family history were determined as risk factors for asthma. The prevalence of asthma in Edirne was found to be avarege, compared to other regions of our country, and the risk factors were similar. The prevalence of allergic diseases was observed to be increased compared to a previous study performed in Edirne. These findings suggest that strategies to prevent asthma and its risk factors should be taken into consideration. 74 89
- Published
- 2003
Catalog
Discovery Service for Jio Institute Digital Library
For full access to our library's resources, please sign in.