Search

The most distinctive features of sound insulation structures are their flexibility and porosity. Therefore, the flexible epoxy matrix material was made cellular using a suitable foaming agent. In addition, hollow glass microspheres (HGMs) were added to the epoxy matrix. Thus, the sound wave refraction was increased by obtaining cavities in the cell walls. Structures with different densities and voids were created by changing the ratios of the filling material and foaming agents used in the sandwich. An aluminum (Al) honeycomb was used to protect the insulation materials\" structural integrity and ensure the homogeneous distribution of sound waves. The effect of density differences on sound insulation values was investigated. The mechanical properties of sandwich structures were determined using compression and three-point bending tests. The distribution of the filler in the matrix was visualized using SEM. TGA, DSC, thermal conductivity, dielectric, and flammability tests were also performed to determine their thermal, electrical, and flammability properties. During the formation of cells in the flexible epoxy, the HGMs were positioned in the cell wall by internal gas pressure. Low-density structures performed better at low frequencies, while high-density structures at high frequencies.

Giriş ve Amaç: Travmatik vertebra cerrahisi(TVC); intraoperatif kan kaybının en önemli sebeplerinden biridir ve genellikle allojenik kan transfüzyonu gereklidir. Biz bu çalışmada intraoperatif allojenik kan transfüzyonlarını(IOAKT) etkileyen faktörleri belirlemek ve IOAKT' nin kısa vadeli postoperatif sonuçlar üzerindeki etkilerini gözlemlemek istedik. Yöntem: Bu retrospektif çalışmada TVC uygulanan 203 hasta belirlenmiştir ve verileri eksik olan 58 hasta çalışma dışı bırakılmıştır. Preoperatif ve intraoperatif değişkenlerin IOAKT insidansı üzerine etkilerini, IOAKT ile postoperatif mekanik ventilasyon(MV) süreleri, Yoğun Bakım Ünitesi(YBÜ) kalış süreleri ve taburculuk süreleri arasındaki ilişki değerlendirilmiştir. Bulgular: 145 hasta değerlendirildi. İOAKT+(n=25) ve İOAKT-(n=120) olan iki grup arasında yaş (p= 0,171), cinsiyet (p=0,471 ), ASA sınıflaması, cerrahi yapılan segment sayısı (p=0,068), cerrahi yaklaşım şekli arasında istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmamıştır. Preoperatif hemoglobin düzeyleri sırasıyla 12,25 ± 1,78 g/dL ve 12,97 ± 1,84 g/dL idi(p = 0,076). İOAKT+ grubun ortalama operasyon süresi anlamlı derecede uzun bulunmuştur(p ˂ 0,022). İOABT+ grubun hastaneden taburculuk süresi anlamlı derecede uzun bulunmuştur(14 ve 9 gün). İki grup arasında YBÜ’ de kalma süreleri(p=0,624) ve MV süreleri(p=0,555) arasında anlamlı fark bulunmamıştır. Sonuç: Allojenik kan transfüzyonu, hastaların preoperatif hemoglobin seviyeleri ve ameliyatın büyüklüğünden bağımsız olarak; daha uzun hastanede yatış süresi için bağımsız bir risk faktörü olabilir. Kan kaybını ve kan transfüzyonunu önleme stratejileri, maliyetlerin düşmesi ile sonuçlanabilir. Anahtar Kelimeler: Transfüzyon , Komplikasyon , Spinal Kord , Vertebra Cerrahisi

The aim of this research is to evaluate the contribution of the feedback given based on Clinical Supervision Model to the professional development of a science teacher candidate. In the study, feedback was given to the science teacher candidate throughout the academic year within the framework of Clinical Supervision Practices. The candidate gave lectures 3 times during a semester at the practice school. The lessons were observed by the stakeholders and feedback was given on the student’s performance in the three-way conferences held afterwards. In the study, “case study”, one of the qualitative research methods, was used. Audio recordings taken from three-way conferences were used as data collection tool. Content analysis of the collected data was made. In this context, codes were created from the transcript of the data obtained from the audio recordings, the codes were arranged and interpreted within the framework of common themes. In the study, it was concluded that Clinical Supervision practices contributed to the professional development of science teacher candidates in attracting students’ attention to science lessons, teaching science concepts and classroom management.

Bu araştırmanın amacı, okul öncesi eğitime devam eden 57-68 aylık çocukların okul kaygılarılarının düzeyini ve bu düzeyin bağımsız değişkenlere göre anlamlı olarak farklılaşıp farklılaşmadığını belirlemektir. Araştırmanın amacını gerçekleştirebilmek için nicel araştırma yöntemlerinden ilişkisel tarama modeli kullanılmıştır. Araştırmanın evrenini, 2019-2020 eğitim öğretim yılında Diyarbakır ili Ergani ilçesinde bulunan MEB’e bağlı resmi bağımsız anaokullarına devam eden 57-68 aylık (N:561) çocuk ve bu çocukların öğretmenleri (N:33) oluşturmaktadır. Araştırmanın örneklemini ise basit seçkisiz örnekleme yöntemi kullanılarak belirlenen 57-68 aylık 446 çocuk ve 33 öğretmen oluşturmaktadır. Araştırmada veri toplama araçları olarak araştırmacı tarafından hazırlanan “Demografik Bilgi Formu” ve çocukların okul kaygılarını belirlemek için “Okul Kaygısı Ölçeği-Öğretmen Formu” kullanılmıştır. Elde edilen verilerin analizinde betimsel istatistikler, bağımsız gruplar t Testi ve tek yönlü varyans analizi (ANOVA) kullanılmıştır. Araştırmanın sonuçlarına göre; araştırmaya katılan çocukların düşük düzeyde okul kaygısı yaşadığı belirlenmiştir. Çocukların okul kaygıları ile bağımsız değişkenler arasında anlamlı farklılıklar olduğu belirlenmiştir.

