Search

Abstract Introduction Physical phenotype and the cumulative deficit model are two well-known concepts of frailty. One of the main components of frailty is loss of muscle mass and function, which may also include swallowing muscles, therefore is a risk factor for dysphagia. Since dysphagia is seen starting from the early stages of Alzheimer’s Disease (AD), in this study we aimed to reveal the relationship between frailty and dysphagia and dysphagia-related quality of life through Swallow Quality of Life (SwalQoL) tool in patients with AD and compare them with cognitively intact older adults. Methods Comprehensive geriatric assessment, dysphagia evaluation by Eating-Assessment Tool (EAT-10) and SwalQoL questionnaire, and frailty assessment via FRAIL and Clinical Frailty Scale (CFS) were performed on all 101 participants of the study. Thirty-five patients were cognitively intact, 36 patients were diagnosed with mild AD, and 30 patients were diagnosed with moderate AD. Results Sex distribution was similar between the groups, however, there was a statistically significant age difference. The prevalence of frailty increased according to both frailty indexes as the cognitive status deteriorated. All parameters of SwalQoL except fear and sleep parameters deteriorated as cognitive status impaired. In quantile regression of the total score of the SwalQoL questionnaire and multivariable logistic regression of EAT-10, frailty, as defined by CFS and FRAIL, was associated with dysphagia and poor quality of life regardless of age, presence of dementia, as well as nutritional status. Conclusion Swallowing difficulties in AD negatively affects the quality of life, and it is closely related to frailty in mild-to-moderate AD.

Amaç: Gastrointestinal stromal tümörler (GIST) sindirim sisteminin en sık görülen mezenkimal kaynaklı tümörleridir. Bu çalışmada cerrahi tedavi uygulanmış olan GIST hastalarının erken dönem cerrahi sonuçları sunulmaktadır. Materyal-Metod: Sakarya Üniversitesi Eğitim Araştırma Hastanesi Genel Cerrahi Kliniğinde 2008-2021 tarihleri arasında opere edilen ve histopatolojik olarak GIST tanısı doğrulanan hastaların sonuçları retrospektif olarak incelendi. Hastalar demografik veriler, klinik-patolojik özellikleri ve erken dönem cerrahi sonuçları açılarından ayrıntılı olarak değerlendirildi. Bulgular: Ameliyat edilen 55 hastanın E/K oranı 3/2, yaş ortalaması 57.82 yıl (45-81 yıl) idi. Karın ağrısı (37 hasta - %67.2) en sık başvuru şikayetiydi. Mide (37 hasta - %67.2) en sık etkilenen organdı. CD117 pozitifliği 53 hastada (%96.3) oranında görüldü ve Ulusal Sağlık Enstitüsü (NIH) kategorisine göre hastaların %56.6’sı yüksek risk sınıfı olarak kategorize edildi. 52 hastaya (%94.6) primer cerrahi rezeksiyon uygulandı. En sık açık ameliyat 40 hastada (%72,7) tercih edildi, çalışmanın son 6 yılı için ise açık/laparoskopi tercih edilme oranı 1/1 olarak belirlendi. Segmental rezeksiyon 29 hastayla (%52,7) açık veya laparoskopik en sık uygulanan rezeksiyon tipi idi. Tümör boyutları ortalama 7.03 cm (1-18 cm), ortalama hastanede yatış süresi 10.44 gün (5-45 gün) idi, enterokütan fistül gelişen bir hasta çalışma dışı bırakıldığında ise ortalama hastane yatış süresi 8.2 gün (5-19 gün) olarak belirlendi. Sonuç: GIST, uygun endikasyonlarda açık veya laparoskopik teknikle primer tedavi şekli komplet cerrahi rezeksiyon olarak deneyimli kliniklerde kabul edilebilir komplikasyon oranlarıyla güvenle tedavi edilebilir.

Synovial sarcomas are often seen in the soft tissues, intra-abdominal synovial sarcomas are extremely rare. An intra-abdominal mass starting from the umbilicus and extending into the pelvis was detected in a 53-year-old man admitted with abdominal pain and a palpable mass. Total mass excision surgery was performed and the mass was found to be an intra-abdominal synovial sarcoma arise from small bowel wall histopathologically. Unfortunately, this is a malignancy with a poor prognosis and a short survival despite all therapeutic efforts

