8 results on '"Sidiropoulou, Chryssi"'
Search Results
2. Is later Wittgenstein a relativist?: An investigation on/through forms of life
- Author
-
Turan, Caner, Sidiropoulou, Chryssi, and Felsefe Anabilim Dalı
- Subjects
Philosophy ,Felsefe ,Life ,Interaction ,Wittgenstein, Ludwig ,Life style ,Linguistics ,Relativism - Abstract
Bu tezin birbiriyle bağlantılı olan iki esas amacı vardır. Bir tanesi, geç Wittgenstein'ın felsefi çerçevesinde yer alan en önemli kavramlardan birisi olan ?yaşam biçimleri? üzerine bir soruşturma yapmaktır. Wittgenstein, geleneksel felsefeye dair eleştirisini sunarken ve bu vesileyle kendisini önceki düşüncelerinden de ayırırken, dille ve dil ile dünya arasındaki ilişkiyle ilgili analitik ve oldukça sistematik bir felsefe yapma yolunu terk etmiştir. Daha ziyade, eylemin önceliği üzerinden dil ve pratikler arasındaki yakın ilişkinin altını çizen dil oyunlarının ve yaşam biçimlerinin çeşitliliğine odaklanmıştır. Tezde, yaşam biçimlerinin önemi tesis edildikten sonra, ikinci bir amaç olarak, geç Wittgenstein'ın bu yaklaşımıyla ilintili olarak, özelikle Felsefi Soruşturmalar, Kesinlik Üzerine ve Zettel adlı çalışmalarına dair iç bir okuma yapılarak, dil oyunlarına temel teşkil eden çeşitli ve alternatif yaşam biçimleri kullanımının rölativizmi olumlayıp olumlamadığı tartışmasına ışık tutulacaktır. Geç Wittgenstein'da, yaşam biçimlerinin temelinde doğru veya yanlış, rasyonel veya irrasyonel olabilecek herhangi bir şey bulunmamaktadır. Bu minvalde, geç Wittgenstein'daki bu plüralist yaşam biçimleri anlayışının, rölativizme yol açtığını iddia etme eğilimi bulunmaktadır. Fakat, ben bu eğilime karşı bir felsefi tutum takınacağım. Geç Wittgenstein'ın genel çerçevesine daha yakından ve daha dikkatle bakıldığında, yaşam biçimleriyle ilgili bu plüralist anlayışın, onu zorunlu olarak rölâtivist yapmadığını savunacağım. Onun ?doğal tarih?, ?insanların ortak tavrı? gibi kavramlara olan ilgisi, geleneksel olmayan temelciliği (foundationalism) ve Frazer'a olan eleştirisi ve metinlerindeki bazı pasajlar üzerinden fark edilebilecek olan ?ilkellik? vurgusu, hayat biçimleri arasında rölativizmin ima ettiği gibi radikal bir ayrımın ve/veya yabancılaşmanın olamayacağına dair kanıt olarak sunulacaktır. Yaşam biçimlerinin mikro ve makro duruşları ve yaşam biçimleri arasındaki etkileşime dair getirdiğim ayna etkisi önerisi ışığında, yaşam biçimlerini rölativist yaftadan kurtarmakla yaşam biçimlerimizin doğasıyla ilgili değişebilirlik, eleştiri imkânı, anlama gibi bazı noktaları vurgulamanın birbirinden çok da farklı şeyler olmadığı iddia edilebilir. There are two main interconnected concerns of this thesis. One is to make an investigation on ?forms of life? which is one of the most important notions in philosophical framework of later Wittgenstein. When Wittgenstein makes a critique of traditional philosophy and separates himself also from his early thoughts, he has given up an analytical and a very systematic way of doing philosophy about language and the relation between language and the world. Rather, he has focused on the multiplicity of language-games and forms of life which underlines the close connection between language and practices through priority of activity. After constituting the importance of forms of life in the thesis, as a second aim, related to this approach of later Wittgenstein, by making an internal reading on his works especially Philosophical Investigations, On Certainty and Zettel it will be shed light on the discussion whether usage of varied and alternative forms of life which are at the bottom of language-games endorses relativism. In later Wittgenstein, at the foundations of forms of life, there is nothing that can be either true or false, either rational or irrational. Thus, there is a common tendency to claim that this pluralistic understanding of forms of life in later Wittgenstein paves the way for relativism. But I will have a counter philosophical attitude against this tendency. Under a closer and more careful scrutiny on the general framework of later Wittgenstein, I will defend that the pluralistic kind of views about forms of life doesn?t necessarily make him a relativist. His interest on the notions such as ?natural