Search

Introduction: Fuziline is one of the many antioxidants currently being tested to treat cardiac damage. In our study, histopathological and biochemical effects of fuziline were investigated in mice with dobutamine-induced heart damage in vitro. Methods: Thirty-two adult male BALB/c mice, average weight of 18-20 g, were randomly divided into four groups - Group 1 (sham, n=8), Group 2 (control, dobutamine, n=8), Group 3 (treatment 1, dobutamine + fuziline, n=8), and Group 4 (treatment 2, fuziline, n=8). Biochemical parameters and total antioxidant status (TAS), total oxidant status (TOS), and oxidative stress index (OSI) values were measured. Interleukin 1 beta (IL-1β), NLR family, pyrin domain containing protein 3 (NLRP3), 8-hydroxy-deoxyguanosine (8-OHDG), gasdermin D (GSDMD), and galectin 3 (GAL-3) levels were analyzed by enzyme-linked immunosorbent assay method, and histopathological examination of heart tissues was performed. Results: When dobutamine + fuziline and fuziline groups were compared, troponin-I (P

Coronary artery fistulas (CAF) are uncommon cases. They may cause myocardial ischemia, arrhythmia, pulmonary hypertension, and heart failure. Treatment options are controversial and not clear. In this article we report surgical management of a case with right coronary artery fistula and concurrent coronary artery disease. A sixty-years-old male patient with stable angina symptoms admitted to our medical center. Coronary angiography examination showed a right coronary artery to pulmonary artery fistula and significant right coronary artery lesion located after the fistula's origin. CAF ligated epicardially and right coronary revascularization was performed. Coronary arterial fistulas cause important hemodynamic problems. Surgical and transcatheter interventional treatments are treatment options. Therefore indications for treatment are very important for these patients. The best therapeutic strategy (surgery or transcatheter intervention) is debatable. The surgical treatment is controversial especially for asymptomatic and small fistulas. However, there is consensus that large and symptomatic fistulas should be treated. Further research is necessary to deepen these observations., Koroner arter fistülleri (KAF) nadir vakalardır. Miyokardiyal iskemi, aritmi, pulmoner hipertansiyon ve kalp yetmezliğine neden olabilirler. Tedavi seçenekleri tartışmalı ve net değildir. Bu yazıda sağ koroner arter fistülü ve eşlik eden koroner arter hastalığı olan bir olgunun cerrahi tedavisini sunuyoruz. Altmış yaşında erkek hasta, stabil anjina semptomları ile tıp merkezimize başvurdu. Koroner anjiyografide, pulmoner artere doğru sağ koroner arter fistülü ve fistülün başlangıcından sonra yer alan belirgin sağ koroner arter lezyonu görüldü. KAF epikardiyal olarak kliplerle ligature edildi ve sağ koroner arter revaskülarizasyonu yapıldı. Koroner arter fistülleri önemli hemodinamik sorunlara neden olur. Cerrahi ve transkateter girişimsel işlemler tedavi seçenekleridir. Bu nedenle bu hastalar için tedavi endikasyonları çok önemlidir. En iyi tedavi stratejisi (cerrahi veya transkateter müdahale) hala net değildir. Özellikle asemptomatik ve küçük fistüllerde cerrahi tedavi tartışmalıdır. Ancak büyük ve semptomatik fistüllerin tedavi edilmesi gerektiği konusunda fikir birliği vardır. Bu gözlemleri derinleştirmek için daha fazla araştırmaya ihtiyaç vardır.