Sarkoidoz sistemik granülomatöz bir hastalıktır ve en sık akciğerleri tutar, nadir olarak kemik iliği tutulumu ile seyredebilir. Kemik iliği tutulumu olan hastalarda hematolojik anormallikler saptanabilmektedir. 47 yaşında bel ağrısı, yürümede güçlük ve çift taraflı alt ekstremitelerde güçsüzlük şikayetleri olan bayan hastada bisitopeni ve L2-L3 vertebrada lezyon saptandı. Hasta opere edildi. Lezyonun patolojik incelemesi sonucu sarkoidoz tanısı kondu. Yapılan diğer incelemeler sonucunda Akciğerde sarkoidoz tutulumu saptandı. 74 yaşında halsizlik ve yorgunluk şikayetleri olan bayan hastada yapılan tetkiklerde pansitopeni saptanması üzerine kemik iliği biyopsisi yapıldı. Kemik iliğinin patolojik olarak incelemesi sonucunda sarkoidozla uyumlu non-kazeifiye granülom saptandı. Yapılan diğer incelemelerde başka bir tutulum saptanmadı. Burada nadir görülen kemik iliği sarkoidozu saptanan iki olguyu sunduk.

Kanser tedavisindeki gelişmelere paralel olarak kanserli hastaların yaşam süreleri de uzamaktadır. Meme kanseri günümüz şatlarında kadınlarda en sık görülen kanser türüdür(%24.1). Meme Ca olgularında uzak metastazlar iskelet sisteminde en sık vertebral kolona olmaktadır. Sunduğumuz 60 yaşında olgu ağrı şikayetiyle kliniğimize başvurmuş yapılan radyolojik tetkikler sonucu gözlenen spina kord kompresyonu acil şartlarda kaldırılmış ve patoloji raporu meme kanseri metastazı olarak bildirilmiştir. Amacımız, erken cerrahi girişim hayat kalitesinin artmasında önemini vurgulamaktır.

Amaç: Bu çalışmada; hemşirelerin klinik örnekler hakkındaki bilgi düzeylerinin değerlendirilmesi ve hizmet içi eğitim ihtiyaçlarının belirlenmesi amaçlandı.Gereç ve Yöntem: Çalışmaya dahili ve cerrahi kliniklerinde çalışan toplam 102 hemşire dahil edildi. Katılımcılara klinik örneklerle ilgili bilgi düzeylerinin ve sosyodemografik özelliklerinin belirlenmesi için iki bölümden oluşan anketler yüz yüze görüşme ile uygulandı. Genel laboratuvar bilgisi, klinik örnekler, örnek alım teknikleri ve örneklerin taşınma/saklanma koşulları bilgileri ana başlıkları altında toplam 20 soru soruldu. Hemşirelerin sosyodemografik özelliklerine göre anket sorularına verdikleri cevaplar istatistiksel olarak değerlendirildi.Bulgular: Görev yeri ile doğru cevap sayısı arasında anlamlı istatistiksel fark (p=0.007) saptandı, Dahili kliniklerde çalışan hemşireler daha başarılı bulundu. Yaş ve klinik örnekler ile ilgili bilgi düzeyi arasında anlamlı istatistiksel fark (p=0.009) saptandı ve 35 üstü yaş grupları başarısız bulundu. Eğitim düzeyi ile bilgi düzeyi arasında anlamlı fark (p=0.645) saptanmadı. İş tecrübesi grupları arasında bilgi düzeyi bakımından anlamlı istatistiksel fark (p=0.289) saptanamadı. Hemşirelerin 20 sorudan 8'ine anlamlı istatistiksel fark oluşturacak şekilde sıklıkla doğru yanıt verdikleri (F gt; 4.679; p lt; 0.05) gözlendi. Sorulara verilen yanıtların dağılımı incelendiğinde hemşirelerin klinik örneklerle ilgili bilgi düzeylerinin yetersiz olduğu saptandı.Sonuç: Hastanemizde hemşirelik hizmetleri kalite programları çerçevesinde uygulanan hizmet içi eğitimlerin klinik örneklerle ilgili kısmının yetersiz kaldığı görüldü. Hizmet içi eğitim programları düzenlenirken klinik örneklerle ilgili bilgi eksiklerinin dikkate alınarak mikrobiyoloji, biyokimya ve patoloji ile ilgili konuların kapsamının genişletilmesi ve performans değerlendirilmelerinin de bu kapsamda tekrar gözden geçirilmesinin yararlı olabileceği düşünüldü.

İmatinib,kutanöz yan etkilere sıklıkla yol açan bir kemoterapi ajanıdır. Kutanöz yan etki olarak en sık makülopapüler, eritematöz erupsiyonlar, ödem, özellikle peri orbital ödemgörülmektedir. Pitriaziform erupsiyonlar; hipopigmentasyon, likenoid reaksiyonlar, pitiriazis rosea, psoriasis, porfi riya kutanea tarda, eritema nodosum gibi döküntüler ise bu ilacabağlı daha seyrek görülen reaksiyonlardır. 57 yaşında erkek hasta gastrointestinal stromal tümör tanısıyla imatinib almaktayken tüm vücuduna yayılan kaşıntılı döküntüler nedeniylepolikliniğimize başvurdu. Üst ve alt tüm ekstremitelerin ekstensör yüzlerinde ve gövdede yerleşmiş eritemli skuamlı oval plakları gözlenen hastanın lezyonlarının birinden alınanbiyopsi örneğinin histopatolojik bulguları pitiriyazis rosea ile uyumlu bulundu. Başka herhangi bir ilaç kullanımı öyküsü olmayan hastanın döküntülerine imatinibe bağlı pitiriaziformerupsiyon tanısı koyuldu. Bu olguyu sık deri döküntüsüne neden olan bir ajan olan imatinibin nispeten nadir görülen bir deri reaksiyonu tipini sergilemesi nedeniyle sunmayıamaçladık.