history?, ?common behaviour of humankind?, his non-traditional foundationalism and his emphasis on ?primitiveness? that can be recognized through his criticism against Frazer and some passages in his texts will be presented as some indicators that there cannot be radical separation and/or alienation between forms of life which is implied by relativism. In the light of my proposal about micro and macro aspects of forms of life and the mirror effect related to the interaction between forms of life, it would be claimed that liberating forms of life from relativist tag and highlighting some points such as changeability, possibility of criticism, understanding concerning the nature of our forms of life are not so distinct from each other. 96
- Published
- 2011
3. Understanding self-consciousness
- Author
-
Dilek, Çağlan Çinar, Voss, Stephen, Sidiropoulou, Chryssi, Köksal, Falih, and Felsefe Anabilim Dalı
- Subjects
Philosophy ,Felsefe ,Consciousness ,Self perception ,Self concept - Abstract
Bu tezin amacı, benlik ve bilinci inceleyerek benlik-bilincinin doğasını anlamaktır. Strawson'ın dahili bir zihinsel varlık olan benlik algısını başlangıç noktası olarakalarak vekilliğin ve kişiliğin benlik algısının özsel özellikleri olarak alınmaması mı gerektiğini tartışıyorum. Zahavi'nin düşünüm-öncesi deneyimsel bir boyut olan vedeneyime içsel olan benlik kavramını sunduktan sonra, bunun deneyim için biçimselbir koşul da olduğunu da görüyoruz. Deneyimi öznesiz ele alan egolojik-olmayan teorilerin mantıksızlığı gösterilmekte ve Zahavi'nin bizim her zaman düşünümöncesi bir ben-bilincine sahip olduğumuza dair görüşü açıklanmaktadır. Zahavi, benliğin ve bilincin Yüksek-Dereceden Teoriler'de olduğu gibi harici süreçlerle oluşturulamayacağını söyler. Benliğin onu nesneleştiren herhangi bir çabayla kavranamayacağı görüşüne de sahiptir. Benlik-bilinci bizim dünya deneyimimizden doğrudan bilinebilir. Zahavi'nin bilinçdışını nasıl ele aldığını ve minimal benlik anlayışının insan benlik-bilincine bir açıklama olup olamayacağını kör bakığ (blind sight) ve bebekler üzerine empirik çalışmalar ışığında inceleyeğim. Benlik-bilincinin minimal benlik-bilinci üzerinden açıklanamayacağını düşünüyorum ve kişiden farklı bir şey olan bir benliği yaratmada nesneleştirmenin etkisini vurguluyorum. Zihinsellik bu tarz bir nesneleştirmeye ulaşmakta ve benlikbilincine sahip bir benlik yaratmakta önemlidir. Lewis'in benlik makinesi ve Ben arasında yaptığı ayrım sunulacak ve minimal benlik algısının tam bir benlikbilincinin başlangıcı olmadığı gösterilecek. İlerki çalışmalar için sorular sunulacak. The aim of this thesis is to understand the nature of self-consciousness by examining self and consciousness. Taking Strawson?s sense of Self as an inner mental entity as a starting point, I discuss if agency and personality should not be seen as essential features of sense of Self. After presenting Zahavi?s notion of selfhood as the prereflective experiential dimension, which is intrinsic to experience, we also see that it is the formal condition for experience. The implausibility of non-egological theories, taking experience without a subject, is shown and Zahavi?s thought that we are always pre-reflectively self-conscious is explained. Zahavi thinks that selfhood and consciousness cannot be contributed by external acts, as in Higher-Order Theories. He also has the view that the self cannot be grasped through any attempt to objectify self. Self-consciousness can be known directly from ordinary experience of the world. I examine whether Zahavi?s approach can handle unconsciousness and whether a minimal self-consciousness explain human self-consciousness, in the light of the empirical studies on blind sight and human infants. I don?t think that self- onsciousness can be explained through minimal selfconsciousness, and I emphasize the effect of objectification, which creates a self, which is a different entity from the whole person. Mentality is important to achieve such an objectification, and in creating a self, which can be self-conscious. Lewis? distinction between the machinery of self and Me is introduced, to show that a minimum sense of Self is not preliminary to full self-consciousness. I present questions this thesis leaves for further work. 114