Amaç: Bu çalışmada, kardiyopulmoner bypass yöntemi ile kardiyovasküler cerrahi geçiren hastaların farklı zamanlarda alınan hemogram örneklerinin değerlendirilmesi amaçlanmıştır.Materyal ve Metot: Prospektif olan çalışmamıza çeşitli sebeplerden dolayı kardiyovasküler cerrahi geçiren 30 hastadan preoperatif, anestezi indüksiyonu sonrası, aortik kross klemp sonrası, KPB çıkışından hemen sonra ve postoperatif 5.gün olmak üzere beş farklı zamanda hemogram tüpüne kan örnekleri alındı. Numuneler tam kan sayım cihazında çalışıldı ve istatistiksel analizleri yapıldı. Bulgular: Çalışmaya dahil edilen hastaların yaşları 49,57±14,25, boyları 165,33±0,06 cm, kiloları 71,00±12,98 kg, aortik kross klemp süreleri 75,23±28,45 dakika, total perfüzyon süreleri 112,50±46,23 dakika, hastanede kalış süreleri 13,53±10,18 gün, yoğun bakım kalış süreleri 1,9±2,04 gün, vücut yüzey alanları 1,78±0,17 m2, flow değerleri 4177,90±831,91 ml/dk/m2 bulundu. Lökosit, lenfosit, monosit, eoznofil, eritrosit, hematokrit ve platelet düzeylerindeki değişim istatistiksel olarak anlamlı bulundu (p0,05).Sonuç: Kardiyopulmoner bypass yöntemi ile kardiyovasküler cerrahisi sırasında uygulanan hemodilüsyon, heparinizasyon ve kanın endotel olmayan yüzeylerle teması neticesinde hasar ve enflamatuar yanıta bağlı olarak hemogram parametrelerinde ciddi düzeyde değişimler oluşmaktadır., Objective: This study aims to evaluate the hemogram samples taken at different times from patients who underwent cardiovascular surgery with cardiopulmonary bypass method.Materials and Methods: In this prospective study, blood samples were taken from 30 patients who underwent cardiovascular surgery for various reasons at five different times: preoperatively, after anesthesia induction, after aortic cross clamp, immediately after CPB, and on the postoperative 5th day. Complete blood count was performed for the samples and statistical analysis was made.Results: The patients were found to have the following values: age 49.57±14.25 years, height 165.33±0.06 cm, weight 71.00±12.98 kg, aortic cross clamp time 75.23±28.45 minutes, total perfusion time 112.50±46.23 minutes, hospital stay 13.53±10.18 days, intensive care stay 1.9±2.04 days, body surface areas 1.78±0.17 m2, flow values 4177.90±831.91 ml/min/m2. The change in leukocyte, lymphocyte, monocyte, eosinophil, erythrocyte, hematocrit and platelet levels was statistically significant (p0.05).Conclusion: As a result of hemodilution, heparinization and blood contact with non-endothelial surfaces during cardiovascular surgery with cardiopulmonary bypass method, serious changes in hemogram parameters occur due to damage and inflammatory response.

Amaç: Seruloplazmin, kanda bakır taşıyan başlıca proteindir ve demir metabolizmasında da rol oynar. Ayrıca antioksidan aktivitesi birçok çalışmada gösterilmiştir. Bu çalışmada koroner arter baypas greft operasyonu ile seruloplazminin enzimatik aktivite düzeyleri arasındaki ilişkiyi araştırdık.Gereç ve Yöntemler: Çalışmaya koroner arter baypas greft operasyonu geçiren 120 hasta dahil edildi. Periferik kan örnekleri ameliyat öncesi, ameliyat sonrası - kardiyopulmoner baypas öncesi ve sonrası-, ameliyat sonrası 4. saat, 3. gün ve 5. gün alındı. Koroner sinüsten de kardiyopulmoner baypas öncesi ve sonrası kan örnekleri alındı. Seruloplazmin düzeylerinin enzimatik aktivitesi Erel yöntemi ile ölçüldü.Bulgular: Kardiyopulmoner baypas sonrası seruloplazmin düzeylerinin enzimatik aktivitesinde kademeli bir azalma oldu. Postoperatif 4. saat ve 1. gün periferden alınan kan örneklerinde azalma istatistiksel olarak anlamlıydı (p = 0,025). Aktiviteler sırasıyla postoperatif 3. ve 5. günlerde arttı. Koroner sinüs kan örneklerine göre de, kardiyopulmoner baypas sonrası seruloplazmin enzimatik aktivitesinde önemli bir azalma vardı (p = 0.035).Sonuç: Çalışmamız, seruloplazmin enzimatik aktivitesinin preoperatif, peroperatif ve postoperatif düzeylerinde önemli farklılıklar gösterdi. Muhtemelen oksidan aktiviteye yanıt olarak tüketime bağlı olan postoperatif 3. gündeki azalma, kardiyovasküler baypasın oksidatif stresi önemli ölçüde artırdığını göstermiştir. Seruloplazmin enzimatik aktivitesi, kardiyopulmoner baypas ile ilişkili enflamatuar ve oksidatif stresin tepkisini yansıtan parametrelerden biri olabilir., Objective: Ceruloplasmin is the major copper-carrying protein in the blood, and in addition plays a role in iron metabolism. Moreover, its antioxidant activity was showed in several studies. In this study, we investigated the relationship between coronary artery bypass graft operation and the levels of ceruloplasmin enzymatic activity.Materials and Methods: The study included 120 patients who underwent coronary artery bypass graft operation. Peripheral blood samples were taken preoperatively, peroperatively –before and after cardiopulmonary bypass-, at postoperative 4th hour, 3rd day and 5th day. Blood samples before and after cardiopulmonary bypass were also taken from the coronary sinus. The enzymatic activity of ceruloplasmin levels were measured by Erel method.Results: There was a gradual decrease in the enzymatic activity of ceruloplasmin levels after cardiopulmonary bypass. In the postoperative 4th hour and the 1st day, reduction was statistically significant in the blood samples taken peripherally (p=0.025). Activities increased in the postoperative 3rd and 5th days, respectively. According to the coronary sinus blood samples, there were also a significant decrease in the enzymatic activity of ceruloplasmin after cardiopulmonary bypass (p=0,035).Conclusions: Our study showed significant differences in preoperative, peroperative and postoperative levels of the enzymatic activity of ceruloplasmin. The reduction in postoperative period during the 3rd day which was probably due to consumption as a respond to oxidant activity, demonstrated that cardiovascular bypass significantly increased oxidative stress. Enzymatic activity of the ceruloplasmin may be one of the parameters that reflect the response of inflammatory and oxidative stress associated with cardiopulmonary bypass.