PURPOSE To investigate colour agreement between different shades of Panavia V5 resin cement and their try-in pastes under zirconia-reinforced lithium silicate ceramics. METHODS Forty-four zirconia-reinforced lithium silicate ceramic specimens were prepared at 0.8 ± 0.01 mm thickness. Composite resin tooth-shaded background specimens were obtained in two shades. Resin cement specimens were fabricated at 0.1-mm thickness. Colour difference values (ΔE) between Aquagel and both the try-in paste and resin cement were calculated using the CIE-Lab system. The CIEDE2000 (ΔE00) colour formula was used to determine colour differences. The three-way ANOVA test and a multiple comparisons test were used for statistical analysis (α = 0.05). RESULTS A statistically significant difference was found between the ΔE00 values obtained from the cement shade colour measurements for all specimens (P

Objective:This retrospective clinical study aimed to investigate the long-term clinical success of dental implants restored with splinted or non-splinted posterior prostheses with different retention systems.Materials and Methods:Fifty patients who had undergone dental implant surgery and prosthesis treatment and had a follow-up period of at least 2 years were included in this study. Marginal bone loss was measured from the surrounding bone levels on the mesial and distal surfaces of the implants using a millimetre ruler on panoramic radiographs. The plaque index (PI), gingival index (GI) and bleeding on probing (BOP) were also measured. The Mann-Whitney U test and ANOVA test were used for statistical analysis.Results:The mean values of mesial and distal bone loss were 0.72±0.81 and 0.62±0.58, respectively. The correlation coefficient between mesial and distal bone loss was 0.431; thus, a significant difference was found (p0.05).Conclusion:Clinically, given the long-term maintenance of soft and hard tissue health, successful results can be achieved with a two-member fixed prosthetic rehabilitation plan on two implants.

Beauty parlour stroke syndrome is a stroke syndrome that occurs secondary to hyperextension of the neck due to compression of the vertebral artery in the atlanto-occipital region. It was first defined as “pearl beauty stroke syndrome” in 1992 by Weintraub et al. Vertigo syndrome caused by cervical region pathologies, bad posture of the neck and/or trauma [1]. We present a young, 23-year-old patient who has no disease, no trauma history nor substance-drug use. He was diagnosed with vertigo that started after going to the barber’s and then had an infarction in the cerebellum.

The aim of this study was to investigate in the esthetic perceptions of 2nd grade dental students before and after training. Material and Methods: A total of 16 photographs which contain golden ratio, buccal corridor, midline deviation, incisal embrasure, lip line, midline diastema, dark triangles and smile arc were shown to 78 dental students (33 male, 45 female). Immediately after the training about the smile esthetics, the same photos were shown again. The effect of gender on esthetic perception was also examined, in addition to assessing the effects of education on esthetic perception. Pearson Chi-square, Fisher's Exact test and McNemar test were used in the analysis of the results. Results: According to the results of the analysis, it was found that the answers of the smile arc before and after the education were statistically significant (p< 0.05). Accordingly, the rate of correct answers of women is statistically higher than that of men. A statistically significant difference was found between the responses to the gingival appearance in the smile before and after the education (p< 0.05). Conclusions: Based on the limited results of this study, professional dental education may affect the esthetic evaluation of smile. There were differences in the esthetic perception of women and men.