Inflammatory myofibroblastic tumor (IMT) is a neoplasm of intermediate biological potential. Few cases of spermatic cord IMT have been reported in the literature. Inflammatory myofibroblastic tumor is a consequence of the proliferation of fibroblasts and inflammatory cells. Despite its benign nature, the tumor often clinically mimics intrascrotal malignancy and usually remains undiagnosed preoperatively. The diagnosis of spermatic IMT is difficult preoperatively due to the non-specific findings. Therefore, if testicular tumors cannot be precisely excluded, radical orchiectomy should be performed for the diagnosis and treatment. However, it mainly occurs in children and young adults; spermatic IMT may also be seen among elderly men. Here, we report two cases of inflammatory myofibroblastic tumor involving the spermatic cord.SIMILAR CASES PUBLISHED: There are seven cases entitled “inflammatory myofibroblastic tumor of spermatic cord” in the literature. In our study we present two cases that had a spermatic cord IMT. Furthermore, one of these cases was 82 years of age and is the oldest patient presented in the literature.

Background/Aim. Appendix tumors are mostly incidentally identified in patients who were operated with the diagnosis of acute appendicitis. They are detected in approximately 1% of appendectomy specimens. Neuroendocrine tumors (NETs) account for over 50% of appendix neoplasms. NETs appearing in the appendix can cause carcinoid syndrome. In our study, we aimed to retrospectively examine the clinical features of patients who underwent appendectomy with the diagnosis of acute appendicitis and diagnosed with appendix NET in the postoperative period. Materials/Methods. The records of 4026 patients who were operated with the diagnosis of acute appendicitis between January 2008 and January 2020 at the Department of General Surgery at the Sakarya University Faculty of Medicine, were evaluated retrospectively. Clinical findings, demographic data, surgical findings, and results of the patients with appendix NET, as a result of histopathology, were examined in detail. Results. 16 of 4026 patients were reported as NET. Nine of the patients were male, and seven were female. The average age was 33 (19–49). Any of the patients had no signs and symptoms of carcinoid syndrome. All tumors were located at the tip of the appendix, and the mean tumor diameter was 0.85 cm (0.3–2.5 cm). As a result of pathology, one patient had mesoappendix and one patient had serosa invasion. Right hemicolectomy was applied to both patients. In other patients, meso, serosa, and lymphatic invasion were not detected. Tumor size was 2.5 cm in one of the patients, 1.5 cm in one, and 1.4 cm in the other, and the others were below 1 cm. In the postoperative follow-up, all the patients were discharged on average 2.71 (2–6 days) days without any complications. Conclusion. Appendix NETs are mostly asymptomatic and localized in a distal third of the appendix. Symptoms are mostly related to tumor size and distant metastases. Clinical behavior and prognosis can best be predicted by tumor size. Complementary hemicolectomy is recommended for tumors larger than 2 cm and tumors smaller than 1 to 2 cm, such as mesoappendix invasion, positive or uncertain surgical margin, high proliferative rate, and angioinvasion. For tumors whose diameter is less than 1 cm, simple appendectomy alone is sufficient.

ABSTRACT This prospective analysis assessed the effect of histological prostatitis on lower urinary tract functions and sexual function. The patients were separated into two groups as histologically observed prostatitis (Group A) and no prostatitis (Group B) according to the biopsy outcomes. International prostate symptom score, international index of erectile function-5 scores, maximal and average flow rate, and residual urine volumes were compared statistically between groups. There was no significant difference (P>0.05) in baseline age (t=0.64), body mass index value (t=0.51), prostate volume (t=0.87), prostate-specific antigen levels (t=0.43), maximal (t=0.84) and average flow rate (t=0.59), and post-void residual urine volume (t=0.71). Mean international prostate symptom score in patients with prostatitis was numerically but not significantly higher than that in those without prostatitis (t=0.794, P=0.066). Mean international index of erectile function-5 score in the prostatitis group was significantly lower than that in those without prostatitis (t=1.854, P=0.013). Histological prostatitis notably affected sexual function of patients and may serve as a major risk factor for sexual dysfunction while having little effect on lower urinary tract symptoms.