Lisansüstü tezlerin elektronik ortamda toplanması, düzenlenmesi ve erişime açılması konusuna ilişkin yök'ün 18.06.2018 tarihli yönergesine istinaden artık bu tarihten sonra gizlilik şartı aranmayan bütün tezler erişime açılacaktır. Amaç: Diş hekimliğinde kullanılan materyallerin başarısı, biyolojik güvenilirlikleriyle yakın ilişkilidir. Son yıllarda, restoratif diş tedavisinde oldukça sık kullanılan self-etch adezivlerin biyouyumlulukları konusundaki endişeler artmıştır. Bu çalışmanın amacı; dört farklı tek aşamalı self-etch adeziv materyalin (Prime&bond one select, Optibond All-in-one, Clearfil universal bond, Single bond universal) biyouyumluluklarının hayvan deneyi yöntemiyle karşılaştırılması ve histopatolojik olarak değerlendirilmesidir. Gereç ve Yöntem: Deney materyalleri 10mm uzunluğunda, 2mm çapındaki poliüretan tüplere doldurularak polimerize edildi. Her adeziv için, 21 adet tüp kullanıldı. Tüpler, 21 adet yetişkin erkek albino ratın sırt bölgesinde dört farklı insizyonla oluşturulan subkutan ceplere yerleştirildi. Ratlar; 7, 30 ve 60. günlerde incelenmek üzere rastgele üç gruba ayrıldı. Bu süreler sonunda, tüp ve onu çevreleyen 2cm2'lik doku birlikte kesilerek çıkarıldı. Alınan kesitler, preparat haline getirildi ve Hematoksilen&Eosin ile boyandı. Oluşan inflamasyonun şiddeti, iltihabi hücre sayısı ve fibröz kapsül kalınlığı histopatolojik olarak ışık mikroskobuyla değerlendirildi. Bulgular: 7. gün örneklerinde, akut inflamasyona bağlı lezyonlara, ödeme ve PMNL infiltrasyonuna rastlandı. 30. gün örneklerinde, tüm materyallere karşı inflamasyonun azaldığı ve fibrokollajen dokuda artış olduğu gözlendi. 60. gün örneklerinde, inflamasyon şiddetinin daha da azaldığı, rejenerasyon ve reperasyon süreçlerine bağlı granülasyon ve fibröz doku artışı izlendi. 60. gün inflamatuar hücre sayısının 7. güne oranla anlamlı derecede düştüğü belirlendi. Fibröz doku formasyonu değerlendirildiğinde ise, 7. gün skorunun, 60. gün skoruna oranla anlamlı derecede düşük olduğu belirlendi. Sonuç: Tüm materyallerin başlangıçta sergiledikleri iltihabi reaksiyonun şiddeti, artık monomer salınımı ve cerrahi travma etkisiyle açıklanabilir. Aim: The success of materials used in dentistry is closely related to their biological safety. In recent years, there has been growing concern about the biocompatibility of self-etch adhesives, which are frequently used in restorative dental treatment. The aim of this study is; To compare the biocompatibility of four different single stage self-etch adhesive materials (Prime & bond one select, Optibond All-in-one, Clearfil universal bond, Single bond universal) with animal test method and evaluate them histopathologically. Materials and Methods: The experimental materials were polymerized by filling 10 mm long, 2mm diameter polyurethane tubes. For each adhesive, 21 tubes were used. The tubes were placed in the subcutaneous pockets formed by four different incisions in the back of 21 adult male albino rats. Rats; On the 7th, 30th and 60th days, they were randomly divided into three groups. At the end of these durations, the tube and the surrounding 2cm2 tissue were excised together. The sections were taken into preparation and stained with Hematoxylen&Eosin. The severity of inflammation, inflammatory cell count and fibrous capsule thickness were evaluted histopatologically by light microscopy. Results: On the 7th day samples, lesions due to acute inflammation and edema and PMNL infiltration were observed. In the 30th day samples, it was observed that inflammation decreased against all materials, and fibrocollagen tissue increased. On the 60th day, granulation and fibrous tissue increase due to regeneration and reperation processes were observed. On the 60th day, the number of inflammatory cells decreased significantly compared to the 7th day. When the fibrous tissue formation was evaluated, it was found that the 7th day score was significantly lower than the 60th day score. Conclusion: The severity of the inflammatory reaction at the beginning of all materials can be explained by the effect of residual monomer release and surgical trauma.