Bu araştırmada, okul öncesi öğretmenlerinin astronomiyi bilim ve astrolojiyi sözde bilim olarak ayırt edip edemediklerini saptamak amaçlanmıştır. Araştırma tarama modelinde olup, 2016-2017 eğitim öğretim yılında Malatya il merkezinde bağımsız anaokullarında görev yapan 115 okul öncesi öğretmeni ile gerçekleştirilmiştir. Okul öncesi öğretmenlerinin astronomiyi bilim ve astrolojiyi sözde bilim olarak ayırt edip edemediklerini saptamak için Kallery (2001) tarafından hazırlamış altı maddelik bir anket kullanılmıştır. Anket maddeleri araştırmacı tarafından Türkçeye çevrilmiş ve uzman görüşü almak için 4 uzmana gönderilmiştir. Uzmanların önerileri doğrultusunda ankete son hali verilmiştir. Öğretmenlerin ankete verdiği cevaplar betimsel analize tabi tutularak öğretmenleri bilim (astronomi) ve sözde bilim (astroloji) algılarına bakılmıştır. Araştırma sonucunda öğretmenlerin yarısından fazlasının burçlarını bazen okudukları, yarısının da hem astroloji hem de astronomiyi bilimsel olarak gördükleri belirlenmiştir. Öğretmenlerin çoğunluğunun astrolojinin kişinin karakterini ve kaderini Güneş, gezegen ve yıldızların konumlarından anlaşılacağı öngörüsüne kısmen katıldıkları belirlenmiştir. Bu durum araştırmaya katılan öğretmenlerin bilim ile sözde bilim arasında ayrım yapamadıklarını göstermiştir., In this study, it is aimed to determine whether pre-school teachers can distinguish astronomy from science and astrology as pseudo-science. The research was conducted with 115 preschool teachers working in independent kindergartens in Malatya city center in the 2016-2017 academic year. A six-item questionnaire prepared by Kallery (2001) was used to determine whether pre-school teachers could distinguish astronomy from science and astrology as pseudo-science. The questionnaire was translated into Turkish by the researcher and sent to 4 experts for expert opinion. The survey was finalized in line with the recommendations of the experts. Teachers' responses to the questionnaire were subjected to descriptive analysis and their perceptions of science (astronomy) and pseudo-science (astrology) were examined. As a result of the research, it was determined that more than half of the teachers read horoscopes sometimes and half of them saw both astrology and astronomy scientifically. It was determined that the majority of teachers partially agree with astrology's prediction that one's character and destiny can be understood from the positions of the Sun, planet and stars. This shows that the teachers involved in the research cannot distinguish between science and pseudo-science.

Başkanlık sisteminin prototipi olarak kabul edilen Amerika’da başkanın seçilme usulü diğer ülke uygulamalardan farklı bir şekilde gerçekleştirilmektedir. İki aşamada gerçekleştirilen seçimde halk, başkanı doğrudan seçmek yerine başkanı seçecek olan delegeleri seçmektedir. Demokratik sistemlerde iktidarlar, meşruiyet kaynaklarını özgür ve serbest seçimlerden almaktadır. Bu nedenle seçimlerde uygulanan sistemin, parti yapılarının, oy kullanma şartlarının ve seçimlerin yönetiminin ideal demokrasi ilkelerine uygun olarak düzenlenmesi gerekir. Dolayısıyla seçime ilişkin demokratik ilkelerin hukuksal kurallar aracılığıyla koruma altına alınması önem arz etmektedir. Amerika’daki başkanlık seçiminin temel bileşenlerini seçim sistemi, siyasi partiler, oy hakkının kullanılması, seçim kampanyalarının yürütülmesi ve seçimlerin yönetimi ve denetimi ile yetkili makamlar oluşturmaktadır. Bu çalışmada, Amerikan başkanlık seçiminin işleyişi, seçim kuralları, seçimi etkileyen mekanizmalar ve Federal Yüksek Mahkeme’nin seçim dönemlerinde üstlendiği görev ele alınmaktadır.

Bu calismanin amaci, is yerinde mizah yoluyla basa cikma egiliminin is talepleri ile calisanlarin ise iliskin olumsuz duyussal iyi olus algilari arasindaki iliskideki bicimlendirici rolunu incelemektir. Artan rekabetin ve guclesen is kosullarinin, bireyleri gun gectikce karmasiklasan bir calisma ortami ile karsi karsiya biraktigi gorulmektedir. Bu baglamda, calisanin olumsuz duygularinda azalma saglayabilecek her unsurun dikkatle incelenmesinin gerekliligi goz onune alinmis ve is taleplerindeki artisla birlikte cogalacagi dusunulen ise iliskin olumsuz duyussal iyi olus algilarinin mizah yoluyla azaltilabilecegi ongorusunden hareketle arastirmanin modeli olusturulmustur. Arastirmanin orneklemini Turkiye’nin farkli sehirlerinde egitim ve saglik sektorlerinde calismakta olan 319 katilimci olusturmustur. Hiyerarsik regresyon ve basit egim analizleri, is yerinde mizah yoluyla basa cikma egilimi arttikca is talepleri ile olumsuz duyussal iyi olus algisi arasindaki pozitif iliskinin zayifladigini ortaya koymustur. Is talebi yuksek ve mizah yoluyla basa cikma egilimi dusuk olan calisanlarin, is talebi yuksek ancak mizah yoluyla basa cikma egilimi yuksek olan calisanlara nazaran, olumsuz duyussal iyi olus algilari daha fazladir. Arastirma bulgulari, mizah yoluyla basa cikma egilimi zayif olan kisilerin, mizah yoluyla basa cikma egilimi guclu olan kisilere nazaran yuksek is talepleri karsisindaki olumsuz duyussal iyi olus algilari acisindan daha dezavantajli durumda olabilecegini ortaya koymustur. Bu bulgular, is yerinde mizah yoluyla basa cikma becerilerinin, yalnizca calisanin sagligina olumlu katki saglama acisindan degil, is taleplerinin karsilanmasi acisindan da onem arz ettigini gostermistir.