- Published
- 2011
4. Tragic error and the Augustinian morals
- Author
-
Eksen, Kerem, Sidiropoulou, Chryssi, Chalier, Catherine, and Diğer
- Subjects
Tragedy ,Philosophy ,Felsefe ,Augustinus ,Morality ,Error - Abstract
Bu çalışmanın amacı ?trajik hata? kavramını felsefi bir bakış açısıyla ve Augustinus'un düşüncesine odaklanarak yeniden tartışmaktır. Tezin başlangıç noktası, bir yandan Antik Yunan'daki tragedya yazarlarının, diğer yandan da 17. ve 18. yüzyıl eleştirmenleri ve yazarlarının insan eylemini sorunsallaştırma biçimlerindeki farklılıklar olmuştur. Yunan tragedyası bizim ?nesnel? şeklinde nitelendirdiğimiz (öncelikli olarak bir eylemin evrende yol açtığı nesnel değişiklikleri dikkate alan) bir hata anlayışı barındırıyordu. Rönesans ve Rönesans-sonrası dönemdeyse ?özne-merkezli? bir bakış açısı benimsenmiş, edimleri gerçekleştiren failin koşullarına ve niteliklerine öncelik veren ?öznel? bir hata anlayışı geliştirilmiştir.Augustinus tezimizin merkezi düşünürüdür, zira onun çalışması ?nesnel? bir hata anlayışından ?öznel? bir hata anlayışına geçişi aydınlatabilecek niteliktedir. Bu düşünceden hareketle, çalışmamızda Augustinus'un ahlak teorisinin iki temel boyutu üzerinde durduk: Bir yandan Augustinus'un günah teorisinin ?öznel? unsurlarını ele alarak düşünürün günahı nasıl bireysel bir temelde tarif ettiğine değindik; diğer yandan da düşünürün teorisinin ?nesnel? unsurları üzerinde durarak, hata deneyiminin ?nesnel? bir ?hataya yatkın olma? koşuluyla nasıl ilişkilendirildiğini gösterdik. Buradan hareketle, Augustinus'un düşüncesinin bu iki boyutunun Rönesans tragedyalarına temel teşkil ettiğini ve, bu anlamda, Racine ve Shakespeare gibi trajik şairlerin Augustinus-sonrası şairler olduğunu öne sürdük. The aim of the present thesis is to reconsider the notion of ?tragic error? from a philosophical perspective and by concentrating mainly on the thought of Augustine. Our starting-point has been the differences between the ways in which, on the one hand the classical Greek tragedians, and on the other the critics and dramatists of seventeenth and eighteenth centuries problematized human action. While Greek tragedy was based on what we have called an ?objective? notion of error (focusing mainly on the objective changes that a given action creates in the universe), the Renaissance and post-Renaissance mentality adopted a ?subject-centered? standpoint and a ?subjective? notion of error (laying emphasis on the conditions and qualities of the agent of an act).Augustine is the main figure of our project, since his work sheds light on the shift from an ?objective? conception of error to a ?subjective? one. On the basis of this idea, we presented the two major dimensions of Augustine?s ethical theory: On the one hand, we focused on the ?subjective? aspects of Augustine?s theory of sin, in order to see how he defines sin on an individual basis; and on the other hand, we studied the ?objective? aspects of his theory, in order to see how Augustine relates the experience of error to an ?objective? condition of fallibility. We have argued that these two aspects of Augustine?s thought lie at the basis of Renaissance tragedy and that, in this sense, tragic poets like Racine and Shakespeare are post-Augustinian. 310
- Published
- 2010
5. Embodiment of rules in action: Primacy of action in late Wittgenstein and Marx
- Author
-
Bakir, Onur, Sidiropoulou, Chryssi, and Felsefe Anabilim Dalı
- Subjects
Action theory ,Philosophy ,Felsefe ,Marks, Karl ,Wittgenstein, Ludwig ,Rules - Abstract
Bu tez, kuralların eylemlerimize içkin bir şekilde nasıl ilişkilenebileceğini araştırıyor. Bunu yaparken öncelikle kural ve eylemlerimizin birbirinden ayrıksı ikilikler olarak ilişkilenmesi gerektiği fikrini savunan önemli düşünürlerden biri Ferdinand de Saussure'ün, bu iddiasını nasıl gerekçelendirdiğine odaklanıyorum. Bu gerekçelendirme sürecinin Marksizm'deki şeyleştirme kavramı ile açıklanabileceğini gösterdikten sonra diğer bölümde şeyleştirilmemiş ve ikililik çerçevesinde işlemeyen bir kural kavramının imkânını Wittgenstein'ın ve Marx'ın yazılarında nasıl ele aldığına bakıyorum. Araştırmamızın sonucunda bu türden içkin bir ilişkinin koşullarını eylemin