Amaç: Bu çalışmadaki amaç kardiyopulmoner bypass sırasında bir grup hastayı%10 volüm diğer grup hastayı solunumu tamamen durdurularak pre-op ve bypasssonrası TAS (Total Antioksidan Kapasite), TOS (Total Oksidatif Durum), OSİ (OksidatifStres İndeksi) bakılarak Akciğer ventilasyonun Bypass sırasında gerekliğininbelirlenmesidir.Materyal ve Metod: Göğüs KalpDamar Cerrahisi bölümünde çeşitli sebeplerden dolayı kardiyopulmoner bypasscerrahisi ile ameliyat olan toplam 30 (14 E + 16 K) hasta seçildi. Hastalar 2gruba (akciğer ventilasyonu tamamen durdurulan grup ve akciğer %10 cc volum ileçalıştırılan grup) ayrıldı. İki grubaayrılan hastalardan kardiyopulmoner bypass öncesinde, pompaya giriş sırasında,pompadan çıkış sırasında ve ameliyat sonrası olmak üzere toplam 4 jelsiz tüpekan alınarak bir çalışma grubu oluşturuldu. Alınan kanlar santrifüjde ayrıştırıldıktansonra plazmaları -80 °C’de saklanarak numunelerin çalışma gününde Erelyöntemiyle Total oksidatif stress, Total antioksidan kapasite ve oksidatifstres indeks çalışıldı.Bulgular: TAS değeri 1,0945±0,25, TOS değeri15,38±6,10 ve OSi değeri 1,4827±0,67 olarak bulunmuştur. Ventile edilmeyenhastaların TAS değeri 1,1514±0,24, TOS değeri 25,73±9,25 ve OSi değeri2,2993±0,85 olarak bulunmuştur. Hastalarda TOS değeri ventile edilmeyenhastalarda artmıştır. Çalışmamızdaki TOS değerindeki artış TAS değeri üzerindeherhangi bir değişiklik oluşturmamıştır. OSİ değeri üzerinde anlamlı farkoluşmuştur. (p, Background:The aim in this study is to obtain the necessityof pulmonary ventilation during cardiopulmonary bypass by starting respirationof a group of patients with 10% volume and the other group stopping respirationtotally as well as by examining TAS (Total Antioxidant Status), TOS (Totaloxidative status), OSİ (oxidative stress index) in pre-op and after bypass. Methods:Totally 30 patients (14M+ 16 F) that had cardiopulmonary bypass surgery in Thoracic and CardiovascularSurgery Department for various reasons, were chosen. The patients wereseperated into 2 groups (as pulmonary respiration was stopped completely andpulmonary respiration was started by 10% cc volume). Before carrdiopulmonarybypass working group was formed among patients seperated into 2 groups bytaking totally 4 tubes of blood before cardiopulmonary bypass, at pump inlet,pump outlet and after operation. After eluting taken blood in centrifuge, theywere kept at -80 °C. Then TAS, TOS and OSİwere studied by using Erel method. ResultsTAS value was found as1,0945±0,25, TOS value as 15,38±6,10 and OSi value was found as1,4827±0,67. TAS value of unventilatedpatients was found as 1,1514±0,24, TOS value was as 25,73±9,25 and OSi valuewas found as 2,2993±0,85. TOS value in patients increased in unventilatedpatients. The increase in TOS value inour study did not form any change on TAS value however there occured asignificant difference on OSİ value.(p

Amaç: Bu çalışmanın amacı infrarenal aort anevrizma ve torasik aort anevrizmalı hastalarda lokalanestezi ile sedasyon eşliğinde endovasküler anevrizma tamiri deneyiminin raporlanmasıdır.Materyal ve Metod: Temmuz 2011 ve temmuz 2013 arsında 8 hasta departmanımızda lokalanestezi ve kontrollü sedasyon eşliğinde endovasküler anevrizma tamiri uygulandı. Lokal anestezi 2%Prilokain infiltrasyonu ile sağlandı ve sedasyon ise intravenöz midazolam 0.05 - 0.2 mg/kg IV, fentanyl50-150 microgram IV bolus, and propofol 25-75 microgram /kg bolus ile temin edildi.Bulgular: Endovasküler anevrizma tamiri 6 infrarenal aort anevrizması ve 2 torasik aortanevrizması hastalarına uygulandı. Mortalite veya major postoperatif morbidite kaydedilmedi ve işlemsonrası ortlama hastanede kalış süresi 3,2 gün ( 2-5 gün) idi. Bütün hastaların bir yıllık takiplerindemortalite veya rekürrens izlenmedi.Sonuç: Endovasküler anevrizma tamiri kritik hastalarda güvenli prosedürdür ve kolaylıkla lokalanestezi ve sedasyon altında uygulanabilir. Bu prosedürde lokal anestezi ile sedasyon anesteziyönetiminde bir alternatif olabilir.&nbsp, Background: This study aims to report our experience of endovascular aneurysm repair with LAand sedation in patients with infra-renal aortic aneurysm and thoracic aorta aneurysm.Materials and Methods: Between July 2011 and July 2013, 8 patients underwent endovascularaneurysm repair with local anesthesia and controlled sedation in our department. Local anesthesia wasachieved by infiltrating 2% Prilocain and for the sedation was provided by intravenous midazolam 0.05 -0.2 mg/kg IV, fentanyl 50-150 microgram IV bolus, and propofol 25-75 microgram /kg bolus.Results: Endovascular aneurysm repair was used in six patients infra-renal aortic aneurysm andtwo patients thoracic aorta aneurysm. No mortality or major post operative morbidity was recorded and themean hospital stay post procedure was 3.2 days (range 2-5 days). One year follow-up all patient nomortality or recurrence was observed.Conclusion: Endovascular aneurysm repair are safe procedure in critical patient and easily doneunder local anesthesia and sedation. LA with sedation in this procedure might be an alternative inanesthetic management.&nbsp