Preschool teachers’ need to have positive attitudes towards the science teaching for increase the efficiency of the activities of science teaching. Preschool teachers’ attitudes towards science teaching undoubtedly affect children’s’ attitudes towards the science activities. The aim of this study was to find out the attitudes of early childhood teachers toward science teaching. The sample group of the study consisted of 144 teachers working in some public or private nursery schools/classes in Malatya with children at the age of six. The main data collection tool was “Early Childhood Teachers' Attitude Toward Science Teaching Scale” which was developed by Hyung-Sook-cho et al. (2003) and adapted to the research setting by the researchers. The scale is composed of 22 items under 4 sub-dimensions: 1) Comfort-discomfort, 2) Classroom preparation, 3) Managing hands-on science, and 4) Developmental appropriateness. In the statistical analysis of the data, t test, one-way variance analysis and LSD test were used. The findings demonstrated that the teachers’ level of education, term of service, in-service training have significant effect on their attitudes whereas the institutions where they work do not. The teachers with an undergraduate and master’s degree adopt a more positive attitude compared to the teachers who hold an associate degree or a high school (lycee) degree. The teacher who worked for 1 to 10 years adopt a more positive attitude compared to the teachers working for 11 to 15 years and more than 16 years.

World Health Organization describes traditional and complementary medicine as “the sum total of the knowledge, skills and practices based on the theories, beliefs and experiences indigenous to different cultures, whether explicable or not, used in the maintenance of health, as well as in the prevention, diagnosis, improvement or treatment of physical and mental illnesses”. The use of traditional and complementary medicine has a long history. As a result of increasing life expectancy of people, chronic and malignant diseases increases. Because of health care workers can not allocate enough time and the reasons such as avoiding the side effects of drugs, patients have increased interest in traditional and complementary medicine methods. It is predicted that the use of these methods will increase even more over time. To protect people from the harmful effects of these methods and to prevent unauthorized use, a variety of arrangements have been made in Turkey and in the world. For this reason, on October 27, 2014 "Regulations of Traditional and Complementary Medicine Practices" was published. In this regulation, 15 methods are accepted and their usage areas are expressed. These are phytotherapy, mesotherapy, maggot therapy, prolotherapy, cupping therapy, music therapy, hypnotherapy, homeopathy, hirudotherapy, ozone therapy, osteopathy, reflexology, acupuncture, apitherapy and chiropractic. Generally, patients do not tell their physician that they are using one of these methods. No matter what causes people to use these methods, if they use them unconsciously; diagnosis of diseases may be delayed, side effects may occur, or patients may be damaged by persons who are not authorized to perform these methods. For this reason, physicians should be aware of the tendencies of their patients and protect them from misuse by increasing their awareness.

Bu araştırmanın amacı Fen Bilimleri öğretmenlerinin Covid-19 salgını 2020 Bahar döneminde ülkemizde yürütülen “uzaktan eğitim” çalışmaları hakkındaki düşüncelerini tespit etmektir. Çalışmaya katılan 10 öğretmenin deneyimlerini ortaya çıkarmak amacıyla araştırmada nitel yöntemlerden “örnek olay çalışması” kullanılmıştır. Araştırmada görev alacak öğretmenler belirlenirken “amaçlı örnekleme” tekniğinden yararlanılmıştır. Öğretmenlerin süreçte “uzaktan eğitim deneyimlerini” tespit etmeye yönelik 12 açık uçlu soru hazırlanmıştır. Öğretmenler ile salgın sürecinde yüz yüze görüşmenin mümkün olmaması nedeni ile sorular katılımcılara e-posta yoluyla gönderilmiştir. Öğretmenlerin verdikleri cevaplardan elde edilen veriler içerik analizi kullanılarak analiz edilmiştir. Bulgular incelendiğinde öğretmenler EBA’yı bu süreçte aktif olarak kullandıklarını, “canlı ders” uygulamasının başlamasıyla da uzaktan eğitimin daha verimli hale geldiğini ifade etmişlerdir. Öğretmenler ilk zamanlarda sistemden kaynaklanan teknik sıkıntılar yaşamış olmalarına rağmen, daha sonra bu sıkıntıların kısmen ortadan kalktığını ifade etmişlerdir. Öğretmenler için en önemli problem internet, bilgisayar, akıllı telefonu olmayan öğrencilerin uzaktan eğitim sürecinden faydalanamaması olmuştur. Öğretmenler önümüzdeki dönemlerde yüz yüze eğitime alternatif “tamamlayıcı eğitimin” hep var olması gerektiğini ifade etmişlerdir. Canlı dersler ilk başladığı zamanlarda tedirginlik yaşayan öğretmenlere bu konuda sonraki süreçte “hizmet içi eğitimlerin” düzenlenmesi gerektiği ifade edilmiştir. Sonuç olarak, okulların 2020 Güz döneminde açılması durumunda idareci, öğretmen ve öğrencilerin virüsün bulaşıcılığını azaltmak amacı ile dikkat etmesi gereken durumlar öneriler halinde listelenmiştir.

