Search

İnsan faaliyetlerinin yol açtığı ikli m krizi, yoksulluk gibi sorunlar ve çözüm içeren atılımlar toplumlar kadar toplumun bir parçası olan kurumların da sorumluluklarını oluşturmaya başlamıştır. Sürdürülebilirliğin kurumun tümü tarafından içselleştirilmesini sağlayacak ana kavram kurum kültürüdür. Bu nitel araştırmada iki kavramın birbiri üzerindeki rolünü ortaya koyabilmek adına sürdürülebilirlik uygulamalarının ölçülebilmesinde kullanılan De Grosbois’in (2016) kurumsal sürdürülebilirlik temaları ile kurum kültürünün ölçülebilmesine olanak sağlayan Robbins’in (1990) kurum kültürü boyutlarından (Robbins, 1990, s. 439’dan akt. Vural, 2016, s. 60) yararlanarak hazırlanmış yarı yapılandırılmış görüşme formu ile derinlemesine görüşmeler yapılmıştır. Buna göre; kurum kültürünün kurumsal sürdürülebilirlik çalışmalarını desteklediğini ortaya çıkmış, eğitim kurumlarının, kültürlerini oluşturan vizyon ve misyonlarına sürdürülebilirlikle ilgili temalar ekledikleri belirlenmiştir. Okullarda çevresel sürdürülebilirlik ve toplumsal katkı konularında çalışmalar ağırlık kazanırken, sürdürülebilirlik ilkeleri oryantasyon ve çeşitli etkinlikler, kurum içi iletişim araçları ve sosyal medya aracılığıyla yerleştirilerek yeni gelen çalışanlara aktarılmaktadır.

Aim: This study was carried out to determine the perceptions of the student nurses who had nursing clinical practice in the intensive care unit about the environmental stress sources in the intensive care unit. Method: The research was done by the participation of 78 students who being educated in nursing department and had nursing clinical practice at intensive care units. To collect data, “Intensive Care Unit Sources of Environmental Stress Scale” and data collection form developed by the researchers were used. Data were analyzed with percentiles, frequency, average and standart deviation values, t test for independent groups and ANOVA tests. Results: 84.6% of the students participating in the research are between the ages of 19-23, 74.4% are female, 96.2% are single and 78.2% are in the fourth grade. 71.8% of the participants had a middle income level, 42.3% of them had nursing clinical practice in the internal medicine intensive care unit and 76.9% of them had not been in the intensive care unit before. In addition, 64.1% of the students want to work in the intensive care unit. According to the results of the study, “fear of death”, “hearing the alarm of the heart monitor goes off”, “lack of privacy”, “fear of AIDS” and “experiencing pain” are the most important sources of environmental stress for students in intensive care units. In addition, it was determined that the perception of environmental stress sources in the intensive care unit was higher among the students in the 24-27 age group, men and students who had nursing clinical practice in the surgical intensive care unit. Conclusion: This study revealed that the perception of environmental stress sources in intensive care unit of nursing students. By this way, required arrangements will be done in nursing curriculum and the students will be educated more comprehensively about intensive care units.

Aim: The aim of the study is to evaluate the Distress Thermometer (DT) as a valid and reliable measurement tool that can be used to measure the patients stress because of surgery. Method: This was a methodological study conducted with 200 patients. Data were collected using the the Hospital Anxiety and Depression Scale (HADS), the Distress Thermometer (DT) and surgery related distress causes list (DCL) for preoperative patients. The validation of the Distres Thermometer was performed in conjunction with the Hospital Anxiety and Depression Scale (HADS). Results: Study results determined that the distress score average of the patients was 4.4 (SD 2.4), and the distress level of 47.5% of the patients was above this average. The sensitivity of HADS, which had a cut-off point of five or more, was 72.5% and specificity was 59.3%. The most expressed causes of distress were the development of infection after surgery. There was a moderate relation between the thermometer score and the total DCL score and HADS total score. Conclusion: The distress thermometer can be used as a valid tool in determining surgery-related anxiety. And also distress causes list can be used to determine distress factors. In this study, the HADS was used as a criterion for DT-DCL, and according to this scale, the sensitivity of the thermometer was high, and the specificity was moderate. The tool can be retested by using different distress scales.