Hydatid cyst disease, which is caused by echinococcus granulosus still poses a serious problem in endemic areas. The disease frequently involves liver and lung. Other organ involvements are rare. In a 18-year old patient, bilateral lung, right ventricle of heart, liver and spleen involvement were detected. With albendazole treatment cyst in heart was completely disappeared, and liver cyst was found to be decreased in size. However, no decline in the number and size of cysts in lung was observed. Therefore, it was concluded that albendazole may not be effective in pulmonary hydatid disease compared to other organs., Echinococcus granulosus\'un sebep olduğu hidatik kist hastalığı endemik bölgelerde halen önemli bir sorun teşkil etmektedir. Hastalık sıklıkla karaciğer ve akciğerleri etkilemektedir. Diğer organlar nadiren tutulur. On sekiz yaşında erkek hastada bilateral akciğer, kalpte sağ ventrikül, karaciğer ve dalak tutulumu mevcuttu. Çoklu organ tutulumu olması nedeniyle inoperabl olarak kabul edilerek albendazol tedavisi ile takibine karar verildi. Albendazol tedavisi ile kalpteki kistin tamamen kaybolduğu karaciğerdeki kistin ise küçüldüğü görüldü. Akciğerdeki kistlerin sayı ve boyutunda ise gerileme olmadığı görüldü. Bu nedenle akciğer hidatik kisti için albendazol tedavisi diğer organlardaki kadar etkili olmayabileceği sonucuna varıldı.

Şilotoraks plevral boşlukta lenfatik sıvının toplanması ile gelişen, çok nadir görülen bir klinik tablodur ve butablo metabolik ve immünolojik bozukluklara yol açabilir. Şilotoraks nedenleri göğüs travması, enflamatuarhastalıklar ve malign lenfatik tıkanıklıklar ve ayrıca doğumsal olabilir. Travmatik şilotoraks nadir bir klinikdurumdur ve kolayca teşhis edilebilir. Cerrahi tedavi tüp drenaj ve medikal tedaviden cevap alınmazsa, 10-14 gün içerisinde yapılmalıdır.Biz bilimsel delillere dayanarak ateşli silah yaralanması sonrası oluşan şilotorakslı olguyu paylaşmayıamaçladık.&nbsp, Chylothorax is very rare clinical entity which develops by collection of lymphatic fluid in the pleural spaceand it may cause metabolic and immunologic disorders. The causes of chylothorax are thoracic trauma,inflammatory diseases and malign lymphatic obstruction. Also it can be congenital. Traumatic chylothorax isa rare clinical case and it can be diagnosed easily. surgery performed after waiting for more than 10-14 days.We aimed to tell this case is a case of a gunshot wound up to date information on the basis of scientificevidence.

Miyokard korunmasında temel prensipler elektromekanik diastolik arrest, ventrikül dekompresyonu vehipoterminin amacı, kansız bir ortam sağlamak ve miyokardın iskemi süresini güvenli bir şekilde uzatmaktır.Pediatrik kalp cerrahisinde, erişkin kalp cerrahisinde olduğu gibi myokardın yetersiz korunması önemli birmorbidite ve mortalite nedenidir. Miyokard koruması cerrah, anestezist ve perfüzyonistin birlikte uygulanankarmaşık bir işlemdir. Bu yazıda pediatrik kalbin özellikleri ve onun korunması tartışıldı.&nbsp, The basic principles of the protection of myocardium with diastolic electromechanical arrest, ventriculardecompression and hypothermia purpose of providing an environment bloodless and safely extend theduration of myocardial ischemia. Pediatric cardiac surgery as well as Adult cardiac surgery, inadequateprotection of the myocardium is an important cause of morbidity and mortality. Myocardial protection is acomplex procedure and applied with surgeon, the anesthesiologist, and perfusionist. Features of pediatricheart and its preservation are discussed in this article.&nbsp