Bu çalışmada İşyerinde Mizah Yoluyla Başa Çıkma Ölçeği’nin Türkçe’ye uyarlama, güvenilirlik ve geçerlilik çalışmaları yapılmıştır. Öncelikle, Türkçe’ye çevrilen Ölçek maddeleri İngiliz dili uzmanları tarafından değerlendirilmiştir ve öneriler doğrultusunda gerekli düzenlemeler yapılmıştır. Ardından, Türkiye’de hizmet sektöründe çalışmakta olan 403 beyaz yakalı çalışandan veri toplanmıştır. Sonuçlara göre, Ölçek hem bir bütün olarak hem alt boyutları kapsamında yüksek bir iç tutarlılık katsayısına sahiptir. Doğrulayıcı faktör analizi, Ölçeğin hem dört boyutlu yapısını hem tek boyutlu yapısını desteklemiştir. Ölçekten elde edilen puanlarla, iki benzer ölçekten (Mizah Yoluyla Başa Çıkma Ölçeği ve Mizah Tarzları Ölçeği) elde edilen puanlar arasındaki korelasyon katsayıları ölçeğin ölçüt geçerliliğinin bulunduğunu göstermiştir. Bu araştırmanın sonuçları İşyerinde Mizah Yoluyla Başa Çıkma Ölçeği’nin güvenilir ve geçerli olduğunu göstermektedir; ancak Ölçek Türkçe’ye yeni kazandırılmış olduğundan, farklı örneklem gruplarında yeniden test edilmesi önerilmiştir. Ayrıca Ölçeğin alt boyutları ile farklı mizah tarzları arasındaki korelasyon katsayıları ışığında Tartışma bölümünde değerlendirmeler yapılmış, gelecek araştırmalar için önerilerde bulunulmuştur.

Bu araştırmanın amacı otantik liderlik ile yöneticiye güven arasındaki yordayıcı ilişkiyi incelemektir. Araştırma verileri, çeşitli mesleklerde ve sektörlerde çalışan 104 kişilik bir örneklem grubundan toplulukçu kültürden Türkiye’de toplanmıştır. Araştırma kapsamında verileri toplamak için mevcut ölçekler kullanılmıştır. Çalışanlar on ifadeli tek faktör çözümlü yöneticiye güven ölçeğini ve onaltı ifadeli dört faktör çözümlü otantik liderlik ölçeğini doldurmuşlardır. Araştırma hipotezini test etmek için yapısal eşitlik modellemesi uygulanmıştır. Yapısal eşitlik modellemesi sonuçları otantik liderlik ile yöneticiye güven arasında güçlü olumlu ilişkinin var olduğunu göstermiştir. Sonuçlar tatbiki mümkün uygulamalar, gelecek araştırmalar için öneriler ve kısıtlılıklar çerçevesinde tartışılmıştır., The aim of this study is to investigate the predictive relationship between authentic leadership and trust to supervisor. The data were collected from 104 employees from a variety of jobs and industries in a collectivistic culture, Turkey. In the scope of this study, existing scales are used to collect data. Employees completed the ten-itemed one factor solution trust to supervisor scale and sixteen-itemed four factor solution authentic leadership scale. Structural equation modeling was conducted to test the research hypothesis. The structural equation modeling results showed a strong positive relationship between authentic leadership and trust to supervisor. The results are discussed along with practical implication, suggestions for future research and limitations.

This study aims to investigate the relationships between organizational cultures, spirit at work, and organization based self-esteem among academicians, and whether organization based self-esteem mediates the relationship between organizational culture and spirit at work. A cross-sectional design was employed, and data were collected through a questionnaire-based survey. Based on the convenience sampling, 417 academicians answered the questionnaire in public and private universities located in Turkey. To analyze the data descriptive statistics, Pearson coefficient, simple and multiple regression analyses were conducted. Feminine organizational culture has more positive contribution on experiencing spirit at work than masculine organizational culture. Moreover, organization based self-esteem does not mediate the relationship between types of organizational culture and spirit at work. Results suggest that organizations hoping to enhance their employee‟s spirit at work could focalize creating an organizational environment that fosters employee spirit at work. The originality of this paper is that it creates awareness and emphasizes potential contributors that foster an individual‟s experience of spirit at work.

The aim of this study is to investigate the predictive relationship between authentic leadership and trust to supervisor. The data were collected from 104 employees from a variety of jobs and industries in a collectivistic culture, Turkey. In the scope of this study, existing scales are used to collect data. Employees completed the ten-itemed one factor solution trust to supervisor scale and sixteen-itemed four factor solution authentic leadership scale. Structural equation modeling was conducted to test the research hypothesis. The structural equation modeling results showed a strong positive relationship between authentic leadership and trust to supervisor. The results are discussed along with practical implication, suggestions for future research and limitations., Bu araştırmanın amacı otantik liderlik ile yöneticiye güven arasındaki yordayıcı ilişkiyi incelemektir. Araştırma verileri, çeşitli mesleklerde ve sektörlerde çalışan 104 kişilik bir örneklem grubundan toplulukçu kültürden Türkiye’de toplanmıştır. Araştırma kapsamında verileri toplamak için mevcut ölçekler kullanılmıştır. Çalışanlar on ifadeli tek faktör çözümlü yöneticiye güven ölçeğini ve onaltı ifadeli dört faktör çözümlü otantik liderlik ölçeğini doldurmuşlardır. Araştırma hipotezini test etmek için yapısal eşitlik modellemesi uygulanmıştır. Yapısal eşitlik modellemesi sonuçları otantik liderlik ile yöneticiye güven arasında güçlü olumlu ilişkinin var olduğunu göstermiştir. Sonuçlar tatbiki mümkün uygulamalar, gelecek araştırmalar için öneriler ve kısıtlılıklar çerçevesinde tartışılmıştır.

