Search

Teknoloji ve mühendislik bulunduğumuz yüzyılda ülkelerin gelişmesinde ve kalkınmasında önemli bir yere sahip olmakla beraber, sürdürülebilir ekonomik kalkınmanın lokomotifleri olarak görülmektedir. Bundan dolayıdır ki, matematik ve fen eğitimini bu iki alanla birlikte bütünleşik olarak öğretme ve öğrenmeyi esas alan bütünleşik fen teknoloji mühendislik matematik eğitimi (STEM) son 20 yıl içerisinde eğitimde yeni bir yaklaşım hareketi olarak ortaya çıkmıştır. STEM eğitimi, bu dört alandan ikisi veya daha fazlasının herhangi bir STEM konusunun bütünleşik olarak öğretilmesini ve öğrenilmesini esas alan bir öğretim yaklaşımıdır. Bütünleşik yaklaşım mühendislik temelli fen öğretimi olabileceği gibi teknoloji projesi tabanlı matematik eğitimide olabilir. Bu yaklaşımda öğretim; araştırma, problem ve proje tabanlı, özgün ve problem çözme becerilerinin kullanıldığı öğrenci merkezli bir ortamda gerçekleşir. Bütünleşik STEM eğitiminde amaç öğrenci başarısını artırmak, matematik ve fen alanlarını gerçek dünya tecrübeleriyle öğretmek ve STEM alanlarına ilgi duyan ve bu alanlarda uzmanlaşmayı hedefleyen öğrenci sayısını artırmaktır. Bu yaklaşım ilk ve ortaokul seviyesinden lisans eğitimine kadar olan öğrenme süreçlerinin tamamında gerçekleştirilebilir olmakla beraber uygulama kolaylığı açısından ilk ve ortaokul en uygun seviye olduğu saptanmıştır. Ancak bütünleşik STEM eğitiminin gerçekleşebilmesinde öğretmenlerin bu yeni yaklaşıma karşı algıları ve yeterlilikleri, okul şartları ve dersin geleneksel öğretilme metodu en önemli faktörler olarak ortaya çıkmaktadır. Bu çalışmanın amacı, alanyazın incelemesine dayalı olarak bütünleşik STEM eğitiminin ilk ve ortaokul araştırmalarındaki değişkenleri ve araştırma sonuçlarını tespit etmektir. Ayrıca, bu yaklaşımın farklı ülkelerde var olan ilk ve ortaokul uygulamalarından örnekler inceleyerek ülkemizde konu ile ilgili gerçekleştirilecek çalışmalara ışık tutmaktır.

Currently, the development of Computer Aided Manufacturing systems is still a major fieldwhere extensive researches are being made. These researches suggest that there are certain problems with the full integration of CAD and CAM systems. These problems result from CAD system, fully automated Computer Aided Process Planning system and Computer Aided Manufacturing Interface. In recent years, the feature-based design approach in CAD systems has made an important progress and has supported to the integration of CAD/CAM systems. In this paper, the representation of a mechanical part having a hole and two steps with the feature-based design concept, using STEP standard format, has been handled in computer environment., Günümüzde Bilgisayarla Tümleşik İmalat Sistemlerinin geliştirilmesi hala üzerinde yoğunaraştırmaların sürdürüldüğü önemli bir konudur. Araştırmalar Bilgisayar Destekli Tasarım (BDT) ile Bilgisayar Destekli Üretim (BDÜ) sistemlerinin tam olarak bütünleştirilmesinde birtakım eksikliklerin olduğunu göstermektedir. Bunlar; BDT sistemi, tam otomatik Bilgisayar Destekli İşlem Planlama (BDİP) sistemi ve BDÜ ara yüzü olarak sıralanabilir. Son yıllarda BDT sistemlerindeki özellik tabanlı tasarım yaklaşımı büyük bir gelişme göstererek BDT/BDÜ sistemlerinin bütünleşmesinde önemli bir fayda sağlamıştır. Bu çalışmada özellik tabanlı tasarım kavramıyla üzerinde delik ve kademe özellikleri bulunan mekanik bir parçanın STEP standardı kullanılarak bilgisayar ortamında temsil edilmesi ele alınmıştır.