önceliği, kuralın işlevinin eyleme gömülü bir zemin oluşturması ve kurallı eylemin sosyal bir edim olması, olarak sıralıyoruz. Bir sonraki bölümde ise kuralların eylemde cisimleşmesi olarak açıklanan iç içeliğin, kurallar ve eylemler arasındaki farkı yok etmeyeceğini, kuralların normatif karakterinin eylemde cisimleşmesinden dolayı kaybolmayacağını tartışıyorum. Bunu yaparken birbirine içkin kural ve eylemin karşılıklı nasıl etkileştiğinin ve birbirini koşulladığının mantığını açıklıyorum. Son bölümde, bu yeni ilişki biçiminin düşünsel etkinliği nasıl etkileyeceği ve dönüştüreceği üzerine Marks ve Wittgenstein'ın önerdiği iki farklı teklifin ? ?dünyayı değiştirmek? ve ?dünyayı olduğu gibi bırakmak?- bir sentezini oluşturmaya çalışarak tartışmayı sonlandırıyorum. This thesis investigates how rules and actions can be related to each other in an immanent way. To do this, I first focus on a prominent thinker, Ferdinand de Saussure, who defends the inevitability of separating rules and actions from each other and of thinking them dichotomously related. We look how he legitimizes and justifies his claim. After showing that the justification process of separation can be explained with the Marxist concept of reification, we look for the possibility of non-reified rule, which does not work in the framework of dichotomy in the texts of Wittgenstein and Marx. I determine the conditions of this type of immanent relation between rules and actions as the primacy of action, the function of rules as embedded grounds in action and the social aspect of any rule governed act. In the next section, I argue that the intimate relation, which is explained as the embodiment of rules in actions, does not raze the differences between rules and actions, and does not misplace the normative character of rules. To do this, I explain how rules and actions, that are co-immanent to each other, influence each other reciprocally and condition each other. In the last chapter, I discuss how this new relationship affects the intellectual practice, and conclude the discussion by synthesizing Wittgenstein's and Marx's two different suggestions, i.e. ?to change the world? and ?leaving the world as it is.? 74
- Published
- 2010
6. How to provide a consistent account of Akrasia
- Author
-
Geyik, Sefa, Sidiropoulou, Chryssi, and Felsefe Anabilim Dalı
- Subjects
Philosophy ,Felsefe ,Weakness of will - Abstract
Bu tezin amacı, felsefi bir problem olan akrasia için tutarlı bir çözüm geliştirmektir. Yunanca bir kelime olan akrasia, Türkçeye ?kendine egemen olamama? ya da ?irade zayıflığı? şeklinde çevrilmektedir. Cevaplamaya çalıştığı soru ise şudur: bir rasyonel aracı, kendisi için en iyi seçeneğin ne olduğunu bildiği halde, nasıl olur da daha az yararlı, ya da zararlı olan eylemi gerçekleştirebilir?Tezde, antik ve modern filozofların çözümleri ayrıntılı bir biçimde incelenmiş ve Aristoteles'ten ilham alan bir çözüm sunulmuştur. Çözümün altında yatan fikir, bir eylemi yaparken, o eylem hakkında aktif olarak düşünüldüğü takdirde, bilinçli bir şekilde daha az faydalı olan yolun seçilemeyeceği yönündedir. Öte yandan, bir eylemi yaparken, eylem hakkında aktif olarak düşünülmediği takdirde, bilinçli bir şekilde daha az faydalı olan yolun seçilebileceği savunulmaktadır. The aim of this thesis is to provide o consistent solution for the philosophical problem of akrasia. Akrasia, a Greek word, is translated into English as ?lacking command over oneself? or ?weakness of will?. The question it deals with is this: how can a rational agent, while knowing the best option for him, go for the less beneficial, or harmful course of action?In the thesis, solutions of both ancient and contemporary philosophers are analyzed in detail, and drawing inspiration from Aristotle, an alternative solution is provided. The idea behind the solution is that it is impossible to go for the less beneficial course of action knowingly while you are actively thinking about the action itself. However, it is argued that when you are not actively thinking about the action itself while doing it, it is possible to go for the less beneficial course of action knowingly. 51
- Published
- 2009
7. The question of evil in Plato
- Author
-