One of the purposes of this study is to develop and test the factor structure of a multidimensional Needs for Meaning Scale (NFMS) and another purpose is to investigate the contribution of needs for meaning fulfillment on experiencing meaning in life by using self-determination theory. Baumeister asserts that meaning in life can be established with the possession of four needs for meaning: need for purpose, need for values and justification, need for efficacy, need for self-worth. To measure NFM, 33-itemed NFMS is constructed. Meaning in life was measured through the Purpose in Life (PIL) test. The data were gathered conveniently from 355 individuals. Both the NFMS and PIL test were investigated through confirmatory factor analyses (CFA) before two structural models were tested. The data were analyzed by means of a SEM analysis using AMOS program. Three different models of NFMS were tested. CFA confirmed four dimensions of NFMS in both a first- and second-order solutions. Additionally, both structural models had a good fit to data and indicated that needs for meaning fulfillment has positive contribution on meaning in life. The fulfillment of need for purpose emerged as the most important predictor of meaning in life. The findings were discussed in the light of explanatory power of the dimensions of needs for meaning on meaning in life., Bu araştırmanın amaçları çok boyutlu Anlam İhtiyacı ölçeğini geliştirmek, faktör yapısını belirlemek ve kendini belirleme kuramını kullanarak anlam ihtiyacı doyumunun yaşamın anlamı üzerindeki katkısını incelemektir. Baumeister, anlamlı yaşamın dört adet anlam ihtiyacına (amaç ihtiyacı, değerler ve meşrulaştırma ihtiyacı, yeterlilik ihtiyacı, öz-değer ihtiyacı) sahip olma ile ortaya çıkabileceğini ileri sürmektedir. Anlam ihtiyacını ölçmek için 33 ifadeli anlam ihtiyacı ölçeği geliştirilmiştir. Yaşamın anlamı, Yaşamda Amaç testi ile ölçülmüştür. Veriler kolayda ulaşılabilir örneklem yöntemi ile 355 kişiden toplanmıştır. Anlam ihtiyacı ölçeğinin ve yaşamda amaç testinin yapısal modelleri test edilmeden önce ölçekler doğrulayıcı faktör analizi (DFA) ile incelenmiştir. Veriler AMOS programı kullanılarak yapısal eşitlik modellemesi aracılığı ile analiz edilmiştir. Anlam ihtiyacı ölçeğinin üç farklı modellemesi test edilmiştir. DFA, dört boyutlu anlam ihtiyacı ölçeğinin tek faktör ve iki faktör çözümünü doğrulamıştır. Ek olarak, her iki yapısal model data ile iyi uyuma sahip olup, anlam ihtiyacı doyumunun yaşamın anlamı üzerinde olumlu katkıya sahip olduğunu göstermiştir. Amaç ihtiyacı doyumunun yaşamın anlamlandırılmasında en önemli yordayıcı olduğu ortaya çıkmıştır. Bulgular, anlam ihtiyacı boyutlarının yaşamın anlamı üzerindeki açıklayıcılık gücünün ışığında tartışılmıştır.

This study aims; to explore leaders’ perceived cultural intelligence, employees’ diversity climate perception and employees’ openness to experience; investigate their effects on organizational cynicism as a negative employee behavior and to emphasize the importance of diversity management. Data were collected from 160 employees working at hotels using a survey instrument. The structured survey instrument included measurements of cultural intelligence, diversity climate perception, organizational cynicism, openness to experience, and several demographic items. To identify the relationship among the study variables, correlation and regression analysis were conducted. The results of the study suggested that employees’ organizational climate perception mediates the relationship between leaders’ cultural intelligence and organizational cynicism. Employees’ openness to experience did not have a moderating effect on the relationship between leaders’ perceived cultural intelligence and employees’ diversity climate perception. This study provides a unique theoretical contribution by examining the effect of leaders’ perceived cultural intelligence on cynicism in a comprehensive model and testing employees’ diversity climate perception as a mediating variable. Developing cultural intelligence of employees and managing diversity effectively in organizations through human resources practices are among the practical solutions of the study.