Amaç: Bu çalışmada izole koroner bypass olgularında operatif mortaliteyi öngörmede EuroScore ve STS (The Society of Thoracic Surgeons) risk belirleme sistemlerinin klinik uygulanabilirliğinin karşılaştırılması amaçlandı.Gereç ve Yöntemler: Nisan 2005-Mart 2009 tarihleri arasında opere edilen 182 izole koroner bypass olgusunun tüm risk faktörleri, EuroScore ve STS risk belirleme sistemlerine göre prospektif olarak kaydedildi. Öngörülen ve gerçekleşen mortalite oranları her risk skoru sistemi için karşılaştırıldı.Bulgular: Operatif mortalite, 24 hasta ile %13,2 olarak bulundu. EuroScore için beklenen mortalite %4,71±4,9 iken STS için bu oran %1,17±1,35 idi. Beklenen ve gerçekleşen mortalite oranları arasında fark bulunamadı. EuroScore için ROC (Receiver Operating Characteristic Curve) altında kalan alan 0.712, STS için 0.727 olarak hesaplandı.Sonuç: Her iki sistemde mortaliteyi öngörme kuvveti açısından, çalışmamızda yeterli olarak bulunmuştur. STS'nin operatif mortalite yanında oluşabilecek morbidite hakkında da bilgi vermesi ek bir avantaj olarak görülebilmesine rağmen çalışmamızda yeterli bulunmamıştır. Sonuç olarak ülkemiz popülasyonu için yeni risk skorlarına ihtiyaç vardır.Anahtar Kelimeler: STS, EuroSCORE. Objective: To compare the feasibility of the EuroScore and STS (The Society of Thoracic Surgeons) risk scoring systems for predicting the surgical mortality of isolated coronary artery bypass surgery patients.Materials and Methods: The risk scoring of 148 patients who were operated on between April 2005 and March 2009 was performed prospectively according to the EuroScore and STS risk scoring systems. The predicted and observed mortality rates according to each scoring system were compared.Results: Hospital mortality was 13,2% (24 patients). The predicted mortality rate according to EuroScore was 4,71±4,9%, whereas it was 1,17±1,35% for STS. There were no significant differences between predicted and observed mortality rates according to either scoring system. The area under the receiver operating characteristic curve was 0.712 for EuroScore and was 0.727 for STS.Conclusion: Both scoring systems were efficient for predicting mortality rates for our study. It is an advantage of STS that it also gives valuable information about morbidity but for our not found satisfactory. In conclusion new risks scores for our country's population are needed.Key Words: STS, EuroSCORE. 58

Ebstein anomalisi 1866 yılında Wilhelm Ebstein tarafından tanımlanmıştır. Ebstein anomalisi tüm konjenital kalp anomalilerinin % 1 ini oluşturmaktadır. Sıklıkla Pulmoner stenoz veya atrezi, Atriyal Septal Defekt, Ventriküler Septal Defekt ve Fallot Tetrolojisi eşlik eder. Hastalarda genel olarak 3 temel patofizyolojik durum vardır. Sağ ventrikül anomalileri,trikuspit kapak anomalileri,aksesuar ileti yolları WPW sendromu . Medikal tedavisinde konjestif kalp yetmezliği, aritmiler ve bakteriyel endokardit proflaksisi yapılmaktadır. Cerrahi tedavide ise mekanik veya bioprotez kapak replasmanı, kapağın plastik rekonstriksiyonu veya replasman ile rekonstriksiyon yapılabilir.Ebstein anomalisi nadir konjenital kalp hastalıklarından biri olması nedeniyle, kliniğimizde tedavi olan bir olgu literatür bilgileri verilerek sunulmaktadır, Ebstein anomally described by Willhelm Ebstein in 1866. Ebstein anomaly accounting for 1/100 of all cases of congenital heart disease. Pulmoner stenosis or atresia is most common accompaying defect. Others include ASD,VSD,TOF,PDA.Three primary pathophisiologic features predominant patients with anomaly. Right ventricle abnormalities, tricuspidal valve abnormalities, accessory conduction pathways WPW syndrome . Medical treatment will consist of the treatment of the congestive heart failure, arrhytmias and prevention of bacterial endocarditis. Mechanical or bioprothesis valve replacement or valve plastic reconstruction, or reconstruction with replacement have been used in surgical treatments. We report one case of this rare Ebstein’s anomaly with the review of the literature

Bu görüntü sunumunda sağ common karotis ve sol internal karotis arteri tam tıkalı koroner arter hastalıklı hastayı sunduk., In this image, we present coronary artery disease patient with Right Common Carotis and Left İnternal Carotis Artery Stenosis. A 61-year-old male patient was admitted with chest pain and dispne of two-days history. . On physical examination his blood pressure, heart rate, and axillary temperature were 135/80 mmHg, 96 beats/min, and 37.4 °C, respectively. Cardiac auscultation showed reduced heart sounds without any murmur but carotid artery murmur was heard. A 12-lead electrocardiogram revealed reduced QRS amplitude