ttttanın amaçları koşullara ilişkin algınından bağımsız bir güven kavramsallaştırmnsıntn gündelik yaşamla ilişkilini kurmak kolay değildir.Pratikte günvn, insanın amaçlanna ubsm.ık için gereksindiği güçlere ne denli dayanabileceğine dair inancı ya da beklentisidir. Amaçlar şuurlu, rasyonel ifadekndirikbikn türde oldukları gibi, ditkndirtleme>'cn. bölinç dışs vc'^ttfndinneleri harehiyle sanal, aşkın nitelikte de olabilirler. Varlıklar ’fc'cfya) amaçlarla ilgili zarar görme korkusundan uzak olnuyla. varlıkları geliştirme ve amaçlara ulanma ümidi kutuplan arasında kurulan dengeyi yansıttığı düşünülerek gü^ıen, Mertun Deutsch'dan mülhem bîr ifadeyle, insanın korktuğunu dejil. umduğunu bulacağına dair inancı yn da beklentisi olarak Unımlanmıştır. Güven bu şekilde kavramsallaştırılıp unıınlandığtnda gerek çağcıl, gerekse verili toplumun özgül koşullarıyla, kûltihlc ilişkilendiiılip anlamlandırılnusında dört husus önem kazanır.Birincisi, güven ber şeyden örx>e bir güvenlik duygusudur, asgari içeriğini, bireyin amaçlarıyla ilgili ber bingi btr zarar görmeme beklentisi oluşturur.İkincisi, güvenlik duygu.sunun tesisi kadar» v'arlıklarını geliştirme ümidi de bireyin arkalanabileceği güçlerin neler olduğuyla yakından ilgilidir.

255 ÖZET İnsanın amaçlan ve koşullara ilişkin algısından bağımsız bir güven kavramsallaştırmasının gündelik yaşamla ilişkisini kurmak kolay değildir. Pratikte güven, insanın amaçlarına ulaşmak için gereksindiği güçlere ne denli dayanabileceğine dair inancı ya da beklentisidir. Amaçlar şuurlu, rasyonel ve ifadelendirilebilen türde oldukları gibi, dillendirilemeyen, bilinç dışı ve(ya) diğer amaçları yönlendirmeleri hasebiyle sanal, aşkın nitelikte de olabilirler. Varlıklar ve(ya) amaçlarla ilgili zarar görme korkusundan uzak olmayla, varlıkları geliştirme ve amaçlara ulaşma ümidi kutupları arasında kurulan dengeyi yansıttığı düşünülerek güven, Merton Deutsch'dan mülhem bir ifadeyle, insanın korktuğunu değil, umduğunu bulacağına dair inancı ya da beklentisi olarak tanımlanmıştır. Güven bu şekilde kavramsallaştırılıp tanımlandığında gerek çağcıl, gerekse verili toplumun özgül koşullarıyla, kültürle ilişkilendirilip anlamlandırılmasında dört husus önem kazanır. Birincisi, güven her şeyden önce bir güvenlik duygusudur; asgari içeriğini, bireyin amaçlarıyla ilgili her hangi bir zarar görmeme beklentisi oluşturur. İkincisi, güvenlik duygusunun tesisi kadar, varlıklarını geliştirme ümidi de bireyin arkalanabileceği güçlerin neler olduğuyla yakından ilgilidir. Üçüncüsü, amaçla ilgili bir vasıtaya - nesneye güvenmek kadar gibi, güvenmememek de mutlaka bir başka şeye güveni öngörür. Buradan hareketle, verili toplumun genel güven düzeyi ve(ya) genel beklentilerinin başlangıçtaki niteliği, toplumun üyelerinin kişisel sermayelerinin genel düzeyine, yaşamsal güvenlik kaygılarının hangi alanlarda ve ne düzeyde yaşandığına ve gerek güvenliğin tesisi, gerekse kaynaklarını geliştirmeyle ilgili olarak önem verilen, güç isnat edilen kaynakların neler olduğuyla yakından ilgilidir. 256 SUMMARY Conceiving of trust conceptualizations independent of one's goals and the manner in which he / she perceives the contextual conditions is not easy. In practice, trust can be understood in terms of beliefs or expectations pertaining to the extent to which a person can rely on the forces or sources of power needed to achieve his / her goals. While some goals may be conscious, rational, explicitly represented in mind and amenable to discursive explication; others may be fundamentally unconscious, implicit, tacit, immanent and transcendent by virtue of their character to direct or orient other goals. Trust, which is deemed to reflect the balance struck between the desire to be free from the feeling of vulnerability regarding the assets and goals on the one hand and the hope