Amaç: Buaraştırmanın amacı, anlamlı iş ile yaşamın anlamı arasındaki ilişkiyiincelemektir. Tasarım/Yöntem: Verianket yöntemi ve kesitsel tasarım ile toplanmıştır. Kolayda örnekleme yolu ilefarklı sektörlere ait farklı firmalardan 237 çalışan anketi cevaplamıştır.Verilerin analizi için tanımlayıcı istatistik, Pearson katsayısı, regresyonuygulanmıştır. Sonuçlar: Analizler, anlamlı iş ile anlamlı yaşamarasında olumlu bir ilişki olduğunu göstermiştir. Çoklu regresyon analizianlamlı iş alt-boyutlarının: diğerleri ile bir olmak, ilham, gerilim dengesi(olmak/yapmak, ben/diğerleri) yaşamın anlamının deneyimlenmesine olumlu katkıdabulunduğunu göstermiştir.Özgün Değer: Bu araştırma, Logoterapi yaklaşımı aracılığı ile,anlamlı işin deneyimlenmesi yaşamın anlamının deneyimlenmesine katkıda bulunurmu? sorusuna cevap bularak yaşamın anlamının olası öncüllerinin farkındalığınıyaratmaktadır, Objective of the study: The main purpose of this study is to investigatethe relationship between meaningful work and meaning in life.Design and Methodology: Data were collected through a questionnaire-based surveywith a cross-sectional design. Based on a convenience sampling 237 employees ofdifferent companies that belong to different sectors answered thequestionnaire. To analyze the data descriptive statistics, Pearson coefficient,regression analyses were appliedFindings: Analysis showed that there is a positive relationshipbetween meaningful work and meaning in life. Multiple regression analysisindicated that sub-dimensions of meaningful work: unity with others,inspiration and balancing tensions (being/doing, self/others) have positivecontributions on experiencing meaning in life.Originality: This study creates awareness of potential antecedentsof meaning in life through the Logotherapy approach by answering thequestion: does the experience of meaningful work contribute the experience ofmeaning in life?

The purpose of this study is to analyze the mediating effects of affective commitment in the relationship between person-organization fit and organizational identification. The paper develops a conceptual framework based on a theory and literature review. Person-organization fit was approached as the degree of similarity between the personal values and organizational values. The group of participants is employees from different companies that belong to different sectors. Research scale was answered by 285 participants and statistical package is used to test hypothesis and research questions. According to results of regression analysis, the mediating variable role of affective commitment is supported in the relationship between person-organization fit and organizational identification. The findings imply that managers should pay attention the person-organization value fit when selecting new employees.

This study was designed to adapt into Turkish the “Early Childhood Teachers’ Attitudes towards Science Teaching Scale” developed by Hyung-Sook-Cho et al. (2003). The research data were collected from teachers, working with children at the age group of six in public or private nursery schools or nursery classes affiliated with the Ministry of National Education, in Ankara and Malatya, Turkey. For validity testing, factor analysis and item analysis were conducted; and for reliability testing, internal consistency and test-retest reliability methods were used. The findings of these tests demonstrate that the validity and reliability of the scale are at a sufficient level.

This study aimed to develop a valid and reliable instrument measuring the 60-72 months old children’s problem solving skills in preschool science education. A total of 174 children were randomly selected and included in the study to achieve the reliability and validity studies. Exploratory factor analysis, item-total correlations, mean differences of the lower and upper groups, Cronbach Alpha internal consistency coefficient, scoring consistency between the independent judges, and test-retest correlation coefficients were computed to achieve the reliability and validity. The scale had a total of 16 items on two factors as a result of the exploratory factor analysis. The Cronbach Alpha internal consistency coefficient was calculated as 0.75. The inter consistency between the independent judges was computed and no significant difference was found. The test-retest correlation coefficient was computed as 0.96 between two applications done with an interval of four weeks. As a result of the reliability and validity analysis, the Problem Solving Scale in Science Education (PSSSE) was found to be a reliable and valid scale for the implementation with preschool children between 60-72 months old., Bu çalışma ile 60-72 aylık çocuklarının fen eğitiminde problem çözme becerilerini belirlemeyi amaçlayan geçerli ve güvenilir bir ölçme aracının geliştirilmesi amaçlanmıştır. Geçerlik ve güvenirlik çalışması için basit tesadüfî örneklemle belirlenen 174 çocukla çalışılmıştır. Araştırmada geçerlik, güvenirlik çalışmaları kapsamında uzman görüşü, açımlayıcı faktör analizi, madde-toplam korelasyonları, alt ve üst grup ortalama farkları, Cronbach Alfa iç tutarlılık katsayısı, bağımsız değerlendirmeciler arası puan güvenirliği ve test tekrar test korelasyon katsayıları hesaplanmıştır. Elde edilen veriler üzerinden yapılan açımlayıcı faktör analizi sonucunda, ölçeğin 16 maddeden oluşan iki faktörlü bir yapıya sahip olduğu belirlenmiştir. Ölçeğin Cronbach Alfa iç tutarlılık katsayısı 0,75 olarak hesaplanmıştır. Ölçeğin puanlanmasıyla ilgili güvenirliğin belirlenmesi için değerlendirmeciler arası tutarlılık hesaplanmış ve anlamlı bir farklılık görülmemiştir. Ölçeğin zamana karşı tutarlılığını belirlemek üzere dört hafta arayla yapılan iki farklı uygulama arasındaki test- tekrar test korelasyon katsayısı ise 0,96 olarak hesaplanmıştır. Yapılan geçerlik ve güvenirlik analizleri sonucunda fen eğitiminde problem çözme becerileri ölçeğinin 60-72 aylık çocuklar için geçerli ve güvenilir bir ölçek olduğu saptanmıştır.