Polonya'da, İkinci Dünya Savaşı'ndan önce yaklaşık üç milyon Yahudi yaşamaktaydı. Bu sayı 1939 yılında Nazi Almanya’sının Polonya'yı işgal etmesinden sonra sistemli olarak azalmıştı. Naziler, işgali altında bulundurdukları Polonya'da Yahudilere karşı olumsuz bir imaj oluşturarak, Polonya halkının Yahudilere yardım etmesini önlemeyi, aynı zamanda Polonyalıların Yahudilerin saklandıkları yerleri ihbar etmelerini amaçlamıştır. Bu çalışmada Nazi propagandasının Polonya'da Yahudilere dinine karşı nefret söylemi inşasında posterleri nasıl ve ne şekilde kullandıkları incelenmiştir. Bu amaçla çalışmada Nazi propagandası tarafından Polonya'da basılan ve günümüzde Amerika Birleşik Devletleri Holokost Anıt Müzesi'nde yer alan beş antisemitist propaganda posteri nefret söylemi bağlamında incelenmiştir. Çalışmada nitel araştırma yöntemlerinden göstergebilimsel analiz yöntemi kullanılmıştır. Çalışma kapsamında belirlenen Nazi propaganda posterleri, Fransız dilbilimci Roland Barthes'ın göstergebilim anlayışı ışığında analiz edilmiştir. Elde edilen bulgular kapsamında, Nazi propaganda posterlerinde Yahudilerin yalnızca insanlığın kötülüğü için çalıştığına ve Hıristiyanlık dini için büyük bir tehlike oluşturduğuna yönelik mitler inşa edildiği sonucuna ulaşılmıştır.

Amaç: Bu çalışmada meme kanseri ile ilişkili lenfödem’i (MKİL) olan hastaların klinik özelliklerini tanımlamak, MKİL’in el kas gücü ve fonksiyonlarına etkisini araştırmak amaçlanmıştır.Gereç ve Yöntem: Çalışmaya onkolojik rehabilitasyon polikliniğine başvuran MKİL’i olan sağ eli dominant kadınlar dahil edildi. Çalışma prospektif olarak yürütüldü. Tüm hastaların klinik ve demografik bilgileri not edildi, fizik muayeneleri yapıldı. Omuz ağrısı varlığı sorgulandı. Elin kavrama gücünü belirlemek amacıyla Jamar el dinamometresi, parmak ucu kavramalarını değerlendirmek icin pinçmetre kullanıldı. Semmes-Weinstein monofilaman testi ile duyusal kayıplar, el volümetresi ile el volümleri değerlendirildi. Bulgular: Çalışmaya yaş ortalaması 54.5±11.4 (ortalama±SS) olan 32 kadın hasta dahil edildi. Hastaların tamamına aksiller diseksiyon yapılmıştı. Hastaların %62,5’i post- operatif dönemde radyoterapi, %96,9’u kemoterapi almıştı. Hastaların %78,1’i etkilenen tarafta omuz ağrısı olduğunu bildirdi. Sağ tarafı etkilenmiş grupta ve sol tarafı etkilenmiş grupta, sağ el ve sol elin kaba kavrama güçleri, el becerileri, duyu kaybı ve volümleri arasında anlamlı fark saptanmadı. Sol tarafı etkilenmiş grupta sağ elin parmak ucu kavrama gücü ise soldan daha fazlaydı.Sonuç: MKİL’i olan hastalarda aksiler diseksiyon yapılmış olması, post-operatif dönemde kemoterapi ve radyoterapi almış olmak, obezite ve omuz ağrısı sıktır. MKİL’li hastaların değerlendirilmesi ayrıntılı ve çok yönlü olarak yapılmalı ve omuz ağrısının sorgulanması ve el değerlendirmesini de içermelidir.