of promoting the assets and achieving the goals on the other, is defined in Merton Deutsch's inspired terms as the belief or expectation that one will find what is hoped for rather than what is feared. When conceptualized and defined as such, four points come to the fore in reconnoting trust and establishing its links with the prevailing conditions of general contemporary and of given, culture specific societies. First of all, trust is essentially a feeling of security the mimimal content of which rests upon the expectation that the individual's assets and goals will not be threatened or injured. Secondly, the individual's hope of furthering his / her existence as well as the establishment of the feeling of security depends on the existence of forces and / or sources of power upon which he / she can rely on. Thirdly, even distrust, as well as trust with regard to something, requires trust with regard to some other thing. Thus, it can be said that the level of general trust and the nature of initial expectations on a broad level of contexts of a given society are closely related to the (a) general level and the distribution of personal capital of its members, (b) perception of the conditions prevailing their `life-world`, (c) where and to what extent the (human) security concerns are felt, and (d) forces and sources of power which the members of the society in general value and rely on in implementing security and furthering existence. 317

27 ÖZET TİMOKİNONUN DENEYSEL MİDE HASARINDA KORUYUCU ETKİSİNİN ARAŞTIRILMASI AMAÇ: Ranunculaceae familyasına ait olan Nigella sativa (NS) bitkisinin ratlar üzerinde ET ile oluşturulmuş mide hasarı üzerinde koruyucu etkisi diğer bir deyişle anti-ülser etkinliğinin araştırılması. MATERYAL VE METOD: Bu çalışmada NS bitkisi tohumlarının uçucu yağında bulunan timokinon (thymoquinone, TQ) maddesinin deneysel mide hasarını önlemedeki etkisi 35 adet Wistar albino rat üzerinde araştırıldı. Ratlar, her grupta 7 rat olmak üzere 5 gruba bölündü. 1. Grup: Kontrol grubu olarak ayrıldı. Sadece oral yolla 1 mi % 0.9'luk NaCl uygulandı. 2. Grup: Sadece ET verildi (1 mi, % 100 ET, oral). 3. Grup: ET uygulamasından bir saat önce TQ (10 mg/kg, İmi, oral) verildi. 4. Grup: ET uygulamasından bir saat önce 1 mi mısır yağı (oral) verildi. 5. Grup: Sadece TQ verildi (10 mg/kg, İmi, oral). Mide büyük kavis boyunca kesilerek açıldı. Milimetrik kağıt asetat üzerine fotokopi ile kopyalandı. Mide açılarak asetat üzerinde hasarlı alan ölçüldü. Sonuçlar lezyon alanı (mm2), lezyon alanının toplam mide alanına oranı (%) ve ülser indeksi (Üİ) olarak ifade edildi. Mide homoj eratlarında biyokimyasal parametreler olan süperoksit dismutaz ve lipid p'eroksidasyonu tayini yapıldı. SONUÇLAR: 1. Grupta (kontrol grubu) herhangi bir mide hasan görülmedi. 2. Grupta (ET) büyük miktarda hasarlı alan görüldü. 3. Grupta (TQ+ET) 2. gruba göre Üİ ve MDA düzeyi-28- daha düşük gerçekleşti. 4. Grupta (mısır yağı+ET) Üİ ve MDA düzeyi 2.gruptan düşük, 3. gruptan ise yüksektir. 5. Grupta (TQ) herhangi bir hasar görülmedi TQ, ET ile oluşturulmuş mide hasarını önlemiştir. TQ uygulanmış olan rat grubunda hasarlı alanlar daha azdır. Etki 10 mg/kg dozunda görülmüştür. ET+TQ verilen ratlarda, sadece ET verilen ratlara nazaran daha az mide doku hasarı meydana gelmiştir. Ayrıca TQ verilen grubun Üİ ve MDA miktarı da diğer gruplara kıyasla belirgin şekilde düşüktür. SOD miktarında ise anlamlı farklar bulunmamıştır. TARTIŞMA: Bu çalışmada, TQ, ET'le oluşturulmuş mide hasarım önlemiştir. TQ grubunda Üİ ve yapılan biokimyasal ölçümlerde MDA miktarı anlamlı biçimde düşmüştür. Bu bilgi ET'ün oluşturduğu oksidatif hasarın TQ (10mg/kg) tarafından önlendiğini göstermektedir. Hasarlı alanlar da TQ tarafından azaltılmıştır. TQ'nun SOD enzimi üzerinde anlamlı etkisi bulunamamıştır. Sonuç