In this study, it was aimed to determine the problem solving skills of six years old (60-72 months) children and determine the difference between the children who received experiment based education and those who did not. Pretest, posttest, and control group experimental design was employed in the study. This study was carried out with 42 children in preschools in the 2012-2013 academic year and 22 of them (11 girls, 11 boys) were in the experimental group and 20 of them (11 girls, 9 boys) were in the control group. The children's mean age was 64.38 months and they were members of middle income families. Following the pretest applications, children in the experimental group received "Experiment Based Education Program" for two days a week during a ten week period. The experiment based science education program was consisted of experiments aiming to improve children's use of scientific process skills, independent thinking, decision making, and problem solving process. In the study, the "General Information Form" to have general information about the children and the "Problem Solving Scale in Science Education (PSSSE)" to identify the children's problem solving skills were utilized. The reliability and validity studies of the PSSSE were achieved by the researchers. The data were analyzed with the Mann-Whitney U Test, Independent Samples T Test, and Wilcoxon Signed Rank tests. According to the results, there was a statistically significant difference at the 0.05 significance level between the mean scores of PSSSE for children in the experimental group who received the experiment based education program and for those in the control group. The children in the experimental group had higher scores compared to the controls. This finding revealed that the Experiment Based Science Education Program was effective on the improvement of problem solving skills in preschool science education., Bu araştırmada, anasınıfına devam eden altı yaş (60-72 ay) çocuklarının problem çözme becerilerini belirlemek ve deney yöntemine dayalı eğitim alan ile almayan çocukların problem çözme becerilerinde farklılık olup olmadığını saptamak amaçlanmıştır. Ön test, son test, kontrol gruplu deneme modelinin kullanıldığı araştırmada çalışma grubu olarak, 2012-2013 eğitim-öğretim yılında okul öncesi eğitime devam eden 22’si (11 kız, 11 erkek) deney, 20’si (11 kız, 9 erkek) kontrol grubu olmak üzere toplam 42 çocuk yer almıştır. Çocukların yaş ortalaması 64,38 aydır ve orta gelirli ailelerin çocuklarıdır. Deney grubundaki çocuklara ön test uygulamalarından sonra on hafta boyunca haftada iki gün “Deney Yöntemine Dayalı Eğitim Programı” uygulanmıştır. Hazırlanan deney yöntemine bağlı eğitim programında yer alan etkinlikler, genel olarak çocukların bilimsel süreç becerilerini kullanabilecekleri, bağımsız düşünebilme, karar verme ve problem çözme süreçlerini geliştirebilmelerine yönelik deneyleri içermektedir. Araştırmada, çocuklar ile ilgili bilgi almak amacıyla “Genel Bilgi Formu” ve çocukların problem çözme becerilerini belirlemek amacıyla araştırmacılar tarafından hazırlanan ve geçerlik güvenirliği yapılan “Fen Eğitiminde Problem Çözme Ölçeği (FPÇÖ)” kullanılmıştır. Elde edilen veriler Mann Whitney U, bağımsız gruplarda t testi ve Wilcoxon işaretli sıralar testi kullanılarak analiz edilmiştir. Araştırma sonucuna göre, Deney Yöntemine Dayalı Eğitim Programı’na katılan deney grubundaki çocukların Fen Eğitiminde Problem Çözme Ölçeği puan ortalamaları ile kontrol grubu çocuklarının puan ortalamaları arasında istatistiksel olarak 0,05 anlamlı fark gözlenmiştir. Deney grubundaki çocukların puanları kontrol grubu çocukların puanlarına göre daha yüksek bulunmuştur. Bu sonuç, anasınıfına devam eden çocuklara uygulanan Deney Yöntemine Dayalı Eğitim Programı’nın çocuklara problem çözme becerilerini kazandırmada etkili olduğunu ortaya koymaktadır.

Education is an activity that is not restricted to the school areas sometimes goes beyond the school walls Similar to schools various institutions or establishments like playgrounds libraries and museums also take place in educational and or instructional process Among these places playgrounds can be regarded as critically important in terms of discharging children?s high energy positive self ego development exploring skills self esteem and success of children and also cognitive physical and psychological development of children We need playgrounds to enhance these skills and to provide an option for our children to learn new things In this study we will argue importance and kinds of playgrounds, Eğitim sadece okullar ile sınırlı olmayıp okul dışı alanlarda da devam eden bir etkinlik olarak karşımıza çıkmaktadır Okullar gibi çocuk parkları çocuk oyun alanları kütüphaneler müzeler çeşitli kurum ve kuruluşlar da eğitim sürecinin içinde yer almaktadır Bunların arasında oyun alanları çocukların fazla enerjilerinin kabul edilebilir bir şekilde harcaması bakımından olumlu benlik gelişimi yeteneklerin keşfedilmesi çocuğun öz güven ve başarısı gücünü kontrol edebilmesi bilişsel bedensel psikolojik vb gelişimleri açısından büyük önem taşımaktadır Bu becerilerin geliştirilmesi için ve çocukların yeni bir şeyler öğrenmelerine olanak sağlanması için oyun alanlarına ihtiyaç duyulmaktadır Bu çalışmada çocuk oyun alanları çeşitlerinden ve çocuk oyun alanlarının öneminden bahsedilecektir