Amaç: Echinococcus granulosus'un sebep olduğu hidatik kist hastalığı endemik bölgelerde halen önemli bir sorun teşkil etmektedir. Endemik bölgeler; başlıca Türkiye'nin de içinde bulunduğu Orta ve Doğu Avrupa, Güney Amerika, Avustralya, Yeni Zelanda, Kanada, Ortadoğu Güney Afrika'dır. Özellikle hayvancılıkla ve bakımıyla uğraşanlarda ve sanitasyona dikkat etmeyenlerde çok görülür.Materyal ve metod: Çalışmaya Şanlıurfa ili içerisinde hizmet veren sağlık kuruluşlarında kist hidatik nedeniyle tedavi alan 608 hasta dâhil edildi. Hasta verileri arşiv kayıtlarından retrospektif olarak incelendi. Bulgular: Hastaların 384'ü kadın 224'ü erkekti. Hastaların literatüre uygun şekilde bayanlarda daha fazla görüldüğü tespit edildi. Kadın / erkek oranı 1,714 idioldu. Yaş ortalaması 35,6 en küçük yaş 3, en büyük yaş 83 idi.'tü. Organ tutulumuna göre hastalar değerlendirildiğinde 425 hastada karaciğer tutulumu, 236 hastada akciğer tutulumu görüldü. 62 hastada hem karaciğer hem akciğer tutulumu mevcuttu. Karaciğer ve akciğer tutulumu olmaksızın diğer organ tutulumu 9 hastada tespit edildi.Sonuç: Kist hidatik hastalığının eradikasyonu ve bu hastalıktan korunmak amacıyla Valilik, Belediye, Harran Üniversitesi Tıp ve Veteriner fakülteleri, İl Tarım Müdürlüğü, Sağlık Müdürlüğü, İl Milli Eğitim Müdürlüğü konuyla ilgili çeşitli meslek ve sivil toplum kuruluşlarının temsilcilerinden oluşan bir Hidatidoz Eradikasyon Programı Kurulu oluşturulmalı;, hastalığın eradikasyonu amacıyla projeler yapılmalıdır. Halk bilgilendirilmeli yerel görsel ve yazılı basın bu konuda üzerine düşeni yapmalıdır. Bu programda gerekirse uluslararası kuruluşlulardan da destek alınmalıdır, Background: Hydatid cyst disease caused by Echinococcus granulosus still poses a major problem in endemic areas. Endemic regions are mainly, including Turkey, Central and Eastern Europe, South America, Australia, New Zealand, Canada, Middle East, South Africa. It is a characteristic of Animal Husbandry and Animal Care Workers and of those who do not pay attention to sanitation.Methods: Six hundred and eight patients being treated for hydatid cyst in health care facilities in the Şanlıurfa province were included in the study. Patient data were retrospectively analyzed from archive records. Results: Of all the patients, 384 were female and 224 were male. It was detected that the disease was more common in women according to the literature. Female/male ratio was 1,714. The average age was 35,6; minimum age was 3 and maximum age was 83. When the patients were evaluated according to organ involvement, 425 patients with liver involvement and 236 patients with lung involvement were found. Sixtytwo patients had both liver and lung involvement. Without involvement of the liver and lung, other organ involvement was detected in 9 patients.Conclusions: In order to avoid eradication of hydatid cyst disease and the disease itself, a Hydatidosis Eradication Programme Board composed of people from various professions and of representatives of nongovernmental organizations should be established by Governor's Office, Municipality, Harran University Medical and Veterinary Sciences, Provincial Directorate of Agriculture, Directorate of Health, Provincial Directorate of National Education. The public should be informed and local visual and print media must do its part in this regard. In this program, the support of international organizations should be taken if necessary