olarak TQ'nun deneysel mide hasarını önleyici etkisi bulunmuştur. TQ'nun bu yönde kullanımı ile bu madde tıbba kazandırılabilir. -29 SUMMARY PROTECTIVE EFFECT OF THYMOQUINONE AGAINST EXPERIMENTAL GASTRIC DAMAGE Background: Previous studies indicated the role of reactive oxygen species (ROS) in the pathomechanism of gastric ulcer. In adition, recent reports showed that Thymoquinone (TQ) has strong antioxidant effects on experimental models with severel toxic agents. But we don't know whether it has antiulcerogenic effects. Aim: To determine the efficacy of TQ, is the main constituent of the volatile oil of Nigella sativa seeds, on experimental gastric ulcer model in rats. Methods: We examined anti-ulcerogen and antioxidant effects of TQ on ethanol-induced gastric lesions in rats. TQ was aclministered by intragastric as well as control groups (ethanol, corn oil, and saline) Results: Findings show that pretreatment with TQ significantly reduced ethanol-induced gastric injury and lipid peroxidation levels (malondialdehyde, MDA). In addition, it, partly, reversed the antioxidant enzyme activity (superoxide dismutase, SOD), but not statistically. Conclusion: These results conclude that TQ clearly has antioxidant effects and it's protective effect against ethanol-induced gastric damage may be depend on the reduction in the lipid peroxidation. However it should be planned more detail studies. 36

Çalışma, terapötik ultrasonun kırık iyileşmesi üzerine etkisini, fiziksel, radyolojik ve mikroskobik olarak belirlemek amacıyla yapıldı. Araştırma toplam 48 adet sağlıklı tavşan üzerinde dört grup halinde gerçekleştirildi. Tüm hayvanlara bilateral fibular osteotomi yapıldı. Operasyondan sonraki günden başlamak üzere, hayvanların sol fibulaları üzerine, gruplara göre sıra ile 02, 0.5, 1 ve 1.5 Watt/cm2 yoğunluğunda pulzatif ultrason uygulandı. Uygulama, 10 gün boyunca günde 10 dakikalık seanslar halinde yapıldı. Kontrol grubu olarak kullanılan sağ fibulalar üzerine ise aynı sürelerde ultrason cihazı çalıştırılmaksızın sadece prob friksiyonu uygulandı. Araştırmanın 0.7,15,21 ve30. günlerinde sağ ve sol fibulaların radyografisi alındı. Bir ay sonunda tavşanlara ötenazi yapılarak sağ ve sol fibulaları alındı. Her gruptaki ikişer çift fibula'nın histolojik muayenesi yapıldı. Diğer numunelerde kallus büyüklükler, medio-lateral ve aaterio-posterior eksenlerden, kompas ile ölçüldü. Aynı numunelerde basma ve çekme deneyleri yapılarak kallus mukavemeti değerlendirildi., The effect of ultrasound therapy on fresh fracture healing was investigated experimentally in this study by physical, radiological and microscopical findings. Complete bilateral transverse fibular osteotomies were made in 48 rabbits. The rabbits were divided into four groups and while the left fibular fractures were treated with pulsed ultasound in an intensity of 0.2,0.5 and 1.5 Watt/cm2 respectiveliy, the mock-irradiated right limbs served as untreated controls. Ultrasoundtherapy was started the day after the operation and continued for ten days in periods of ten minutes daily. The right and left fibular osteotomies were evaluated radiologically just after the operation and in the 7 th, 15 th, 21 st and 30 th days. After the last radiologic controls, animals were euthanasied and right and left fibulae were collected. While the two pairs of fibulae from each group were evaluated histologically, callus sizes of other samples were measured from medio-lateral and anterio-posterior axises. The biomechanical properties of the callus was evaluated by testing the compression and tensile forces of the samples. It was concluded that fresh fracture healing was accelerated by ultrasound application in an intesity of 0.2 and 0.5 Watt/cm2 than 1 and 1.5 Watt/cm2 by the physical, radiological and microscopical findigs.