Oranli, İmge, Sidiropoulou, Chryssi, and Diğer
- Subjects
Philosophy ,Felsefe - Abstract
Bu tez Platon'un kötülük üzerine düşüncelerini anlamaya çalışmaktadır. Bu amaçla kötülüğün Platon'un düşüncesindeki farklı tezahürleri belirlenmeye çalışılmıştır. Platon'un felsefi düşüncesini oluşturan ontoloji, epistemoloji, ahlak ve kozmoloji gibi alanların birbiriyle ilişkisi kötülük izleği üzerinden düşünülmüştür. Böylece kötülük terimi, bir taraftan da, Platon'un felsefesini anlamak için işlevsel bir terim olarak kullanılmıştır. Bu tez, sözü geçen tüm alanlarda kötülüğün negativite üzerinden düşünüldüğünü öne sürmektedir. Bu, kötülüğün karşıtlık ve eksiklik üzerinden anlaşıldığını göstermektedir. Tezde, öncelikle şehirdeki ?kötülük? üzerine düşünülmüş, bunu için, Platon'un Yasalar diyaloğunun onuncu kitabı ve Devlet diyaloğu incelenmiştir. Takiben, Platon'un ontolojisi Devlet ve Sofist diyaloğu üzerinden ele alınmıştır. Son olarak da, Platon'un kozmoloji anlayışı için Timaios adlı diyalog analiz edilmiştir. This thesis aims at understanding Plato?s conception of evil. For this we are trying to determine what evil is in various aspects of Platonic Philosophy. We are arguing that in all of these aspects, in ontology, cosmology, epistemology, politics and morality, evil is articulated negatively; in terms of contrariety or deprivation. In our investigation we are also using the term evil in an operative sense, which serves as a medium that enables us to trace the interrelations of these various aspects. Our investigation begins with an inquiry questioning the evil(s) in the city, for this we are considering the Laws X and the Republic. We then elaborate on Platonic ontology with regard to the Republic and the Sophist. The last part of our study considers the cosmology of Plato with an analysis of the Timaeus. 87
- Published
- 2008
8. The Theory of Pathos in Stoicism
- Author
-
Atayurt, Fahri Ulus, Voss, Stephen, Sidiropoulou, Chryssi, and Diğer
- Subjects
Emotion ,Philosophy ,Felsefe ,Stoa ,Reason ,Human nature - Abstract
KISA ÖZET Stoacılık' ta Pathos Teorisi Fahri Ulus Atayurt Stoacılar duyguların varlığımızın doğal bileşenleri olmadığım ve bu yüzden de duygulardan arınmış bir hayatın hem mümkün hem de tercih edilir olduğunu iddia etmekteler. Bu tezin amacı, görünüşte radikal olan bu iddianın insan doğasımn köklerine dair felsefi bir bakış açısı getirdiğini göstermektir. Stoacıların iddiası, Posidonius'un aksi yöndeki şüphelerine rağmen, rasyonel olduğumuzda tüm edimlerimizin motivasyonunun aklın bir işlevi olduğudur. Bu yüzden, aklın ortaya çıkışını ve hayatımız boyunca geçirdiği evrimi arılattım. İnsan gelişimine dair bu açıklamanın inandırıcılığını savunarak, duygular yanlış değer yargılan olduğu için aklın duygulara yer vermediğini ileri sürdüm. Son bölümde, Stoacıların duygulardan annabilmemiz için önerdikleri yöntemleri ortaya koydum. Bunu yaparken Stoacı okul içerisindeki iki terapiyi karşılaştırdım ve Chrysippus'un öne sürdüğü terapinin Posidonius'un önerdiği terapiden daha tutarlı olduğunu savundum. vı ABSTRACT The Theory of Pathos In Stoicism by Fahri Ulus Atayurt The Stoics claim that emotions are not natural constitituents of our beings and therefore, it is both possible and preferable to live a life without feeling them. This thesis aims at showing that this seemingly radical claim is based on genuine philosophical insight concerning the roots of human nature. It is precisely the Stoic claim that once we become rational, all our motivation will be a function of reason, although Posidonius questions this. Therefore, I have displayed the first appearance of reason and its further development along the course of our lives. In defending the plausibility of this account of human development, I argue that since emotions are false value judgements, reason leaves no place for them. In the final chapter, I have displayed the Stoic methods for the eradication of emotions. In doing this, I have compared two different therapies within the Stoic school and claimed that the therapy of Chrysippus is more consistent than the therapy of Posidonius. 82
- Published
- 2001
Catalog
Discovery Service for Jio Institute Digital Library
For full access to our library's resources, please sign in.