Amaç: Pulmoner arter basıncı yüksekliği PAB etiyolojisinde pek çok faktörün olduğu kompleks bir hastalıktır. Demir metabolizmasında, bakır taşınmasında görevleri olan, aynı zamanda antioksidan ve akut faz reaktanı bir enzim olan seruloplazminin Cp pulmoner arteryel hipertansiyon PAH hastalarında düzeyleri bilinmemektedir. Bu çalışma PAB ile serum Cp düzeyinin ilişkisini araştırmak üzere planlandı.Materyal ve metod: Çalışmaya kardiyoloji ekokardiyografi laboratuarına başvuran ve PAB ölçülen 100 ardışık olgu alındı. Altta yatan nedene bakılmaksızın sistolik PAB 40 mm Hg ve üstündeki 50 hasta ise PAH grubu olarak; 40 mmHg altında olan 50 hasta kontrol grubu olarak ayrıldı. Tüm olgularda serum Cp düzeyi spektrofotometrik olarak bakıldı. Bulgular: PAH grubunda serum Cp düzeyi kontrollere göre yüksekti 668,1±107,4 μg/dL'e karşılık 623,3±101,1 μg/dL; p=0,012 . Pearson korelâsyon analizinde serum Cp düzeyi ile PAB, açlık kan şekeri ve hemoglobin düzeyi arasındaki ilişki anlamlı iken p=0,003 lineer regresyon analizinde bağımsız ilişki izlenmedi p=0,068 . Sonuç: PAH'da serum Cp artışı, bu enzimin akut faz reaktanı, hipoksi tarafından indüklenebilir bir enzim olması, PAH sırasında artan bazı oksidanlar tarafından oksidatif modifikasyona uğrayarak oksidan gibi davranması ile ilişkili olabileceğini düşündürmektedir, Background: Increased pulmonary artery pressure PAP is a complex disease and unknown etiology. Ceruloplasmin Cp is a plasma protein associated with iron metabolism and copper transport, an antioxidant and an acute phase reactant. Cp levels are not known in pulmonary arterial hypertension PAH . This study was designed to investigate the relationship between PAP and serum Cp levels.Methods: One hundred consecutive patients, who admitted to cardiology echocardiography laboratory and PAP pressure can be measured, were included in this study. Regardless of the underlying cause, PAH group 50 patient with systolic PAP 40 mm Hg and above, and control group 50 patient with PAP less than 40 mmHg. In all cases, serum Cp levels were determined spectrophotometrically.Results: Serum Cp levels 668.1 ± 107.4 μg/dL vs. 623.3 ± 101.1 μg/dL, p = 0.012 were higher in PAH group than in controls. Pearson's correlation analysis showed a significant relationship among serum Cp levels, fasting blood glucose and hemoglobin level p=0,003 . With linear regression analysis, only independent relationship among serum Cp, the level of fasting blood glucose and hemoglobin p = 0.068 .Conclusions: Increased Cp in patient PAH might be related to features of acute phase reactant of this enzyme, inducible by hypoxia, act as oxidant with undergoes oxidative modification by some increased oxidants in PAH

Amaç: Kalp cerrahisinde atan kalpte koroner arter bypass KABC tekniği öncelikle yüksek riskli hastalarda olmak üzere günümüzde yaygın olarak kullanılmaktadır. Bu çalışmada koroner arter hastalığı nedeniyle kliniğimizde Euroscore > 5 olan hastalarda çalışan kalpte KABC tekniği ile ameliyat ettiğimiz olguların sonuçlarını sunmayı amaçladık. Gereç ve Yöntem: Kliniğimizde Nisan 2002-Ocak 2005 tarihleri arasındaki dönemde 86 atan kalpte KABC ameliyatı yapıldı. Tüm olguların yaş ortalaması 61.5 ± 8.9 yıl ve %89.64’ü erkek idi. Preoperatif değerlendirilmelerinde olguların risk faktörleri; sigara içimi 23 olgu %27.90 , diyabet 19 olgu %23.25 , hipertansiyon 34 olgu %40.69 , kronik obstrüktif akciğer hastalığı 6 olgu %6.97 ile sıralanmaktaydı. Bulgular: Olguların sol ventrikül ejeksiyon fraksiyonu % 34.2 ± 9.1 ve Euroscore değerleri 9.7 ± 3.1 bulundu. Ortalama distal anastomoz 1.99 ± 0.6 olarak gerçekleştirildi. Ortalama yoğun bakım kalış süresi 19 ± 5.2 saat , hastane kalış süresi 7.5 ± 1.5 gün idi. Sekiz olguda %9.19 intraaortik balon pompası kullanıldı. Beş olguya %5.74 atan kalpte KABC ve koroner endarterektomi yapıldı. Hastane mortalitesi 3 hastada % 3.4 görüldü. Sonuç: Atan kalpte KABC tekniğinin yüksek riskli hastalarda kabul edilebilir mortalite ve morbiditeyle uygulanabileceği kanaatindeyiz, Background: In the recent years, off-pump coronary artery bypass OPCAB surgery has become an established surgical technique especially in Euroscore > 5 patients. The purpose of this study is to investigate the results of on the beating heart coronary bypass surgery in patients with Euroscore > 5. Methods: Eighty-six patients operated on the beating heart between April 2002 and January 2005 were included in this study. Mean age of patients 61.5 ± 8.9 years and 89.64% were male. Preoperative patşent risk factor was; smoking 23 patient 27.90% , diabetes mellitus 19 patient 23.25% , hypertansion 34 patient 40,69% and cronic obstruktive lung disease in 6 patient. Results: Mean of left ventricular ejection fraction of all patients was 42 ± 9.1%, Euroscore was 9.7 ± 3.1. The mean number of bypassed grafts was 1.99 ± 0.6. Mean stay at intensive care unit 19 ± 5.2 hour, and at hospital 7.5 ± 1.5 days. İntra-aortic balloon pump was used in eight patients 4.6% . Five patients 5.8% received endarterectomy of at least one coronary artery. Hospital mortality was 3.4% with 3 patients. Conclusions: Off-pump CABG can be performed with low mortality and morbidity in patients with Euroscore>5